Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Cumhuriyet’in İlk Dönemlerinde Laiklik II | Prof.Dr. Ahmet Mumcu


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 26.12.2007 tarihinde hale tarafından, Yakın Dönem Türkiye Tarihi bölümünde paylaşılmıştır ve 12211 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


Cumhuriyet’in İlk Dönemlerinde Laiklik II

4. 1925 Yılı


Bu yıl, genç Cumhuriyetin en bunalımlı zamanını oluşturur. Ulusal Mücadeleyi yürüten kadrodan kopmalar olduğunu ve bazı önemli kişilerin Mustafa Kemal Paşa’nın karşısına geçerek 17 Kasım 1924 tarihinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kurduklarını görüyoruz. Bu kopmayı daha başlangıcında, Mustafa Kemal Paşa’nın hiç hoş görmediğini söylemek gerek. 1924’te bir İzmir yolculuğu sırasında Ali Fuad Paşa ile birlikte Mustafa Kemal Paşa’nın yanında bulunan Fahrettin (Altay) Paşa’nın bildirdiğine göre Reisicumhur, “bazı mühim inkılâpların yapılması gerektiğini, bunun için de geçici bir süre muhalif bir cephe yaratılmamasının zarurî bulunduğunu” uzun uzun anlatmış ve fakat Ali Fuad Paşa’yı ikna edememiştir. 21

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının programındaki 6. Madde, bu Fırkanın mücadele bayrağını açtığını göstermektedir: “Fırka efkâr ve itikadat-ı diniyeye hürmetkardır.” 22 Bu, gereksiz bir madde idi; tahrikçi idi, zira mefhum-u muhalifinden, Cumhuriyet Halk Fırkasının “efkâr ve itikadat-ı diniyeye hürmetkar olmadığı” sonucu çıkıyordu.

1922 yılından başlayarak üç yıl içinde artarda geçirilen ve adım adım lâikliğe ulaşacağa benzeyen değişiklikler pek çok çevrede Cumhuriyet Halk Fırkasına karşı büyük bir direnmenin doğmasına neden oldu. Terakkiper-verciler bu karşı tepkinin bayraktarlığını yapıyorlardı. Özellikle doğu bölgelerindeki propagandaları çok etkiliydi. Bazı aydın geçinenlerin bile doğuda parti örgütünü kurarlarken “Halk Fırkası dini batırıyor; Terakkiperverler buna mani olacak ve dinimizi yeniden canlandıracaktır” kabilinden söyledikleri sözler23, çok etkili oluyordu. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa’nm 1925 yılından başlayarak, her tarafta “İnkılâplardan” söz ettiği24 de hatırlanırsa karşıt kişi ve gruplardaki gerginlik daha iyi anlaşılabilir.


1925 yılında böylece, başka bazı sebeplerin de üst üste gelmesi sonucunda çıkan ve şubat-mayıs aylarım kapsayan Şeyh Sait Ayaklanmasını açıklamak gereksizdir. Ilımlı Fethi Bey Kabinesinin çekilip radikallerin adamı olan İsmet Paşa’nm tekrar Başvekil olması, 4 Mart’ta Takrir-i Sükûn Kanunu’nun kabulü ile hükümete olağanüstü yetkiler verilmesi, İstiklâl Mahkemeleri ve sonunda ayaklanmanın bastırılması… Bunlar bilinmektedir. Nihayet “irticai körüklediği” savı ile Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 5 Haziran 1925 tarihli Vekiller Heyeti kararı ile kapatıldı.

Yeni başlayan lâikleşmeye karşı siyasal ve eylemsel olarak baş gösteren tepkiler bastırılınca, aynı yıl önemli başka adımlar atıldı; Şeyh Sait Ayaklanması sürerken, İstiklâl Mahkemesi, kendi bölgesindeki tekke ve zaviyeleri kapatmıştı. 30 Kasım 1925 tarihli ve 667 Sayılı Kanun ile, bu yasak daha da kapsamlı biçimde, tüm Türkiye’ye yaydırıldı; dinsel bazı unvanlar, türbe ziyaretleri de kaldırıldı. 1925 yılının en önemli olaylarından biri de, tarih terminolojimize geçen adıyla “Şapka İnkılâbı” dır. Mustafa Kemal Paşa’nın ünlü Kastamonu yolculuğu (Ağustos 1925) sırasında tanıtılan şapka, 25 Kasım 1925 tarihli ve 671 Sayılı Kanun’la, eski başlıkların yerine geçti. Halifeliğin kaldırılmasına bile ses çıkarmayan çevreler, Şapka Kanununa hücum ettiler. Mısır’da bile kıyametler koptu. 25 “Halife nihayet uzak ve yarı efsanevî bir simaydı; Şapka Kanunu ise her Türkü kendi kişiliğinde etkiledi, karşılığı da ona göre daha büyük oldu” diyor Bernard Lewis26. Ama köklü bir zihniyet değişikliğini simgeleyen Şapka İnkılâbının kısa süre içinde benimsendiği de açık bir gerçektir.

Şapka İnkılâbının lâiklikle sıkı sıkıya ilgili olduğu pek çok yazarca belirtilmiştir.27 Belki din adamlarının kılık-kıyafetiyle ilgili, 2 Eylül 1925 tarihli Kararname, biçimsel bir lâiklik düzenlemesine ilişkin sayılabilir. Bununla birlikte, dinsel bir nitelik kazanmış fes ile sarığın çıkartılması -yerine şapka giydirilmesi – topluma belki lâiklikle ilgili bir kalıcı renk getirmektedir.

5. 1926 Yılı

Lâiklik, yani din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması, ilkönce hukuk alanında gerçekleşmelidir; başka bir deyişle, vatandaşın bütün yaşamına egemen olan hukuk alanında bu iş yapılmalıdır. Saltanatın, Halifeliğin kaldırılması gibi İnkılâplar, lâikliğe gidişi, rejimi bir ölçüde liberalleştirdikleri için, kolaylaştırmıştı. Ama bir hukuk sistemi olarak yaşayan dini, bu açıdan toplumsal hayattan uzaklaştıramamıştı. İslâm Hukukunun tümüyle ortadan kaldırılması işte 1926 yılına rastlar. Belki de lâikliğin en büyük aşaması, Türk Medenî Kanunu’nun kabulüdür. Medenî Kanun, Borçlar Kanunu ile birlikte 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girdi. Konumuz açısından bu olay üzerinde kısaca durmak gereklidir: Dinsel medenî hukuk kalkıyor; tümüyle şeriat kurallarına göre düzenlenen kişilik, aile, miras, mülkiyet ve her türlü borç ilişkilerinde yepyeni, özgürlük ve eşitliğe dayanan bir sistem getiriliyordu. Bu bakımdan Medenî Kanun günlük yaşama genel anlamıyla lâiklik getirmiştir.

Bu Yasanın çok önemli iki hükmü de doğrudan doğruya lâiklik ilkesinin işlerliğini sağlamaktadır:

Yasanın 110. Maddesi aynen şöyledir: Matlap: Evlenme kağıdı ve dinî merasim


Evlendirme memuru, merasimin hitamı üzerine derhal karı ve kocaya bir evlenme kağıdı verir. Evlenme kağıdı ibraz edilmeden evlenmenin dinî merasimi yapılamaz. Bununla beraber evlenmenin tamamiyeti dinî merasim icrasına mütevakkıf değildir.

Bu hüküm ile,

a) Evlenmenin geçerliği için dinsel esasa dayanmayan bir işlemin zorunluluğu kabul edilmekte, fakat;

B) Bu işlemden sonra istenilen biçim ve usulde dinsel merasim, daha açık belirtilirse, dinsel nikâh yapılabilmesi imkânı tanınmaktadır. Fakat bu “nikâh” hukuk açısından hiçbir değere sahip değildir.

c) Evlenmenin geçerliği için böylece, resmî nikâh yeterli gelmektedir.

Anlaşılıyor ki, 100. Madde hükmü ile Medenî Kanun, aile birliğini esas olarak lâik bir temele oturtmakta, fakat bireylerin din duygularına da gerekli saygıyı göstermektedir.

Medenî Kanun’un 266. Maddesi de “Dinî Terbiye” matlabı altında aynen şöyle diyor:

“Çocuğun dinî terbiyesini tayin ana ve babaya aittir. Ana-babanın bu husustaki hürriyetlerini tahdit edecek her türlü mukavele muteber değildir. Reşit, dinini intihapta hürdür.”

Bu madde hükmünde hem bağlayıcılık, hem de özgürlük vardır: Hüküm çocuk açısından bağlayıcıdır. Ana – baba hangi dinsel eğitimi istiyorlarsa çocuğa onu verirler. Ana ve babanın dinsel görüşleri aynı ise, uygulamada sorun yoktur. Fakat ikisi arasında görüş ayrılığı varsa, ne olacaktır? Bu durumda babanın görüşü esas alınacaktır (Madde 263). Böylece bu madde, kadının inanç özgürlüğünü bir anlamda sınırlamaktadır.

Çocukluk dönemi bitince, reşit olan kişi, istediği dine girebilir. Böylece 1924 Anayasasının, devletin resrnî dini hakkındaki maddesi de sallantıda kalmaktadır. Bu aksaklık iki yıl sonra düzeltilecektir.

Reşidin istediği dine girmesi, lâiklik ilkesinin en sağlam temeli sayılarak, resmî doktrine girmişti.28 Bu önemli hükmün -diğer bazı hükümlerle birlikte- ne dereceye kadar uygulandığı ise tabiî ayrı bir konudur.

Tanzimat’tan başlayarak Ceza Hukuku alanında önemli bir lâikleşmenin varlığını biliyoruz. Ama Osmanlı Ceza Kanunlarında, şer’i suç ve cezalara da bir ölçüde yer verilmişti. 1 Mart ig26’da eski Ceza Kanunu yürürlükten kaldırıldı ve yenisi kabul edildi. Bu Kanun daha akılcı ve moderndi; konumuz bakımından önemli yanı, din özgürlüğünü ve lâikliği koruyucu hükümler getirmiş olmasıdır.

6. 1928 Yılı

Özellikle hukuk alanındaki gelişmeler, Devletin rejimine de lâik bir renk verme zamanının geldiğini göstermekteydi. Bu bakımdan 1928 yılı çok önemlidir. 10 Nisan 1928 tarihli Anayasa değişikliği ile lâikliğin artık su götürmez biçimde rejime yansıdığı gözlenmektedir. Bu değişiklikte, Anayasanın 2. Maddesindeki, devletin dininin İslâm olduğu hakkındaki hüküm kaldırılmakla artık lâiklik ilkesi benimsenmiş olmaktadır. Gene aynı değişiklik sırasında 16. ve 38. maddelerde yazılı antiçme biçimindeki “vallahi” sözcüğünün kaldırılması, artık “istenilse” bile dinsel antiçmenin parlamentoda mümkün olmadığını göstermektedir. TBMM’nin görevleri arasından “ahkâm-ı şer’iyyenin tenfizi” nin kaldırılmasıyla da, gereken bütün anayasal düzenlemelerin lâiklik doğrultusunda tamamlandığı izlenimi doğmaktadır.

“Dinsel” nitelikte olduğu, bu nedenle atılmasına imkân bulunmadığı savı ile kimsenin dokunmaya cesaret edemediği Arap harflerinin 1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı Kanunla ilgası, çok önemli bir olaydır. Bu inkılâp adımına, hem imlâyı Arap harflerinin dilimize uygunsuzluğundan kurtardığı için lâiklikle ilgilidir, diyebiliriz, hem de Türk Ulusunun kaderini çok olumlu yönde değiştirmiş büyük bir atılımdır, diyebiliriz. Üzerinde çok durulmuş bu konuyu makalemizin çerçevesi içinde daha fazla işlemeyi gereksiz buluyoruz. 29

7. Serbest Fırka Denemesi

12 Ağustos 1930 tarihinde kurulan ve birkaç ay sonra, 17 Kasım 1930’da kurucusu eliyle kapatılan Serbest Fırka’nın, Türk demokrasi tarihinde çok ilginç bir yeri olduğunu bilmekteyiz. Tarihte eşine ender rastlanır bir biçimde kurulan bu siyasal parti, kısa sürede inkılâba karşı olanların aracı haline geldiği için kapandı. îşin ilginç yanı, “lâikliğin” siyasal bir slogan biçiminde, bu partinin açılması sırasında sık sık kullanılmasıdır. 1928 Anayasa değişikliğinde, mevzuata henüz “lâik” sözcüğü girmemişti. Ama devletin lâikleştiği anlaşılıyordu. Nitekim bu Parti’nin açılmasına ilişkin, Gazi Mustafa Kemal Paşa ile Fethi Bey arasındaki ünlü mektuplaşmada, “lâiklik” ilkesinin somut biçimde kullanıldığı göze çarpmaktadır. Kurulacak parti “lâik” olacaktır. 9 Ağustos 1930 tarihli mektubunda Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal, Fethi Bey’e şöyle diyordu:

“Memnuniyetle tekrar görüyorum ki, lâik cumhuriyet esasında beraberiz, zaten benim siyasî hayatta bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur30”.

Partinin “lâik cumhuriyet esası” üzerinde kurulmasından sonra işler değişti. Fethi Bey’in tüm çabalarına rağmen, “lâik düşünce taşımayan” unsurlar hızla örgüte doldu. Rahmetli Şükrü Kaya’dan dinlediğimize göre, Fethi Bey, toplantılarda örneğin “fes giymeyeceğiz” diyerek bağırdığında, topluluk büyük bir hızla “fes giyeceğiz” biçiminde karşılık vermekteydi. Yeni bir Şeyh Sait olayı ile karşılaşmak istemeyen Fethi Bey, partisini kapattı. Ardından 23 Aralık 1930 tarihinde Menemen Olayı patlak verdi. Şu duruma göre Fethi Beyin endişeleri yerinde idi.

Menemen Faciası, alınacak derslerle doluydu. Gazi Mustafa Kemal Paşa bu olay üzerine yayınladığı beyannamede olayı değerlendiriyor ve “istilânın acılığını tatmış bir çevrede bu saldırıyı Cumhuriyete karşı bir başkaldırma” olarak görüyordu 31. Şu duruma göre lâiklik ilkesi henüz tam olarak oturmamıştı.

8. Son Aşamalar

Lâikliğin biçimsel olarak yerleştirilmesi çabaları 1930 yılından sonra da sürdü. Serbest Fırka’nın kurulmasından birkaç ay önce kadınlara belediye seçimlerine katılma hakkı verildi32.

Cumhuriyet Halk Fırkasının 10 Mayıs 1931 tarihinde toplanan Üçüncü Büyük Kongresinde, yeni program saptandı. Programın ikinci bölümünde “Altı İlke” yer aldı. Lâiklik resmî ideolojinin bir bölümü durumuna geldi. Bu ilkenin açıklamasında, “Lâikliğin dinsizlik anlamına gelmediği, vicdanlara karışılmayacağı, fakat dünyasal düzenlemelerde modern ihtiyaçlara göre davranılacağı” sık sık resmen belirtilmiştir.

5 Aralık 1934 tarihli Anayasa değişikliği ile, kadınlara da milletvekili seçme ve seçilme hakkı verildi34. Nihayet 5 Şubat 1937 tarihinde Anayasanın 2. Maddesi yeni baştan yazılarak, Türkiye Devletinin lâik olduğu belirtildi. Bu hüküm 1961 ve 1982 Anayasalarına da geçmiştir.

Lâiklikle ilgili sayılabilecek diğer aşamalar üzerinde durmaya gerek görmüyoruz. Soyadının, zaman, uzunluk, ağırlık ölçülerinin kabulü gibi… Bunlar hepimizce bilinmektedir.

Kısaca tarihsel gelişimini incelemeye çalıştığımız ve rejimin ana temellerinden biri sayılacak “lâiklik” i devlet nasıl korumaktadır? Kısa makalemizin konusu içinde bulunmamakla birlikte, çıkacak sonuçlara yardımcı olabilmesi bakımından bu noktada çok kısa bir açıklama yapmak gereğini duyuyoruz:

Ceza Kanunumuz, 163. Maddesiyle Lâikliği korumaktadır. Başka bir deyişle, Lâik Sisteme karşı, dinsel temele dayalı bir rejim getirme çabaları yasaklanmıştır. Kanun öte yandan, 175. Maddesi ile “Devletçe tanınan dinleri” de korumaktadır. Maddî hukukla ilgili uzun açıklamalara girmeden, “Devletçe tanınan din” kavramının ne kadar karışık olduğunu söylemekle yetineceğiz.

Özet

Bu makalede lâikliğin 1937 yılına kadar geçirdiği hukuksal gelişmenin ana çizgileri belirtilmiştir. Gerek yukarıda anlattıklarımıza, gerek toplumsal alandaki çeşitli gözlemlere dayanarak diyebiliriz ki lâiklik, Türk toplumuna özgür biçimde düşünme özelliği getirmiştir, yeni kuşaklara olumlu gelişme yolları göstermiştir.

KAYNAKLAR:

21 ALTAY, Fahrettin: 10 Yıl Savaş (1912-1922) Ve Sonrası Görüp Geçirdiklerim, İstanbul 1970, s. 378.
22 TUNAYA, Siyasî Partiler, s. 617.
23 SOYAK I, s. 340 vd.
24 KARAL, Enver Ziya: Atatürk’ten Düşünceler, Ankara 1956, s. 41-92.
25 El-Ezher Üniversitesinin yazısı için Bk.: LEWİS, Bernard: Modern Türkiye’nin Doğuşu, (Çev.: KIRATLI, Metin), Ankara 1970, s. 269.
26 Aynı yer.
27 Örn.: ÖZEK, Çetin: Türkiye’de Lâiklik, İstanbul 1962, s. 482 vd.
28 1931 yılında basılan ve Mustafa Kemal Paşa’nın pek çok bölümlerini bizzat yazdığı “Vatandaş İçin Medenî Bilgiler” kitabının 56. sayfasında bu görüş olduğu gibi, Atatürk’ün kendi el yazısı ile yazdığı not da şöyledir: “Türk Devleti lâiktir. Her reşit dinini intihapta şerbettir.” Bk.: AFETİNAN, Medenî Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Ankara 1969, s. 56 ve 352.
29 Derli toplu bilgi için Bk.: ORTAYLI, İlber: Tarihsel ve Toplumsal Nedenleriyle Türk Harf Devrimi. “Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsal Sorunları, 1923-1938” İstanbul 1977, s. 406 vd.
30 Mektupların metni için bk.: SOYAK II, 413 vd.
31 MUMCU, 151.
32 3 Nisan 1930 tarihli ve 1580 Sayılı Kanun.
33 Örn.: TTTC’nce yayınlanan ünlü Tarih Kitabının IV. Cildi, İstanbul 1931, s. 186
34 11. Madde değiştirilmiştir. Kanun No.: 2599.

(Visited 4 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 26.12.2007 tarihinde hale tarafından, Yakın Dönem Türkiye Tarihi bölümünde paylaşılmıştır ve 12211 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 0 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Cumhuriyet\'in İlk Dönemlerinde Laiklik II | Prof.Dr. Ahmet Mumcu orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleBalder | İskandinav Tanrılarından Odin İle Frigg'in Oğlu - Işık - Neşe - Saflık - Güzellik - Masumiyet - Barış Tanrısı Sonraki MakaleYörelere Göre Düğünlerde Oyun | Oyunun Hemen Her Yerde Bir Sıra Erkânı (Usulü - Yöntemi) Vardır

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz