Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Türkiye Ãœniversitelerinin Sorunları | Yüksek Lisans, Doktora EÄŸitimi Ve Sorunları – Nitelikli Öğretim Ãœyesi Ve Elemanı Bulma Sorunu – Yeni Y..


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 21.05.2008 tarihinde Hale tarafından, Kurumlar | Ortaokul - Lise - Ãœniversite bölümünde paylaşılmıştır ve 390 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


Türkiye Üniversitelerinin Sorunları

Son 20 yılda sürekli sistem değiştirmekle meşgul olan ÖSYM halen doğru tercihini yapabilmiş ve eğilimi gelişmiş öğrencisini belirlemede yeterince başarılı olamamıştır. Kendi öğrencisini kendisi seçemeyen üniversiteler, gösterdikleri performansa ve ÖSYM sınav sonucuna göre öğrenciler tarafından tercih önceliği görmektedirler. Çoğunlukla yabancı dil bilgisi veren ve alt yapı sorunu olmayan üniversiteler bugün gözde kurumlar olarak en yüksek puanı alan öğrenciler tarafından tercih edilmektedirler. Söz konusu üniversiteler eğitimlerinin ciddi olması ve mezunlarına piyasada rahatlıkla iş bulmaları nedeniyle bir sonraki dönemdeki öğrenciler tarafından da gelecek güvencesi vaat ediyor diye tercih edilmektedirler.


Diğer bir gurup üniversitelerde öğrenciler geldikleri gibi dört yıl boyunca aldıkların dersin hocasının tutumuna göre ders çalışmakta ve derslerini tamamladıktan sonra performansının gösterebildiği ölçüde yer edinmeye çalışmaktadır. Yerleşik üniversiteler lisans öğrenci sayısının düşürüp daha yüksek puanlı öğrenci almayı tartışırken, çoğunlukla taşra üniversitelerinde ek ders ücreti ve ikili öğretimin getireceği ek gelirden dolayı ikili öğretime geçerek çok sayıda düşük puanla öğrenciyi bünyelerine toplamaya başlamışlardır.

Ayrıca YÖK daha çok öğrenciyi üniversiteye yerleÅŸtirmek için bölümlerin kontenjanları üzerinde öğrenci alarak üniversite eÄŸitiminde kalitenin düşmesine neden oluÅŸturmaktadır. Ãœniversite kapılarında bekleyen 1.5 milyon gencin geleceÄŸi için vakıf üniversiteleri veya Kıbrıs’taki özel üniversiteler kısa vadede çözüm olmakta fakat uzun vadede asla çözüm olamamaktadır. Bir tarafta milyonların üniversite kapısında dayandığı bir oramda, 25-30 yaÅŸ arasındaki yüz binlerce üniversite mezunu gencin iÅŸ bulmaması diÄŸer taraftan çeÅŸitli kamu ve özel kuruluÅŸları teknik eleman sıkıntısı çekmektedir. Buna akıl erdirmek mümkün deÄŸildir.

Bugün yüksek öğrenim gençliği ciddi anlamda verimsizleştirilmiş durumdadır. Üniversite eğitiminde ezbercilik ve test usulü sınav sistemi sonucu, bilimsel rapor dahi yazamayan, ifade yeteneği gelişmeyen kişiler oluşmaktadır. Büyük çoğunlukla öğrencilerin belirli bir felsefesi ve dünya görüşünün olmadığı belirmektedir. Bilgi çağında bir çok mezun dahi bilgiye nasıl ulaşılacağı konusundan yoksun durumdadır. Kütüphaneye uğramadan mezun olan on binler yarın toplumun önünü tıkayacaklardır. Ne yazık ki bunda bireysel olarak öğretim üyelerinin payı da bulunmaktadır. Yapılan anket çalışmaları öğretim üyelerinin büyük çoğunun öğrenci merkezli oldukları ve çağdaş öğretim tekniklerini ve değerlendirme tekniklerini bilmedikleri belirlenmiştir. Böyle gelen öğrencilerin bilinçsiz ve amaçsız gidişatın önünü kesmek ve öğrencileri belirli amaçlar etrafında yönlendirmek ve gelişmelerine yardımcı olacak sistemlerden geçirmek ve tartışma ortamlarını yaratarak öğrencileri yaşamın parçası haline getirerek ileriye yönelik üretimin içerisine sokulması gerekmektedir. Açıkçası mevcut sistemde YÖK tarafından belirlenen alana yönelik müfredatının dışında kişinin gelişimini sağlayacak tarih bilinci felsefe ve diğer konulara yönelik hiç bir ders veya model bulunmamaktadır. Felsefesi gelişen ve mezun olan üniversiteliler üretimi gerçekleştirecek anlayışı ve beceriyi göstermektedir.


Üniversite kapısına kadar çok az eğiterek gelen ve 18 yaşındaki gence bir de üniversitelerin yetersiz sosyal olanakları ve okuma eğiliminin gelişmemesi sonucunda kişilik ve kimlik bunalımı yaşayan, işe giremeyen, girişimsiz genç bir kuşak oluşmaktadır. ODTÜ, ITÜ ve Boğaziçi Üniversiteleri öğrencilerini yönlendirme konusunda ve kişilik gelişimine kısmen katkıda bulunmaktadırlar.

Hayatının en verimli çağının geçtiği üniversite ortamı halen gerçek anlamda bir eğitim ve kişilik kazanım ortamı haline gelemedi. Bu durum taşra üniversitelerinde yaygın olup bazı meslek dallarında daha düşük puanla öğrenci alan fakülte ve bölümlerde daha da yaygın olmaktadır. Gerçek anlamda sosyal kolların oluşmadığı, kişilerin hobilerinin olmadığı ortamlarda kişilerin öz güvenleri zayıflamakta ve kendi değer yargılarının ötesine geçmemektedirler. Bir çok genç üniversite ortamında eğilimleri gelişmemekte bazı durumlarda aileden aldığı değer yargıları ile yol almaktadır. Bugün Üniversitelerin Mediko sosyal üniteleri gerçek anlamda güçlendirilmeli ve her türlü düşüncenin sergilendiği ve öğrencilerin kendilerini ifade edebilecekleri ortamların sağlanmasına yardımcı olacak ölçüde donatılmalıdır.

Üniversitelerin bu konudaki bir diğer sorunu sık sık yapılan öğrenci aflarıdır. Bugüne kadar yapılan bütün araştırmalar aflar yaralı değil tam tersine eğitimin kalitesini düşürdüğü belirlenmiştir. Bu konuda siyasilerin dar çıkar ilişkisine dayalı öğrenci affı talepleri kaliteyi düşürdüğü gibi öğretim üyelerine güvenilmediğinde hissettirmektedir. Hiç bir öğretim üyesi öğrencisini bilinçli olarak sınıfta bırakmamıştır ve bırakmayacaktır da.

Yüksek Lisans, Doktora Eğitimi ve Sorunları

Üniversitelerimizin dinamik bilim temellerini oluşturan her yönüyle gelişmiş iradeli, çok yönlü bilimci nitelikteki eleman bulma isteği ne yazık ki sistem sorunu nedeniyle bir türlü aşılamaktadır. Değişik ülkeler akademik kadrolarının nasıl oluşacağını belirlemişler ve doğal olarak bütün süreçlerden başarı ile geçenler, kendi başına proje üretebilen, yayın yapabilen, öğretme yeteneği olan kişiler yüksek lisans, doktora ve doktora sonrası post-dok süreçlerinden geçen birikimli kişiler üniversitelere kadrolu elaman olarak alınmaktadır. Bizde akademik kadrolar başlangıçta tespit edilmektedir. Bir kısmı Dekanlıkların sürekli kadrolarında başardıkları için başarısız olsalar da bir daha uzaklaştıramamaktadırlar, bir kısmı da Enstitü kadrolarında kayıtlı Yüksek Lisans öğrencileri arasından seçilmektedir. Bir kısmı da bir çok kişi hiç tanınmadan, bilinmeden burslu olarak geleceğin öğretim elemanı olarak yurtdışına gönderilmiş ve bir kısmı da araştırma görevlisi olarak daimi kadroda öğretim görevlisi olarak görev yapmaktadırlar. Söz konusu kişiler Doktoralarını bitirir bitirmez doğal olarak Yardımcı doçent veya doçent kadrolarına atanmak istemektedirler. Tabii duygusal bir toplum olduğumuz için özlük hakları kaybolmasın diye hemen kadro olanakları sağlanmaktadır. Fakat bunun yerine gerekirse bir başka kurumda belirli dönemlerde doktora sonrası çalışmalara katılmış ve bu konuda kendisini ispatlamış kişilerden yararlanılmalıdır.
Son yıllarda yüksek lisans öğrencilerin sayısının önemli derecede düştüğü görülmektedir. Bir kaç nedeni olan bu düşüşün en önemli nedeni ülkemizde Yüksek lisans ve doktora yapmanın kişiye getirdiği hiç bir avantajın olmamasıdır. İşe girmede hiç bir önceliği olmayan yüksek lisans öğrenimi 23-24 yaşından sonra bir daha 2-3 yıl maddi yardım almadan okumanın hiç bir yararı görülmemektedir. Bu bağlamda yüksek lisans öğrenimi kayıp olarak değerlendirilmektedir.

Bir diğer sorun da yabancı dil baraj sorunudur. Öğrenci aflar ve yabancı dil puanının aşağı çekilmesi yüksek lisansa ilginin artmasına yardımcı olmayacaktır, zira sorun daha çok geleceğe yönelik kaygılardan kaynaklanmaktadır.

Uzun vadede yüksek lisans öğrencilerinin istihdam ve burs sorununun çözümlenmesi ve yüksek lisans ve doktora öğrenimi yapanlara kamuda işe girerken öncelik tanınması ile üniversitelerde bilim yapacak insan kaynaklarının akışını sağlayacaktır. Bilindiği gibi bütün dünyada araştırmalar yüksek lisans ve doktora öğrencileri tarafından yapılmaktadır. Bütün yüksek lisans ve doktora öğrencileri, Ar. Gör dahil maaşları projelere bağlanmalı ve proje asistanlığı adı altında yeniden şekillendirilerek güçlendirilmelidir. Üniversitelerde yüksek lisans ve doktorada başarılı olanları kendi bünyelerinde tutarak ileriye yönelik kadro oluşturmak için seçim şansı kazanmış olurlar.


Bildiğiniz gibi geçen hafta sonu Lisansüstü Eğitim Sınavı (LES) yapıldı. Son sınıf öğrencilerimizin gelecek ile ilgili kaygıları nedeniyle sınav öncesi çok heyecanlı olduklarını gözledim. Öğrencilerin ve mezunlarımızın en büyük şikayeti üniversitede bir yakınlarının olmaması nedeniyle Araştırma görevlisi kadrosuna alınmadıkları, büyük bir çoğunluğu ise çok erken dönemlerde böyle bir isteği olsa bile bunun gerçekleşmeyeceğini düşündüğü için bu arzusundan vazgeçmektedirler.Üniversitelilik bilincinin ve bilim heyecanının öğrencilik yıllarından başlamak üzere Ar-Gör ve Doktora döneminde şekillenip geliştiği için öğrencinin yeteneği ve becerisi doğrultusunda nepotist yaklaşımlara müsaade etmeyecek sistemlerin güvencesini görmesi gerekir.

Konuya iliÅŸkin bir diÄŸer ciddi sorun ve eleÅŸtiri de Ar-Gör olacak kiÅŸilerin mutlaka baÄŸlı bulunduÄŸu Enstitüde kayıtlı olmaları zorunluluÄŸudur. ÖrneÄŸin bir kiÅŸi eÄŸer Ar-Gör. kadrosu ilanına baÅŸvurması için o Ãœniversitenin ilgili ana bilim dalının baÄŸlı olduÄŸu Enstitüye öğrenci olarak kayıtlı olmuÅŸ olması gerekiyor, aksi taktirde kiÅŸinin Ar-Gör olma ÅŸansı hiç olmayacaktır. Bu da inbreeding’in en büyük nedenlerinin başında gelmektedir. Aynı zamanda bu eÅŸitlik ilkesinde de aykırı düşmektedir. Umarım bu konuda YÖK ve üniversiteler konuyu çok boyutlu olarak tartışarak bir çözüm yolu bulabilirler. Açıkçası yetenekli, çalışkan bilim yapabileceÄŸini düşünen biri, onun bunun adamı olmadan kendi yeteneklerinin ve çalışmasının karşılığını alacağına inanması ve görmesi için merkezi bir sınav ile AraÅŸtırma görevlileri alınabilmelidir. Bu ÅŸekilde alınacak kiÅŸilerin gelecekte üniversitelerin omurgasını oluÅŸturmaları nedeni ile mutlaka bilimsel araÅŸtırıcılarda aranan bazı kriterlerin mutlaka ölçecek düzeyde bir sınavdan geçirilmesi gerekir.

Üniversite çeşitliliği sağlamak için başarılı kişiler lisansını hasbel kader bir başka üniversitede bitirmiş olabilir. Eğer kişi yetenekli ise bir şans daha vererek yeteneğini istediği gibi değerlendirebilmelidir. Her tür rüşvet, adam kayırma ve nepotist zihniyetlerin önüne geçmek için yapılacak bir sınav kamuoyu tarafından büyük destek görecektir.
Şeffaf bir toplum için, üniversitelere daha yetenekli öğrencilerin alınması için benzer bir sınav şimdilik doğru bir tercih olacaktır.

Türkiye’de Bilim Adamı YetiÅŸtirme Konusunda Bazı Öneriler

1. TUS benzeri bir sınavla geleceğin bilim insanları seçilebilir. Özellikle kuşkuculuk, esin ve düşleme ve analitik düşünme gibi kapasitesi yüksek kişilerin seçilmesi için ilgili Eğitim Bilimleri fakültelerinin hazırlayacağı sınavlardan geçen kişilerin akademik çalışmanın ilk aşamaları olan Yüksek Lisans ve Doktoraya alınarak yarınların bilim adamı kadroları oluşturulabilir. Einstein bilimin kökeninden esin ve kuşku bulunmaktadır demektedir. Bilim insanı olarak seçileceklerin mutlaka çok yönlü ve sezgili olmaları gerekmektedir.

2. Araştırma görevlisi unvanı kaldırılmalı, bunun yerine Proje asistanlığı getirilmeli. Bu şekilde projesi olan öğretim üyesi projelerinde yararlanmak üzere asistan alabilmeli. Projesi olmayan asistan almamalıdır. Bu şekilde Yüksek Lisans ve Doktora çalışması da yapılabilir.

3. Doktorasını bitirmiş öğrenciler yine projesi olan öğretim üyeleri ile doktora sonrası araştırma için çalışabilirler. Bu mümkünse başka birimlerde yapılmalıdır.

4. Üniversiteye atanacak öğretim üyesi bu şekilde usta-çırak ilişkisi ile projelerde yetişen doktoralı öğretim üyelerinden atanmalıdır.

Bu şekilde kayırma ve duygusallıktan kurtulmuş olunur.

Nitelikli Öğretim Üyesi ve Elemanı Bulma Sorunu

Ãœniversitelerin esas itici gücü olan nitelikli öğretim üyesinin yetiÅŸtirilmesi ve geleceÄŸin kadrolarının inÅŸası üniversiteleri ve YÖK’ü en çok meÅŸgul eden sorunlarının başında gelmektedir. Halen bir çok üniversitede öğretim elemanlarının atama ilkeleri oluÅŸturulmamış, atamalar çoÄŸu zaman siyasi eÄŸilimlere ve hatta bazı yerlerde cemaatlere yakınlığına göre yapıldığı söylenmekte, ya da rektörlerin oy deposu olarak deÄŸerlendirilmektedir. Ãœniversitelerin son devir-teslim törenleri üniversitelerde üniversiteli yaÅŸam biçimini benimsememiÅŸ kiÅŸilerin davranışlarına tanık olmuÅŸtur.

Yine son yılarda her ile bir üniversite açılması sonucu oluşan öğretim üyesi açığı, öğretim üyelerinin maaşlarının yetersizliği ve siyasi tercihlerden dolayı yetenekli ve çok yönlü bir çok kişiler bugün üniversitelerin dışına itilmiştir. Bugün bir çok taşra üniversitesinde işe girmenin en kolay yolu olarak öğretim üyeliği seçilmiştir. Üniversitelerde kalite sorununu çözmek için akademik atama barajlarının düzenlenmesine çalışılmaktadır. Sonradan yapılacak bu tür düzenlemeler yerine öğretim üyeliğinin cazibesinin artırılması ve bilginin değerli olduğu bilincinin gerçekleşmesi ile üniversiteler nitelikli kişilerin çalışma alanı olacaktır.

GeleceÄŸin kadrolarının oluÅŸturulmasında etkin bir yöntem olarak bütün dünyada benimsenen ‘proje asistanlığı’ ve ‘post-doktor’ uygulaması ülkemizde iÅŸletilmediÄŸi için çekirdekten yetiÅŸme ve kendini ispatlamış öğretim elemanı yetiÅŸmemektedir. Öğretim üyesinin yetiÅŸmesi birlikte çalıştığı hocanın bilimsel aktivitesiyle paralel yürümektedir.
Akademik aşama olarak kabul edilen doktora sonrası unvanlar bugün en çok tartışılan konuları oluşturmaktadır. Objektivitizimden çok dil barajı ve subjektivizimin ağır bastığı akademik aşama yapma anlayışı artık dejenere olmuştur. Son 20 yılın bilânçosu üniversitenin bünyesine yerleşmiş, üretkenliği düşük, vizyonu olmayan, dünyaya açılma cesareti olmayan ve yerel ölçekte düşünen hatırı sayılır öğretim üyesi ordusu oluşmuştur.

YÖK ve Milli EÄŸitim Bakanlığı öğretim elemanı yetiÅŸtirmek amacıyla yurt dışına gönderilen öğrencilerin bir kısmının sonradan tarikatlarla iliÅŸkisi olması ve bir kısmının baÅŸarısız ve bir kısmının da bulundukları ülkede kalmayı tercih etmeleri nedeniyle istedikleri baÅŸarıyı yakalayamamıştır. Öğrenimlerini tamamlayıp geri gelenlerin çoÄŸunluÄŸu yeni kurulan üniversitelere gönderilmiÅŸlerdir. Yeni üniversitelerde maddî ve manevi olanaksızlıklar yanında kendilerine alt yapı olanaklarının sunulmaması, çalışma ortamı yaratmak için proje yapacak kurum bulamaması gibi sorunlardan dolayı çoÄŸu gençler bugün yalnızca ders vermekten öteye geçememiÅŸlerdir. Bu da üniversite tabelâsına sahip bazı kuruluÅŸları ‘ yüksek lise’ kategorisine dahil etmiÅŸtir. Ek ders ücreti uygulaması ile öğretim üyeleri hafta da 40 saat ders veri duruma getirilmiÅŸtir. Bu öğretim üyelerinden bilimsel çalışmaya zaman ayırması, araÅŸtırma ve yayın yapması beklenmemektedir. Öğretim üyesi zamanının büyük çoÄŸunluÄŸunu ders vermeye adadığı için kendisine de geliÅŸtirememektedir.

Yeni YÖK Yasasının Akademik Kadroların Oluşturulmasına İlişkin Görüş
Otomatik Akademisyenlik mi geliyor?

Her ne kadar 1981 yılında yürürlüğe giren 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununun (YÖK) yasası 35 kez değişiklik geçirmiş ise de hala çağdaş anlamda bir yüksek öğretim yasasından uzak olduğu yönündeki görüşler ağırlık kazanmaktadır. 22 yıllık süre içinde sürekli tartışma konusu olan YÖK yasası bugün yüksek öğretimle ilgili çevrelerce ve kamuoyuca tartışılmakta ve Dünya eğitim normlarına uygun yeni bir yasanın çıkarılmasını gerektirmektedir. Ancak Milli Eğitim Bakanı tarafından önerilen yeni YÖK yasası da beklenilen ölçüde yüksek öğretimin sorunlarına köklü çözüm getirmekten uzak görülmektedir.

YÖK üyelerinin belirlenmesinin siyasi erkin etkisine bırakılması, ÖSYM’nin iÅŸleyiÅŸ ÅŸekli yasa taslağına yapılan en büyük eleÅŸtiriler olarak görünmektedir. Ancak üniversitelerin eÄŸitim ve insan gücü yetiÅŸtirmesi açısından yeni yasa ciddi kaygılar oluÅŸturmaktadır. Yeni yasa 2547 sayılı YÖK Yasasındaki merkeziyetçi yönetim anlayışını yumuÅŸatarak korumakla birlikte AB uyum yasalarının ademi merkeziyetçi anlayışı ile uyuÅŸmamaktadır. Ayrıca bu yasa tasarısı birbirinden farklılık gösteren üniversiteleri tek bir ÅŸablonla tek düze hale getirmeye çalışmaktadır. Batılı standartta, üniversitelerin kendi inisiyatiflerini kullanmasına ve yerel, yapısal vb özelliklerine göre farklılaÅŸabilmelerine olanak saÄŸlayabilmelidir.

Taslaktaki modern batı üniversitelerinde görülmemiÅŸ bir seçme yöntemi olan merkezi sınav ile yükseköğretim kurumlarına öğretim üyelerinin alınması gelmektedir ki bu üniversitelilik bilincinden çok okulluluk anlayışına daha denk düşmektedir. Ãœlkemiz üniversitelerinin yasa ve yönetmenliklerden önce gelen en önemli sorunu bilim adamlarının yetiÅŸtirilmesidir. Gösterilen bütün iyi niyetli çabalara raÄŸmen Türkiye’de halen istenilen kalitede ve nitelikte bilim adamı yetiÅŸtirilememiÅŸtir. Temelde üniversitelilik bilinci oluÅŸmadığı için iktidarlar güçlerini saÄŸlamlaÅŸtırmak için bilimin gücünü elinde tutmak istemektedir. Ä°nsanlığın birkaç bin yıllık tarihinde bilim kuruluÅŸları ve iktidarlar çatışması sürekli olmuÅŸtur. Bugün yeniden yapılandırılmaya çalışılan yeni YÖK yasasında en çok tartışma konusu olan YÖK üyeleri kimlerden oluÅŸmalı, rektör kim olmalı, meslek liseleri mezunları nasıl üniversiteye yerleÅŸtirilmeli anlayışının altında aslında güç çatışması yatmaktadır. Ä°ktidarlar kendi istediÄŸi adamları üniversitelere yerleÅŸtirerek gücü kontrol edeceklerini düşünüyorlar. Ancak geliÅŸmiÅŸ ileri ülkelerde tarih hep statükocuların deÄŸil, dinamiklerin deÄŸirmenine suyun aktığını göstermiÅŸtir.

Bütün dünyada bilim ordusunun oluÅŸturulmasında (gelecek yüzyılların ordusu artık bilim gücü olacaktır) bilgi, liyakat, zeka, yeteneklilik yanında yüksek motivasyon ve yaratıcılık gibi meziyetlere sahip kiÅŸilerin yüksek seçiciliÄŸi aranırken bizde daha çok kiÅŸisel tercihler, adam sendecilik, mümkün olduÄŸunca baÄŸlı olduÄŸu otoritenin isteklerine karşı boyun eÄŸen kiÅŸiler daha çok tercih edilme eÄŸilimi göstermektedir. Ãœniversite akademisyen kadrolarının oluÅŸturulması konusunda YÖK yasası özelikle doçentlik ve profesörlük için, bazı önemli ve sınırlayıcı önlemler almasına raÄŸmen, yine de istenilen düzeyde çaÄŸdaÅŸ bir yapılanma saÄŸlayamamıştır. Yeni YÖK yasasında belirtilen aÅŸağıdaki maddeler ile dinamik bir üniversite anlayışının tersine sanki öğretmen ataması yapılıyormuÅŸ gibi otomatik öğretim üyeliÄŸi atanması esası getirilmeye çalışılmaktadır. Sayın Bakan Hüseyin Çelik Bey yeni yasa ile üniversite öğretim üyeliÄŸi konusunda basına yansıyan demeçlerinde “Ãœniversiteler kapalı sistem özelliÄŸi göstermektedirler. A üniversitesine B üniversitesinde doktora yapanlar alınmamaktadır. Ãœniversite ilanlarına bir göz atıldığında alınacak kiÅŸilerin özellikleri tanımlanmış gibidir. Ayrıca kadro iÅŸi tamamen rektörlerin kiÅŸisel inisiyatifine ve oy kaygısına kalmış bir durumdur. Ä°stediklerine kadro verilmekte, istemedikleri yıllarca bekletilmektedir. Tasarı ile merkezi sınav getirilmekte ve baÅŸarılı olanlar görevlendirilmektedir” demektedir.
Sayın Bakanın bu konuda yaptığı ÅŸikayetler doÄŸru, bu baÄŸlamda üniversitelere verilen kendi bilim insanı kadrolarını usta-çırak iliÅŸkisi içerisinde yetiÅŸtirme yetkisi maalesef bazı birimlerde yanlış kullanılmıştır. Genelde hepimizin ÅŸikayet ettiÄŸi ancak çoÄŸumuzun baÅŸvurduÄŸu, nepotist yaklaşımlar, adam sendecilik, “gelene aÄŸam, gidene paÅŸam” anlayışından dolayı hak edenin yerine adamını alma gerçekleÅŸmiÅŸtir. Ancak bunun çözüm yolu kimin üniversite öğretim üyesi olacağının merkezi ÖSYM sınavı ile deÄŸil, daha çok bilimsel liyakat ölçütleri ile saÄŸlanması gerekir. Bütün dünyada bilimsel liyakat ölçütleri belli olmasına raÄŸmen nedense bizde bu ilkeler bir türlü benimsenmemiÅŸtir.

Bilimsel liyakat ölçütleri önerilen yeni taslakta tanımlanmamıştır. Modern üniversite anlayışında bilimsel liyakatin birincil ölçütü bilim adamının uluslararası ölçekte yürüttüğü araştırma faaliyetleri ve bunların ürünleri yanında bilim adamının meslektaşları tarafından hakkında oluşan kanaatin rapor edilmesi ile belirlenmektedir.

Yasa önerisinin 27, 29 ve 30 ve müteakip maddelerinde konu edilen Yardımcı doçentlik, Doçentlik ve Profesörlüğe atama ilkeleri üniversite mantığı ile bağdaşmamaktadır. Araştırma Görevliliğinin sınav ile belirlenmesi kısmen kabul edilmektedir ancak Yard. Doçentlik gibi bilim adamlığının önemli aşaması nasıl bir sınav ile belirlenecektir? Her anabilim dalı için ayrı ayrı mı sınav yapılacaktır? Yoksa merkezi tek bir sınav mı yapılacak?. Sonra üniversiteler arasında eğitim niteliği yönünden derin farklılıklar varken Boğaziçi üniversitesinden bir aday ile Sütçü İmam Üniversitesinden bir aday nasıl yarışacak? Bu sorun nasıl giderilecek?.

Önerilen yasanın Madde 27″de konu edilen Yardımcı doçentliÄŸe atama ile ilgili olarak ilan edilen kadrolara yerleÅŸtirmelerde “OSYM tarafından yapılacak merkezi bilim sınavına göre adayların tercihleri doÄŸrultusunda yapılır” denilmektedir.
Mevcut öneri ile Yard. Doçentlik için yapılacak bir merkezi sınavla ilgili bilim disiplinin adının belirtilmeden sadece Bilim alanı adı ile yapılacak ilana kişinin herhangi bir disipline yönelik uzmanlık yeterliliğinin ölçülmesi konusunda ne denli sağlıklı yapılacağı kuşkusu ortaya çıkmaktadır. Diyelim ki A ve B disiplinlerinde birer kadro talebine karşı sınavı C bilim disiplininde doktorasını tamamlamış iki aday kazandı, bu sorun nasıl çözümlenecek? Bölümlerin bilim disiplinleri nasıl oluşacak?

Ayrıca sınavı kazanamayan araştırma görevlerilerinin durumu ne olacak? İşine son mu verilecek? Doktorasını bitirmek üzere olan çok sayıda kişi ne olacak? Üniversitede yer bulamayan kişiler hangi araştırma kurumunda istihdam edileceklerdir?. Bir de şu veya bu şekilde doktorasını tamamlayan, ancak akademisyen olacak nitelik taşımayanların durumu ne olacak? Bu konu son derece önem taşımaktadır.

Genelde akademisyenlik bütün dünyada üniversite geleneği ve kurumsallığı çerçevesinde usta-çırak ilişkisi içerisinde işlenir. Akademisyenlik bir yaşam biçimi olarak her alanda genel bilgi birikimi yanında kendi konusunda derinlemesine bilgi ile donanmış, aydınlanmış, kişisel ihtiraslarını aşmış doygun, bilimsel zeka yanında duygusal zeka ile bezenmiş kişilerden oluşur. Son yıllarda üniversiteler bir iş bulma kapısı olarak gözükmekte ve öğretim üyelerine bir öğretmen gözü ile bakılmaktadır. Bu da üniversitelilik bilincinin henüz oluşmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Üniversite hocasının birinci işi bilimsel çalışmalar yapmak, bilgisini ve görgüsünü sürekli yenileyerek gelecek kuşaklara aktarmak yanında toplumun gelişimine katkıda bulunacak aydınlatıcı ulvi görevle yapmaktır.

Yoksa 8-17 saatleri mesaisi içerisinde kendisine verilen işi yapan, birilerinin bir makalesinin üzerine ismini yazdırtarak olacak bir şey değildir. Halkın da görmek istediği bilim adamı tipi, konusunu bilen, üretken ve aynı zamanda, toplumsal bilinci gelişmiş, aydınlanmış ve dünya ile bütünleşmiş kişiliklerdir. Bu bağlamda akademisyenliğe soyunan kişiler bu bilinci ve sorumluluğu taşımak zorundadır.

Batılı anlamda üniversite anlayışının ülkemize yansımasının 70 yıllık bir geçmişi var. Bu anlayıştan hareket edilerek herhangi bir liseye bir öğretmen Kamu Personel Sınavını kazandığı zaman ataması yapılabilir, ancak öğretim üyesinin sıradan atama ile değil, yaratıcılığı, motivasyonu, zekası ve bilimsel liyakati dikkate alınarak yapılması gerekir. Bu anlamda yeni YÖK yasasında bu ilkeler dikkate alınarak öğretim üyesi yetiştirme sorunu batılı ölçütler içerisinde değerlendirilmelidir. Bu bağlamda öğretim üyesi alımında sorumlu olan yöneticilerimiz ve hocalarımızın uzun vadeli ülkemizin bilimsel kalitesinin yükseltilmesi için hak eden nitelikli eleman seçimine dikkat etmeleri gerekmektedir.
Bir diÄŸer konu da taslakta belirtildiÄŸi gibi Yardımcı doçentlik bir ÅŸekilde “devamlı bir kadro” haline getirilmeye çalışılmakta olup bu durum akademik kaliteyi yükseltme iddiasından vazgeçmek anlamına gelmektedir. Bugün mevcut yasada da belirtilen ölçütlere göre ilerleme kaydedemeyen Yard. Doç. Adaylarının tamamı yabancı dil barajına takılanlardan oluÅŸmaktadır. Ancak üniversite kalitesi için mutlaka akademisyenliÄŸin her kademesinde belirli aralıklarla performansları deÄŸerlendirilmelidir. ÖrneÄŸin TÃœBA Yard. Doçentlik süresini “altı yıl ile sınırlandırılmasını” önermektedir.

DiÄŸer bir sorun da taslağın Madde 8/b 14’de belirtildiÄŸi ÅŸekilde Ãœniversitelerarası Kurulun. “Doçentlik sınav jürilerini tüm profesörler arasında eÅŸit dağılım gözeterek” belirlemesi akademik liyakat ölçütleri ile baÄŸdaÅŸmamaktadır. BilindiÄŸi gibi 1980’li yıllarda çıkarılan yasa ile liyakat ilkesi (hiçbir uluslar arası bilimsel yayını olmayan, ciddi bir proje yürütememiÅŸ) uygulanmadan çok sayıda kiÅŸi profesör olmuÅŸtur. Bu baÄŸlamda akademik liyakat koÅŸulunu yerine getirmeyenlerin akademisyen adaylarını deÄŸerlendirmesi çok sakıncalı olabilir.

Doçentliğe ve Profesörlüğe yükseltme de halen yürürlükte olan yükseköğretim sisteminin uluslararası bilimsel yayın performansı açısından belirli önkoşulları esas alan değerlendirme kriterleri geliştirilerek uygulanmalıdır. Doçentlik ve profesörlük jürilerinde görev almak için gene mevcut sistemde belirlenmiş olan kıstaslar korunmalı ve bu kıstasları yerine getirmeyen profesörler değerlendirme jürilerinde görev almamalıdır.

Madde 29‘da Doçentlik atanması kısmında ise “çalışmakta olduÄŸu yükseköğretim kurumunda doçentlik unvanını alanlar için bu kadroların ilanında, fakülte ve yüksek okulların talebi aranmaksızın, adayın rektörlüğe baÅŸvurusunu takiben en geç bir ay içinde boÅŸ kadrolar ilan edilir” denilmektedir.

Madde 30
‘da profesörlüğe yükseltilme ve atanma “Bir üniversitede; fakülte veya yüksek okulların talebi üzerine boÅŸ bulunan profesörlük kadroları rektörlükçe bir ay içinde ilan edilir. BoÅŸ kadro bulunmadığı taktirde, kadro için gerekli düzenlemelere adayın rektörlüğe baÅŸvurusunu takiben on beÅŸ gün içinde baÅŸlanabilir ve bu iÅŸlemler en geç altı ay içinde sonuçlandırılır “ denilmektedir.

Madde 29 ve 30 üniversite etiÄŸi ve iÅŸleyiÅŸi ile baÄŸdaÅŸmamaktadır. BilindiÄŸi gibi TSK’nde aÅŸağıdan yukarıya doÄŸru sürekli en iyiler seçilerek taşınırlar. Anabilim dallarının talebi, ihtiyaç ve kiÅŸinin yapacağı katkı beklenilmeden otomatik olarak yapılacak bir atama akla baÅŸka sorunları getirir. Anabilim dalının talebi, Bölüm Akademik kurulunun ve Fakülte yönetim kurulunun onayı doÄŸrultusunda, üniversite senatosu kadro ilan eder ve bilimsel liyakati olan konunun uzmanı kiÅŸilerin olumlu görüşü ile kadroya atanır. Yoksa otomatik öğretim üyeliÄŸi akademik kaliteyi yükseltme, rekabetçi yaratıcılık iddiasından vaz geçmek gerekir ki bu üniversitelerde duraÄŸan memur anlayışı olan “salla başını al maaşını” anlayışını meÅŸrulaÅŸtırır.

Madde 36- Öğretim yardımcıları; belirli süreler için görevlendirilen araÅŸtırma görevlileri, uzmanlar, çeviriciler ve eÄŸitim-öğretim planlamacılarıdır. AraÅŸtırma görevlileri; Merkezi yabancı dil sınavında baÅŸarılı olan araÅŸtırma görevlisi adayları; Ãœniversitelerarası Kurulun ilgili bilim/sanat dallan için esaslarını tespit ettiÄŸi çerçevede ve OSYM tarafından yapılan bilim sınavı sonucuna göre üniversitelerce belirlenen kontenjanlar dahilinde ve tercihleri doÄŸrultusunda yerleÅŸtirilirler” denmektedir.

Bütün dünyada öğretim üyesi kadrosunun oluşturulması, yukarıda belirtildiği çok yönlü ve zorlu bir süreç içermektedir. Akademisyen olmak isteyen genç üniversitelilerin ilk yıllarından itibaren bilimsel çalışmalar yanında yaratıcılık ve kendini ifade yeteneği, dil bilgisi, matematiksel zeka ve duygusal zekaya sahip olması gerekir. Fen Bilimlerinde başarı ile okulu bitiren kişi, çalışmak istediği alanda projelere katılır, bilim yapabilme potansiyeli proje lideri tarafından belirlenince akademisyenliğe aday olunur. Kadro durumu ve koşullara bağlı olarak aşağıdan yukarıya doğru sürekli sınanarak tırmananlar arasında en iyiler ve kendine güvenenler sürekli başarılı olur, diğerleri ayıklanır.

Batının modern üniversitelerinde Akademisyenlik şu süreçlerden geçmektedir: Üniversiteyi belirli bir derecenin üzerinde bitiren gençler LES benzeri bir sınavdan geçerek ve referansa bağlı olarak Yüksek Lisansa kayıt yaptırabilir. Bunlardan burs bulanlar veya proje asistanlığı alanlar yüksek lisans veya doktora derecesi için bilimsel projelerde çalışırlar.
Doktorasını tamamlayan araÅŸtırıcı o zamana kadar gösterdiÄŸi performansa baÄŸlı olarak danışman hocasının da yardımı ile kendisine yeni projeler bulur ve bu projelerde doktora sonrası unvanı ile (post-doktor) maaşını da alacak ÅŸekilde birkaç yıl bu ÅŸekilde çalışır. Doktorasını tamamlamış kiÅŸi birkaç dönemlik doktora sonrası sürede ürettiÄŸi ve yönettiÄŸi projeler ile kendisini ispatlayarak akademik hayata geçiÅŸin yollarını aramaya çalışır. Bu arada yayınlar yapar, kongrelere katılır ve kendini ispatlayan kiÅŸiler kendisi ile ilgili ilan edilen kadrolara baÅŸ vurarak öğretim üyesi olmaya çalışırlar. Batı üniversitelerinde bu baÄŸlamda bilimsel kongrelere olan ilgi çok yüksektir. Bölümler genç öğrencilerini kongreye katılmaya teÅŸvik ederek kendini ispatlamasını bir ÅŸekilde ‘görücüye çıkması’ saÄŸlanır. Genelde de batı toplumunda öğrencilerin özgüvenleri geliÅŸtiÄŸi için yeni bir ortamda bulunmayı tercih ederler. Bu ÅŸekilde kendini yetiÅŸtirmiÅŸ, kendine güvenen kiÅŸiler üniversite yönetimi ile pazarlık da yapma ÅŸansına sahiptirler. Büyük üniversiteler iyi yetiÅŸmiÅŸ üretken elemanları ve iyi öğrencileri kapmak için verdiÄŸi mücadeleyi iyi akademisyen kapmak için de vermektedir. Ãœniversiteye alınan kiÅŸi sözleÅŸmeli olarak iÅŸe baÅŸlar ve performansına baÄŸlı olarak üniversitedeki kariyerini sürdürür. Bugün modern batı üniversitelerinin dinamikliÄŸi genelde bilim adamlarının kadro sorununu bir baÅŸka üniversitede ya da ülke de rekabetçi bir ortamda aramasına borçludurlar.

Bizde projeyi, öğrencinin tezini ve yapabilirse makaleyi hoca yazar, öğrenci ismini iliÅŸtirir. Sonunda akademik kadroyu da hoca bulacağı için, hocaya bağımlı ve onun dediÄŸinden dışarı çıkamayan yeni nesil bir “hoca” türer. Ãœlkemizde ne yazık ki halen hiçbir kongreye gitmemiÅŸ, kendi bilim topluluÄŸunun eleÅŸtirisine uÄŸramamış, kendi konusunda hangi alanların tartışıldığını bilmeyen çok sayıda öğretim üyesi bulunmaktadır.

Bu sorun ülkemiz üniversitelerinin en ciddi sorunudur. Ãœlkemizin çaÄŸdaÅŸ üniversite düzeyini yakalayabilmesi için mutlaka bilim adamı yetiÅŸtirme sorununu batılı anlamda çözmesi gerekir. Bugün ABD, Almanya ve Ä°ngiltere’de üniversiteye bilim adamı nasıl alınıyorsa bizim de benzer ÅŸekilde bilim adamalarımızı yetiÅŸtirmemiz ve atamamız ÅŸarttır.

Örnek

Bir Hocanın Akademisyenlik Aşamaları

Ordinaryüs Prof. Dr. Sulhi Dönmezer 15 Ekim 2003 tarihinde TRT-2 programında hayatını ve nasıl AraÅŸtırma görevlisi olduÄŸunu anlatırken okul birincisi olarak mezun olduÄŸu okulun dekanı bir gün evine okulun hademesi aracılığı ile resmi mektupla öğrencisini fakülteye çağırır, kendisini kutlar ve üniversitede asistan olarak kalmasını teklif eder. Seçici bir sınavdan sonra asistan olan hoca, akademik aÅŸamalarının hepsinde baÅŸarılı sınavlar vererek liyakate dayalı olarak ulaÅŸtığını belirtmektedir. ABD’de ihtisasa giderken danışman hoca önce sosyoloji ve sonra da psikoloji öğrendikten sonra kendisine gelmesi istenmektedir Bununla Amerikalı hocası toplum pisikoloisi ve felsefesini öğrenmeden öğretim üyesi olunamayacağını belirtmiÅŸ olmaktadır.

Doçentlik sınavında herkesin katıldığı ve soru sorduğu uzun soluklu bir sınavdan geçtiğini belirtmektedir. Doçentlik tezi ve deneme dersinin önemi şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Yeni yasa önerisinde mutlaka her hocanın kendi savları olması ve kendi başına bunları deneme dersinde savunabilmesi ve bilim komitesini ikna etmesi gerekir. Batıda halen bu süreç devam etmektedir.

Ordinaryüs Prof. olmak için kürsü başkanlığına aday gösterilen kişi mesleğin en iyileri olan, yayınları ve idareci yeteneği yüksek olan herhangi bir üniversiteden başvurabilir. Ordinaryüs profesörlerden kurulu Jüri kararı fakülte kuruluna iletilir ordan geçen karar bu sefer senatodan geçer diyor.


Akademik Kadroların Verimliliğin Artırılması İçin Alınması Gerekli Bazı Önlemler

Ülkemiz bilim adamlarının sistemden kaynaklanan düşük akademik verimliliğinin canlandırılması için bazı önlemlerin alınması gerekir.

Bunların başında;

1. Mutlaka sözleşmeli sürece geçilmesi gerekir. Bilim adamlığının bir meslek değil bir yaşam biçimi olduğu mutlaka net olarak anlaşılması gerekir. Bugün üniversitelerdeki verimsizliğin temelinde sistemden kaynaklanan bilim politikasının ve stratejisinin olmaması sonucu kimsenin ne yaptığının ve ne ürettiğinin izlenmemesi gelmektedir.

2. Yard. Doç. kadrolarının kaldırılması, öğretim görevlisi kadrosuna alınan adayın zamanla kendini ispatlaması beklenilmelidir.

3. Doçentlik ve profesörlük sınavları yeniden disiplinler bazında tez ve deneme dersine dayalı yoğun ve sıkı bir sınavdan geçilmesi. Ancak jüri üyeleri mutlaka adaydan daha iyi olmak zorunda olmalıdır. Her öğretim üyesi Doç. ve Prof. Jürilerinde yer almamalıdır. Genel bir eleştiri olarak adayların bazılarının jüri üyesinden daha çok yayına ve projeye sahip olduğu görülmektedir.

4. Profesörlük batıda olduÄŸu gibi bir kaç kategoriye ayrılmalı. Profesör olan kiÅŸi çalışmaları ve baÅŸarıları ölçüsünde Almanya’da olduÄŸu gibi, C1, C2, C3 kategorilerine veya eskisi gibi ordinaryüs gibi mertebelere çıkmak için sürekli çalışma ve üretmesi teÅŸvik edilmelidir. Aksi takdirde insan psikolojisi gereÄŸi amacı ve hedefi tükenen insan çok üretmek zorunda olmadığı için çok da çalışmak istemeyebilir.

Bu anlamda sürekli hedefleri olan, belirli kriterlere göre yükselme süreci insan sağlığı açısından da yararlı olacaktır.
Ãœlkemizin muasır medeniyetler seviyesine çıkması için Atatürk’ün belirttiÄŸi gibi, biz merkezli, önce ülkem diyen, motivasyonu yüksek, üreten insanlar yetiÅŸtirmek zorundayız. Bu baÄŸlamda sürekli ve zorlu bir yaÅŸam biçimi olan üniversite öğretim üyeliÄŸi sorununun mutlaka kökten çözümlenmesi gerekir. Gerçek anlamda bilim adamlarımızı yetiÅŸtirirsek ÅŸimdi ÅŸikayet konusu olan bir çok sorun kendiliÄŸinden çözülmüş olur kanısındayım.

Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ / Çukurova Üniversitesi

(Visited 7 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 21.05.2008 tarihinde Hale tarafından, Kurumlar | Ortaokul - Lise - Ãœniversite bölümünde paylaşılmıştır ve 390 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 0 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Türkiye Üniversitelerinin Sorunları | Yüksek Lisans, Doktora Eğitimi Ve Sorunları - Nitelikli Öğretim Üyesi Ve Elemanı Bulma Sorunu - Yeni YÖK Yasasının Akademik Kadroların Oluşturulmasına İlişkin Görüş;Otomatik Akademisyenlik Mi Geliyor? orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleAtatürk'ün Soyu |VCD Belgesel | Türkçe Sonraki MakaleOsmanlı'da Askeri Yapı | Akıncılar - Acemi Ocağı -Cebeli - Cebeci ocağı - Beylerbeyi - Baruthane-i Amire - Asesbaşı - Asakiri Mansurei Muha..

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz