Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Tarihsel Seyir İçinde Bulgaristan Türkleri | 1877-78 Osmanlı – Rus Savaşı sonrası imzalanan Berlin AntlaÅŸması ile Osmanlı Tuna vilayeti topr..


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 18.10.2008 tarihinde Sema tarafından, Büyük Türk Tarihi | Türk Kültürü - Gelenekler ve El Sanatlarımız bölümünde paylaşılmıştır ve 1042 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


TARİHSEL SEYRİ İÇİNDE BULGARİSTAN TÜRKLERİ


ÖZET


1877-78 Osmanlı – Rus Savaşı sonrası imzalanan Berlin AntlaÅŸması ile Osmanlı Tuna vilayeti topraklarında Bulgaristan PrensliÄŸi kurulmuÅŸtur. Daha sonra bu prenslik 1885’de Balkan DaÄŸları güneyindeki DoÄŸu Rumeli Vilayeti’ni ilhak ederek büyümüş ve 1908’de ise krallık ilan ederek bağımsız olmuÅŸtur. Bu makale kapsamında Bulgaristan’ın kuruluÅŸundan günümüze bölge Türklerinin genel durumu ve Türkiye’nin Bulgaristan Türkleri politikası incelenmektedir. Önemli tarihi dönemeçler de dikkate alınarak bu inceleme; Osmanlı dönemi, Neuilly AntlaÅŸması sonrası dönem ve 1989 sonrası demokratik dönem olmak üzere üç ana safhaya ayrılmıştır.

Osmanlı dönemi; prenslik ve krallık devrelerini kapsarken, Neuilly AntlaÅŸması sonrası sonrası dönem; Çiftçi Partisinin iktidarda bulunduÄŸu, FaÅŸist, Birinci Sosyalist ve Ä°kinci Sosyalist devreleri ÅŸeklinde ele alınmaktadır. GÄ°RÄ°Åž XVIII. yy baÅŸlarında Çar Petro, sıcak denizlere ulaÅŸmadan Rusya’nın varlığını sürdürme ve büyümesinin mümkün olamayacağını belirtiyor ve bunu milli bir amaç olarak gelecek kuÅŸaklara gösteriyordu. Bu amacın gerçekleÅŸmesi, Osmanlı Devleti ile yapılacak savaÅŸlara ve kazanılacak topraklara baÄŸlıydı. Çar Petro komutasındaki Rus ordusunun 1711’de Osmanlı ordusu karşısında bozguna uÄŸramasına raÄŸmen 1768 ile 1829 yılları arasında yapılan 6 savaşı da kazanan Ruslar, Kırım, Ukrayna, Kafkasya ve Kuzey Azerbeycanı alarak Balkanlar ve DoÄŸu Anadalu’da karadan ve Kara Denizde ise, denizden Osmanlı Devleti ile ortak sınıra sahip olmuÅŸtu. Aynı dönemde Osmanlı Devleti, bilim ve teknolojide geri kaldığı gibi iç çekiÅŸme ve huzursuzluklar, askeri ve idari kadrolardaki görevlilerin rekabet ve kutuplaÅŸmaları gibi bir çok nedenlerle her geçen gün gerileme ve zayıflama emareleri baÅŸgöstermiÅŸtir.

Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduÄŸu bu ÅŸartlara bir de ağır Rus baskı ve oldukça yıpratıcı savaÅŸlarının eklenmesi ile durum daha da vahimleÅŸmiÅŸti. XIX. yy’da çeÅŸitli Balkan halkları, Rusyanın kışkırtması ile bazı isyanlara teÅŸebbüs etmiÅŸlerdir. Ruslara ağır bir darbe indirmeden Osmanlı Devletinin rahat bir nefes alamayacağını gören ReÅŸit PaÅŸa, mahir bir diplomasi ile Ä°ngiltere, Fransa ve Sardunya (Ä°talya) devletleri ile ittifak kurarak Ruslara karşı Kırım Savaşını baÅŸlatır (1853). 2.5 yıla yakın süren ve çok kanlı geçen muharabelerden sonra müttefik orduları, Rus birliklerini ağır bir yenilgiye uÄŸratır ve 1856’da Kırım’ı iÅŸgal eder (Yeni Türk Ansiklopedisi, 1985: 1834, 2842). Kırım Savaşı sonunda imzalanan Paris AntlaÅŸması ile Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğü teminat altına alınmış, Kara Deniz tarafsız bir hale getirilmiÅŸ ve bu sularda tersane ve donanma bulundurulması yasaklanmıştır (Aydın, 1992: 4). Bu durum, belirli bir süre için de olsa Türkiye’yi rahatlatıyordu. BULGARÄ°STAN’IN DOÄžUÅžU DiÄŸer Balkan milletleri gibi Bulgarlar da, milliyetçilik duyguları ve Rusya’nın teÅŸvik ve tahrikleri ile XIX. yy’da Osmanlı Devletinden ayrılarak bağımsız bir devlet kurma çabası içine girmiÅŸlerdir.


Bulgar milliyetçiliÄŸi; Fransız ihtilalinin etkisi, eÄŸitim faaliyetlerinin yaygınlaÅŸması, Bulgar kilisesinin Fener Rum kilisesinden ayrılarak bağımsız olması ve etki alanının da daha sonra kurulacak Bulgaristan coÄŸrafyasını kapsaması gibi sebeplerle geliÅŸmiÅŸtir. Rusyanın teÅŸvik ve tahrihleri ise, Balkanlarda kurulacak ve Ege Denizinde sınırı olacak bir devlet vasıtası ile sıcak denizlere açılma hesabına dayanmaktadır. Kırım’da yediÄŸi darbe sonrası Rusya, Osmanlı Devletine karşı saldırgan tutumunu bir süre için tehir etmekle birlikte, bir taraftan çeÅŸitli yardım dernekleri vasıtası ile Panslavist bir siyaset güderken diÄŸer taraftan da Paris AntlaÅŸma hükümlerini deÄŸiÅŸtirmek için fırsat kollamıştır. Müteakip zaman diliminde Rus teÅŸvik, tahrik ve desteÄŸi ile Balkanlarda çeÅŸitli isyan hareketleri görülmüştür. Bu tür hadiseler, Osmanlı Devletinin zamanında aldığı çeÅŸitli idari ve askeri tedbirlerle bastırılmıştır (Aydın, 1992: 4-6; Ãœnal, 1977: 282-287). Ancak Rusların hasretle beklediÄŸi fırsat, Eylül 1870’de Fransa’nın Prusya’ya yenilmesi ile oluÅŸuyordu. BirliÄŸini saÄŸlayan Almanya, Avrupa’daki tüm hesap ve kuvvet dengelerini deÄŸiÅŸtirmektedir.

Rusya, Paris AntlaÅŸmasını imzalayan devletlere 31 Ekim 1870’de gönderdiÄŸi nota ile, artık Kara Deniz’in tarafsızlık statüsü ile burada tersane ve donanma bulundurma yasağını kabul etmeyeceÄŸini bildirmiÅŸtir. Bunun üzerine imzalanan Londra Protokolü ile de, Rus talepleri kabul edilir (Yeni Türk Ansiklopedisi, 1985: 2842). Akabinde Rusya, Osmanlı tebaası Balkan haklarını silahlandırma ve kışkırtmayı daha da artırır. Bu durumda çeÅŸitli Bulgar isyanları olmuÅŸsa da, her seferinde Osmanlı ordusu duruma hakim olmuÅŸ ve isyanları kısa sürede bastırmıştır. Daha sonra Ruslar, Almanya ve Avusturya ile hazırladıkları Berlin Muhtırasını, Osmanlı devletine vermiÅŸtir (11 Mayıs 1876). Ancak buna Ä°ngiltere’nin katılmaması ile de muhtıra geçersiz kamıştır. Arkasından Ruslar, Sırbistan ve KaradaÄŸ’ı Osmanlı develetine karşı savaÅŸa sürmüş ve Ä°ngiliz kamuoyunu etkilemek içinde, “Türklerin Bulgarları katlettiÄŸi” ÅŸeklinde asılsız bir propoganda baÅŸlatmıştır. Avrupa’nın desteÄŸini temin eden Rusya, Sırbistan ve KaradaÄŸ’ın yenilmesi üzerine, Türkiye’ye bir ültümatom vererek askeri harekatı derhal durdurmasını istemiÅŸtir.

Daha sonra Ä°stanbul’da bir konferans (Tersane) toplanmış ve “Sırbistan ve KaradaÄŸ’a toprak, Bosna-Hersek ve Bulgaristan’a otonomi vermesi” Osmanlı Devletine iletilmiÅŸtir. Bu talebin Türklerce reddedilmesi üzerine Rusya, bir taraftan diplomasi ile diÄŸer Avrupa devletlerinin muhtemel savaÅŸta tarafsız olmalarını temine çalışırken diÄŸer taraftan da büyük askeri hazırlıklara baÅŸlamıştır. Bu arada 30 Mart 1877’de imzalanan Londra Protokolü (Tersane kararlarını içeren), Osmanlı devletine iletilmiÅŸ ve reddedilmiÅŸtir. Bunun üzerine Rusya, Avrupa hukuÄŸunu koruma bahanesi ile 24 Nisan 1877’de Osmanlı devletine bir savaÅŸ baÅŸlatmıştır. Böylece Türk tarihinde 93 Harbi olarak anılan Balkanlarda Tuna ve Kuzey DoÄŸu Anadolu’da Kafkas cephelerinde cereyan eden büyük ve kanlı bir savaÅŸ yaÅŸanmıştır. Savaşın baÅŸlaması ile Fransa, Ä°ngiltere, Almanya, Ä°talya ve Avusturya tarafsızlık ilan ederken; Romanya, Sırbistan ve KaradaÄŸ ile Bulgar çeteleri Rusların safhında savaÅŸmışlardır.

Gazi Osman PaÅŸa ile Plevne’de ve Ahmet Muhtar PaÅŸa ile de DoÄŸu Anadolu’da bazı baÅŸarılar elde edilmiÅŸse de, bu savaÅŸ, Türk tarihinin en büyük felaketlerinden biri olmuÅŸtur. Türklerin bu savaşı kaybetmesi; mali güçlükler, iaÅŸe ve cephane eksikliÄŸi, tecrübeli subayların yetersizliÄŸi, kumandanlar arası ihtilaflar ve harbin saraydan idare edilmesi gibi sebeplere dayanmaktadır (Aydın, 1992: 6-7). Savaşın kaybedilmesinden sonra Türk ve Rus heyetleri arasında 3 Mart 1878’de YeÅŸilköy AntlaÅŸması imzalanmıştır. Buna göre; DoÄŸu Anadolu ve Rumeli’de büyük Osmanlı toprak kaybının yanısıra Romanya, Sırbistan ve KaradaÄŸ’ın bağımsızlığı ve Tuna eyaletinde kurulacak geniÅŸ bir Bulgaristan PrensliÄŸi de kabul ediliyordu. Ancak büyük Avrupa devletleri, YeÅŸilköy AntlaÅŸmasını kendi çıkarlarına uygun bulmayarak 18 Haziran 1878’de Berlin Kongresini tertiplemiÅŸlerdir. Buna göre; DoÄŸu Anadolu’daki bazı yerler Osmanlı’ya iade ediliyor (Beyazit ve EleÅŸkirt), Romanya, Sırbistan ve KaradaÄŸ meselesi aynen kabul ediliyor, Büyük Bulgaristan küçültülerek Balkan DaÄŸları kuzeyinde oluÅŸuyor, Makedonya ve Balkan DaÄŸları ile Ege Denizi arası topraklar Osmanlıya bırakılıyordu. Ayrıca Balkan DaÄŸları güneyinde kısmi özerk statüde “DoÄŸu Rumeli” adlı yeni bir eyalet kuruluyordu. Böylece 93 Osmanlı Rus savaşı ve sonucunda imzalanan Berlin AntlaÅŸması ile, nüfusunun yarıdan fazlası Türk olan bir Bulgaristan devleti doÄŸmuÅŸtur.

OSMANLI DÖNEMİNDE BULGARİSTAN TÜRKLERİ

Prenslik Dönemi ( 1878 – 1908 ) Türkler, yaklaşık bin yıldır Balkanlarda yaÅŸamaktadır (Turan, 1996: 13). XVI. yüzyılda Bulgaristan nüfusunun büyük bir kısmını Müslüman Türkler teÅŸkil ediyordu (Korkud, 1986: 4). Bulgaristan Türkleri, genelde Osmanlı döneminde Anadolu’nun çeÅŸitli yörelerinden Rumeli’ye gitmiÅŸ yörüklerden oluÅŸmaktadır. Bu yörük grupları arasında; Vize (Hayrabolu olarak da anılır), Naldöken, Tanrıdağı ve Karagözler önemli bir yer teÅŸkil etmektedir (ToÄŸrol, 1989: 12-15).

Osmanlı döneminde Anadolu’dan bölgeye göçen Türkler, buradaki yerli Türk halkla kaynaşıp çoÄŸalmışlardır. Böylece bölgede bir Türk varlığı oluÅŸmuÅŸtur. HoÅŸgörülü ve adil Osmanlı yönetimi altında Bulgarlar, milli varlık ve kültürlerini koruyabilmiÅŸlerdir (Tarihte Türk Bulgar Ä°liÅŸkileri, 1976: 112-113). Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu; Asya’da Anadolu, Avrupa’da Rumeli ve ortada baÅŸkent Ä°stanbul jeopolitik dengesi üzerine kuruldu ve yaÅŸadı (ÅžimÅŸir, 1987: 47). 1876’da Tuna vilayetinin altı sancağında (NiÅŸ hariç), Türk ve Bulgar nüfus eÅŸit ve 1.100.000 dolayındaydı. Berlin AntlaÅŸması ile DoÄŸu Rumeli adını alan bölgede ise 1876’da, 681 bin Türke karşılık 483 bin Bulgar yaÅŸamaktaydı. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı esnasında 1 milyon bölge Türkü kanlı bir ÅŸekilde yurtlarından göçe zorlandı ve bunlardan yarısı soykırım ve ağır tabiat ÅŸartlarından ötürü katledildi. Böylece Osmanlı Tuna eyalet topraklarında azınlıkta olan Bulgarlara bir ülke oluÅŸturuldu (KekioÄŸlu, 1985: 13). DiÄŸer bir ifade ile Rus yetkili makamlarınca da belirtildiÄŸi gibi bu savaÅŸ, “bir ırklar ve yok etme” savaşı olarak planlandı ve uygulandı (Tarihte Türk Bulgar Ä°liÅŸkileri, 1976: 103).

ÇoÄŸunlukta olan Türkler, beÅŸyüz yıldır yaÅŸadıkları vatanlarında azınlık konumuna düştüler. Yine de Bulgaristan Türklüğü tamamen ortadan kaldırılamadı. ÖrneÄŸin Ocak 1881’de ülkenin kuzeydoÄŸu bölgelerinde hala Türkler, %65’lik bir çoÄŸunluÄŸu teÅŸkil ediyordu (ÅžimÅŸir, 1987: 48-49). Bölge tarım arazilerinin %70’ine sahip olan Türklerin azınlığa düşürülmesi ile ekonomik durumları da kötüleÅŸtirildi (ÅžimÅŸir, 1986: 20). Bölge Rus iÅŸgaline düşmüş ve Berlin andlaÅŸması ile, Balkan daÄŸları kuzeyinde bir Bulgaristan PrensliÄŸi ve güneyinde ise, DoÄŸu Rumeli Vilayeti kurulmuÅŸtu. Bu iki bölge yönetimi de fiilen Bulgarların eline geçmiÅŸtir (Tarihte Türk Bulgar Ä°liÅŸkileri, 1976: 112-113). 93 Harbi sonrası Rus askeri birlikleri bölgeden çekildikten sonra Bulgarlar, Türklere karşı tam bir baskı ve zulüm politikası uygulayarak göçe zorladılar. Binlerce Türk kurÅŸuna dizilmiÅŸ, hamile kadınlar katledilmiÅŸ, camilere doldurularak yakılmışlardır.


1883 yaz ortasından itibaren üç aylık dönemde 200 bin Türk, Türkiye’ye geldi. Bu göçler, 1886-90 arasında 75 bin, 1893-1902 arasında 70 bin olarak sürmüştür. SavaÅŸ sonrası kısmen yaralar sarılmış ve Türkler bazı kültürel haklar elde etmiÅŸlerdir. Bulgaristan, 1885’te Balkan DaÄŸları güneyindeki DoÄŸu Rumeli vilayetini ilhak ederek büyümüştür (ToÄŸrol, 1989: 69). 1864’de kurulan Tuna Vilayeti “pilot bölge” seçilerek Mithat PaÅŸa’nın yönetimi altında, eÄŸitim alanında büyük atılımlar yapmış ve ülkenin en ileri bölgelerinden birisi olmuÅŸtu. 1875’te bu vilayette Türklere ait; 2700 ilkokul, 40 ortaokul ve 150 medrese bulunuyordu.

Ancak Osmanlı-Rus savaşı esnasında Türk eÄŸitim kurumları yakılıp yıkılmış ve büyük darbe yemiÅŸti. 1886 yılından itibaren Bulgaristan Türk eÄŸitimi, yavaÅŸta olsa bir toparlanma dönemine girmiÅŸtir. 1894/95 öğretim yılında, 1284 ilk ve 16 orta okul olmak üzere Bulgaristan Türklerinin 1300 okulu faal durumdaydı. Ancak Türk okulları, devlet desteÄŸinden yoksun olduklarından araç-gereç ve formasyonlu öğretmen açısından oldukça sıkıntı içindeydi (ÅžimÅŸir, 1986: 28-37). Berlin AntlaÅŸması, Bulgaristan’da yaÅŸayan Türklerin dini, kültürel ve eÄŸitim konusundaki hak ve özgürlüklerini garanti altına alıyor ve bunların Bulgar anayasasında yer alacağını hükme baÄŸlıyordu. 1884’de çıkartılan Resmi ve Özel Okullar Yasası, Berlin AntlaÅŸması kararları doÄŸrultusunda Türk okullarını özel statüde sayıyor ve bunların yönetim ve denetimini Türk cemaatine bırakıyordu. 1891’de yürürlüğe giren Milli EÄŸitim Yasası, Türk okulları üzerindeki yerel yönetim yetkisini artırıyordu. 1908 başında çıkartılan Ä°lk ve Orta Öğretim Yasası ile, görünürde Türklere kendi dillerinde eÄŸitim hakkı verilmekle birlikte gerçekte eÄŸitim özgürlüğünü kısıtlamak ve Türkleri cahil bırakmak amaçlanıyordu (ÅžimÅŸir, 1986: 41-43). Bulgaristan PrensliÄŸinin kurulmasından itibaren Osmanlı-Bulgar iliÅŸkilerinin odak noktasını Bulgaristan Türk azınlığı oluÅŸturmuÅŸtur. Osmanlı yönetimi, soydaÅŸların hak ve özgürlüklerini, eÄŸitim durumlarını ve dini faaliyetlerinin korunması yönünde giriÅŸimlerde bulunmuÅŸtur. Krallık Dönemi ( 1908 – 1919 ) 23 Temmuz 1908’de ilan edilen II. MeÅŸrutiyet sonrası kaos ortamında Bulgaristan PrensliÄŸi, 5 Ekim 1908’de krallık ilan ederek Osmanlı Devletinden ayrılmıştır. Bu yeni dönemde Bulgar yönetimi, içte Türkler üzerinde tekrar baskı ve dışta ise diÄŸer devletleri gölgede bırakacak bir emparyalist politika uygulamaya baÅŸlamıştır.

Osmanlı devleti, 19 Nisan 1909’de Türk ve Bulgar hükümetlerince Ä°stanbul’da imzalanan bir protokol ile Bulgaristan’ın bağımsızlığını tanıyordu. Bu protokol; Bulgaristan Türklerinin Bulgarlarla eÅŸit haklara sahip olması ile birlikte özel azınlık haklarını, eÄŸitim ve dini hürriyetlerini bir kez daha güvence ve teminat altına alıyordu (ToÄŸrol, 1989: 18-70). 1909’da çıkartılan Bulgar Milli EÄŸitim Yasası ile, tüm eÄŸitim ve öğretim kurumları bir araya toplanıyor ve denetimi hükümet yönetimine bırakılarak merkezileÅŸtiriliyordu. Bulgar emsallerinden en az on kat daha yoksul olan Türk okulları, yerel ve genel yönetimlerden hiç maddi destek alamıyorlardı. Ayrıca anılan yasa ile Bulgar okullarına çeÅŸitli gelir getirici fonlar saÄŸlanırken Türk okulları bundan mahrum edildi. Amaç; Türk çocuklarını eÄŸitimsiz ve cahil bırakmaktı.

Bütün bu olumsuz ÅŸartlara raÄŸmen Bulgaristan Türk eÄŸitimi, yavaÅŸta olsa bir geliÅŸme içindeydi. Bulgaristan’da en fazla Krallık döneminde Türk basını canlılık göstermiÅŸtir. Bu dönemde yaklaşık 80 dolaylarında dergi ve gazete yayın hayatındaydı (ÅžimÅŸir, 1986: 49-51). 1909 tarihli Ä°stanbul protokolüne göre Bulgaristan’da bulunacak ve Türkiye’nin de onayı ile atanacak BaÅŸmüftü, Bulgaristan Müslümanları üzerinde büyük denetim ve kontrol yetkisine haizdi. Bu yetki; dini, hukuki, vakıf ve eÄŸitim-öğretim konularını içermekteydi. Daha sonra 26 Haziran 1919’da bir müftülük tüzüğü yürürlüğe girmiÅŸtir. Buna göre, müftülükler, Bulgaristan DışiÅŸleri ve Mezhepler Bakanlığı denetim ve atama yetkisi altına girmekte ve görevli müftü maaÅŸları devletçe ödenmektedir (ÅžimÅŸir, 1986: 48-49). Tıpkı 93 Harbi gibi 1912-13 Balkan Savaşıları da Türkler için tam bir felaket olmuÅŸtur. Türkiye, hiç beklenmedik ÅŸekilde bu savaşı kaybetmesi üzerine 550 yıldır ikinci Anayurt olan Rumeli’yi bırakarak Meriç’in gerisine çekilmek zorunda kalmıştır.

Bu savaÅŸ esnasında da bölge Türkleri büyük zulüm gördüğü gibi eÄŸitim öğretim kurumları da önemli tahribatlara uÄŸramıştır. Bu savaÅŸta yarısı Bulgarlar tarafından olmak üzere 200 bin Türk katledilmiÅŸtir. Ayrıca yine bu savaÅŸta 200 bini Bulgarlar tarafından olmak üzere 440 bin Türk yaÅŸadıkları topraklardan Türkiye’ye göç ettirilmiÅŸlerdir. Bu savaÅŸta Bulgaristan, Güney Dobruca’yı Romanya’ya bırakırken Batı Trakya’yı iÅŸgal ediyordu (ÅžimÅŸir, 1986: 51-54). Balkan Savaşı sonrası Bulgarların bölgede yaÅŸayan Türklere yönelik katliam ve soykırım hareketleri büyük ivme kazanmıştır. Ayrıca Türk isimlerini deÄŸiÅŸtirme, Hıristiyan olmaya zorlama ve milli kıyafetlerini yasaklama ve camileri yakma gibi bazı uygulamalar olmuÅŸtur (Turan, 1995: 295). Bu amaçla Bulgar Genel Kurmayı tarafından 1912’de hazırlanan plan ÅŸunları içermektedir: kültürel imha, soykırım, göç ettirme, tehcir ve sınırdışı. Balkan Savaşı sonrası iki ülke arasında 29 Eylül 1913’te imzalanan Ä°stanbul Barış AntlaÅŸması da, Bulgaristan Türklerinin önceki haklarını teyit etmektedir (ToÄŸrol, 1989: 71). I. Dünya Savaşında müttefik olan Türkiye ve Bulgaristan arası iliÅŸkiler yakınlaÅŸmış ve müşterek askeri birlikler Romanya cephesinde Ruslara karşı savaÅŸmıştır.

Bu yakınlaÅŸma atmosferinde Bulgar yönetimi, Türklere isim kullanma hakkını iade etmiÅŸtir (Turan, 1995: 295). SavaÅŸ sonrası Bulgaristan’ın 27 Kasım 1991’da imzaladığı Neuilly Barış AntlaÅŸması ile, ülkede yaÅŸayan tüm azınlıkların kültürel ve dini özgürlükleri teminat altına alınmıştır (ToÄŸrol, 1989: 71). Böylece Müslüman halka geniÅŸ dini haklar saÄŸlayan 1919 tarihli Bulgaristan Müslümanları TeÅŸkilat Nizamnamesi düzenlenmiÅŸtir (KekioÄŸlu, 1985: 32). NEUÄ°LLY ANTLAÅžMASI SONRASI BULGARÄ°STAN TÃœRKLERÄ° Çiftçi Partisi Dönemi ( 1918 – 1934 ) I. Dünya savaşında aynı ittifakta yer alan ve yenilen Türkiye ve Bulgaristan’da savaÅŸ sonrası önemli geliÅŸmeler olmuÅŸtur. Türkiye’de Milli Mücadelenin baÅŸladığı sırada Bulgaristan’da ise, önce ihtilal ve arkasından seçimle Çiftçi Partisi yönetime gelmiÅŸtir. Bu parti yönetimi altında Bulgaristan Türkleri ilk ve son kez rahat bir nefes almış ve 1919-23 yıllarını kapsayan bu dönemde en huzurlu günlerini geçirmiÅŸlerdir (KekioÄŸlu, 1985: 19). Türk azınlığa karşı gösterilen bu olumlu Bulgar tutumu; iki milletin henüz bitmiÅŸ olan I. Dünya savaşında silah arkadaÅŸlığı yapmaları ve ortak kaderi paylaÅŸmaları, iktidarın çiftçi desteÄŸine muhtaç olması ve ülke Türklerinin %80’inin çiftçi olması ve o günlerdeki devletler hukukunda azınlık lehine önemli deÄŸiÅŸiklikler yapılması gibi nedenler etken olmuÅŸtur. Ayrıca savaÅŸ sonrası Bulgaristan’ın imzaladığı Neuilly AntlaÅŸması, Bulgaristan Türk azınlığının dini, kültürel ve eÄŸitim alanındaki haklarını teminat altına alan hükümlerde içermekte ve bu durum da aynı dönemde bölge Türklerine yönelik Bulgar politikasını etkilemektedir (Eminov, 1990; ÅžimÅŸir, 1986: 54-57). 21 Temmuz 1921’de yürürlüğe giren Bulgar Milli EÄŸitim Yasası Türk okullarıyla ilgili ÅŸu yenilikleri içermektedir: ayrı bir müfettiÅŸ atanması, 20’den fazla okulu bulunan encümenlerin birer orta ve ilk okul öğretmeni seçmesi, Bulgarca eÄŸitim yapma zorunluluÄŸunun kalkması, okul fonları oluÅŸturulması, okul ve okul yapımına devlet desteÄŸi saÄŸlanması (KekioÄŸlu, 1985: 32). 1921/22 eÄŸitim döneminde Bulgaristan Türklerinin okul sayısı, 1712’ye ulaÅŸmıştır. Bu dönemde ayrıca Åžumnu’da bir Türk öğretmen okulu açılmış (1919), Türk öğretmenlere mesleki kurslar düzenlenmiÅŸ ve yine Åžumnu’da din adamı yetiÅŸtiren bir Ä°lahiyat (Nüvvab) okulu açılma hazırlıkları baÅŸlamıştır (1922’de açılan) (Yenisoy, 1997: 1781).

1923’de yapılan bir darbe ile Bulgaristan’da Çiftçi hükümetinin devrilmesi sonrası yönetime faÅŸist bir idare geçmiÅŸ ve ortaya atılan “Bulgaristan Bulgarlarındır” sloganı ile tekrar Türklere yönelik baskılar artmıştır (ToÄŸrol, 1989: 18-71). Bu faÅŸist yönetimin 1930 sonrası Türkleri cahil bırakma amaçlı kararları şöyle özetlenebilir: gerekli tüm yasal tedbirlerin alınması, okullarda verilen bilgilerin en basit seviyede tutulması, dini eÄŸitime ağırlık verilmesi ve Türk okullarında görevli Bulgar öğretmenlerin istihbarat amaçlı tutulması (Yenisoy, 1997: 1783-84). Yine bu dönemde 1926’da ilk mezunlarını veren ve 1947 yılına kadar hayatını sürdüren Åžumnu Ä°lahiyat Okulu, öğretmen okulunun 1928’de kapatılmasından itibaren daha çok öğretmen yetiÅŸtirme amaçlı görev icra etmiÅŸtir (ÅžimÅŸir, 1986: 66-73). 1920’lerde Bulgaristan Türkleri, Müftülük ve Türk Öğretmenler BirliÄŸi vasıtası ile ülke düzeyinde örgütlenmiÅŸlerdi. II. Dünya Savaşı öncesi Bulgaristan’da 25 olan müftü sayısı bu savaÅŸ esnasında iÅŸgal edilen topraklarla (Batı Trakya ve Yugoslavya’nın bir kısmı) birlikte geçici olarak 40’a çıkmıştır.

Ancak savaÅŸ sonrası komünist dönemde bu sayı sürekli azaltılarak 1959’da 6’ya indirilmiÅŸtir. Ayrıca II. Dünya Savaşı sonrası dönemde müftüler, hükümetçe atanan birer kukla durumundadır. 1938’den itibaren müftülerin hukuki yetkileri kaldırılmıştır. Türk Öğretmenler BirliÄŸi, birlik ve beraberliÄŸi geliÅŸtirme ve eÄŸitim kalitesini yükseltmenin yanı sıra Türk çocuklarının milliyetçi, Türklük ÅŸuuruna sahip ve Türkiye’ye baÄŸlı bir nesil olarak yetiÅŸtirilmesi çabası içindeydi. Ayrıca bu birlik, Türkiye’deki geliÅŸmelere paralel Temmuz 1928’de ülke çapında Türk okullarında Latin alfabesi ile eÄŸitime geçme kararı aldı (Lom’daki kongrede) ve bu konuda hazırlıklara baÅŸladı. Ancak Bulgar Milli EÄŸitim Bakanlığı, bu giriÅŸimi 10 Ekim 1928’de yayınladığı bir genelge ile dört sene müddetince yasakladı. Bunu üzerine Bulgaristan Türk Öğretmenler BirliÄŸi ve Türkiye hükümeti, Bulgar hükümeti nezdinde giriÅŸimlerde bulunarak bu ertelemeden vazgeçilmesini talep ettiler.

Bu çabalar neticesinde kısa bir süre sonra Türk okullarında Latin alfabesine geçme ertelemesinden vazgeçildi. Böylece 1928/29 öğretim yılından itibaren yeni alfabeye geçildiÄŸi gibi Bulgaristan Türkleri arasında da Millet Mektepleri (yaÅŸlı nesle yeni yazıyı öğretmeyi amaçlayan) yaygınlaÅŸtı ve Türk Basını da yeni harfleri kullanmaya baÅŸladı. Türk Öğretmenler BirliÄŸinin faaliyetleri, 1933 sonrası yasaklanmıştır (ÅžimÅŸir, 1986: 95-98). Türkiye’nin Milli Mücadeleden baÅŸarı ile çıkması ve bağımsızlığını kazanması, Bulgaristan Türk gençliÄŸini de sevince boÄŸmuÅŸtu. Böylece çeÅŸitli kültürel ve sportif amaçlı birçok gençlik kulüpleri kuruldu ve kısa sürede tüm Bulgaristan Türk yörelerine yayıldı. Bu spor kulüp temsilcileri 1924’de Rusçuk’ta birincisi olmak üzere her yıl farklı bir ÅŸehirde kongreler tertip ettiler ve bir birlik oluÅŸturarak müşterek hareket etme kararı aldılar. Bu tür toplantıların üçüncüsünün düzenlendiÄŸi 1926 Varna kongresinde Bulgaristan Türk Spor BirliÄŸinin adı “Turan” olarak deÄŸiÅŸtirildi.

Atatürkçü bir çizgide bulunan Turan dernekleri, çok kısa bir süre içinde Türklerin bulunduÄŸu hemen tüm birimlere yayıldı. Ayrıca bu derneÄŸin yayın organı olarak Turan adlı bir gazete de 1928’de yeni Türk harfleri ile basılmaya baÅŸladı. Çok kısa bir sürede Bulgaristan Türk gençleri arasında Türklük bilincinin oluÅŸması ve Atatürkçülük fikirlerinin yayılmasına vesile olan Turan derneÄŸi, sekizinci ve son kongresini 1933’de Rusçuk’ta yaptıktan sonra ertesi yıl kapatıldı. Kapatıldığında bu dernek, 95 ÅŸube ve 5 bin aktif üyeye sahipti (ÅžimÅŸir, 1986: 98-106). 18 Ekim 1925’te imzalanan Türk – Bulgar Dostluk AnlaÅŸması, Neuilly AntlaÅŸma kapsamındaki azınlık haklarını Bulgaristan Türklerine ve Lozan AntlaÅŸması kapsamındaki azınlık haklarını da Türkiye’de yaÅŸayan Bulgarlara uygulanmasını karar altına almıştır (ToÄŸrol, 1989: 72; EroÄŸlu, 1987: 30-31). Yine bu anlaÅŸmaya göre; her iki ülkede azınlık konumunda bulunan Türk ve Bulgarlar, yanlarına taşınabilir mallarını alarak serbestce göç edebileceklerdi (Tarihte Türk Bulgar Ä°liÅŸkileri, 1976: 106; ÅžimÅŸir,1987: 53). 1930’lı yıllarda Bulgaristan’daki soydaÅŸlar üzerine baskılar artmış, yeni yazı yasaklanmış ve birçok Türk okulu kapatılmıştır. Yine bu kapsamda Bulgar yönetimi bir dizi karar alarak soydaÅŸlarımızın Türkiye ile kültürel baÄŸlarını koparmak ve birliklerini zayıflatmak veya onları Türkiye’ye göçe zorlama gayretleri içine girmiÅŸtir (Eminov, 1990). Bu kapsamda; Türkiye’ye göçü teÅŸvik, aydın din adamlarını görevden uzaklaÅŸtırma, okullarda tekrar Arap harfleri ile eÄŸitime geçme gibi politikalar uygulanmıştır (Yenisoy, 1997: 1782).

Bu arada Atatürk’ün gayretleri ile 9 Åžubat 1934’te kurulan Balkan Paktı’na Bulgaristan, komÅŸularına ait topraklar üzerinde iÅŸgal emelleri olmasından ötürü katılmamıştır (Tarihte Türk Bulgar Ä°liÅŸkileri, 1976: 95). Bulgaristan Türkleri, 31 Ekim – 3 Kasım 1929 tarihleri arasında 450 delegenin katıldığı Sofya’da bir Milli Kongre düzenleyerek problemlerini tartışmış ve çözümü doÄŸrultusunda kararlar almışlardır. Kongrede çeÅŸitli sorunların ele alındığı ÅŸu altı komisyon oluÅŸturulmuÅŸtur: Maliye, Müftülükler ve Åžeriye Mahkemeleri, Hayır Kurumları, Maarif, Ä°slam Cemaatleri ve Vakıflar. Müftülükler Komisyonu; bu kurumların ıslahı, müftülerin seçimle gelmesi ve keyfi görevden alınmaması gibi kararlar almıştır. Maarif komisyonu ise, yeni Türk alfabesi ile eÄŸitime karar vermiÅŸtir. Ayrıca diÄŸer kararlar; Türklere uygulanan okul vergilerinin hafifletilmesi, okul bütçelerinin müftülerce onaylanması, hükümetçe alınan okul tarlalarının iadesi gibi hususları içeriyordu. Daha sonra bu kongre kararları Bulgar hükümetine iletilmiÅŸtir. Bu ve benzeri kararlar, hükümetçe dikkate alınmadığı gibi Türk eÄŸitimi üzerindeki baskılar daha da artırıldı. 1930’lardan itibaren Türk okullarını kapatma politikası, 1946’da bu okulların devletleÅŸtirilmesi ve eÄŸitim dilinin Bulgarca yapılması ile doruÄŸa çıktı.

Ayrıca 1934 hükümet deÄŸiÅŸikliÄŸi akabinde kongreye iÅŸtirak edenlere karşı Bulgarlar, açıktan cephe almıştır (ÅžimÅŸir, 1986: 106-128). Böylece müşterek hareket yeteneÄŸini kaybeden soydaÅŸlarımızın hakları, Bulgar yönetimlerince daha kolay gasbedilmiÅŸtir (KekioÄŸlu, 1985: 28-29). FaÅŸist Dönem ( 1934 – 1946 ) Bulgaristan kurulduÄŸunda birçok yörede Türkler çoÄŸunluktaydı. Bu durum göçlerle azaltıldı. 1934 sonrası Bulgarlar, bir toprak ihtilali yaparak Türklerin elindeki arazilere el koydular (KekioÄŸlu, 1985: 26-27). II. Dünya Savaşı baÅŸladıktan sonra Bulgaristan, 1 Mart 1940’ta Berlin Paktı’na girmiÅŸ ve Almanya safında savaÅŸa katılmıştır. Çünkü Bulgarlar; Dobruca, Makedonya ve Batı Trakya’yı almak istiyorlardı. 1 Aralık 1943 Tahran Konferansı’nda müttefikler, Bulgaristan’ı Sovyet nüfuzuna bırakma kararı aldılar (ToÄŸrol, 1989: 72). Bunun üzerine Rusya’nın yardım ve desteÄŸi ile kurulan gizli vatan cephesi militanları 1942’de Bulgaristan’da bir iç savaÅŸ baÅŸlattılar. Bulgar toprakları, 5 Eylül 1944’ten itibaren Sovyet Kızıl Ordusu tarafından iÅŸgal edildi; 15 Ekim 1944’de ise ülke, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti adını aldı. SavaÅŸ sonrası 1946’da yapılan referandumla da ülke, sosyalist aile üyelerinden biri olmuÅŸtur (Tarihte Türk Bulgar Ä°liÅŸkileri, 1976: 94-95). 1944’de yönetime gelen komünistler, azınlık desteÄŸini temin için önce baskı politikasına son verdi. Ancak 1946 sonrası özel okul statüsündeki Türk okullarını devletleÅŸtirdi ve arkasından da tek tip bir sosyalist Bulgar toplumu oluÅŸturmaya kalkıştı (Turan, 1995: 295).

Okullardan din derslerinin kaldırılmasını Türkçenin yasaklanması ve Türk adlarının deÄŸiÅŸtirilmesi izlemiÅŸtir (Hüseyin, 1995: 46). Bu dönemde Türk azınlık okullarının sayısı, 1200’e kadar ulaÅŸmış, Türkçe kitaplar bile basılmıştı. Bulgarca hariç diÄŸer tüm dersler Türkçe yapılan bu okulların giderleri, soydaÅŸlarımız ve vakıflar tarafından karşılanmaktaydı. Ancak 12 Ekim 1946’da çıkarılan bir yasa ile; okul ve camilere ait vakıflar kamulaÅŸtırılmış, özel statüdeki Türk okulları devletleÅŸtirilmiÅŸ ve EÄŸitim Bakanlığı denetimine girmiÅŸtir (ToÄŸrol, 1989: 72-73). 1944 öncesi Türk okullarında 23 olan ders kitap adedi, 1953/54 öğretim yılında 85’e yükselmiÅŸtir. Türk okulları ve bu okullarda okutulan ders kitaplarındaki artış, Türk çocuklarına komünist ideoljiyi aşılama niyetine dayanmaktadır (Yenisoy, 1997: 1783-84). Böylece Türklerin gelecekle ilgili endiÅŸeleri artmış ve göç istekleri kamçılanmıştır (Eminov 1990; ÅžimÅŸir, 1987: 58-59).

Ancak II. Dünya savaşı esnasında Türklerin satacakları mal bedellerini ülke dışına çıkartma yasağı göçü engellemiÅŸtir (ToÄŸrol, 1989: 18-19). Türk azınlık okullarının devletleÅŸtirilmesi sonrası yeni ders kitapları da hazırlanmıştı. 1947/48 öğretim yılından itibaren okutulmaya baÅŸlanan bu kitaplar, bir geçiÅŸ dönemi kitaplarıydı. Yani bunlar; 1930’ların milliyetçilik, Türklük aşılayan kitaplarına benzemediÄŸi gibi komünist ideolojinin propagandasını da içeren kitaplar deÄŸildi. Müteakip yıllarda Bulgaristan Türk azınlık okul müfredatları, belirli bir plan ve program dahilinde sürekli deÄŸiÅŸtirilerek Türk çocuklarını komünistleÅŸtirme istikametinde geliÅŸmiÅŸtir. Hatta bu uygulama kapsamına kreÅŸ ve anaokulları da dahil edilerek ve buralarda da Bulgarca eÄŸitim verilmiÅŸ ve komünist terbiyenin ilk tohumları atılmıştır. Genel komünist eÄŸitim sistemi içinde Türkiye yabancı ve bir düşman devlet olarak öğretilirken; Sovyetler BirliÄŸi, sonsuz hayranlık ve minnet duyulacak bir anavatan olarak öğretilmiÅŸtir (ÅžimÅŸir, 1986: 196-232).

Türkiye’nin bağımsızlığını kazanması akabinde Türkiye ve Bulgaristan arasında 18 Ekim 1925’te Ankara imzalanan ikamet sözleÅŸmesi ile Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçler konusu hukuki temellere oturtuluyordu. Bu sözleÅŸme sonrası yıllarda da çeÅŸitli Türk göçleri yaÅŸanmıştır. ÖrneÄŸin 1923-39 yılları arasında yaklaşık 200 bin soydaÅŸ Türkiye’ye gelmiÅŸtir. II. Dünya Savaşı baÅŸları ve sonrası yıllarda ülke dışına çıkışlar yasaklanmış olduÄŸundan benzer göçlerde bir yavaÅŸlama olmuÅŸ ve böylece göçmen sayısı 20 binde kalmıştır. Birinci Sosyalist Dönem ( 1946 – 1970 ) II. Dünya Savaşı sonrası Bulgaristan’da rejim deÄŸiÅŸikliÄŸi olmuÅŸ ve ülkede bir komünist dönem baÅŸlamıştır. Bu yıllarda büyük iÅŸgücü ihtiyacı duyan Bulgaristan, bir taraftan Türk göçünü engelleme çabasındayken; diÄŸer taraftan da, Türk sosyal kurum ve topraklarına el koyarak huzursuzluk ve göç isteÄŸini artırma gibi çeliÅŸkili bir tutum içindedir (Tarihte Türk Bulgar Ä°liÅŸkileri, 1976: 107). Bu karmaşık ortamda Türk azınlığa ait tarlalar ellerinden alınmaya, okullar devletleÅŸtirilmeye ve BulgarlaÅŸtırılmaya, önemli Türk aydınlar tutuklanmaya baÅŸlandı.

Özellikle 1947 sonrası artan bu tür baskı politikaları, Türk azınlık üzerinde infial yarattı ve milli benlik ve yeni nesilleri koruma endiÅŸesine sevketti. Böylece büyük bir soydaÅŸ kitlesi, Türkiye yetkili ve diplomatik temsilciliklerine müracaat ederek göç taleplerini iletmiÅŸlerdir. Bu talepleri deÄŸerlendiren Türk hükümeti, 31 Mayıs 1947’de aldığı bir kararla II. Dünya Savaşında Sovyetler BirliÄŸi’nden Avrupa’ya sığınan soydaÅŸlarımızdan mülteci kabulü ile Bulgaristan’dan serbest göçmen (hükümetten yardım almıyacak) kabulünü karara baÄŸlıyordu. Bu kapsamda 1947-50 arası her yıl 1-2 bin arası bir göçmen kitlesi gelmiÅŸtir. Ama 10 AÄŸustos 1950’de Bulgar hükümeti, Türkiye’ye bir nota vererek Bulgaristan Türklerinden 250.000 kiÅŸinin üç ay içinde Türkiye’ye göçmen olarak alınmasını talep etmiÅŸtir. Bunun üzerine gergin olan Türk-Bulgar iliÅŸkileri daha da kötüleÅŸti ve karşılıklı bir nota düellosuna girildi (ÅžimÅŸir, 1986: 212-223). Bulgaristan adeta bir tehcir operasyonu ile Türk ekonomisini felç etmek ve Türkiye’yi cezalandırmak istiyordu.

Ayrıca Bulgaristan, göçmen kitleleri arasına bazı zararlı insanlar sokmayı ve göçmenlerin mallarını yok pahasına satmalarını arzuluyordu. Bulgar entrikalarını engellemek için Türkiye, Bulgaristan’dan gelecek soydaÅŸlara vize uygulamış ve bu kapsamda 1 Ocak 1950 ile 30 Eylül 1951 tarihleri arasında 212.150 kiÅŸiye Türkiye’ye giriÅŸ vizesi vermiÅŸtir (bunların hepsi Türkiye’ye gelemediler). Türkiye, Ocak 1950’den baÅŸlayan ve gittikçe artan oranlarda göçmen kabul etmiÅŸtir. Ancak üç aylık bir süreçte 250.000 kiÅŸinin kabulü mümkün deÄŸildi. Bu ÅŸekilde göç akını sürerken Bulgarlar, Türk göçmenler arasına vizesiz bazı kimseler ile Çingeneler soktular. Bunun üzerine Türkiye, bunları Bulgaristan’a iade etmek istemiÅŸ ve Bulgaristan ise buna yanaÅŸmamıştır. Arkasından Türkiye, 7 Ekim 1950’de sınırı kapattı. Vizesiz kimselerin geri alınacağı ve bir daha da benzer olayların yaÅŸanmayacağının Bulgarlarca kabul edilmesi üzerine, Türk-Bulgar sınırı 2 Aralık 1950’de tekrar açıldı. Bunun üzerine 1950-51 kışının Aralık, Ocak ve Åžubat aylarında 20’ÅŸer binin üzerinde göçmen kitlesi Türkiye’ye sığındı.

Nisan’da Türk hükümeti aldığı bir kararla 1 Ocak 1950’den beri Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelmekte olan tüm göçmenler “iskanlı göçmen” statüsüne (yani devlet desteÄŸi verilecek) alındı (ÅžimÅŸir, 1986: 224-225). 1951 yazı esnasında sayıları gittikçe azalmakla birlikte göç yürüyordu; ama Bulgaristan, yine göçmenler arasına bazı vizesiz ve Çingene kiÅŸileri soktu. Bunun üzerine Türkiye, Haziran-Ekim 1951 tarihleri arasaında altı nota vererek istenmeyen kiÅŸilerin geri alınmasını ve sahtekarlık yapanların bulunup cezalandırılmasını talep etti. Bulgarların Türk notalarına olumlu bir cevap vermemesi üzerine Türkiye, 8 Kasım 1951’de ikinci kez Türk-Bulgar sınırını kapattı. Buna karşılık Bulgar hükümeti, 30 Kasım 1951’de Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçü kesin olarak yasaklıyordu (Eminov 1990; ÅžimÅŸir, 1986: 226-227). 1950-51 yıllarını kapsayan dönemde toplam 154.393 soydaÅŸ Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçmen olarak gelmiÅŸtir (ToÄŸrol, 1989: 73). Bu göçmenler, kısa sürede ev sahibi olmuÅŸ ve üretici duruma geçmiÅŸlerdir. Sosyalist bir ülkeden kapitalist Türkiye’ye göç, komünist camiada hoÅŸ karşılanmamış ve Stalin’in emri ile durdurulmuÅŸtur. Ayrıca Stalin, Bulgaristan Türklerinin ileride Türkiye’de yapılacak sosyalist devrimin öncüleri olarak yetiÅŸtirilmelerini de emreder.

Bunun üzerine Bulgaristan’da kapatılmış olan Türk okulları Türkçe eÄŸitim verecek ÅŸekilde yeniden açılır. Ancak 1950-51 yıllarındaki büyük göçle yetiÅŸmiÅŸ elemanların çoÄŸu Türkiye’ye göçtüğünden öğretmen sıkıntısı çekilir. Bu problemin çözümü için Bulgaristan Türklerinin eÄŸitiminde “Azerbeycan” model seçilir ve 1952 yılında bu ülkeden Bulgaristan’a birçok Azeri uzman ve danışman getirilir. Azeri uzmanlar Bulgaristan Türk eÄŸitimini inceledikten sonra hazırladıkları raporda Türklerin eÄŸitim açısından çok geri kaldığı ve alınması gerekli tedbirleri belirtmiÅŸlerdir. Bunun üzerine Bulgar hükümeti, Bulgaristan Türk okullarının durumunu iyileÅŸtirmek için 5 AÄŸustos 1952 günü bir dizi kararlar alır. Bunlar; Türk pedagoji okulları açılması (Kırcaali, Razgrat ve daha sonra Sofya’da), Türk kız lisesi ve ortaokulu açılması (Rusçuk’ta), Türk öğrencilere burslar verilmesi, yeni Türkçe ders kitapları hazırlanması ve Sofya Ãœniversitesi’nde Türkler için yeni bölümler açılması gibi konuları içeriyordu (Yenisoy, 1997: 1784-86).

Yeni açılan okularda bazı Azeri hocalar da görev almış ve Bulgaristan Türklerinden seçtikleri asistanları yetiÅŸtirmiÅŸlerdir. Yine bu dönemde 30 dolayında Türk öğrenci, yüksek öğrenim yapmak için Azebeycan’a gönderilmiÅŸtir. Azeri uzmanlar, Bulgaristan Türk okul müfredatlarının geliÅŸmesi ve güncelleÅŸmesine büyük katkı saÄŸlamışlardır (Yenisoy, 1997: 1786-87). Ancak Bulgaristan Türklerine uygulanan sosyalist içerikli eÄŸitim planı tutmamış; bilakis Azeri Türk uzmanların gayretleri ile soydaÅŸlarımızın Türklük bilinci ve milliyetçilik duyguları daha fazla artmıştır (ToÄŸrol, 1991: 47). Stalin’in ölümü ve Türkiye’de sosyalist bir devrimin mümkün olamayacağının anlaşılması ile Bulgar yönetimi, Türk azınlığa yönelik politikaları silbaÅŸtan deÄŸiÅŸtirmiÅŸtir. Bu kapsamda; 1956’dan itibaren Azeri uzmanlar ülkelerine gönderilmiÅŸ, Sofya Ãœniversitesi’ndeki Türklere ait bölümler kapatılmış, Türk öğretmen okulları ve liselerindeki eÄŸitim dili tekrar Bulgarca olmuÅŸtur. Ayrıca yüksek okul mezunu Türk gençlerine uzmanlık alanlarında görev verilmemiÅŸtir. Daha sonra Türklere ait ana, ilk ve ortaokullar ile liseler kapatıldı, Türk tiyatro faaliyetleri durduruldu, komünist propaganda içerikli hariç Türkçe kitap basımı yasaklandı, Türkçe radyo yayını sona erdi (Yenisoy, 1997: 1787-88). Komünist rejim döneminde Bulgaristan’da sanayileÅŸme ve ağır sanayi geçiÅŸ çabalarında konunun sosyal boyutu düşünülmedi. Böylece köyler boÅŸaldı.

DiÄŸer taraftan kooperatiflerin yaygınlaÅŸması ve özel mülküyetin yasaklanması, tarımsal ve zirai üretimde verimsizliÄŸe neden oldu. Bu durum, bir tarım ülkesi olan Bulgaristan’ın dış pazarlara tarımsal ürünler ve kaliteli sanayi mamülleri satamamasına sebep oldu (ÇavuÅŸ, 1997: 1773-75). 1949-1956 yılları arası dönemde toprakların kollektifleÅŸtirilmesi ile Türkler, çok daha kötü duruma ve ikinci sınıf vatandaÅŸ konumuna düştüler. Ayrıca bu dönemde; toplu halde yaÅŸayan ve kültürlerini muhafaza eden soydaÅŸlarımızın dağıtılması ve asimile edilmesi de sistematik hale getirilecektir. 1950’lerde Bulgaristan’da komünist içerikli bir Türk eÄŸitimi geliÅŸti. Bu durum; 1946’da Türk okullarının devletleÅŸtirilmesi ile baÅŸladı, 1950-51 göçü ardından yoÄŸunlaÅŸtı ve 1959-60 öğretim yılında Türk okullarının Bulgar okulları ile birleÅŸtirilmesiyle sona erdi. Bulgar faÅŸist ve komünist yönetimleri, Türklerin sosyal ve kültürel varlıklarını ortadan kaldırmayı amaçlayan ve birbirlerini tamamlayan politikalar tatbik etmiÅŸlerdir.

Sosyalist dönemde baÅŸlayan Türk eÄŸitimini kalkındırma çabaları çok kısa ömürlü oldu. Türk pedagoji okullarıyla liseleri, 1956/57 kapatıldı. 1958/59 öğretim yılında ise, Türk azınlık okulları Bulgar okullarıyla birleÅŸtirildi (Eminov 1990; ÅžimÅŸir, 1986: 241-250). Türk okulları 1946’da devletleÅŸtirilmiÅŸ olmakla birlikte Bulgarlardan ayrı Türkçe eÄŸitim yürütüyorlardı. Bu eÄŸitimin içeriÄŸi sosyalist idi. Todor Jivkof yönetimi altındaki Bulgar hükümeti, tüm Türk azınlık okullarını kapatarak BulgarlaÅŸtırıyordu. Ä°lkokullardaki uygulama üçe ayrıldı: (1) nüfusu tamamen Türk olan köy ve mahalle okulları bu durumunu korudu, (2) Türk ve Bulgarların birlikte yaÅŸadıkları ve Türklerin çoÄŸunlukta olduÄŸu yerlerde karma sınıflar oluÅŸturuldu ve eÄŸitim dili Bulgarca oldu ve (3) Türk ve Bulgarların birlikte yaÅŸadıkları ve Türklerin azınlıkta olduÄŸu yerlerde Türk çocukları, Bulgar okullarına aktarıldı.

Ayrıca yine aynı dönemde Türk ortaokulları da BulgarlaÅŸtırıldı ve Bulgar ortaokulları ile birleÅŸtirildi. Bu uygulamalarla; Bulgaristan Türklerinin Türkiye’den koparılması, BulgarlaÅŸtırılıp Bulgarlarla kaynaÅŸtırılması amacı güdülüyordu. Bu uygulamalarla birlikte birçok Türk öğretmen açığa alındı ve Türkçe ders kitapları toplatıldı. Bu uygulamalar demokratik usül ve yöntemlerle deÄŸil tepeden inme komünist parti kararlarıyla yaptırılmıştır. Türk dili eÄŸitimi her geçen gün azalmış ve 1970’ye gelindiÄŸinde tamamen ortadan kalkmıştır (Creed 1990; ÅžimÅŸir, 1986: 251-257). 1950-51 göçünden sonra Bulgaristan’daki ilk genel nüfus sayımı 1 Aralık 1956’da yapıldı. Bu nüfus sayımına göre Türklerin sayısı 1 milyon kadardır (Pomakların sayısı ayrı gösterilmekte). Türkler genelde köylerde yaÅŸamaktadır. Sekiz yaÅŸ ve üstü 505 bin olan Türklerin yaklaşık üçte birinin okuma bilmemesi ve çeÅŸitli düzeylerde okul bitirmiÅŸ olanların ise çok az olması konunun vahametini göstermektedir. Bu amaçla tüm Bulgar yönetimleri ortak çaba harcamışlardır (Eminov 1990; Creed 1990; ÅžimÅŸir, 1986: 262-266). 1960’larda 27 Mayıs ihtilali ve sonrası geliÅŸmeler, koalisyon hükümetleri ve Kıbrıs sorunu v.b. gibi meselelerle uÄŸraÅŸan Türkiye, komÅŸu Bulgaristan’daki soydaÅŸların eÄŸitimine gerekli ilgi ve alakayı gösteremedi. Todor Jivkof yönetimi, köklü Bulgaristan Türk eÄŸitimini boÄŸazladı. Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç kampanyası ve bu amaçla Türk temsilciliklerine yapılan resmi müraacatlar, 19 Mart 1964’te 400 bine ulaÅŸmıştı.

Bu kampanyanın gerisinde Türk azınlık okullarının kapatılması ile yeise düşen ve BulgarlaÅŸtırılacağı hissine kapılan soydaÅŸ kaygıları yatmaktadır. Ancak göç konusu Bulgar makamlarınca ÅŸiddetle yasaklanıyor ve kelimenin telafuzu dahi ağır ceza gerektiriyordu. Bulgarları kaygılandıran ve endiÅŸeye sevkeden husus, çok ağır iÅŸlerde çalışan Türklerin göçmesi ile iÅŸlerin aksayacağı ve Bulgar ekonomisinin zarar göreceÄŸi idi. Kısa bir süre sonra Bulgaristan’da Türk olmak veya kalmakta suç sayılmaya baÅŸlanacaktır (Creed, 1990). Bulgaristan, kurulduÄŸu günden itibaren sistemli bir ÅŸekilde Türk azınlığı yok etmeye çalışmıştır. Bu amacın son halkalarından birisi olarak 17 Temmuz 1970’da Bulgaristan Merkez Politbüro yetkilileri 549 sayılı “gizli tehdiÅŸ ile milliyet ve din deÄŸiÅŸtirme” kararı almışlardır (ToÄŸrol, 1991: 48; ToÄŸrol, 1989: 74-75). Bu dönemde Bulgar yönetimi, bir “Komünist-Bulgar-Slav toplumu” yaratma fikrini benimsemiÅŸ ve azınlıkların din, dil ve isimlerini deÄŸiÅŸtirme planları yapmıştır. Önce Çingene, Gagavuz ve Pomak Türklerinin adları deÄŸiÅŸtirilmiÅŸ ve arkasından da diÄŸer Türklere benzer yöntemler uygulanmıştır. Bu uygulamaya karşı gelenler çok ağır cezalara çarptırılmışlardır. ÖrneÄŸin 1972’deki Rodoplar’daki uygulamada 10 binin üzerinde masum soydaşımız katledilmiÅŸtir.

Bulgarları bu tür çılgın karar ve uygulamalara iten nedenlerin başında, Türklerin hızlı nüfus artışı karşısında Bulgarların zamanla azınlığa düşme endiÅŸesi yatmaktadır. Nitekim bu kaygılar, çeÅŸitli resmi toplantı ve raporlarda dile getirilmiÅŸtir (ToÄŸrol, 1991: 50-65). 1964’te Türk-Sovyet iliÅŸkilerinin geliÅŸmesine paralel Türk-Bulgar iliÅŸkileri de iyileÅŸmiÅŸtir. Bu kapsamda Bulgaristan’la; ticaret anlaÅŸması (1965), ekonomik, sosyal ve kültürel haklar sözleÅŸmesi (1966), ve medeni ve siyasi haklar sözleÅŸmesi (1966) imzalanmıştır. Ayrıca iki ülke arasındaki parçalanmış ailelerin birleÅŸtirilmesini amaçlayan “Yakın Akraba Göç AnlaÅŸması” da uzun pazarlık ve görüşmeler neticesinde Türk ve Bulgar DışiÅŸleri Bakanları tarafından 22 Mart 1968’de Ankara’da imzlanmıştır (ToÄŸrol, 1989: 74-75). 1969-78 yılları arasındaki göçün kökü, 1950’lere dayanıyordu. O yıllarda Türkiye’ye gelen bazı soydaÅŸların yakın akrabaları Bulgaristan’da kalmıştı. Bu nedenden parçalanmış aileler birleÅŸmek istiyordu. DiÄŸer taraftan vize almış, malını mülkünü satmış bir çok Türk sınırın kapatılmasından dolayı göç umutları içinde Bulgaristan’da kalmıştı.

Bu konular iki komÅŸu ülke arasında potansiyel bir sorun oluÅŸturuyordu. Türkleri göçe iten nedenlerin başında 1949-1956 yılları arası Bulgaristan tarım topraklarının kollektifleÅŸtirilmesi olmuÅŸtur. Bu vesile ile çoÄŸunluÄŸu çiftçi olan Türklerin toprakları ellerinden alınmıştı. Bu durumda Bulgaristan’daki soydaÅŸlar ve onların Türkiye’de bulunan yakınları Türk makamlarına müracaat ederek göç taleplerini iletmiÅŸlerdir. Bunun üzerine Türk DışiÅŸleri Bakanlığı, Bulgar makamları ile temasa geçerek bir göç anlaÅŸması yapmanın yollarını aradı. Ancak Sofya hükümeti, tüm iyi niyetli çaba ve giriÅŸimleri geri çeviriyordu. Bu arada 1959-60 öğretim yılında Türk azınlık okullarının Bulgar okulları ile birleÅŸtirilmesi ve Türkçe eÄŸitimin yasaklanması ile de soydaÅŸların göç arzuları daha fazla arttı. Mart 1964’e gelindiÄŸinde resmen Türk makamlarından göç talep eden soydaÅŸ sayısı 400 bini bulmuÅŸtu. Türkiye’deki koalisyon hükümetinin müsbet çabalarına Bulgarların yapıcı bir yaklaşım göstermemesi, çözümü savsaklıyordu. 21 AÄŸustos 1966’da Bulgaristan DışiÅŸleri Bakanı Ivan BaÅŸef’in Türkiye ziyareti sırasında yapılan görüşmelerde bir çözüm ihtimali belirdi. Sınırlı da olsa göç hususunda ortak irade oluÅŸtu. Bu kapsamda Türk ve Bulgar uzmanların Aralık 1966 – Ocak 1967 arası Sofya ve Kasım 1967’de Ankara’da yaptıkları görüşmelerden bir sonuç alınamadı (ÅžimÅŸir, 1986: 314-318). Uzun müzakereler neticesinde bir göç anlaÅŸması imzalandı ve 24 Åžubat 1968’de Türk DışiÅŸleri Bakanlığı tarafından kamuoyuna duyuruldu.

Buna göre; 1952 yılına kadar Türkiye’ye göç etmiÅŸ Bulgaristan Türklerinin birinci dereceli yakınları serbest statülü göç kapsamına alınıyor ve belirli bir plan ve program dahilinde Türkiye’ye gelmelerine izin veriliyordu. Ayrıca soydaÅŸlar, Bulgaristan’daki gayri menkullerini satıp alacakları bazı malları da Türkiye’ye getirebileceklerdi (bu durum pek iÅŸlemedi). Göç anlaÅŸması, iki ülke dışiÅŸleri bakanları tarafından 22 Mart 1968’de Türkiye’de imzalandı. Bu anlaÅŸma, 17 Mart 1969’da TBMM onaylandı. Daha sonra 8 Ekim 1969’da ise ilk göçmen kafilesi Edirne KaraaÄŸaç istasyonuna geldi. Bunu izleyen on yıl boyunca da her hafta (Aralık-Mart ayları hariç) göç kafilelerinin gelmesi sürmüş ve bu kapsamda gelen göçmen sayısı tüm tahminlerin aksine 130 bin gibi büyük bir sayıya ulaÅŸmıştır (ÅžimÅŸir, 1986: 319-338). Böylece cumhuriyet tarihinde Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelen göçmen sayısı 600 bini aÅŸtı (ÅžimÅŸir, 1987: 65).

Ä°kinci Sosyalist Dönem ( 1970 – 1989 ) 1980’li yıllarda Bulgaristan nüfusunun %40 dolayında bir kısmını teÅŸkil eden Türkler, diÄŸer azınlıklarla birlikte ülkede çoÄŸunluktaydı. Yani Bulgarlar, azınlık durumundan kurtulmak için Türkleri asimile etme ve/veya Türkiye’ye göçe zorlamaktaydı. Ayrıca Türklerin milli ve dini benliklerini korumaları, komünist ideoloji ve diÄŸer benzeri propogandalardan etkilenmemeleri de Bulgar yönetimini telaÅŸa ve kendi açılarından acil çözümler aramaya sevk etti. Türklerin bu özelliÄŸi güçlü aile yapsına sahip olmalarına dayanmaktadır (ToÄŸrol, 1991: 65-68). 1960-84 arası yapılan her türlü psikolojik baskı, propaganda ve teÅŸviÄŸe raÄŸmen hiç bir Türk, kendiliÄŸinden ad deÄŸiÅŸtirmeyi düşünmedi. Zorla ad deÄŸiÅŸtirme iÅŸlemine önce Pomaklardan baÅŸlandı ve bunların adları 1972-74 arası zorla deÄŸiÅŸtirildi (bu esnada 200 bin Türkte aynı kaderi paylaÅŸtı). Arkasından Türk-Bulgar iliÅŸkileri en iyi seyrettiÄŸi 1981-83 arası dönemde aynı iÅŸlemler Müslüman Çingenelere tatbik edildi (bu esnada 100 bin Türkte benzer kaderi paylaÅŸtı) (Creed 1990; ÅžimÅŸir, 1986: 339-353). Bu çaÄŸdışı uygulamalara uluslararası kamuoyunun tepki göstermemesi üzerine Bulgar yönetimi, aynı iÅŸlemi tüm Bulgaristan’ı kapsayacak ÅŸekilde geniÅŸletmiÅŸtir (ToÄŸrol, 1991: 52-53).
Bulgarlar, 1984 sonbaharında büyük Türk kitleleri üzerine yürüyerek zorla ve kanlı bir ÅŸekilde onların adlarını deÄŸiÅŸtirmeye baÅŸladılar. 1985 baÅŸlarında Bulgaristan’dan gelen haberlerle Türk ve dünya kamuoyu sarsıldı. Bu ülkede yaÅŸayan Türklere karşı, ad deÄŸiÅŸtirme, baskı, zulüm ve katliamlar doruk noktasına çıkmıştı. 1984-85 kışının çok ağır geçmesi ve tüm yerleÅŸim birimlerinin dışarı ile baÄŸlantılarının kesilmesini saÄŸlamış; Türk bölgeleri, yabancılara kapatılmış ve mühürlenmiÅŸti. Daha sonra asker ve milisler, Türk bölgelerine girerek zorla ad deÄŸiÅŸtirme baÅŸlatmışlar, kabul etmeyenler veya karşı gelenler ise, katliamlara maruz bırakılmıştır. 1985 Martına kadar 3.5 ay içinde katledilen Türk sayısı 800-2500 arasında olmuÅŸtur.

Bu kanlı ad deÄŸiÅŸtirme operasyonu, önce Güney Bulgaristan’da baÅŸlatılmış, Kasım-Aralık 1984 döneminde bu bölgede yaÅŸayan yarım milyon civarında Türkün adları deÄŸiÅŸtirilmiÅŸtir. Türkiye’nin tepkisi en yetkili makam CumhurbaÅŸkanı tarafından Ocak 85’te Bulgar CumhurbaÅŸkanına gönderilen bir m…

(Visited 1 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 18.10.2008 tarihinde Sema tarafından, Büyük Türk Tarihi | Türk Kültürü - Gelenekler ve El Sanatlarımız bölümünde paylaşılmıştır ve 1042 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 1 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Tarihsel Seyir İçinde Bulgaristan Türkleri | 1877-78 Osmanlı - Rus Savaşı sonrası imzalanan Berlin Antlaşması ile Osmanlı Tuna vilayeti topraklarında Bulgaristan Prensliği kurulmuştur. orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleBiliÅŸsel Davranışçı Terapi Nedir? | BiliÅŸsel Davranışçı Terapinin Ä°lke Ve Özellikleri – Uygulama Süreçleri – Sorun Alanları - Travm.. Sonraki MakaleDepremlerde SaÄŸlık Yönetiminde Deprem Epidemiyolojisinin Önemi | Tahir Kemal Åžahin..

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz