Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Bitmeyen Vahşet, Eksilmeyen Soykırımcı Niyet!


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 16.05.2009 tarihinde Esesli tarafından, Medeniyetler, Ülkeler ve Dünya Tarihi bölümünde paylaşılmıştır ve 551 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


Bitmeyen Vahşet,

Eksilmeyen Soykırımcı Niyet!


Batı, sadece müslümanlara karşı değil, bütün insanlığa benzer soykırım ve vahşetler yapmıştır.

Amerika’da Yerli Soykırımı:

“1492’de Hispaniola diye adlandırdığı adalara ayak bastığında, ilk kez gördükleri beyaz insanları dostça karşılayan yerlileri, Colon şöyle tanımlayacaktır: ‘Hemcinslerini kendileri kadar seviyorlar. Sevimli ve yumuşak bir konuşma tarzları var. Hep gülümsüyorlar.’ Las Casas da Colon’a katılarak, bu dünya cennetinin sakinleri hakkında şunları söyler: ‘Ne hırs, ne gurur, ne küfür, ne de adlarını bile bilmedikleri başka birçok kötü huydan haberleri var.’


Sömürgeci, art niyetli, ihtiyatlı, silâhlı ve köpeklidir. Yalnızca Amerika’nın değil, köpeklerle insan avlama yönteminin de Colon tarafından keşfedildiği söylenir. …. yerlilerle savaşırken aldıkları yaralarla ün kazanan Becerillo, oğlu Leoncillo, Amadis, Calisto, Amigo… adlı köpeklerden övgüyle sözedilir. … İnsanları parçalatmak üzere köpek yetiştiren sömürgecilerle yerliler arasındaki anlayış farkı, farklı uygarlıkların yokedilmesine yol açan unsurlardandır.

Colon gerçek niyetini şu sözcüklerle açığa vuracaktır: ‘Dünyada varolan en değerli şey altındır. Ona sahip olan, her istediğini yapar. Ruhları cennete bile koyar.’

Toribio de Benavente Motolinia, yerlilerin sinekler gibi ölmesine yol açan koşulları … olarak sunsa da, şunları eklemekten kendini alamayacaktır: ‘Böylesine bir felaketin nedeni sorulacak olursa, bunun açgözlülük olduğunu, kasaya bir kaç altın külçesi daha atma hırsı olduğunu söylerim.’

… tüm Avrupa’ya, yılda ortalama iki yüz elli ton gümüş ve beş buçuk ton altın, köle işgücünün madenlerde yokolması sayılmazsa, neredeyse karşılıksız akmaya başlayacaktır.

… Kendilerine hıristiyan diyen bu insanlar, onları izliyen, sakin ve savunmasız yerlilerin karşısında, birden içlerine şeytan girmiş gibi kılıçlarına sarılır ve nedensizce, bir köy halkını yokederler. Kadın ve çocukların ırzına geçmek, bebekleri analarının kucağından alıp, onların gözleri önünde köpeklere parçalattırmak ya da bacaklarından tutup kayalara vurarak öldürmek, dil, burun, meme, kol, bacak kesmek, insanları canlı canlı yakmak ya da aç bırakarak ölüme göndermek yaygın sömürge eğlencelerindendir. Zevk için öldürülmedikleri zaman da, yerlilerin içinde bulundukları zorla çalıştırılma koşulları öylesine tüketicidir ki, kadın ve erkeklerin üremeye yönelik etkinlikleri sıfırlanmış, nüfus çoğalmaz olmuştur. Tek tük rastlanan hamileliklerde, analar, ümitsizlikten, çocuklarını düşürmek için her yönteme başvurur, bunu yapamazlarsa bebekleri boğarlar. Kaldı ki, sütten kesilmiş olduklarından, onları öldürmeseler bile, çocuklarının yaşaması yine de mümkün değildir. …. yetişkin yerlilerin çoğu, beyazların eline düşmektense, kurtuluşu kendilerini öldürmekte bulurlar.

Ne var ki, Las Casas’ın örneklerini verdiği bu akıl almaz gaddarlığı, yoketme tutkusunu, sömürgecilerin bu et ve kan sarhoşluğunu yalnızca para hırsıyla açıklamak mümkün değildir. Avrupa’nın toplam nüfusunun aşağı yukarı elli milyon … İngiltere’nin dört milyon olduğu bir dönemde, 1500’den 1650’ye, Meksika’nın yerli nüfusunu yirmi beş milyondan bir milyona, yeni kıtanın yerli nüfusunu seksen milyondan 10 milyona indirerek, yüz elli yılda insanlığın hemen hemen beşte birini … ortadan kaldıran felâketin nedenleri daha derinde yatar” (Modern Düşüncenin Doğuşu, İspanyol Altın Çağı, Cemal Bali Akal, sh. 134-138)

Bütün Avrupa


En Az İspanyollar Kadar Soykırımcıdır:

“‘İspanyollar’ dönemin diğer Avrupalılarından ‘ne daha az ne de daha çok insandılar ve ne daha az ne de daha çok insancıldılar.’ Bu görüşü savunanlar için, İngilizlerin ve sonra Amerikalıların davranışları özel bir ilgi konusudur.

… İspanyolların kanlı yağmalarında yalnız olmadığı -Avrupa soyundan gelen başkalarının da mizacen aynı ölçüde soykırıma yatkın oldukları- yönündeki daha ciddi iddia, göreceğimiz gibi, hem daha güvenilir hem de daha doğrudur.” (Amerika’nın Soykırım Tarihi, David E. Stannard, sh. 164)

“…on altıncı yüzyılın ikinci yarısında … İngilizler de İrlandalıları etkisiz hale getirmekle uğraşıyordu. …İngiliz toplumu, insanlarının üçte birinin ölmeyecek kadar geçimlik sınırında yaşadığı bir toplumdu ve burada sağlık ve hıfzısıhha koşulları öyle dehşet verici bir durumdaydı ki bir kişinin otuzlu yaşlarının ortalarına dek yaşaması çok nadir görülüyordu. … on altıncı yüzyılın son yıllarında Essex Vilayet mahkemeleri, cadılıkla ilgili 1500’den fazla suça ilişkin 650 civarında davayı karara bağlamıştı. Yine de Britanya halkı kendisini yeryüzünün en uygar toplumu olarak görüyordu ve çok geçmeden Oliver Cromwell Tanrı’nın İngiliz olduğunu ilan ettiğinde tasvipkâr bir şekilde kafa sallayacaktı. Bundan dolayı bu döneme ait İngiliz risalelerinin ve resmi kayıtlarının, ‘vahşi İrlandalılar’ı … Kısacası İrlandalılar ‘akıl almaz hayvanlar’dı.” (Amerika’nın Soykırım Tarihi, David E. Stannard, sh. 166)

Kuzey Amerika’da

İngiliz ve Amerikan Vahşeti:

“İngilizler, Kızılderililer’in kampına üşüşerek hareket eden her şeyi kesip biçtiler. …diğerleri yatakların altına girdiler, diğer bir kısmı ise ‘büyük bir cesaretle saldırıya karşılık verdiler …. Mason daha sonra kendisinin, ‘Onları yakmalıyız’ diye bağırdığını ve ardından da ‘bir meşale yakarak …. Manzara tüyler ürperticiydi … alevlerin arasında ölenlerin ve Mason’un kan damlayan kılıcından kaçıp yatakların altında büzülenlerin çoğu kadınlar, çocuklar ve güçsüz yaşlı adamlardı.

… Bundan sonra sağ kalan Pequotlar da yakalanarak hemen hemen tamamen yok edildiler. Diğer köyler bulunup yakıldı. Küçük savaşçı grupları kıstırılarak öldürüldü. Açlıktan ölmek üzere olan kadın ve çocuk gruplarının yerleri tespit edilerek yakalandılar ve köle olarak satıldılar. Tabii eğer şanslılarsa. Diğerlerinin elleri ve ayakları bağlanarak limanın hemen gerisinden okyanusa atıldılar.

… John Mason, kasaplığının onuruna Connecticut silahlı kuvvetleri tümgeneralliği makamına terfi etti.” (Amerika’nın Soykırım Tarihi, David E. Stannard, sh. 185-187)

“Kızılderili avı o dönemde New England’da popüler bir spor olmuştu. Yaygın nakaratı söylersek, ‘bizimkilerden yalnız bir kayıpla’ denerek yüzlerce Kızılderilinin öldürülmesine ilişkin rapor üstüne rapor geliyordu. Yine, ‘keşif kolumuzca, Dedham yakınlarındaki ormanlarda, hemen hemen açlıktan ölü vaziyette dolaşırken toplanan çoğu kadın ve çocuk, 26 kadar Kızılderili’nin yakalandığı’ şeklindeki ifadeler de aynı ölçüde yaygındı. Şüphesiz bütün bunlar ‘Tanrının iradesi’ idi, der bu olayları nakleden İngiliz…” (Amerika’nın Soykırım Tarihi, David E. Stannard, sh. 189)

Her şey İngiliz saldırılarıyla başlayıp kılıç ve tüfekle bitmiş ve Büyük Dağılma denilen olayla bölgenin tamamında zirveye ulaşmıştır. … batı Abenaki halkının … yok etme oranı %98. … Mahicanların %92’si, Mohawkların %75’i, doğu Abenakilerin %78’i, Maliseet-Passamaquoddy halkının %67’si yok edilmişti. Vesaire vesaire.

… Avrupalıların, Amerikan yerlilerine yönelik düşmanlıklarında ayrımsız olarak kadın ve çocukları öldürme alışkanlıkları gaddarlıktan fazla bir şey, düpedüz ve kasıtlı bir soykırımdır. Çünkü, kadın ve çocukları öldürülen bir halk yaşayamaz.” (Amerika’nın Soykırım Tarihi, David E. Stannard, sh. 191)

“Korunmak için bir çukura saklanan 30-40 kadar kadın vardı; bunlar altı yaşlarında küçük bir kız çocuğunu ince bir dala bağlanmış beyaz bir bayrakla dışarı gönderdiler; ancak çocuk henüz bir iki adım atmadan, askerler tarafından vuruldu. Bu kadınların hepsi de, … sonradan öldürüldü. … Gördüğüm her ölünün kafa derisi yüzülmüştü. Doğmamış çocuğu karnı yarılarak çıkarılan bir kadın gördüm. … Bunların tamamına yakınının, erkek, kadın ve çocuk, kafa derileri yüzülmüştü. Edep yerleri kesilip çıkarılan bir kadın gördüm. Cesetler korkunç bir şekilde doğranmıştı.

… Çatışmadan sonraki günün sabahı bir hendek içinde gizlenen Kızılderililer arasında küçük bir çocuk gördüm, hala sağdı. 3. Alaydan bir binbaşı tabancasını çıkarıp bir darbede çocuğun kafasını patlattı.” (Amerika’nın Soykırım Tarihi, David E. Stannard, sh. 210)

Alıntılar yaptığımız yazar en yokedici savaş yıllarından örnekler vererek; meselâ, atom bombası atılan Japonya’nın 1940-1950 yılları arasında nüfusunun % 14 arttığını söylüyor ve Amerika kıtasında yapılan bilinçli ve korkunç soykırımın boyutlarına dikkat çekiyor.

Bu insanlar bu kadar vahşi, bu kadar gözlerini kan bürümüş, bu kadar gaddardır. Bu gaddarlıklarından hiçbir şey de kaybetmiş değillerdir.

Avrupa Kültürü mü Üstün,

Kızılderili Kültürü mü?

“Kızılderililer’in yaşam tarzlarına -özellikle de dönemin İngiliz sosyal ilişkilerinde yokluğuyla dikkat çeken barışseverlik, cömertlik, güvenilirlik ve eşitliğe duyulan- hayranlık, çok az İngiliz gözlemci tarafından da olsa, önceleri Verginia’nın yerli halkının belagatla övülmelerine neden oldu. Kalemleriyle konuşanlar bazen şüphe çekerler, ancak gözleriyle görenler böyle değildir. Ve bütün 17. yüzyılla birlikte 18 ve 19. yüzyıllarda, koloniciler arasında kendi rızasıyla yaşayan hemen hemen hiçbir Kızılderili yokken, Kızılderililerle birlikte yaşamaya koşan beyazların çokluğunun sık sık söz edilen bir sorun olması manidardır. İngilizlerin Kuzey Amerika’ya kalıcı olarak yerleşmesinden bir buçuk asır sonra, Benjamin Franklin sızlanarak daha önceki bir çok yorumcuya iştirak ediyordu: ‘Bir Kızilderili çocuk bizim aramızda yetiştirildiği, dilimizi öğrenerek adetlerimize alıştırıldığı zaman bile, akrabalarını görmeye gidip de onlarla bir Kızılderili sohbeti yapınca, artık onu geri dönmeye ikna etmek mümkün değildir. (Ama) gerek kadın gerekse erkek olsun beyazlar küçük yaşta Kızılderililer tarafında esir alınarak onların arasında yaşadığı zaman, dostları onları fidyeyle kurtarmasına ve İngilizlerin arasında kalmaları için akla gelebilecek her türlü müşfikliği göstermelerine rağmen, kısa zamanda bizim yaşam biçimimiz ve doğal olarak onu destekleyen endişe ve acılarımızdan tiksiniyor ve ilk fırsatta yine ormana kaçıyorlar; artık onları ıslah etmek mümkün olmuyor.’

Tek sorun, Kızılderililer arasında büyüyen çocuklar değildi. Yetişkin erkek ve kadınlar da Batı kültürüne sırtlarını döndüler. Bu durum, J. Hector St. John de Crevecoeur’un feryadının nedeniydi: ‘Binlerce Avrupalı, Kızılderili oldu ve elimizde bu yerlilerden birinin bile Avrupalı olmayı seçtiğini gösteren tek bir örnek yok.’” (Amerika’nın Soykırım Tarihi, David E. Stannard, sh. 172)

Halbuki Amerikan filimlerinde daima barbar, vahşi Kızılderili tasviri yapılır. Gerçek ise bunun tam tersidir.

Köle Ticareti:

Köle ticareti ve kölelerin ucuz iş gücü olarak kullanılması o kadar kârlı bir işti ki 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar olan zaman içerisinde, özellikle İngiliz, Portekizli, İspanyol, Danimarkalı-Norveçli, Fransız ve Hollandalı köle tacirleri tarafından, Afrika kıtasından 12-13.5 milyon arasında Afrikalı zorla kaçırılarak Amerika’ya köle olarak götürüldü. Bunların %25’i ağır koşullar sebebiyle ilk 18 ay içerisinde öldü. Yolculuktaki kötü koşullara dayanamayarak ölenler %12.5 – %50 arasında tahmin edilmektedir. Bütün Afrika nüfusunun 40-70 milyon arasında tahmin edildiği bir devirde bu rakamın ifade ettiği korkunç boyut daha iyi anlaşılacaktır. Afrikalılar özellikle ABD’de 1950’lere kadar kanunen hala ikinci sınıf insan muamelesi görmekte idi. Bugün bu kanuni kısıtlamalar kalkmış olsa da fiili durum devam etmektedir. Daha geçtiğimiz günlerde bir hükümet danışmanı zenci çocuklarının kürtajla alınmasını tavsiye etmiştir. Kentlerin varoşları işsiz güçsüz zencilerle doludur. Amerika’da yaşanan kasırga felaketinde bu durum bütün çıplaklığı ile dünyanın önüne serilmiştir. Bunların medeniyeti sadece kendileri içindir. Bunlara göre kendilerinden olmayanların yaşama hakkı yoktur.

Engizisyon Vahşeti:

“Hücrelerin içinde oraya buraya dağılmış işkence takımları vardır. Uçları demir kancalarla takviye edilen birkaç kuyruklu yılan kamçılar, mahkumların etlerini kemiklerinden ayırmak ve sabırsız aç köpeklere iştah açıcı bir ziyafet sunmak için kullanılan aletlerdir. Bir yanda, mahkumların çıplak vücutlarına dökmek için, içinde kurşun kaynatılan demir kazanlar bulunur. diğer tarafta, üzerinde masum insanların bedenlerine geçirilecek şişlerin kızdırıldığı kömür yığınları durur.

İçinde sürekli işkence ateşlerinin yandığı bu ölüm hücreleri alevlerin ve korların bütün sıcaklığına rağmen soğuk bir rutubet yüklüdür. Mahkûmların çıplak bedenlerinden oluk oluk akan kanlara doyan zindan duvarları sürekli soğuk soğuk terlerler.

… Bunların yanında, iç yüzeyleri sivri kancalarla örülmüş metal başlıklar bulunur. Mahkumların başına geçirilerek bir mengene gibi yavaş yavaş sıkıştırılan başlıklarla acının giderek yükselen miktarı mahkuma damla damla tattırılır. Bir süre sonra mahkumun başından sızan kanlarla birlikte yavaş yavaş çatlayan kemiklerin sesleri duyulur. Diğer bir tarafta, kadın mahkumların göğüslerini sökmek için kullanılan demirden burgulu kancalar vardır. Yanısıra, dili kökünden koparmak için yapılmış kerpetenler, dişleri parçalamak için kullanılan demir çekiçler bulunur.

İşkence odalarının bir diğer demirbaşı da, daraltılıp açılabilen, içi küçük sivri çivilerle doldurulmuş kızgın demir ayakkabılardır. Mahkumun ayaklarına giydirilerek sıkıştırılan ayakkabılar ayakları, bir avuç parçalanmış et ve kemir ufağı haline getirir.

… Zindanlarda, insanı ikiye, üçe katlamak ve sırtından başlayarak tüm kemiklerini kırmak için kullanılan aletler de vardır. Bunların yanısıra, mahkumları üzerine gererek işkence etmek için kullanılan ‘Andreaus Haçı’ bulunur.

… İşkence sırasında mutlaka bir doktor mahkuma nezaret eder ve hemen ölmemesini sağlar. Mahkumun ölüme yaklaştığı her an doktor işkenceye müdahale eder ve mahkumu kendine getirmeye çalışarak aynı acıları tekrar çekmesini sağlar. Mahkumun inleyip bağırmaması için de ağzına demir bir haç tıkanır.” (Vahşi Batı, Dr. Sedat Cereci)

Hiç şüpheniz olmasın aynı zihniyet devam ediyor. Amerikan filmlerine dikkat ederseniz vampirli, kurt adamlı, şeytanlı saçma sapan birçok korku filminde hıristiyanlık propagandası vardır. Bu kötü varlıklardan kurtulmak için iyi insanların haç ile bu kötü varlıkları öldürmesi beklenir.

Bu tür sapkın küfür inanışları Batı toplumunun vahşet ve insanlık dışı uygulamalarının tarihi altyapısını yansıtan bazı örneklerdir.

Zaten Amerikan filim endüstrisi bilinçli ve kontrollü bir şekilde psikolojik harp silahı olarak kullanılmaktadır. Hedefteki kitleler terörist, gaddar gösterilir, hıristiyanlık propagandası yapılır. Doğruyu eğri, yanlışı doğru gösterirler. Kendi kusurlarını örtmekte çok mahirdirler. Böylece dünya kamuoyunu kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirirler. Hatta harplere zemin hazırlarlar.

Fransızların Cezayir Soykırımı:

Fransızlar Cezayir’de 1830 ile 1962 yılları arasında 1 milyon Cezayirli’yi öldürdüler. Bu süre içinde her türlü işkence, kültürel soykırım, tecavüz yöntemleri uygulandı. Cezayirliler tıp deneylerinde kobay olarak kullanıldı. Fransızlar 8.000 köyü yok ettiler, Cezayirli köylü nüfusun yarısı (1.8 milyon Cezayirli) Fransızların kullandıkları napalm bombalarının etkisiyle yok edilen evlerini ve verimsizleşen topraklarını terk etmek zorunda kaldılar. 2.5 milyon Cezayirli’yi toplama kampı şeklindeki bölgelerde tecrit ettiler. Birçok Cezayirli korkunç işkenceler altında hayatını kaybetti. (Bkz. Batı Tarihinde İnsanlık Suçları, Sefa M. Yürükel)

Avrupa’nın Diğer İnsanlık Suçları:

Hemen her Avrupa ülkesinin tarihinde böyle karanlık bir uygulama vardır. Norveç’te daha 1977’lere kadar Taterlara (göçerlere) karşı biyolojik kısırlaştırma uygulanması, Grönland sakini Eskimoların yerlerinden kovulması, İngilizlerin Avustralya yerlilerini katletmesi, -ki 1970’e kadar taplam 100 bin yerli çocuğu zorla ailelerinden alınarak beyaz ailelere işgücü olarak verildi, Almanların 2. Dünya savaşı’nda yaptığı soykırımlar, diğer Avrupa ülkelerinin Alman mülteci sivillere uyguladığı katliamlar, Belçikalıların Afrika’daki katliamları vs. vs. Velhasıl bütün Avrupa’nın tarih defteri soykırımla doludur.

ABD’nin Atom Bombası:

Atom bombasını icat eden Amerika Japonya’yı teslim almakta zorlanınca tereddüt etmeden bu bombayı bu ülkenin iki şehrinde kullanmıştır. Yüzbinlerce sivil hayatını kaybetmiştir.

ABD’nin Vietnam Katliamı:

Şimdi ortaya çıkan tarihi belgeler göstermektedir ki, ABD Vietnam savaşı’na da aynı Irak savaşı’nda olduğu gibi bir yalan uydurarak başlamıştır. Bu savaş kendisine çok pahalıya mal olmuştur, ancak o kadar çok Vietnamlı öldü, Amerikan bombaları ülkeyi öyle yerle bir etti ki, ülkede hala savaşın izleri yaşanmaktadır. Amerika bu ülkeye o kadar çok bomba atmıştır ki, savaş artığı metalleri toplayıp satmak hâlâ bir geçim yolu olarak devam etmektedir.

Yakın Tarihte Türk ve Müslümanlara

Yapılan Soykırımlar:
Osmanlı’nın çöküşü yıllarında Balkanlar’da, Girit’te, Kırım’da, Kafkaslar’da yaşanan katliamlar hâlâ belleklerde.

Birinci Cihan harbi ve devamında İngilizler’in, Fransızlar’ın, İtalyanlar’ın, Ruslar’ın, Ermeniler’in, Bulgarlar’ın, Sırplar’ın yaptığı müslüman katliam ve soykırımları, zulüm ve işkenceleri unutulmamıştır.

“Yunanlılar 1919’da İzmir bölgesini işgal edip Orta Anadolu’ya doğru girdikleri zaman, büyük çapta bir katliamı tamamladılar. 25 Haziran 1919’daki Aydın katliamı, cinayetler zincirinden bir tanesiydi. Yunan askerleri önce, kasabanın Türk mahallesini yoğun bir topçu bombardımanına tabi tuttular. Kaçmaya çalışan Türkler, Yunan askerleri veya yardımcı sivil kuvvetler tarafından vurulup öldürüldü. Ondan sonra, Yunan ordusu mahalleye girdi ve yıkıma devam etti. Bazı Türk aileleri, evleri ateşe verilerek diri diri yakıldı. Diğerleri sokaklarda öldürüldü. Bir bina içerisine saklanmış olan dört kadın, tahta kazıklara bağlanarak katledildiler. O gün yaklaşık onbin Türk zalimce katledildi.” (Pierre Oberling, Bellapais’e Giden Yol. Bkz. Vahşi Batı, sh. 279)

Ve daha dün Kıbrıs’ta yaptıkları katliamlar unutulmadı. “1970’lere gelinceye kadar yüzlerce Kıbrıs Türk’ü, vahşi Yunan’ın silahlarıyla can verdi. Rumlar, silahsız gençlerden dağlarda sürülerini otlatan çobanlara, çaresiz yaşlılardan küçücük çocuklara kadar rastladıkları her Türk’ü, içlerindeki vahşet ateşiyle katlettiler.” (Dr. Sedat Cereci, Vahşi Batı, sh. 284)

Akabinde Bulgaristan’da, daha sonra Bosna-Hersek’te, arkasından Azerbeycan’da, Çeçenistan’da, Filistin’de yaşanan vahşet ve katliamlar hâlâ yüreklerde.

Özellikle Bosna-Hersek’te yaşananlar medeni(!) Avrupa’nın soykırım ve vahşet geçmişinin hâlâ devam ettiğinin en bariz göstergesiydi. 500 yıl önce Amerika yerlilerinin hamilelerinin karınlarını deşen Avrupalı soykırımcılar aynı şeyi 10 yıl önce Avrupa’nın göbeğinde yaptılar. Köprünün altından çok sular aktı amma Avrupa’sı, Amerika’sı genlerindeki vahşetten zerrece bir şey kaybetmediler. Bosna’da yüzbinlerce insan sadece müslüman oldukları için vahşice katledildi. Bütün Avrupa seyretti, ellerini ovuşturdu.

Hep aynı vahşetle, Birinci Haçlı seferindeki katliamlardan bin yıl sonra dün Bosna’da, bugün Irak’ta, yarın İran ve daha hangi İslâm coğrafyasında bu vahşet devam edecek!

İşte Irak! Amerikan vahşeti gün be gün ortaya çıkıyor. Ki bunlar ancak haberimiz olanlar.

İşte bu medeniler(!)in gerçek yüzü budur: Vahşet, soykırım, işkence, tecavüz, yağmalama, sömürme!..

Zulüm ve Vahşet Devirlerinde

Mazlumların Sığınağı Osmanlı’ydı!

Hıristiyan Batı âleminde din baskısı ve mezhep çatışmasının hüküm ferma olduğu zorbalık ve barbarlık dönemlerinde, değişik din ve mezhebe mensup pek çok millet için yegâne sığınak ve iltica cenneti Osmanlı ülkesiydi. Felix Valyi bu hakikate işaret eden şu görüşleriyle tarihe kayıt düşmektedir:

“Müslüman yönetimin hoşgörüsü konusunda en mühim tanıklık, takibe uğrayan hıristiyanlar’ın ve diğer mezhep mensuplarının kendi dinlerini serbestçe icra edebildikleri Müslüman topraklarını iltica edişleridir. 15. asır sonlarında takibata uğrayan İspanya musevileri büyük bir topluluk olarak Türkiye’ye iltica etmiştir. Macaristan Tiransilvanya’nın Kalvenistleri, Transilvanya’nın Unitarienleri, fanatik Harsburg Hanedanının eline düşmektense Türklere gitmeyi tercih etmişlerdir. 17 asırda Silazya’nın Protestanları ümit dolu gözlerle Türkiye’ye bakmışlardır; din hürriyeti elde edebilmek için müslüman idaresine memnuniyetle gireceklerdir. 1736 yılında Rus Devlet Kilisesince takibe uğrayan “Old Believers”mezhebine mensup Kazaklar, hıristiyan kardeşlerinin kendilerine tanımadığı hoşgörüyü Türkiye’de bulmuşlardır.” (Felix Valyi, “Revolutions in İslâm”, s. 48-49. bas.: London, 1925.)

Hakikat Dergisi

(Visited 1 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 16.05.2009 tarihinde Esesli tarafından, Medeniyetler, Ülkeler ve Dünya Tarihi bölümünde paylaşılmıştır ve 551 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 4 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Bitmeyen Vahşet,Eksilmeyen Soykırımcı Niyet! orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleTürkiye'nin Uluslararası İlişkileri - NATO| NATO'nun Genişlemesi - Stratejisi - Standardizasyonu - Krizlere Müdahale Beklentileri Sonraki MakaleAtatürk Şiirleri: Onundur | Oğuz Kazım Atok

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz