Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Halikarnas Balıkçısı – Mehdiye Kalesi | Turgut Reis – Cevat Åžakir KabaaÄŸaçlı


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 10.05.2009 tarihinde Hale tarafından, Öykü Paylaşımları | Mevlana Hikayeleri bölümünde paylaşılmıştır ve 313 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


Halikarnas Balıkçısı

Mehdiye Kalesi


Cirbe’de üst tuttuktan sonra Turgut Reis Batı Akdeniz kıyılarını dolaşırken Tunus hükümdarı Sultan Hasan merakından rahat uyku uyuyamıyordu. Kendisi yaÅŸlı bir adamdı. Uda, müziÄŸe ve latif denilen cinse âşıktı. Kendisi bir altın madeni kadar zengindi. Ona Süleyman’ımız Belkıs’larını sık sık yeniler ve saray macuncularına her gün daha kuvvetli macunlar yapmalarını emrederdi. Kendisi boyuna yeni cariyeler satın alır ve yeni yeni türküler söyletirdi. Fakat son sıralarda ne Belkıs’larından, ne de türkücü ve çengilerinden zevk alıyordu. Åžu habis Turgut Reis, Cirbe Adasına, babasının malı imiÅŸ gibi oturmuÅŸtu. Onun Cirbe Adasıyla yetineceÄŸi ne bilinirdi. Mutlaka bugün yarın Tunus’a alıcı gözlerle bakacaktı. Ä°ÅŸte Sultan Hasan’ı, uykusunu kaçırırcasına kaygılandıran bu düşünceydi. Son sefer baÅŸmacuncu, o rastıklı gözlerini süze süze ve dudaklarını en saygılı gülümsemeyle büze büze, içi ateÅŸ renginde bir macunla dolu koca bir kavanozu sultana “Efendim, size afiyet bal olsun,” diye sununca, Turgut Reis’i düşünmekte olan sultan, “Onu sen ye!” diye kavanozu itip kırmıştı.

Evet, Barbaros Tunus’u almıştı. Fakat o ayrıldıktan sonra Tunus, Ä°spanyollar tarafından gene geri alınmıştı. Sultan Hasan, Åžarlken’le bir anlaÅŸma yapmıştı. Kendisini Ä°spanya’nın bir haraççısı sayıyordu. Fakat Turgut Reis’in Cirbe’de sıkı fıkı tutunması Tunus için bir tehlike idi. Sultan Hasan Malta Gran Metrine haber göndererek Turgut’un Garp Trablus’a hücum fikrinde olduÄŸunu ve bu niyetini gerçekleÅŸtirirse, durumun gerek kendisi, gerekse Sen Jan tarikatı için pek tehlikeli olacağını bildirdi.


Gran Metrin verdiÄŸi cevapta, sultana gidip bizzat Åžarlken’i görmesi önerilir. Sultan Hasan, imparatordan yardım istemek üzere Ä°talya’ya geçer, fakat Åžarlken, Almanya’ya gittiÄŸi için onunla görüşemez. Åžarlken, sultan’a, kendi yerine, Sicilya kral naibine baÅŸvurmasını öğütlemiÅŸti. Sicilya naibi Don Juan de Vega, sultanı merasimle kabul etti, fakat sultana uzun vadeli vaatlerden baÅŸka bir ÅŸey vermedi.

Sultan Hasan, Ä°spanyolların yardımını dilenmeye çıkarken, vekil olarak küçük oÄŸlu Mehmet’i Tunus’ta bırakır. Büyük oÄŸlu Hamit, çevresine arkadaÅŸlarını toplayarak bir gece sarayı basar ve kardeÅŸini boÄŸdurup hükümeti eline alır. Bunu duyan Sultan Hasan’ın etekleri tutuÅŸur. Acele Halkulvat’a döner ve oradaki Ä°spanyolların yardımıyla Tunus’un üzerine yürür. Tunus’un hemen duvarlarının dışında kısa bir savaÅŸ olur. Sultan Hasan, oÄŸluna tutsak düşer. OÄŸlu, ateÅŸte kıpkızıl olmuÅŸ bir demirle babasının gözlerini cayır cayır yakar, yani mil çeker.

Maltız Stolosunu zaptettikten sonra Turgut Reis, (Sultan Hasan, oÄŸlu ile boÄŸazlaşırken ve kış olduÄŸu için de düşman donanmaları fırtınalardan korkarak limanlarına tıkılırken) kalita ve perkendelerini peÅŸine taktı ve Tunus sultanına tâbi, fakat Ä°spanyollar tarafından Akdeniz’in fırtınalar imparatoru, provezza kasırgasından daha korkunç bir hızla çullandı. Bunların üçünü de, üst üste Ä°spanyolların elinden koparıp aldı. Artık Tunus’un güneyindeki Bon burnundan itibaren güneye doÄŸru dizilen kaleler arasında alınmadık bir Mehdiye kalesi kalıyordu. Burası Turgut Reis için çok cazip bir nokta idi.

Turgut Reis’in canına en yakın batak (kış olsun yaz olsun) Akdeniz’in dalgaları idi. Fakat koca korsanın bazı gayeleri vardı. Ä°talya kıyılarını ziyaret etmekten amacı soygunculuk deÄŸildi. O bu iÅŸleri asıl daha mühim bir gayeye hazırlık olsun diye görüyordu. Ä°spanya’yı, Afrika kıyılarından ve Sen Jan şövalyelerini Malta’dan atmak istiyordu. Bu kalelere onun için hücum etmiÅŸti; Fakat yalnız bu kaleleri ele geçirmekle iÅŸinin bitmiÅŸ olmadığını pekâlâ biliyordu. Yaz gelince Avrupa birleÅŸecek ve denizle kara kuvvetlerini toplayarak üzerine yüklenecekti. Bu üç kale böyle bir saldırışa dayanacak kuvvette deÄŸillerdi. Mehdiye kalesini de olabileceÄŸince çabuk ele geçirmeli idi.

Kale, bir yarımada üzerinde yapılmıştı. Dördü toparlak dördü dört köşeli olmak üzere sekiz kulesi vardı. Limanın aÄŸzı iki kule ile savunulur. Limanın aÄŸzı yüksek bir kemerdir. Kemerin altından en yüksek direkli gemiler bile geçebilir. Bu kemerin üzerinde bir mermer ve bir de demir direk asılıydı. Bu direkler boÅŸalttırılınca gemiye çarparlar ve onu batırırlardı… Duvarların üzerinde atlarına binmiÅŸ altı süvari yanyana gidebilirdi.

Mehdiye, Romalıların eski Adremetum kale kenti idi… Hanibal, Kartaca’dan kaçtıktan sonra Mehdiye’den kayığa binmiÅŸti… Burası orta çaÄŸda Tunus’un merkezi idi. Fakat zamanla Adremetum kenti harap olmuÅŸtu. Kale Birinci Kervan Sultanı Elmandi tarafından yeni baÅŸtan yaptırılmıştı ve adı dolayısıyla ona Mehdiye denmiÅŸti.

Ä°ki yüz küsur yıl önce Napoli Kralı Alfonso Dragon da kaleyi ele geçirmek için kalenin önüne gelmiÅŸti. Fakat kalenin ne kadar saÄŸlam olduÄŸunu görünce ona hücumdan vazgeçmiÅŸti. Aradan yüzyıldan fazla zaman geçti. Dük do Burbon’un kumandasında bir haçlı ordusu toplandı. Bu orduda Kont do Verniye, Lord de Kursi, Jan ve Viyen (son iki asker, Yıldırım Bayezit zamanında NiÄŸbolu savaşında öldüler) ve Henri Bokur gibi asırlarına an san salmış askerler de vardı. Bu ordu iki yüz kalyon ve yüz yirmi kadırgaya bindirilerek Mehdiye’ye geldiler. Kıyı, önlerinde ay ÅŸeklinde yayılıyordu. Bunun ortasında da kale büyük bir heybetle göklere doÄŸru yükseliyordu. Fakat bu manzaranın karşısında şövalyeler cesaretlerini kaybetmediler. Sen Magdelan yortusu idi. Şövalyeler Yunan ve Malzemi ÅŸaraplarıyla iyice kızıştıktan sonra, savunucular tarafından hiçbir karşı koymaya rastlamadan karaya çıktılar… Anlı ÅŸanlı şövalyelerin her biri kale dışında kendisine tahsis edilen hücum noktasına çadırını kurmuÅŸ ve kendisine özgü bandıra ve flandıralarını çadırın önüne dikmiÅŸti. Cenova okçuları saÄŸ kolu tutmuÅŸlardı. Fakat “Floissart’a göre iÅŸin ÅŸairane ve kahraman kısmı da bu noktada sona ermiÅŸti. Haçlılar bu tarihten sonra dokuz hafta kalmışlardı. Kale muhafızları kaleden çıkıp açıkta savaÅŸmıyorlardı.


Fakat çete savaÅŸlarıyla düşmanları yoruyorlardı. Küçük fırkalar halinde gelip ortalığı karıştırıyorlar ve oklarını attıktan sonra sahteyan kalkanlarının altında yüzüstü yerlere kapanıyorlardı. Haçlıların mermilerinden bu suretle kurtulduktan sonra tekrar yerlerinden fırlayarak hücuma geçiyorlardı. Dük do Burbon, bu durum karşısında günlerini çadırın önünde baÄŸdaÅŸ kurup oturmakla geçiriyordu. Asilzadelerin ÅŸarapları ve yemekleri yoktu. Yalnız bunaltıcı sıcaktan yakınıyorlardı. Nihayet kale üzerine büyük bir hücum yaptılar, ağır telefat verdiler. Zaten sonbahar gelmekte olduÄŸu için Cenovalılar, kıymetli kadırgaların fırtınada kazaya uÄŸramamaları için hemen saÄŸ salim dönmek istiyorlardı. Bunun üzerine haçlılar apar topar Cenova’ya dönmek üzere Avrupa kıyılarına volta atmaya baÅŸladılar.

1510 yılında ise Mehdiye, pek Katolik Ä°spanya Kralı Ferdinand’ın baÅŸ amirali Pedro Navarro’nun hücumuna uÄŸradı. Amiral ÅŸehri sardı, fakat alamadı. Ä°ÅŸte Turgut Reis bu kaleyi ele geçirmeyi aklına koymuÅŸtu.

Sultan Hasan Ä°spanya’nın himayesine girdikten sonra Mehdiye kalesi, kentin ileri gelen ahalisinden (yani eÅŸraf ve muteberanından) seçilme beÅŸ kiÅŸilik bir meclis tarafından idare ediliyordu.

Bir gün akÅŸamüzeri kapkara bir kalita, karaya sürünürcesine kıyı kıyı gelerek Mehdiye’nin önünde durdu. Kent halkı bu esrarengiz ve sessiz geminin ne olduÄŸunu merak etti. Gelen kalita Turgut Reis’indi. İçinde kendisi vardı. Turgut Reis karaya gelerek bazı eksikliklerini tamamlamak için o bir tek kalitasıyla iki üç limanda kalması iznini istedi. Mahalli hükümet izin vermekte hiçbir sakınca görmedi. Turgut Reis de birkaç gün limanda kaldı. Denizcilerin birkaçı ellerinde tokmaklar, kalitanın ötesine berisine “Güm! Güm!” diye vurarak gürültüler çıkarıyorlar ve birbirlerine gülümsüyorlardı. Karadakilerse kalitanın onarılmakta olduÄŸunu kulaklarıyla duyuyorlardı. Kulaklarıyla duymadıkları bir ÅŸey varsa, ÅŸehri idare eden meclisin üyelerinden Ä°brahim Berat’la, Turgut Reis’in fiskos etmesi idi. Bu iki insan kısa bir zamanda birbiriyle can ciÄŸer dost oldular.

Bu ilk ziyaretten sonra Turgut Reis birkaç kez bazen iki, bazen dört kalita ile gelip limanda birkaç gün konuk kaldı ve sessiz sedasız gitti.

Turgut’tan ayrılınca Ä°brahim Berat evine dönüyor, odasına girip kapıyı arkasından kilitliyordu. Duvardaki gizli dolabı yavaşça açıp, hiç patırtı etmeden paralarını sayıyordu. Ä°ÅŸte iki bin ÅŸu kadar altın dukatı vardı. EÄŸer Turgut Reis’e kulak verirse, bunları bir çırpıda iki misline çıkarabilirdi. Åžaka deÄŸil, herif korsandı, “Elime ne geçerse yarı yarıya yaparız, peÅŸin olarak da iki bin beÅŸ yüz dukat veririm,” diyordu. Ä°brahim Berat odasında yavaşça “nisfün li, nisfün lek”, (yarısı benim, yarısı senin) dedi. AÄŸzının suyu aktı. Åžu Turgut Reis’in sözlerini yabana atmamahydı doÄŸrusu. Koca reisin dudaklarından söz deÄŸil, her halkası bir dukattan yapılma bir altın zincir çıkıyordu da Ä°brahim Berat’ın varlığını tatlı tatlı sarıyordu. Ä°brahim Berat bunları yarı düşünür yarı mırıldanırken, titreyen alt dudağından aÅŸağıya bir salya ÅŸeridi sundu.

Buna mukabil ÅŸu babacan Turgut Reis’in istediÄŸi çok bir ÅŸey miydi, fahri hemÅŸerilik istiyordu, yani Mehdiye halkının sahip olduÄŸu haklara ve yetkilere sahip olmasını özlüyordu. Ä°brahim, elinden geleni yapacağına Turgut’a söz verdi. Ä°ÅŸi gidip kent ayan meclisine açtı. Hepsi de küplere bindiler… “Ä°brahim, sen aklını mı oynattın? Turgut’u içeri aldık mıydı Ceneviz, Ä°spanyol hatta Venedik donanmasının hücumuna uÄŸrarız. DurduÄŸumuz yerde, başımıza sunturlu bir bela sararız.” diye bağırıp çağırıp fırtınalar kopardılar. Ä°brahim neye uÄŸradığını gidip Turgut’a söyledi. Onu dinledikten sonra Turgut Reis, yavaÅŸ yavaÅŸ bir ÅŸeyler fısıldadı. Turgut fısıldadıkça Ä°brahim’in yüzünde hoÅŸ bir gülümseme yayılıyordu. O gece Turgut Reis Mehdiye’den ayrıldı.

Aradan birkaç gün geçti. Karanlık bir gece idi. EÄŸer Mehdiyelinin birisi o gece kentin güneyinde fısıldayan deniz kıyısına gidip de karanlığa doÄŸru gözlerini dört açsaydı, beÅŸ büyük gölgenin hiç çıt etmeden deniz üzerinden Mehdiye’ye doÄŸru kaymakta olduklarını görürdü.

Karanlığın içinde karanlık heyulalar gibi giden bu beÅŸ gölge, deniz tarafında Ä°brahim Berat’ın korumakta olduÄŸu koca kuleye yavaşça yanaÅŸtı. Önceden anlaşılmış olduÄŸu gibi Ä°brahim kulenin kapısını açık bırakmıştı. Kayığın teÅŸkil ettiÄŸi koca gölgeden daha ufak gölgeler çıkarak kuleye girdiler. Sonra çıt etmeden hayaletler ÅŸeklinde kentin noktalarına gelerek durdular. Sabah rüzgârı esmeye baÅŸlayınca, gün aÄŸardı. Horozlar ötüyorlardı. Ä°ÅŸte o zaman ahalinin başında ÅŸafak attı. Silaha sarılalım dediler. Biraz kan döküldü… Denizcilerle baÅŸa çıkılamayacağı anlaşılınca silahları teslim ettiler. Ä°ÅŸte Ä°spanya’nın egemenliÄŸi böylece Mehdiye kalesinden koparılıp atılmış oldu. Napoli Kralı Alfonso Dragonun haçlılar ordusu komutanı Dük do Burbon’un, Katolik Majeste Ferdinand’ın filosunun baÅŸarılı olamadığı yerde Turgut Reis, hemen hemen kurÅŸun atmadan baÅŸarılı olmuÅŸtu.

Turgut Reis, Sfaks, Susa, Monasir ve Mehdiye kalelerinin tamir yerlerini acele ile onarttı. Bu kalelerde yeter sayıda muhafız bıraktı. Mehdiye komutanlığına kardeÅŸ oÄŸlu Kale Reis’i getirdi. Ona Ä°brahim Berata itimat etmemesini, kaleyi kendilerine nasıl teslim etti ise, yarın para için baÅŸkalarına da teslim edeceÄŸini anlattı. Kendisi gemileri alınca denize açıldı.

Mehdiye’nin Turgut Reis tarafından zaptedildiÄŸi duyulunca, italya’da ve Ä°spanya’da kıyametler koptu. Korsan oralara iyice yerleÅŸmezden önce onu oradan çıkarmaya bakmalı idi. Floransa Dukası Kozma de Mediçi, Papaya acele elçiler gönderiyordu. Papa Üçüncü Paul da Ä°spanya kralına baÅŸvuruyordu… Ä°spanya kralı Napoli ve Sicilya’ya emir üstüne emir savuruyordu. Andrea Dorya’nın komutasında büyük bir deniz kuvveti hazırlanıyordu. 1550 yılının nisanında Andrea Dorya filosu Cenova’dan çıktı. Güneye iniyordu. Kendisine Orbetello’dan, Giordano Orsini’nin komutasında üç Floransa galisi, Çivitavekya’dan Don Carlos Sforza’nın komutasında üç Papalık galisi ve Napoli’den Don Garcia de Toledo’nun emrinde yirmi yedi gali kavuÅŸtu. Donanma böylece elli üç parçaya ulaÅŸtı. Ne var ki, denizciler “en usta kaptanın karısı, mayıs ayı ile nisanda dul kalır” derlerdi. Filo, Bon burnunun açığında dört başı mamur bir fırtınaya uÄŸradı. Gemiler dağıldı. Bir iki tanesi battı. Ötekiler birkaç gün içinde toplanabildiler.

Bir gece, karanlıktan yararlanan Andrea Dorya, Mehdiye kalesine yaklaÅŸtı. Åžafak söker sökmez Kapitana gemisi ateÅŸ açtı. Kaleden bir ÅŸimÅŸek çaktı. Bir gülle Kapitana’nın güvertesini deldi. Kaleden iki alev dili daha parladı. BeÅŸ on kürekçi ölü olarak yere düştüler, epeyce de asker yaralandı. O zamanın gülleleri tuhaf ÅŸeylerdi. Kendileri doÄŸrudan doÄŸruya tahribat yapmıyorlardı. Fakat tahtaya ve özellikle taÅŸa çarptıkları zaman, etrafına fırlattıkları tahta ya da taÅŸ parçalarıyla, patlayan bir ÅŸarapnel etkisi yapıyorlardı. Dorya çarçabuk demirini kaldırıp top menzilinin dışına çıktı. Orada savaÅŸ kurulunu topladı.

SavaÅŸ kurulunda her kafadan baÅŸka türlü bir ses çıktı… Meclis, bir karar almadan dağıldı. Herkes birbirine küserek kendi kadırgasına çekildi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra herkes birbirine surat etmekle bir sonuca varamayacaklarını anladı. Bir savaÅŸ kurulu daha toplandı. Andrea Dorya, muhasara silahları ve aletle edevatı olmayınca bir iÅŸ görülemeyeceÄŸini söyledi. Orsini, “Ne yapalım öyle ise, eÅŸyamızı toplayıp gidelim mi? Ben hiçbir iÅŸ yapmadan Floransa’ya dönemem!” diye bağırdı. Sonunda bu delikanlılara bir iÅŸ yaptırmış olmak için Manastır kalesine hücum kararı verildi.

Sözümona Manastır kalesine geceleyin hücum edilecekti. Karaya asker çıkarıldı. Harp planı en ufak teferruatına kadar hesap edildi. Buradan kaç asker gönderilecek, şuradan kaçı saldıracak, (ufak bir bataklık vardı) ve bataklık nereden aşılacak, hep kâğıt üzerinde saptandı. Harekâtın başlaması için ayın kalkması beklenecekti. Ay tam zamanında kalktı, yarım bir aydı. Harekâta başlanıldı. Fakat tam harekât, plan uyarınca adamakıllı gelişeceği zaman, yarım ayın değil, fakat on tane tam ayın salacağı ışığın dahi delemeyeceği kadar kalın ve kara bir bulut ayın yüzünü kapladı. Artık ortalıkta göz gözü göremeyecek bir karanlık vardı. İşte bulut hiç de hesapta yoktu. O mevsimde, o diyarda hiç de bulut mu olurdu.

Bulut ayın yüzünü örttükten sonra kalın ve sık bir yaÄŸmurdur tutturdu. Bu yaÄŸmur, sanki kuÅŸatma ve zapt planı tebeÅŸirli bir kara tahtanın üzerinde yazılmış gibi, planı yıkayıp zindana çevirdi. Kaleyi saÄŸ taraftan çevirecek olan saÄŸ kol, kahramanca bir yürüyüşle yaÄŸmur altında denize gitti ve ıslak oldukları için denize girdiklerini ancak bellerine kadar suya girince anladılar. Karanlıkta kalenin sol tarafını kuÅŸataçak olan sol kol, kaleyi çeviriyorum diye kendi merkez kollarını çevirdiler ve onun çevresinde birkaç kez dolaÅŸtıktan sonra (yoruldular mı ne?) yerlerine mıhlanıp kaldılar. Merkez kolu ise (asıl hücumu bu yapacaktı), kalenin hendeÄŸine daha varmadıklarını sanarak, ellerinde taşıdıkları merdivenlerle beraber hendeÄŸe yuvarlandılar. Ä°ÅŸte bundan sonra rüzgâr deÄŸiÅŸti… Bulut dağıldı ve ay da parlayarak, yaptığı marifete “Hah! Hah! Hah!” diye güldü.

Ertesi gün dinlenildi. Daha ertesi gün büyük bir mukavemet görülmeden kent iÅŸgal edildi. Kale kolcusu olarak yalnız yirmi otuz Türk vardı. Dışarıdaki kuvvet ise birkaç bindi. Bu bir avuç denizci, iç kaleye çekildiler. Onlara iki saat içinde teslim olmaları için bir ültimatom verildi. Onlar, “Nafile yere iki saat beklemesinler, biz teslim olmayız, ne halt yiyeceklerse ÅŸimdi yesinler,” diye cevap verdiler ve helallaÅŸtılar. Bu kadar büyük bir sayı üstünlüğüne karşı baÅŸarılı bir savunma saÄŸlayamazlardı. Düşman açtığı gediklerden içeri girip de kale içinde kalabalıklaşınca daha elan ÅŸehit olmamış üç dört kiÅŸi, piÅŸtovlarıyla barut fıçılarının içine ateÅŸ ettiler. Birkaç tahta binanın direkleri havaya fırladı ve alev salarak yarı kor halinde yere düştüler. Deve dizileri, iplerini kopararak baÅŸlarını alıp dağıldılar, çevredeki daÄŸların çakalları acı acı uludu. En uzaktaki akbabalar bile, apansızın kabaran boyun tüyleriyle, kayalık yuvalarını bırakarak, göklere doÄŸru süzüldüler ve Manastır kalesi böylece düşmanın eline geçti.

Ne var ki, bu savunmadan dolayı sefere katılanlarda moralin eseri bile kalmadı. Andrea Dorya yüz yirmi beÅŸ mil ötede Halkulvat’a gitti.

Halkulvat muhafızı Don Louis de Vargas, donanma komutanlarına Mehdiye kalesinin çok kuvvetli ve oraya hücum için çok daha fazla asker ve levazıma ihtiyaç olduÄŸunu söyledi. Fakat Don Garcia ve Andrea Dorya, Mehdiye hemen zaptedilmezse, Turgutca’nın buraya dayanarak, çok zarar yapacağına ve iÅŸte bundan dolayı kalenin hemen kuÅŸatılmasında ve Napoli ile Sicilya’dan imdat kuvvetleri istenmesinde ısrar ediyorlardı.

Bu sırada Sicilya Valisi Don Juan Vega’dan, Andrea Dorya’ya bir mektup geldi. Mektupta Turgut Reis’in oralarda dolaÅŸmakta olduÄŸundan denize açılmaktan korktuÄŸunu, yoksa Andrea Dorya’ya çoktan katılmış olacağını, bütün gemilerin Tranapi’ye gelmelerini ve orada birleÅŸerek denize çıkmalarını rica ediyordu. Andrea Dorya, Sicilya valisinin arzusunu yerine getirdi. Tranapi’ye gitti. Orada taşıt gemilerine kara kuvvetleri yükletildi. Hep birlikte denize çıkıldı.

Fakat yolda tartışma baÅŸladı. Napoli valisinin oÄŸlu Don Garcia ile Don Juan Vega bir senlik benlik davasıdır tutturdular. Andrea Dorya bu iki Ä°spanyolun arasını bulmak için akla karayı seçti. Sonunda Malta Gran Metri De La Sanglea’nın teklifi üzerine, gerek Napoli’nin, gerek Sicilya’nın kuvvetleri bağımsız olarak kendi tarafından yönetilecektir. SavaÅŸ hareketlerine gelince, imparatoru temsilen bir savaÅŸ kurulu meclisi tarafından kararlaÅŸtıracaktır.

İspanyolların Mehdiye önünde görüldükleri nisan ayından beri Turgut Reis, kaleyi çetin savaşlara karşı koyabilecek hale getirmek üzere olanca gayretiyle çalışıyordu. Kaleye erzak ve cephane doldurdu. Gemilerde tayfalık etmiş olan üç dört yüz batılıyı da para karşılığında kendi hizmetine aldı. Ne var ki; ne kadar kuvvetli olursa olsun, bir kale dışardan imdat görmedikçe dayanamayacağını pekiyi biliyordu.

Mehdiye halkından kendilerini savunmaları beklenemezdi. Onların çoÄŸu tacirdi. Umumiyetle, Åžarlken’den daha çok fayda göreceklerini umuyorlardı.

1550 yılı haziranın bir sabahı idi. Sabah rüzgârı ÅŸafağı müjdeliyordu. Sabah namazına çağıran müezzinin sesi havaya yükseldi. Uzayan o hazin çağırış, uzaklara sindi. Issız çölde bir başına seslenen bir ruhtu, tatlı bir musikiydi sanki. Bazen rüzgâr pencerenin yanında asılı duran bir udun tellerine sürünür ve geçerken sanki bu dünyaya ait olmayan bir notayla öter. Gönül durur, dinler ve daha hızlı çarpar. Birdenbire Mehdiye’nin önünde uyuyan denizi, haÅŸin bir hırıltı uyandırdı. Sefer kuvvetleri gelmiÅŸ demir atıyordu.

(Visited 7 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 10.05.2009 tarihinde Hale tarafından, Öykü Paylaşımları | Mevlana Hikayeleri bölümünde paylaşılmıştır ve 313 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 1 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Halikarnas Balıkçısı - Mehdiye Kalesi | Turgut Reis - Cevat Şakir Kabaağaçlı orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleTürk Edebiyatındaki Öykü Ãœzerine Düşünceler | Petra de Bruijn Türk Edebiyatı Ä°ncelemesi Sonraki MakaleMimarlık AÅŸkla BirleÅŸince | Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan Ä°le Mimar Sinan’ın AÅŸklarını Anlatan Camiiler Ve Hikayeleri ..

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz