Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Cumhuriyet EÄŸitiminin Genel DeÄŸerlendirmesi [Prof. Dr. Mustafa Ergün] | Devletin Genel Felsefesi ve Amaçları Bakımından – Sayısal Amaçlara Ul..


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 31.08.2008 tarihinde Sema tarafından, EÄŸitim Haberleri, GeliÅŸmeler, Sorunlar ve Sınavlar bölümünde paylaşılmıştır ve 1849 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


CUMHURİYET EĞİTİMİNİN GENEL DEĞERLENDİRMESİ

Türkiye Cumhuriyeti, 1923 yılında genç bir devlet olarak kurulduÄŸunda, 600 yılı aÅŸkın ömrü olan bir devletin maddî ve manevî tecrübelerine de sahip bulunuyordu. Bu devleti yükselten ve yaÅŸatan dinamikleri bildiÄŸi gibi, onu zayıflatan ve çökerten, parçalayan ve yıkan dinamikleri de iyi biliyordu. Esasen Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve neredeyse ilk 40 yılını yöneten insanlar, Osmanlı eÄŸitim ve devlet sistemi içinde yetiÅŸmiÅŸler, bilgi ve yönetim tecrübelerini orada kazanmışlardı.


Bu bilgi ve tecrübelerle, Cumhuriyetin kuruluÅŸundaki temellerde, yeni devletin parçalanmaması ve yıkılmaması, çaÄŸdaÅŸ hayata ayak uydurması, diÄŸer devletlerle mücâdele ederek yaÅŸayabilmesi, insanlarını barış ve refah içinde ve tam demokratik bir ÅŸekilde kaynaÅŸtırabilmesi için neler yapılması gerektiÄŸi çok düşünülmüştür. Bu düşüncelerin pratik hayata geçirilmesinde de -özellikle Atatürk döneminde- Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, fikrî ve sosyal hayat alanında önemli mücâdeleler verilmiÅŸtir.

Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri aslında çok saÄŸlam atılmıştır. Yapılacak siyasal tartışmalarda, bu temelleri yıkmak deÄŸil, ancak daha saÄŸlamlaÅŸtırmak esas alınmalıdır. Bugün, gerek geçmiÅŸe nostaljik bir baÄŸlılıktan dolayı olsun gerekse Cumhuriyet sisteminin kendini saÄŸlama almak için yaptığı propagandada dozun iyi ayarlanmamasından kaynaklansın, Cumhuriyet sisteminin “doÄŸru” veya “çaÄŸdaÅŸ” olmadığı ÅŸeklindeki eleÅŸtiriler ve onun yerine en azından demokratikliÄŸi ve dolayısıyla “cumhuriyet” olma özelliÄŸi olmayan yönetim önerilerine karşı halkı bilinçlendirmek gerekir. Çünkü yönetim uzun süre “Cumhuriyetin temel kurumları” arasındaki yargı veya silahlı kuvvetlerle korunamaz. Demokratik sivil yönetimin mutlaka halk tarafından benimsenmesi ve onun tarafından korunması gerekir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 75 yıllık geçmiÅŸinde eÄŸitim çalışmalarını deÄŸerlendirdiÄŸimizde şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır.


Devletin Genel Felsefesi ve Amaçları Bakımından:

Türkiye Cumhuriyeti devletinin genel felsefesi ve amaçları yönünden geçmişi değerlendirecek olursak;

Cumhuriyet eÄŸitimi: “Cumhuriyet” eÄŸitimi insanlara baÅŸarılı bir ÅŸekilde verilmiÅŸtir. Åžu anda ülkenin yönetim biçiminin cumhuriyet dışı bir egemenlik sistemine geçmesi mümkün deÄŸildir. Gerçi bugün çok deÄŸiÅŸik yönetim biçimleri, kendilerinin “cumhuriyet” olduÄŸunu savunmaktadır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin böyle bir ikilemi yoktur ve kendi halkının çok partili demokratik seçimlerde ortaya çıkan siyasî iradesine uyan bir demokratik cumhuriyet olarak devam etmektedir.

Demokrasi eÄŸitimi: Türkiye Cumhuriyeti, baÅŸlangıçta elbette çok partili bir demokrasi olarak kurulmamıştı; ama çok partili bir sistemden geliyordu ve ilerde çok partili sisteme geçeceÄŸine dair sürekli sinyaller veriyordu. Arada, o zaman Avrupa’da da yaygın olan tek parti yönetiminde ısrar edildi ve 2. Dünya Savaşı sonrası geliÅŸmeleri içinde çok partili demokrasiye geçildi.

Çok partili demokrasi baÅŸlangıçtan itibaren sıkıntılı götürüldü. Önceleri, eskinin temel partisi ve silâhlı kuvvetler, daha sonra da silâhlı kuvvetler baÅŸta olmak üzere bazı yüksek devlet organları, çok partili rejim içindeki bazı güçlerin Cumhuriyetin temellerini yıkabileceÄŸi endiÅŸesi ile, deÄŸiÅŸik tip ve yoÄŸunlukta sürekli müdahalelerde bulundular. Devletin temel ilke ve prensiplerini demokratik yollardan savunan “sivil” güçlerin yetersiz olmasından kaynaklanan bu durum, ÅŸu anda Türk demokrasisinin ana sorunlarındandır.

Cumhuriyet, çok partili demokrasi eÄŸitiminde baÅŸarılı oldu mu? Bu, okul programlarında verilen derslerden ziyade, sosyal-siyasal hayattaki pratiklerle verilecek bir eÄŸitimdir. Demokrasiye ve devletin kuruluÅŸ felsefesine karşı olmadan her fikir, inanç ve çıkar grubunun örgütlenerek demokratik kurallar içinde ülkenin geleceÄŸi için fikirlerini açıklaması ortamı tam olarak oluÅŸturulamamıştır. Birçok “demokratik” örgüt ya Devleti yıkmayı, parçalamayı ya da demokratik yapısını deÄŸiÅŸtirmeyi amaçlamaktadır. Bu da Devletin üst düzey koruyucu sistemleri tarafından sisteme sık sık uyarı ve müdahaleler yapılmasına neden olmaktadır.

Belli periyodlarla yapılan bu tür uyarılar sistemin yürütülmesinde çok hoÅŸ görülmemesine karşın, demokratik seçimler yoluyla iktidara gelen bazı güçlerin, kendilerinin zaten en ideal yönetim biçimi oldukları gerekçesiyle -örneÄŸin partiye kayıtlı üye defterlerine dayanarak- seçimleri yaptırmaması veya seçim sisteminin adil bir ÅŸekilde yürütülmesini engellemesi olaylarına yakın tarihte dünyanın birçok yerinde rastlanmaktadır. Türkiye’de de demokratik sistem içinde onun nimetlerinden faydalanan, ama özde demokrasiye inanmayan birtakım örgütler vardır. Her demokrasi içinde var olabilecek bu tür paradokslardan, gene demokratik sistemi fazla bozmadan ve rahatsız etmeden kurtulma yolları bulunmalıdır. Bunun için de Türkiye’de gerek parlamentoda gerekse parlamento dışındaki demokratik güçler, silahlı kuvvetlere ve “anayasal kurumlara” çok fazla iÅŸ düşmeden kendi mücâdelelerini kendileri yapmalıdırlar.


Laiklik: Türkiye Cumhuriyeti baÅŸlangıçtan beri devletin “laik” olduÄŸunu vurgulamış ve bunu devletin deÄŸiÅŸtirilemez temel özelliÄŸi olarak kabul etmiÅŸtir. Aslında devletin laik yapısı, Türk devlet geleneÄŸinde eskiden beri var olan bir özelliktir. Türk devletleri içinde deÄŸiÅŸik dinler ve dinler içindeki alt gruplar, devleti ve merkezî yönetimi yıkmayı amaçlamadıkça kendi dinî inançlarını istedikleri gibi yaÅŸamışlar, ekonomik ve eÄŸitsel düzenlerini kurmuÅŸlardır. Türkiye Cumhuriyeti’nde de bu gelenek sürdürülmektedir.

Türkiye’de din özellikle 19 ve 20. yüzyıllarda iç ve dış politikanın bir dinamiÄŸi haline gelmiÅŸtir. Osmanlıyı ve diÄŸer müslüman ülkeleri kullnmak isteyen Batılı güçler, “hilafet” ve “cihad” gibi kavramları kendi ince çıkarları noktasında ustaca kullanmışlar ve kullanmaya da devam etmektedirler. Osmanlı Devleti bu kavramları kendi iradesiyle ve kendi çıkarları doÄŸrultusunda kullanamamıştır. Türkiye Cumhuriyeti de yönetim sisteminin içine dini almamış ve laik bir yapıyı benimsemiÅŸtir. Bu belki, Osmanlının uzun ömrü boyunca baÅŸaramadığı, alevî vatandaÅŸları da sisteme tam yetkili olarak katmayı amaçlayan bir demkratik düzen olarak tasarlanmıştı. VatandaÅŸların bütünlüğünü saÄŸlamada büyük ölçüde de baÅŸarılı olmuÅŸ olan bu sistem, her durumda saÄŸlıklı olarak sürdürülmeye çalışılmalıdır.

Ancak ÅŸu anda Türkiye’nin en sıcak tartışma konularından birisi, laikliktir. Türkiye Cumhuriyeti, kuruluÅŸundan itibaren dinî eÄŸitimden yavaÅŸ yavaÅŸ sıyrılmaya çalışmış ve bu hedefine de ulaÅŸmıştır.

Ancak 2. Dünya Savaşı sonrası gelişmeleri içinde dinî eğitim tekrar başlamış ve şu anda kontrolü zor noktalara gelmiştir.

Buradaki politikada bazı hatalar yapılmış olduğu görülmektedir. Dinî eğitim ya kontrollü olarak vatandaşa veya toplumlara (cemaat) bırakılacak ya da devlet tarafından her vatandaşın inançlarına uygun olarak verilecektir. Türkiye Cumhuriyeti, vatandaşlarının dinî eğitimine karışmamış, ancak bunu onların hür iradelerine de bırakmamıştır. Sağlıklı bir din eğitiminin olmadığı ortamda bir taraftan bir çok ateist veya dine soğuk bakan genç yetişirken, diğer taraftan yeraltı eğitimi ile yetişen bir çok dinî grup devlete acımasız eleştiriler yapmaya ve devletin yapısını değiştireceklerini açıkça söylemeye başlamışlardır. Bu büyük ölçüde, Cumhuriyet döneminde sağlıklı bir din eğitimi yapılmamasından kaynaklanmaktadır.

Bu noktada Türkiye’de, Osmanlı Devletini parçalayıp dağıtan farklı insan yetiÅŸtirme modelleri (mektepli, medreseli, azınlık ve yabancı okul mezunu) gibi, birbirinden oldukça farklı düşünen, birbirleri ile ilerde anlaÅŸması daha zor olan insan grupları ortaya çıkmaktadır. Öğretimin birliÄŸi (“tevhid-i tedrisat”) bozulunca, ülke insanlarının birliÄŸi de bozulur.

Türkiye ÅŸu anda din eÄŸitimi sorununu hâlâ çözümleyememiÅŸtir. Bütün dünya toplumlarının “bilgi toplumu” olmaya yöneldiÄŸi ve kitle iletiÅŸim araçlarının bu kadar arttığı çağımızda, insanların dinî, siyasî, sosyal, ekonomik v.s. bilgiye ulaÅŸmaları engellenemez. Devlet, Türkiye’de dinî bilgiye eriÅŸmeyi engelleme yerine, onu kendi kuracağı (veya mevcut) sistemler içinde, dozunu kaçırmadan ve temiz olarak halka sunma yolları aramalıdır.

Milliyetçilik: Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı devletindeki üç ana akımın Batıcılar ve Milliyetçiler kanadı ile kurulmuş, İslâmcı kanat daha ilk dönemlerde tasfiye edilmiştir.

Atatürk, kendisini “teba” ve “kul” olarak gören ve son yüzyılların uzun savaÅŸları içinde iyice yılgınlaÅŸan halktan onurlu bir millet yaratmak için uzun bir çaba harcamıştır. Daha baÅŸtan itibaren onlara Devletin gerçek sahibi olduklarını hissettirmeye (“Hakimiyet kayıtsız ÅŸartsız milletindir”), seçme ve seçilme hakkı vermeye, “Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir.”, “Türk övün, çalış, güven” gibi sözlerle onları gayrete getirmeye, bayramları çocuklara ve gençlere hediye ederek topyekün dinamik bir millet meydana getirmeye çalışıyordu. Bundan sonraki kalkınma çalışmalarının ve savaÅŸların topyekün millet tarafından yapılacağını çok iyi görmüştü.

Ancak Osmanlının son döneminde ortaya atılan “cihad” yoluyla tür müslümanların bir hedefe yönlendirilmesi veya “Turancılık” ile tüm Türkleri birleÅŸtiren bir devlet(ler) sistemi kurulması çalışmalarının realiteden ne kadar uzak, gerek müslümanlara gerekse Türklere na kadar zarar verdiÄŸini de görüyordu. Bu nedenle bir sınır (“misak-ı millî”de olduÄŸu gibi) çizmesi gerektiÄŸi kanaatine vardı ve bu sınırlar içindeki insanlardan dinamik, çaÄŸdaÅŸ bir Türk milleti meydana getirmeyi amaçladı. Türklük, yeni devletin ana vasfı idi ve Türk olmayanların da, Devletin politikasına uyarak “Türküm” demelerini bekliyordu.

Milliyetçilik, Türk devletinin daha sonraki dönemlerinde de ana politik güçlerden biri olmaya devam etti. Ama sık sık Atatürk’ün amaçladığı milliyetçilik duygusundan sapıldığı, bazen Turancı hisleri, bazen manevî hisleri hattâ bazen sosyalist ve ayrılıkçı hisleri çok fazla olan milliyetçi akımların ortaya çıktığı görüldü. Türkiye Cumhuriyeti, Devletin milliyetçilik anlayışını “Atatürk milliyetçiliÄŸi” adıyla bunlardan ayırmaya çalıştı ama yaygınlaÅŸtırmada ne kadar baÅŸarılı olduÄŸu tartışmalıdır.

Sayısal Amaçlara Ulaşma Yönünden

Türkiye Cumhuriyeti’nin baÅŸlangıçtan beri ülke insanlarına eÄŸitim hizmeti götürmesini, sayısal açıdan ve eÄŸitim kademelerine göre kısaca gözden geçirelim.

Okul Öncesi EÄŸitim: Okul öncesi eÄŸitim önceleri sanayileÅŸme ve büyük ailenin dağılması sonucu bir zorunluluk gibi ortaya çıkmasına karşılık, daha sonraları çocukların okula ve çaÄŸdaÅŸ hayata hazırlanmaları için pedagojik bir ihtiyaç olarak ortaya çıktı ve 1990’lara doÄŸru Avrupa ülkelerinde çaÄŸ nüfusunun %50’den fazlasını (bazı ülkelerde %90’ını) kapsamaya baÅŸladı. Bizde, bu alanda önemli geliÅŸmeler var gibi gösterilmesine raÄŸmen, hâlâ çaÄŸ nüfusunun ancak %9’nun bu imkândan yararlanması, aslında hızlı bir geliÅŸme olmadığını gösteriyor. Bu alanda öğretmen yetiÅŸtirme, son zamanlarda ciddî ve yoÄŸun olarak baÅŸlanan bir iÅŸtir. Artık okul öncesi eÄŸitim öğretmenleri EÄŸitim Fakültelerinde 4 yıllık bir lisans eÄŸitiminden mezun olacaklar ve bu alandaki bilime uygun gerçek geliÅŸmeler ancak bundan sonra saÄŸlanabilecektir.

İlköğretim:
Osmanlı Devleti’nin son ve Cumhuriyetin ilk yılları büyük bir ilköğretim ve ilkokul öğretmeni yetiÅŸtirme faaliyetleri ile geçmiÅŸtir. Cumhuriyetin ikinci 10 yılında, rejimin halka anlatılması ve benimsetilmesi, aydınların halka yaklaÅŸtırılması, devlet-halk bütünleÅŸmesinin saÄŸlanması için kurulan Halkevleri ve köycülük çalışmaları içinden çıkan Köy Enstitüleri, ve daha sonra bu temel üzerinde sürdürülen ilköğretmen okulu çalışmaları ile ilköğretimin tüm yurt sathına ve halka yaygınlaÅŸtırılması çalışmaları baÅŸarıya ulaÅŸmıştır.

1928 yılında yapılan ve Cumhuriyetin daha sonraki zamanları etkileyen en köklü hareketi olan yeni Türk harflerinin kabulü ile bu harflerin öğretilmesi için kurulan Millet Mektepleri de, okuma-yazma ve temel bilgilerin halka yaygınlaştırılmasında dikkatle ve önemle değerlendirilmesi gereken örnek hareketlerdir.

Ä°lköğretim alanında çaÄŸdaÅŸ dünya artık çaÄŸ nüfusunun okullaÅŸtırılması sorununu çözmüştür. Bizde ise, bir zamanlar ulaşılan %95’leri geçen bir geliÅŸmeden, son zamanlarda yurdun bazı bölgelerindeki bölücü terör hareketleri yüzünden -öyle tahmin ediyorum ki- %90’lık düzeylere geri düşülmüştür. Bu tür terör hareketleri, eÄŸitimin kalitesini de büyük ölçüde düşürmektedir.

Cumhuriyet, kuruluşundan beri ısrarla izlediği zorunlu eğitimin genişletilmesi amacına, temel ilköğretimi 8 yıla çıkararak, ancak son yıllarda ulaşabilmiştir. Bu öğretim kademesinin daha alt kademelere bölünmeden, Cumhuriyetin ve çağdaş hayatın gereklerine uygun temel eğitimi vermesini sağlamak gerekir.

Tarımsal faaliyetlerin giderek makineleÅŸme ile yapılması sonucu, kırsal kesimdeki nüfus kent merkezlerine akmaya baÅŸlamış; bunun sonucunda da kırsal yerleÅŸim yerlerinde deÄŸil ortaöğretim gibi çok öğretmenli eÄŸitim kurumlarını, hattâ ilkokullar bile öğrencisizlikten kapanmaya baÅŸlamıştır. Her yıl binlerce kırsal yerleÅŸim yerindeki ilkokul kapanmaya, bunun yerine “taşımalı öğretim” denilen sistemle Yatılı Ä°lköğretim Bölge Okulları (YÄ°BO) ve Pansiyonlu Ä°lköğretim Okulları (PÄ°O) geliÅŸtirilmeye çalışılmaktadır. Burada ortaya çıkan bazı problemler, belli bölge ve merkezlere çok büyük “okul merkezleri” kurularak giderilebilir.

Ortaöğretim: Yakın zamana kadar ortaokullarda %70’e, liselerde ise %55’e varan bir okullaÅŸma saÄŸlanmıştır. Ancak bu oranlar, çaÄŸdaÅŸ dünya ülkeleri ile karşılaÅŸtırıldığında çok düşük görülmektedir. Buralarda %90’lara varan hedeflere kısa sürede ulaşılmaya çalışılmalıdır.

Ortaokullar, ilköğretim okulları içinde ilkokullarla bütünleştirilmeye çalışılmaktadır. Bu alanın kendine özgü alan öğretmenlerinin (Türkçe, Matematik, Fen ve Sosyal Bilgiler alanında) de yetiştirilmesi ile, ilerde öğretim kalitesinin yükseleceği beklenmektedir.

Lise düzeyinde ise Türkiye’de tam bir kargaÅŸa yaÅŸanmaktadır. “Genel lise”lerin yanına -gene “genel” olduÄŸunu iddia eden Anadolu liseleri, süper liseler, fen liseleri, yabancı dil ağırlıklı liseler, öğretmen liseleri, güzel sanat liseleri, akÅŸam liseleri, özel liseler vs. katılmaktadır. Böyle bir karmaÅŸa meslekî ve teknik liseler alanında da devam etmekte; teknik liseler, Anadolu teknik liseleri, Anadolu meslek liseleri, endüstri meslek liseleri, imam-hatip liseleri, ticaret liseleri, sekreterlik, otelcilik ve turizm, iletiÅŸim, aşçılık vs. liselerin yanında birçok da “çok programlı lise” bulunmaktadır. (Burada, öğretmen liselerinin neden meslekî liseler arasına alınmadığı dikkat çekmektedir).

Bütün dünyada meslek eğitimi artık yükseköğretim kademesine bırakılmaktadır. Liseler, gençleri çağdaş hayata hazırlayacak temel bilimlerin ortak ve sağlam olarak verildiği kurumlar olması gerekir. Bu düzeydeki meslek okulları, yükseköğretime devam edemeyecek seviyedeki gençlere meslek kazandırmaya çalışmalıdır. Yüksek öğretime devam edebilecek olanlar, lise düzeyinde ortak bir fen ve sosyal bilimler eğitimi görmeli, ayrıca gidecekleri yükseköğretim kurumlarına göre alacakları seçmeli derslerde bir farklılaşmaya gitmelidirler. Bugünkü meslek liselerinin bir çoğu, o mesleklere eleman yetiştirmemekte, sadece genel lise işlevini görmektedir.

Yükseköğretim: Türkiye Cumhuriyeti yükseköğretim alanında oldukça yavaş seyreden bir gelişimden sonra, son zamanlarda arka arkaya hamleler yapmaktadır. Gerçi yükseköğretim alanındaki okullaşma oranı gelişmekte olan ülkelere göre çok geridedir, ama gelişmeler ümit vericidir.

Yükseköğretimdeki ilk problem, giriÅŸte yaÅŸanmaktadır. Liselerde okullaÅŸma oranı çok yüksek olmamasına raÄŸmen, üniversite kapılarında her zaman kapasitenin çok çok üzerinde aday birikmekte, bunlardan kimlerin hangi programlara kayıt olacağı da büyük sorun olmaktadır. Åžimdiye kadar sürdürülen üniversiteye giriÅŸ sisteminde bu yıl önemli deÄŸiÅŸiklikler yapılmış, öğrencinin lisede okuduÄŸu alan ve lise baÅŸarısı yerleÅŸtirmeyi önemli ölçüde etkiler hale gelmiÅŸtir. Türkiye’nin son 30 yılına damgasını vuran “özel dershaneler” sistemini önemli ölçüde sarsan bu uygulamanın baÅŸarılı olabilmesi için lise öğretiminin ve deÄŸerlendirme sisteminin çok ciddi olması ve burada alınan bazı seçmeli derslere -öğrencinin girmek istediÄŸi kuruma göre- özel puanların verilmesi gerekmektedir.

Yükseköğretim, kendi içinde önlisans (meslek yüksek okulları), lisans (fakülteler) ve yüksek lisans (enstitüler) olmak üzere üç ana gruba ayrılmaktadır. Burada meslek yüksekokullarının açılmasında bazı kasabaların ihtiyaçlarının karşılanması yerine üretim sektörlerinin ihtiyaçları göz önüne alınmalıdır. Fakülteler akademik öğretim kadar, gençlere bir meslek kazandırmaya da yönelik olmalıdır. Yüksek lisans ve doktora düzeyinde de, alınan önlemlerde (doktoraların belli merkezlerde yaptırılması) çok aşırı olmamalıdır. Burada belki hukukî olarak her üniversitenin belli asgari ÅŸartları yerine getiren birimlerine doktora hakkı vermek, ama doktora sınavlarını -doçentlikte olduÄŸu gibi- Ãœniversitelerarası Kurul’un belirleyeceÄŸi jürilere yaptırmak gibi daha adil ve rasyonel çözümler geliÅŸtirilebilir.

Öğretmen yetiştirme: Öğretmen yetiştirme alanında en az Batı ülkeleri kadar zengin bir deneyime sahip olan Türkiye, son zamanlarda yaptığı (ve elbette yapılması gereken) öğretmen yetiştirme sistem değişikliklerinde, kendi öz tecrübelerinden ziyade Batıdan bazı modelleri alıp deneme yolunu seçmiştir.

Şu anda bilgisayara dayalı eğitim teknolojilerinin ve televizyon sistemlerinin gelişmesiyle, bütün dünyada eğitim sisteminde ve buna uygun öğretmen yetiştirmede yeni arayışlar devam etmektedir.

Zaman içinde bu alanda kendi özgün yapımıza ulaÅŸacağımızı ümit ediyorum. Türkiye, kendi geliÅŸmesine ve ihtiyaçlarına en uygun ve rasyonel öğretmen yetiÅŸtirme modelini kurmak zorundadır. Åžu anda yeni yapılanmaya göre okul öncesi eÄŸitim öğretmenliÄŸi, sınıf öğretmenliÄŸi, ortaokul alan öğretmenlikleri, lise alan öğretmenlikleri, resim, müzik, beden eÄŸitimi ve yabancı dil öğretmenlikleri alanında yeni bir sistemin uygulanmasına baÅŸlanacaktır. Burada ortaya çıkan aksaklıkların düzeltilmesi ile, oldukça saÄŸlam ve çaÄŸdaÅŸ bir sisteme kavuÅŸulacağı beklenmektedir. Amerika’dan kopye edilerek kurulan “Öğretmen YetiÅŸtirme Millî Komitesi”nin de gerek öğretmen standardını belirlemede gerekse bu standartlara uygun eleman yetiÅŸtirmede yararlı olacağını ümit ediyorum.

Diğer alanlarda: Türkiye özel eğitim alması gereken çocuklarına hâlâ yeterli ve çağdaş eğitim olanakları sunamamaktadır. Özel eğitim kurumlarının sayısı da oldukça yetersizdir. Bir taraftan belli özür gruplarına giren öğrenciler tespit edilerek bunların hepsine uygun özel eğitim kurumları açılmalı, bir taraftan da bu okullarda görev alacak öğretmenler özel olarak yetiştirilmelidir. Bütün dünyada olduğu gibi, bizim yeni eğitim fakülteleri yapılanmasında da özel eğitim öğretmenliklerine özel bir önem verilmiştir.

Türkiye, 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl baÅŸlarında Osmanlı Devleti’ni yıkıp dağıtan yabancı ve azınlık özel okullarının acı tecrübesiyle, özel okullara hep soÄŸuk bakmaktadır. Bugünkü özel okulların büyük çoÄŸunluÄŸu da gene bazı dinî cemaatlara baÄŸlı vakıfların kurduÄŸu özel okullardır. SaÄŸlam bir denetim sistemi kurarak özel kiÅŸi ve kuruluÅŸlarının eÄŸitim sistemine katkıda bulunmaları saÄŸlanmalıdır. Bu, özellikle yükseköğretim alanında saÄŸlanmalıdır.

Genel DeÄŸerlendirme:

Yapısal sorunlar: Türk eğitim sistemi teknolojide, sosyal ve ekonomik hayattaki hızlı değişikliklere uygun olarak eğitim sisteminde yapısal değişikliklere biraz gecikerek gitmektedir.

Zorunlu temel ilköğretimin 8 yıla çıkarılması, Kur’ân Kursları ve Ä°mam-Hatip ortaokulları yüzünden oldukça gecikmiÅŸ ve geçiÅŸ sancılı olmuÅŸtur. 8 yıllık “temel” eÄŸitimin hiçbir taviz verilmeden ve temelde çatlaÄŸa izin verilmeden yerleÅŸtirilmesi gerekmektedir.

Lise sisteminde “meslek lisesi” gibi görünüp de genel lise özelliÄŸi taşıyan (öğretmen, imam-hatip gibi) bazı kurumlar bulunmaktadır. Lise düzeyinde, ÅŸans ve fırsat eÅŸitliÄŸini de bozmadan, gençlere çok saÄŸlam bir fen, sosyal ve güzel sanatlar eÄŸitimi verilmeli; bunun için de ders seçme imkânının çok olduÄŸu genel liseler sistemini yerleÅŸtirmelidir. Meslek liseleri ya çok üstün yeteneklerin özel olarak eÄŸitildiÄŸi ya da yükseköğretime devam edemeyeceklere pratik meslek kazandırılan kurumlar olarak geliÅŸtirilmelidir.

Yükseköğretimde meslek yüksekokulları ekonomik sistem içinde tam yerine oturmamış, açık öğretim neredeyse örgün bir eÄŸitim kurumu haline getirilmiÅŸ, “üniversite” kurma hâlâ temel fakülteler ve belli sayıda fakülte gibi sınırlamalarla yürütülmektedir. Meslek yüksekokullarının kuruluÅŸ ÅŸartları kesin olarak belirlenmeli, açık öğretim çaÄŸdaÅŸ teknolojik geliÅŸmelere göre yöntem ve alan olarak yeniden örgütlenmeli, üniversite kuruluÅŸunda da -Japonya’da olduÄŸu gibi- esnek olmalı, gerektiÄŸinde tek fakülte ile üniversite kurulabilmelidir (Tıp Ãœniversitesi, Kadın Ãœniversitesi, Öğretmen Ãœniversitesi gibi). Bununla beraber, eÄŸitim sisteminin yapısal alandaki reform çalışmaları çok umut vericidir.

Şans ve fırsat eşitliği: Türkiye Cumhuriyeti, demokratik bir devlettir ve demokratik toplumlarda devletin esas görevi, vatandaşlarına eğitimde şans ve fırsat eşitliğini sağlamaktır. Bir eğitim tarihçisi olarak gözlediğimiz ve araştırdığımız kadarıyla, Cumhuriyetin kuruluşundan beri eğitimde şans ve fırsat eşitliği giderek bozulmaktadır. Atatürk döneminde Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği gibi demokratik, sade, ortaçağdan ve kapitalizmden kalma sosyal sınıfların fazla etki etmediği bir eğitim sistemi kurmuş iken; şimdi ailenin mensup olduğu sosyal sınıfın eğitim kurumlarına girişi alabildiğine etkilediği bir sisteme kaymaktadır. Ekonomik güç ve eğitimde yabancı dilin önem kazanması, zengin çocukları ile fakir çocuklar arasında eşit yarışma ortamını kaldırmaktadır. Gerek lise düzeyindeki çeşitlenmede (Anadolu Lisesi, Süper Lise, yabancı dille eğitim yapan lise vs. gibi), gerekse yükseköğretime geçişte şans ve fırsat eşitliği giderek kaybolmaktadır.

Genel bilim ve insan politikası bakımından Türk eÄŸitimi dinî ve ideolojik bir kıskaç altındadır. Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürÅŸit ilimdir” demesine raÄŸmen, okullarımızda bir taraftan devletin ideolojik görüşü olarak “Atatürkçülük”ün veriliÅŸ biçimi, diÄŸer taraftan deÄŸiÅŸik dinî cemaatlerin, saÄŸ ve sol ideolojilerin ve hattâ bölücü görüşlerinin propagandası; gençlerin bilimsel, saÄŸlıklı ve soÄŸukkanlı düşünmelerini, olaylara analizci ve eleÅŸtirel bakmalarını, gelecekte barış içinde birlikte yaÅŸamalarını engellemektedir. Dünyanın genelinde üniversitelerde sakin bir bilimsel eÄŸitim yapılırken, bizde ideolojik yaklaşımların ve çatışmaların devam ettiÄŸi görülmektedir. Yukarıda sayılan deÄŸiÅŸik siyasî içerikli grupların propaganda amaçlı eÄŸitimleri yüzünden bilimsel eÄŸitim ikinci plânda kalmaktadır.

Türkiye, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” gençliÄŸini yetiÅŸtirmede bir takım sorunlarla karşı karşıyadır. Gençlik, maddî olarak da manevî olarak da hür deÄŸildir. Manevî hürriyet, bir çok insan için maddî hürriyete baÄŸlıdır. Oysa bugün aileler ve devlet, gençliÄŸini özellikle orta ve yükseköğretim sıralarında yeterince destekleyememekte, örgütlerin ve cemaatlerin eline bırakmaktadır. Gençler hür düşünememekte, hele düşündüklerini hiç söyleyememektedir. Çocuklara ve gençlere söz hakkı vermeme, konuÅŸanların çeÅŸitli ÅŸekillerde susturulması ailede baÅŸlamakta ve okul eÄŸitiminin ilk safhalarında tamamlanmaktadır. KonuÅŸmayan ve yazmayan insanlar, bir süre sonra okumamaya ve düşünmemeye baÅŸlamaktadırlar. YetiÅŸkin olduklarında da, kafalarında bir takım ölü ezber bilgilerden baÅŸka bir ÅŸey olmamaktadır.

Günümüzde gençlerin kafalarındaki bilgi ve ellerindeki hüner kadar gönüllerindeki sevgi ve davranışlarındaki vaziyet alışlar da önemlidir. Eğitim sistemimiz gençlere realist temeller üzerinde sağlıklı bir idealizm aşılamalıdır. Bu, Atatürk ilke ve inkılâpları üzerinde, Cumhuriyetin başından bugüne kadar geçen zaman içindeki tecrübelerimizi de değerlendirerek ayarlayacağımız bir idealizm olmalıdır. Buna göre; Türkiye Cumhuriyeti, eğitimin her kademesinde bilimsel düşünce ve bilgilere uygun, demokratik, insan haklarına saygılı, çevre sorunlarına duyarlı, yurdunu, milletini ve devletini seven ve yüceltmeye çalışan bir gençlik yetiştirmelidir

Prof. Dr. Mustafa Ergün

(Visited 5 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 31.08.2008 tarihinde Sema tarafından, EÄŸitim Haberleri, GeliÅŸmeler, Sorunlar ve Sınavlar bölümünde paylaşılmıştır ve 1849 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 0 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Cumhuriyet Eğitiminin Genel Değerlendirmesi [Prof. Dr. Mustafa Ergün] | Devletin Genel Felsefesi ve Amaçları Bakımından - Sayısal Amaçlara Ulaşma Yönünden orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleEn ilginç Türk gelenekleri ! Sonraki MakaleMeroitik Yazı Nedir? | Meroitik Anıtsal Ve El Yazısı Alfabeleri - Meroitik Semboller Ve Sesler

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz