Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Yaz Bir Ev Beş İnsan – 2 | Hatice Taşdelen


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 01.02.2009 tarihinde sondonjuan tarafından, Öykü Paylaşımları | Mevlana Hikayeleri bölümünde paylaşılmıştır ve 327 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


Yaz Bir Ev Beş İnsan

“Orhan, ne diyor bu kadın?” bağırtısıyla beyninden vurulmuşa döndü Canan. Gözlerinde öfke şimşekleri çakıp söndü. Kolları birer yay gibi arkaya doğru gerildi.


Ağzı sımsıkı kapalı da olsa, öfkesi gözlerinden, bedeninden, saçının her bir telinden fışkırıyordu.

Serpil’i daha ilk gördüğünde tanımış, kararını vermişti Canan. “Anne, yanlış yapıyorsunuz, o kız evlenene kadar insan numarası yapacak, sonra ne olduğunu anlayacaksınız ama iş işten geçecek, anne gel yakma abimin başını.” demişti. Zeynep Hanım her zamanki iyi niyetiyle Serpil’i övmüş, ne kadar şüpheci olduğu konusunda kızına kızmıştı, hatta işi bozar endişesiyle kız isteme merasimine Canan’ı çağırmamıştı.

Canandan habersiz kesildi söz. “Aman Canan duymasın, kötülerin içinde kala kala insanlara güveni kalmamış onun, şu işi bir sağlama bağlayalım ondan sonra haber veririz.” diyecekti Zeynep Hanım. Söz kesildi. Orhan’ın İzmir’e dönecek olması işe daha da hız kazandırdı, bazı gelenekler, adetler atlanarak nişan düğün ikisi bir arada olsun, iki en fazla üç ay içinde bu iş bitsin dendi, iki taraf da bu konuda anlaştı.


“Atladılar tabi. Böyle bir fırsat kaçar mı?” dedi Canan. Sadece bunu dedi, başka bir şey demedi. Bu işin apar topar böyle habersiz, yangından mal kaçırır gibi yapılmasına canı sıkıldı. Kırıldı annesine. Yine de belli etmedi. İnşallah annem haklıdır, yanılan inşallah ben olurum diye dua etti içinden.

Canan… Annesinin kara kuzusu, kara yazgılısı…

Yirmi yaşından evvel kızlarımı asla evlendirmem ahdini yerle bir eden, on dört yaşında evlenen, Zeynep Hanım’ın saçlarının ağarmasına sebep olan kuzusu. Annesinin kader çizgisinin uzantısı…

İnatçıydı Canan, doğru bildiğinden şaşmaz, haksızlığa gelemez, öfkesi sel gibi önünde ne varsa yıkar götürürdü.

Becerikliydi, başarılıydı. İlkokulda başarısını öğretmeni de fark etmiş, bir toplantıda “Aman Hasan Bey, ne yap et bu kızı okut.” demişti. Zeynep Hanım’ın ve Canan’ın bütün ısrarlarına, yalvarıp yakarmalarına rağmen “Üçüncü bir çocuk okutamam ben!” diye bağırmıştı Hasan Bey. Zaten Elvan’ı okuttuğuna bin pişmandı. Evlenip gidecek bir kız için masraf yapmaya ne gerek vardı?

O günlerde üzülüp ağlayan Canan, okuyamamanın, içinde nasıl bir ukde olarak kalacağını yıllar geçtikçe daha derinden hissedecek, her yanlışını affettiği babasının sadece iki hatasını asla affedemeyecekti.

Orhan’la Elvan her sabah okula gittikten sonra, Canan annesine ev işlerinde yardım eder, payına düşen işleri yıldırım hızıyla bitirmeye çalışırdı. Sonra abisiyle ablasının o gün ders programında olmadığı için evde bıraktıkları kitapların başına oturur, hikaye okur gibi, şiir okur gibi, roman okur gibi Matematik, Fen bilgisi, Türkçe kitabı, ne bulursa okurdu.


Evin içindeki dünyadan başka iki dünyası daha vardı Canan’ın. Birincisi, hiç yanından ayırmadığı radyosundan dinlediği Arkası Yarınlar, Radyo Tiyatroları; ikincisi, evde bırakılmış ders kitapları.

Bıkmadan, pencereden her gün ablasının okul dönüşünü gözlerdi. Elvan’ın uzaktan görünmesiyle heyecanlanır, koşar, kapıda karşılardı onu. “Anlat abla!” derdi. “Başkan Yaşar bugün kimleri konuştuğu için tahtaya yazdı? Matematik yazılısının sonuçları okundu mu, kaç aldın? Tülay’la Neşe barıştılar mı?”

Sorularının ardı arkası kesilmez, Elvan’ın formasını çıkarmasını beklemeye bile sabredemez, etrafında dört dönerdi. Ablasının ders programını, yazılı tarihlerini, bir kere bile görmediği öğretmenlerinin arkadaşlarının adlarını hiç unutmaz, tek tek belleğine kazırdı. Gözleri görmeyen bir insanın nasıl başka duyuları gelişiyorsa, onun da hafızası en basit bir noktanın bile silinemeyeceği kadar berraktı.

Elvan, Canan’ın bu coşkuyla gizlenmiş derin üzüntüsünü yıllar sonra fark edecek ve onun okula gidemeyişine kendisi sebep olmuş gibi vicdan azabı çekecekti. Ablasının dünyasında yaşayan bir kardeşin durumu onun içini sızlatacaktı.

Babasından istemeye geldiklerinde daha on dört yaşındaydı Canan. On dört yaşında evlendi. Zeynep Hanım’ın bütün itirazlarına, bütün çırpınmalarına rağmen evlendi. Hiç aklında yokken, hiç istemezken evlendi. Babası Canan’a, Zeynep Hanım’dan gizli, “Ben hepinize nasıl bakayım, düş artık yakamdan!” dediği için evlendi. Hasan Bey’in meslektaşlarından biriyle evlendi. Kahvecilerden nefret ede ede bir kahveciyle evlendi. Kahrından evlendi. Yakamdan düş denilen bir evde kalmayı o yaşta bile gururuna yediremediği için evlendi. “Ah!” diyecekti daha sonraları. “Ah, babam benim sebebimdir! Ben bu insanlara babamın el altından haber gönderdiğini, bu evliliğin babamın bir oyunu olduğunu düşünüyorum.”

Haklı olduğunu zaman gösterecekti zaten ona.

Ateş gibiydi Canan. Tuttuğunu koparır. Dünyayı verseler çeker çevirir, of bile demez. Öyle gözü kara, öyle becerikli.

On yıl evli kaldı. On çocuk yılını verdi beş para etmez bir adama. On yıl sonra sanki hık demiş de babalarının burnundan düşmüş gibi, bütün kötü huylarını babadan almış iki çocuğunu alarak çıktı o uğursuz evden.

Canan boşandıktan sonra baba evine dönmedi. “Yakamdan düş.” cümlesini hiç affedemedi, tıpkı okula gönderilmeyişini affedemediği gibi.

Annesi Zeynep Hanım’a olan düşkünlüğünden, uzak yerlere gitmeye de gönlü elvermedi Canan’ın. İki çocuğunu alıp annesine yakın bir yerde ev tuttu, hem çalıştı, hem iki çocuğunu okuttu.

“Orhan, ne diyor bu kadın?”

Bazı insanların yüzlerine, zamanla, huylarına göre değişik hayvan profillerinin yerleştiğini düşünürdü Canan. İşte Serpil eski suretine dönmüştü. Çoktandır taşıdığı zehirli, soğuk yılan suretini atmış yine eski kudurmuş köpek suretine bürünmüştü

“Ah anne, ah anne! Bıraksan da parçalasam şu dangalak kadını!” diye geçirdi içinden. Yumruklarıyla beraber dişlerini de sıktı. Öfkesi tüm vücudunu sardı. Canan’ın kocası gibi beş para etmez biriydi Serpil de işte. “Nankör! Bulmuş melek gibi adamı daha niye kuduruyor bu?”

“Orhan, ne diyor bu kadın?”

Bu, Elvan’ın beklediği bir tepkiydi. Kendini bilmez bir insan, kendi meziyetleriyle var olamamış, sırf kocasının varlığıyla var olmayı becerebilmiş bir kadın, Serpil, elbette bu insanların kendisine niye katlanıyor olduklarını anlamayacak, hatta onları aptal sanacak, hatta ezip geçmek için fırsat kollayacaktı.

Elvan, annesine baktı. Dünyada en çok kıymet verdiği bu kadının perişan hali Elvan’ın içini acıttı.

Uyarmıştı annesini halbuki. “Anne, gelinim düzeldi diye boşuna heveslenme, her an tetikte olduğunu bil, ona göre davran.” demişti.

“Anne, ne çabuk unuttun, senin İzmir’e geleceğini haber alınca sinirinden delirmedi mi, ben kardeşime gidiyorum diye alıp başını gitmedi mi, giderken evde yiyecek içecek ne varsa, çayı, şekeri, unu, tuzu bile poşetlere doldurup çöpe atmadı mı? Bak bir daha gidebildin mi İzmir’e? İstemiyor işte anne, dayanamıyor varlığımıza, kendi ailesi burada olmasa her yaz gelir mi buraya?”

“Kızım onlar geçmişte kaldı, o zamanlar cahildi, toydu. Şimdi düzeldi, olgunlaştı, eminim kendi de üzülüyordur o yaptıklarına.”

Abisine baktı. O iş dünyasında herkesin karşısında el pençe divan durduğu, sayıp sevdiği adamın düşmüş omuzları, kederli bakışları içini acıttı Elvan’ın.

Dediği dedik bir insandı Elvan. Okumak istemiş, babasını razı edebilmek için çok uğraşmış, üzüntüsünden günlerce hasta yatmıştı. Liseden sonra Turizm Otelcilik bölümünü bitirmiş, işe başlayınca da anne ve babasını razı edip Antalya’ya yerleşmişlerdi.

Elvan, hem Orhan hem de Canan’la çok yakındı.

Canan… Dalıp giden gözleriyle Elvan’ın başka bir yürek sızısı… Liseye giderken, okul dönüşü Canan’ın her gün yolunu gözlediğini düşündü Elvan. Pencerenin önünde oturmuş bekleyen hali, ablasını görünce yerinden fırlayışı, koşup kapıyı açışı gözlerinin önünden bir türlü gitmiyor.

“Gölgem gibiydi.” diye geçirdi içinden. “Zavallı kardeşim! Ben gittim sen gidemedin okula. Küskünleştin. İçine kapandın. Annem, ders kitaplarımızı okuduğunu, dönüşümüze yakın, belki kızarlar korkusuyla alelacele tekrar yerine koyduğunu söylemişti. Her gün bana okulda olup bitenleri anlattırırdın. Bilseydim, ah bilseydim seni kavuran hasreti, öyle güzel güzel anlatır mıydım hiç? Kötü bir yer okul derdim, soğuk derdim, herkes suratsız derdim, sıkıcı derdim, gereksiz derdim, hiç sevmiyorum derdim.”

Hafta sonları Canan’ı kütüphaneye götürürdü Elvan. “Kitapları kucaklayışın, sevinçten uçar gibi yürüyerek masaya oturuşun, burnunu çekerek kitap okuyuşun… Hele gözlerin… Bugün bile bir fotoğraf gibi zihnimden silinmeyen, gözlerimin içine çakılıp kalmış o gözlerin… Dünyalar bahşedilmiş gibi sevinçle, aynı zamanda o dünyalar geri alınacakmış gibi korkuyla bakan gözlerin… Bilseydim götürür müydüm seni kütüphaneye? Ne pis bir yer derdim, ödevlerim olmasa hayatta adımımı atmam oraya derdim.”

Canan’ın hala sanki değerli taşlara dokunuyormuş gibi kitapların üstünde ellerini gezdirmesi, susamış bir coşkuyla saatlerce okuması Elvan’ın isyanla karışık acıya, çaresizliğe, onulmaz bir suçluluk duygusuna sürüklenmesine sebep oluyordu.

Babası Hasan Bey’e duyduğu bu isyanın pek çok nedeni vardı. Annesini olmadık bahanelerle dövüşü, annesinin ağzından burnundan boşanan kanlar, Orhan’ı küçük yaşta çalıştırmaya başlaması, Canan’ı okula göndermeyişi… “Bir bana geçiremedin sözünü baba.” diye düşündü.

Bu düşünce Elvan’ı daha çok üzdü. Birden kendini babasının suçuna ortak olmuş gibi hissetti. “Okumamış olsam belki de on dört yaşında evlenen Canan değil de ablası olarak ben olacaktım.” Canan’ın hayatını çaldığını, kendi uğursuz hayatını Canan’a yüklediğini düşünüyordu. “Geçmişi değiştirebilseydim keşke. Bugünkü aklım olsaydı, ne yapar eder, dünyaları yakardım da yine sağlardım onun okula gitmesini.”

Canan kocasından ayrıldığında da aynı suçluluk duygusuna kapılmıştı Elvan. “Beni teğet geçip sana uğrayan o kader çizgisi… Keşke kocan iyi biri olsaydı, keşke onu sevebilseydin de geçmişinde, benim lise anılarımda takılıp kalmasaydın. Arkası yarınlarda, radyo tiyatrolarında, kütüphane raflarında takılıp kalmasaydın.”

“Bir iyi bir kötüye düşer kızım.” derdi Zeynep Hanım. “İyi kötüyü sırtlar ve hayatı sırtındaki kötüyle birlikte sürükler götürür.”

Doğru mu söylüyordu annesi? Ne annesinin ne Orhan’ın ne de Canan’ın huzurlu bir gün, tek bir gün geçirdiklerine şahit olmamıştı. Bu yüzden hiç evlenmemişti Elvan, bu yüzden evlilik dendiğinde tüyleri diken diken olurdu.

Zeynep Hanım da üç çocuğu uğruna bin bir derdin sahibi olmamış mıydı? Elvan ne zaman annesine baksa, annesinin görünmez bir adamı, Hasan Bey’i, sırtında taşıdığını, ayaklarını hayatla beraber güçlükle sürükleyerek yürüdüğünü zannederdi.

“Abla.” demişti, Canan bir gün. “Babam mutfakta Serpil’le konuşuyor. Gene saçmalıyor. Kayınvaliden cahilin teki, onu kale alma sen. Kızlar da seni kıskanıyor, görümce bunlar, tabi ki çekemeyecekler, diyor.”

“Boş ver!” dedi Elvan. “Boş ver, ikisinin kumaşı da aynı nasılsa, aldırma. Duymazlıktan gel. Tatsızlık çıkmasın, bize bir şey olmaz da olan annemle abime olur.”

“Orhan, ne diyor bu kadın?”

Elvan, ayrıldığı adamın bir benzeri olarak gördüğü Serpil’i parçalamamak için kendini zor tutan Canan’a baktı.

Omuzları görünmez bir yükün ağırlığıyla çökmüş Orhan’a baktı.

Pişmanlık, korku ve dehşetle gözlerini sonuna kadar açmış olan annesine baktı.

Elvan’ın içinde bir yerlerde duran ve hiç bitmeyen vicdan azabı bütün bedenini tekrar sardı. Bir kere daha o kahredici duygulara teslim etti kendini.
Canan’ın hayatını çalmış gibi…
Annesi ve kardeşleri kadar hayatın yükünü taşımamış gibi…
Bilmeden, düşünemeden büyük bir haksızlığın suç ortağı olmuş gibi…
(devam edecek).

Yazarı:
Hatice Taşdelen

(Visited 9 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 01.02.2009 tarihinde sondonjuan tarafından, Öykü Paylaşımları | Mevlana Hikayeleri bölümünde paylaşılmıştır ve 327 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 0 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Yaz Bir Ev Beş İnsan - 2 | Hatice Taşdelen orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleGüney Işıklarının Üzerinde | Günün Gökbilim Görüntüsü - 1 - 31 Temmuz 2010 Sonraki MakaleTRT - Türkiye Radyo Televizyon Kurumu | Devlet Adına Radyo Ve Televizyon Yayınlarını Gerçekleştirmek Amacıyla 01 Mayıs 1964’de Özel Yasayl..

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz