Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Yazar ve Yazan Kavramları Üzerine | Murat Tuncel


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 28.07.2008 tarihinde Sema tarafından, Türk Edebiyatı ve Edebi KiÅŸilikler bölümünde paylaşılmıştır ve 327 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


Yazar ve Yazan Kavramları Üzerine

Aslında bu iki kavram; ne birbiriyle kavga edecek, ne de birbirine karıştırılacak iki kavramdır. Bu iki tanımın akrabalığı sadece aynı kökten türetilmelerinden kaynaklanmaktadır. Bir insanın yüzyıllar önce soyunu bilmem nerelere dayandırarak kendine soyluluk payı çıkarması gibi bir şey. Ama ülkemizde her şey kolayca birbirine karıştırılıp, kristal bardaklarda sunulduğu için, bu kavramlar da yıllardır birbirine karıştırılmış. Tabii bu karıştırma işi bazı küçük burjuva köşe yazarı tarafından bilinerek, istenerek yapıldığı için de bir anlamda dokunulmazlık kazanmış. Durum böyle olunca da gerçek yazarlar bu konu üzerine bir satır yazı yazmaya bile cesaret edememişlerdir. Çünkü köşeleri tutmuş yazanlar her zaman onlardan daha güçlü olmuşlardır. Bu güçlülük yazdıklarından değil, bulundukları yer nedeniyledir elbette.


Yukarıdaki savı belirlemek ve ortaya atmak çok da zor deÄŸil, ama bunu kanıtlamak oldukça zor. Hele bizim gibi yazarların, yazanlara diyet borcu olduÄŸu ülkelerde bu iÅŸ oldukça güç. Çünkü yazanların gerçekte olmayan, ama gerçek olan yaptırım gücü insanı yazarlığına da, yazacaklarına da piÅŸman ettirecek nitelikte. Yazanların bu ayrıcalıklı durumu ise onların korunma zırhını oluÅŸturan bir durum. Bu zırhı kat kat artıran da elbette yine biz yazarlar olmuÅŸuz. Belki tek tek bunu yapmamış olabiliriz, ama yazarlar olarak; küçük çıkarlarımızı korumak için koca alanları yazanlara bıraktığımızda söz götürmez bir gerçek. Bu durum biraz da ÅŸuna benziyor; bizler, aydınlar, entelektüeller, yazanlar, okuyanlar, sosyalistler, sosyal demokratlar, askerler, siviller, sanatçılar, zanaatçılar olarak yıllarca camilerin kapısından içeri girmediÄŸimiz için, oralarda yapılan propagandaların Osmanlı bakış açısıyla ve kul etme özlemiyle toplumu nasıl çürüttüğünün farkına bile varamadık. Åžimdi bıçak ÅŸah damarımıza dayanınca “Ulaaan! Bunlar ellerine fırsat geçerse bizleri diri diri boÄŸazlarlar” demeye baÅŸladık. Yani içimize giren “can” korkusuyla olayın büyüklüğünün ve ciddiyetinin farkına varabildik. Sanki MaraÅŸlarda böyle olayların hiç bir sinyalini alamamıştık. Elbette bu örnek güzel bir örnek deÄŸildir ve ben bu örneÄŸi tüylerim ürpererek yazdım. Ayrıca bu örneÄŸi vererek, hepimiz dindar olup, camileri doldurmalıyız demek de istemiyorum. Sembolik de olsa camilere gidebilmeli ve yapılan olumsuz propagandaları önleyebilmeliydik ki, bugün “aÄŸlamak” hakkımız olaydı. Yazarlar ve yazanlar sorunu da buna benzer bir durum. Yazarlar, yıllardır yazdıkları kalemlerini öylesine yazanlara kaptırmış ki, geriye istemeye bile güçleri yok.

Konuyu biraz daha açarsak, dünyanın hiçbir ülkesinde, gazeteci yazar, ya da yazar gazeteci diye bir kavram yoktur. Yani ne gazeteciye yazar, ne de yazara gazeteci denir. Çünkü, gazeteci kendi mesleÄŸinde yani gazeteci ünvanıyla, yazar da kendi ünvanıyla tanınmak ister. Ama bizim ülkemizde böyle deÄŸildir, her iki meslek soyaÄŸacına bakılıp akrabalık ölçülürcesine sözcüğün köküne bakılarak yazar ve yazan kavramları birleÅŸtirilmiÅŸ. Bu durumu bazıları fazla ince eleyip, sık dokumadan düz bir mantıkla deÄŸerlendirerek “Yazarlar yazıyor da gazeteciler yazmıyor mu, her ikisi de yazdığına göre neden her ikisi de yazar olarak adlandırılmasın?” yanılgısıyla hareket edebilirler. Bu deÄŸerlendirme bana göre kolaycılık ve mantıksal hiçbir dayanağı olmayan bir anlama biçimi ve anlatım ÅŸeklidir. Ayrıca “yazar” sözcüğünün gerçek anlamını bilmemek, bu sözcüğü sadece Türk Dil Kurumu sözlüklerindeki anlamıyla deÄŸerlendirmekten öte bir ÅŸey deÄŸildir. Ama yazar sözcüğünün gerçek anlamı ise daha geniÅŸtir. Yazarı yazandan ayıran bir özellik de kalıcı yapıt vermesidir. Yani yazarın yazdıkları kendinden üç yüz yıl sonra da ilk yayınlandığı gibi zevkle okunur, ama yazanın (bu çoÄŸunlukla gazete yazarları olur) yazdıkları en fazla kendi yazdığı süre okunur, çünkü onlar günceli yazarlar ve bugün güncel olanın yarın zamanı geçer ve kimseyi ilgilendirmesi olanaksızlaşır. Bu düşüncemizi bir örnekle güçlendirebilmemiz çok kolaydır. Ãœnlü Rus yazar Lev Tolstoy´un yapıtları günümüzde bile zevkle okunuyor ama onun döneminde nice kalemi güçlü yazanlar vardı ki, bugün adlarını kimse bilmiyor.

Bunlardan başka bir durumu daha açıklamak gerek, yazan bir insan meslek zorunluluğu olduğu ve kazancı olduğu için yazar. Yazar ise kazancı olacağını düşünmeden yaratır ve üretir. Bakınız en dindar imama devlet aylık vermesin, bu imam değil günde beş vakit namaz kıldırmak çıkıp minareden ezan bile okumaz. Yazanlar da bu imamlara benzerler, para kazanmayacakları hiçbir yazıyı değil kaleme almak, gazete bile okumazlar.


Yazar ile yazanı birbirinden ayıran başka bir etmen de, yaratıcılıktır. Bir yazar etkilendiği bir olayı, ya da etkilenmeden kendi kurguladığı bir durumu, kendi üslubuyla yoğurarak sanatsal bir metaya dönüştürebilir. Ama yazan birisinin yaratıcılık niteliği olmadığı için hep olmuş, meydana gelmiş olaylardan yola çıkarak olayları yorumlamaya çalışır. Yaptığı işe kendinin hiçbir katkısı olmaz, sadece başkalarından aldığına bir biçim değişikliği yaparak okuyucusuna sunar. Araştırdığı bir olayın hakkında yazılanları özetlemekten öteye gidemez. Gitmesi de mümkün değildir, çünkü onun görevi bellidir, aldığı ödevi yapmak zorundadır. Onda ödevini yapıp diplomasını, ya da aylığını almak kaygısı vardır. Ama yazarın ne diploma ne de kazanç kaygısı olmadığı için yazacağı her olaya kendinden bir şeyler katmak için elinden geleni yapar. Sonuçunu belirlemediği için sınırsız çalışma alanı olan yazar, sınırlı yazanlarla elbette bir değildir.

Bakınız divan ÅŸairi Mercimek Ahmet`in bundan altı yüz yıl önce yazdığı Kaabûs nâme’sinde yapıtın baÅŸ kahramanı Kûhistan hükümdarı Keykâvûs oÄŸlu Giylânşâh’a nasihat ederken “Ey oÄŸul! EÄŸer ÅŸair olup ÅŸiir eyitmeye (söylemeye-yazmaya) kalkışırsan cehd et ki (çalış ki) ÅŸiirde sözün ruÅŸen (aydınlık) olsun. …Ve öyle söz edesin ki sözün tertipli düzenli ola. Gayr-i mahalinde (yeri gelmeden, yersiz) söyleyip de söze zulüm eylemeki, söz utanmasın…” demiÅŸ. Yazanların umurlarinda deÄŸildir sözü utandırmak, ama yazarların söze zulüm etmemek ve sözü utandırmamak gibi bir sorumlulukları vardır.

Murat TUNCEL

(Visited 2 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 28.07.2008 tarihinde Sema tarafından, Türk Edebiyatı ve Edebi KiÅŸilikler bölümünde paylaşılmıştır ve 327 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 0 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Yazar ve Yazan Kavramları Üzerine | Murat Tuncel orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleTarihte Bugün: 3 AÄŸustos | (1948) - Türkiye Serbest GüreÅŸ Milli Takımı, Londra Olimpiyatları'nda Birinci Oldu Sonraki MakaleAtatürk Günlüğü - Today | 22 Ekim - October

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz