Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Åžiirin Temel Özellikleri | Modern Åžiir – Åžiir Ritimlidir – Åžiir Simgesel DeÄŸildir


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 28.11.2009 tarihinde Hale tarafından, Türk Edebiyatı ve Edebi KiÅŸilikler bölümünde paylaşılmıştır ve 878 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


Şiirin Temel Özellikleri

Çağımızın ve günümüzün şiirini yalnızca daha iyi, daha yakından tanıdığımız için değil, bütün çağların şiirlerine kendimizinkinin sisleri arasından baktığımız için, şiir derken modern şiiri anlatmak istiyoruz.


Modern şiir, artık hikayeden ayrılmış olan, gelişen burjuva sınıfının, çevresinin bilincine varmasında özel bir rol oynamış olan şiirdir.

Bu modern şiirin -iyisinin değil, herhangi bir modern şiirin- kendine özgü temel özellikleri nelerdir? Yunan şiirinin temel özelliği olan Mimesis (taklit), burjuva şiirinin temel özelliği değildir; Mimesis burjuva hikayesiyle oyununda görülür.

Bugün, anlayanların gözünde bir sanat olarak şiiri meydana getiren temel özellikler şunlardır:


Åžiir ritimlidir

Herhangi bir dilin »doğal« ritminden ayrı ve üstünde olan şiirsel ritim, köklerini iki kaynaktan alır:

(1) Ritim daha kolay bir ortak bildiri yolu sağlamakta, dolayısıyla şiirin kolektif yapısını güçlendirmektedir ve şiirin içinde doğduğu toplumsal çevrenin izidir. Bunun sonucu olarak ritmin yapısı, şiirin içgüdüsel ya da coşkusal özü ile bu coşkunun kolektif olarak kendisini gerçekleştirdiği toplumsal ilişkiler arasındaki kusursuz dengeyi ustaca ve duyarlı bir yolla dile getirir. Böylece insanın kendi içgüdüleriyle toplum arasındaki ilişkiyi değerlendirmesindeki herhangi bir değişiklik, hazır bulduğu ve dolayısıyla bir şair olarak şu ya da bu yönde değiştirdiği vezin ve ritim alışkanlıkları (convention) karşısındaki tutumunda yansır, İngiliz burjuva şiirinde vezin tekniği karşısındaki tutumda görülen bu değişiklikleri bundan önceki bölümlerde genel çizgileri içinde incelemiş bulunuyoruz, »serbest vezin«e doğru son gidişin, insan kendi toplumsal ilişkilerinin kontrolünü tamamen yitirdiği için, bütün toplumsal ilişkileri körü körüne bir yadsımayla terketmek gibi son anarşik burjuva girişimini yansıttığı da açık bir gerçektir.

(2) Bu bizi şiirdeki burjuva çelişkisinin özel bir yüzüyle karşı karşıya getirir : ritmin kolektif bildiriyi ve coşkuyu kolaylaştırmasıyla. İnsan vücudunun, dış olayların geçici (arızî-casual) karakteri ile ego (benlik) arasında bir ayırıcı çizgi meydana getiren, zamanı özel ve dolaysız bir tarzda öznel olarak algılıyormuşuz gibi gösteren birtakım düzenli doğal hareketleri vardır (nabız atışı, soluk alma, vb). Bu yüzden herhangi bir ritmik hareket ya da eylem bilinç alanımızın fizyolojik öğesini çevresel öğe karşısında üstün duruma getirmekledir. Bu, coşkusal içe doğru dönüş diye adlandıracağımız ve bir matematik problemi üzerinde uğraşırken olagelen ussal içedönüşe karşıt tutacağımız kendine özgü bir çeşit içedönüş yaratır. Ussal içedönüşte ritme yer yoktur.

Ritim bir ortak şenlikteki insanları özel bir tarzda, hem fizyolojik hem de coşkusal olarak birbirine yaklaştırır. Daha önce de görmektedirler birbirlerini, ama özlenen bir araya geliş değildir bu. Tersine, birbirlerini o kadar açıkça göremez olunca, her biri kendi iç karanlığına çekilip aynı fizyolojik ve öğesel (elemental) vuruşu paylaşınca, işte o zaman, birbirlerini aynı gerçek algı dünyasında görmenin birliğinden farklı özel bir grup birliğine ulaşırlar. Bilinçsel birliğin karşıtı olan içgüdüsel birliktir bu; nesnel birliğin karşıtı olan öznel birliktir. Coşkusal içedönüşte insan genotipe (genotype), her insanda aşağı yukarı ortak olan ve yaşam boyunca dış gerçeklik tarafından değiştirilen ve kendine uydurulan içgüdüler topluluğuna döner.

Bu coşkusal içedönüş, kendi başına bir toplumsal olgudur. İnsanlar tüm olarak aynı içgüdü donanımını taşıdıkları için toplumun düzenli işleyen bir bütünlüğü vardır. İnsanın hazır bulduğu üretim ilişkileri, içine girdiği çevre, toplumsal olarak onun bilincine bir biçim verir, aynı zamanda herhangi bir toplumda birliği sağlar.

Biri ilkel Avustralya kültürü, öbürü ise modern Avrupa kültüründe doğmuş olan iki eş genotipin birbirinden farklı olacağı ve daha sonra birlikte büyütülseler bile bir tek toplumsal karmaşığı (complex) meydana getirmeyecekleri doğrudur. Ama aynı kültürde doğmuş olan bir maymunla insan da çevre koşullarının benzerliğine rağmen farklı olurlar ve aynı karmaşığı meydana getirmezlerdi. İçgüdü ile kültürel çevre arasındaki bu çelişme toplum için mutlak önemdedir. Onun çözümlemekte olduğumuz biçimi nasıl kapitalist toplumun gelişimini etkiliyorsa, bu genel çelişme de tüm toplumun gelişimine olumlu etkide bulunur.


Dilde, bu çelişme ussal içerik ya da sözcüklerle ifade edilen nesnel varlık ve coşkusal içerik ya da aynı sözcüklerle ifade edilen öznel davranış arasındaki zıtlıkla belirir. Dilin doğuşu gibi insanın doğayla mücadelesinde ortaya çıktıkları için ikisini birbirinden ayırmak olanaksızdır. Ama bilim (ya da gerçeklik) birincinin özel alanıdır; şiir (ya da yanılsama) ise ikincinin ülkesidir. Demek ki bir bakıma şiir, toplum için, insanın Doğayla mücadelesi gibi başsız ve sonsuzdur.

Bu, şiirin kendinde, kendi içine çekilerek hemcinsleriyle coşkusal bir birliğe giren insan biçimini alır. Dolayısıyla burjuva şair kendi bireyliğini dile getirdiğini, ruhunun en dip köşesindeki sanat dünyasına girerek gerçeklikten kaçtığını varsayarken, gerçekte ussal gerçekliğin toplumsal dünyasından coşkusal beraberliğin toplumsal dünyasına geçiyordur.

Burjuva ÅŸair (sandığı gibi) anti-sosyal olunca ve kendisini tamamen »sanat için sanat« dünyasına adayınca, Mallarme’nin L’Apresmidi d’un Faune’u ve Apollinaire’in Alcools’ündeki gibi, ritmi gittikçe daha göze çarpıcı ve uyutucu olur. Burjuva ancak anarÅŸist aÅŸamaya geçip de burjuva toplumu bütünüyle yadsıyınca, sözcüklerini yalnızca kiÅŸisel çaÄŸrışımlarla seçince ritim ortadan kalkabilir, çünkü ÅŸair artık öbür insanlarla ortak içgüdülere sahip olmak gibi toplumsal bir baÄŸdan bile korkmakta ve bu yüzden yalnız beyinsel bir baÅŸkalık taşıyacak sözcükleri seçmektedir.

Çok güçlü coşkusal çağrışımı olan sözcükler seçerse bu, güçlü bir ritmin uyuşturuculuğu (hipnoz) ile birleşince, onu insani içgüdülerin ortak derinliğine gömecektir. Gerçeküstücülerin, acayip çağrışımları ne kadar kişisel olursa olsun, coşkusal değil de ussal olan sözcük bileşimleri seçme tekniği de buradan gelir. Nihayet bu, ancak dilden ve anlamdan ayrılmakla mümkün olur, çünkü bilincin bütün içerikleri temelde hem genetik, hem de çevresel bakımdan toplumsaldır.

Böylece, ritim şiir için temeldir ve »Ritim uyuşturucudur, aşırı duygululuk yaratır« ya da »Vezin kalıpları toplumsal normları ifade eder« gibi basit formüllerle bir yana itilemez. Ritmin anlamı tarihseldir ve herhangi bir belli zamanda, toplumun temel çelişkisinin dilde ortaya çıkışına bağlıdır.

(b) Şiirin başka dile çevrilmesi zordur

Çevirilerin ÅŸiirin aslında uyandırdığı kendine özgü coÅŸkunun pek azını aktarışı ÅŸiirin temel özelliklerinden biri olarak bilinir. Bir çeviriyi okuduktan sonra ÅŸiirin yazıldığı dili öğrenmiÅŸ olan herkes söyler bunu. Ölçü yeniden yaratılabilir. »Duygu« denen ÅŸey eksiksiz çevrilebilir. Ama o çok özel ÅŸiirsel coÅŸku kaybolur. Fitzgerald’ın Rubailer’i ya da Pope’un Ä°lyada’sı gibi çeviriler iyi ÅŸiir iseler gerçekte yeniden yaratmalardır da ondan. Yeniden yaratılan ÅŸiirsel coÅŸkunun ise ÅŸiirin aslının uyandırdığına benzerlik taşıdığı durumlar pek enderdir.

Bunu, ÅŸiirdeki herhangi gizemli bir aÅŸkın niteliÄŸe yormaya hakkımız yok. Böyle olabilir de, olamaz da. Sözcük oyunlarının özel bir karakteristiÄŸidir bu. Åžiirin temel özelliklerinden biridir. Hiç kimse, SavaÅŸ ve Barış gibi ya da Budala gibi büyük romanların çevirilerinin, Ä°ngiliz okuyucusuna asıllarındaki her ÅŸeyi verdiÄŸini ileri süremez. Ama bu eserlerin çevirilerinde bile taşıdıkları olaÄŸanüstü güç, örneÄŸin Ä°nferno’nun ya da Odiseus’ün çevirileriyle karşılaÅŸtırıldığında bize gösterir ki romanın önemli estetik nitelikleri çeviriyi – ÅŸiirin niteliklerinin yapmadığı bir tarzda – yaÅŸatmaktadır.

KuÅŸkusuz, biçimsel ölçü kalıbının aktarılmasındaki güçlükten gelmemektedir bu. Tersine – ki bu çok kez görmezlikten gelinen bir noktadır – Fransız ÅŸiirinin biçimsel ölçü kalıbı ÅŸiir ÅŸeklindeki Ä°ngilizce çevirilerinde büyük ölçüde yeniden kurulabilir; Fransız düz yazısındaki vurgusuz konuÅŸma ritmiyse Ä°ngilizce düz yazı çevirilerinde aynı derecede korunamaz. Ama, bir yabancı ÅŸairden, az da olsa bir tat almak isteyen eleÅŸtirmenler, sözcük sözcük yapılmış bir düzyazı çeviriyi, ölçülü çeviriye üstün tutarlar.

© Şiir usa aykırıdır

Åžiir tutarsız ya da anlamsız demek deÄŸildir bu. Åžiir dilbilgisi kurallarına uyar ve genellikle bir ÅŸey açıklayabilir, yani söylediÄŸi ÅŸeyler aynı dilde ya da baÅŸka dillerde farklı düzyazı biçimleri halinde söylenebilir. Ama Spinoza’nın felsefesi bir izleyicisi tarafından açıklandığında Spinoza’nın felsefesi olarak kalırken; ya da Tolstoy’un bir romanı baÅŸka bir dile çevrildiÄŸinde yine Tolstoy’un romanı olarak kalırken; peri masalı kim anlatırsa anlatsın aynı peri masalı olarak kalırken, bir ÅŸiirin açıklanması, aslının aynı ifadelerle de yapılmış olsa, artık aynı ÅŸiir deÄŸildir – belki ÅŸiir bile deÄŸildir. »Ussal« (aklî – rasyonel) sözcüğüyle, insanların, çevrelerinde görür görmez kabul ettikleri düzenlere uygunluÄŸu kastediyoruz. Bu anlamda bilimsel kanıtlar ussaldır; ÅŸiir, deÄŸildir. Ama dilde çevresel uygunluktan ayırt edilebilir bir baÅŸka ortak taraf ya da toplumsal uygunluk olduÄŸunu görmüştük.

Bu, coşkusal ya da öznel uygunluktur. »İç gerçeklikle uygunluk« diyelim buna. Yine şiirin bu temel özelliğinin onun ritmik biçimiyle bağlı olduğunu da görmüştük. Öyleyse, açıktır ki şiir çevresel uygunluğu bakımından usa aykırıdır, çünkü coşkusal uygunluğu bakımından ussaldır ve bu iki uygunluk biçimi arasında bir çelişki vardır. Bu çelişki tek başına varolan bir çelişki değildir : bu uygunluklar dilin içine girmiştir çünkü yaşamın kendinde vardır. Gerçekte şiir, insanın coşkularıyla çevresi arasındaki çelişkinin : insanın doğayla mücadelesinin gerçek ve somut biçimini alan çelişkinin bir yüzünün dile gelişinden başka bir şey değildir. Şiir bu mücadelenin bir ürünü olduğu için tarihsel gelişiminin her aşamasında insanın çevresiyle olan etkin ilişkisini kendi alanı içinde yansıtır.

Plato, Ä°on’dan yaptığımız alıntıda ÅŸiirin bu türden usa aykırılığını belirtir. Shelley’in : »Şiir aklın etkin gücüne baÄŸlı olmayan bir ÅŸeydir,« derken söylemek istediÄŸi de buydu.

(d) Şiir sözcüklerle kurulur

Basmakalıp bir söz gibi görünebilir bu; ama hemen her zaman ve her fırsatta, bilmesi gerekenlerce unutuluyorsa, hiçbir şey basmakalıp değildir. Örneğin, Matthew Arnold der ki: »Şiir için fikir her şeydir; gerisi bir yanılsama, kutsal bir yanılsama dünyasıdır. Şiir coşkusunu fikre bağlar; fikir olgudur. Bugün dinimizin en güçlü yanı onun bilinçsiz şiiridir.«

Son cümlenin bir hakikati çarpıttığını biliriz. Ama ilk ikisi o kadar karmakarışıktır ki daha sonraki bölümler Arnold’un iyi bir sanatçı olarak ÅŸiirin önemli bir yanını belirttiÄŸini göstermesine raÄŸmen bu cümlelerin gerçek anlamını seçmekte güçlük çekeriz.

Shelley de şu dağınık sözleri söyler : »Dil, renk, biçim, din ve eylemlerdeki uygar alışkanlıklar tüm olarak şiirin araç ve gereçleridir; konuşmanın, etkiyi nedenin eşanlamlısı olarak kabul eden yanıyla bütün bunlar şiir diye adlandırılabilir.«

Bu dağınıklığın altında, şiirin insanın toplumdaki gerçek varoluşu ile ortaya çıktığı hakikati yatmaktadır.

Bir de söyle der Shelley : »Şairlerle düzyazıcılar arasında bir ayrım yapmak çok bayağı bir hatadır… Plato aslında bir ÅŸairdi. Lord Bacon bir ÅŸairdi… Bir ÅŸiir, kendi dış gerçeÄŸi içinde ifade edilen hayatın imgesinin ta kendisidir…«

Burada, hiçbir şey gizlemeyen bir dağınıklıkla konuşur Shelley. Bacon bir şair değildi. Bu abartmalı sözler, burjuva ekonomisinin gelişmesiyle »saf ve temiz ilişkilerin« bir kenara atılışının şaire bir aşağılık duygusu vermeye başladığı bir zamanda şiiri haklı çıkarma girişimleridir.

Mallarme’nin ressam arkadaşına öğüdü çok ünlüdür: »Şiir sözcüklerle yazılır, fikirlerle deÄŸil.« Bu, bizim ileri sürdüğümüz olumlu özeliÄŸe, doÄŸrulayamayacağımız olumsuz bir özellik ekler. Åžiir elbette ki fikirler, yani zihinsel imgeler uyandırır, yoksa sesten baÅŸka bir ÅŸey olmazdı. Bu yüzden biz burada kendimizi ÅŸu öneriyle sınırlıyoruz: »Şiir sözcüklerle kurulur.«

Okuyucu bu temel özelliğin gerçekte bir önceki temel özellikten: »Şiirin başka dile çevrilmesi zordur« özelliğinden doğduğunu görecektir. Çünkü şiir yalnızca fikirlerle, yani dinleyicide yalnızca fikirler uyandırma amacıyla yazılmış olsaydı, bir başka dilde kafada aynı fikirleri uyandıran sözcüklerin seçilmesiyle çevrilebilir olurdu. Böyle olmadığına göre, sözcük, uyandırdığı fikirden ayrı birtakım öğeleri de taşımalıdır içinde sözcük olarak. Dolayısıyla nesnel olarak sözcük demek olan ses-simgesinin ya da kara kara işaretlerin kendi içlerinde özel bir büyü taşıdıklarını söylemeksizin şiir, romandan ayrı bir tarzda sözcüklerle yazılır, diyebiliriz. Gerçekten de sözcük, fikirden başka, çeviriyle dile getirilemeyen özellikte duygusal bir »coşku« yaratır.

(Visited 7 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 28.11.2009 tarihinde Hale tarafından, Türk Edebiyatı ve Edebi KiÅŸilikler bölümünde paylaşılmıştır ve 878 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 1 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Şiirin Temel Özellikleri | Modern Şiir - Şiir Ritimlidir - Şiir Simgesel Değildir orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleKan Gruplarımızı PaylaÅŸalım | Hiç Ä°htiyaç Duyulmaması DileÄŸiyle Sonraki MakaleAtatürk'e Åžiirler : Nöbetçi Millet | Behçet Kemal ÇaÄŸlar

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz