Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Borçlu Olduklarımız – Gönüllü Onyediler | Aziz Nesin


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 10.10.2008 tarihinde Hale tarafından, Öykü Paylaşımları | Mevlana Hikayeleri bölümünde paylaşılmıştır ve 729 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


Borçlu Olduklarımız – Gönüllü Onyediler

Yunan ordusu Ä°zmir’i iÅŸgal edince, düşmana karşı ilk toplu ve örgütlü direniÅŸ, Ayvalık – Burhaniye – Havran – Edremit yöresinde baÅŸlamıştı.


Yarbay Ali Bey komutasındaki YüzyetmiÅŸikinci Alay Ayvalıkla bulunuyordu Yunan iÅŸgalcilerine karşı direnme kararı alınınca, YüzyetmiÅŸikinci Alay da Ayvalık’tan çekildi. KaraaÄŸaç köyüne geldi. KaraaÄŸaç köyü, YüzyetmiÅŸikinci Alay’ın karargâhı oldu.

O günlerde kurulmuÅŸ olan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (Hakları Savunma DerneÄŸi), YüzyetmiÅŸikinci Alay’dan baÅŸka bir de sivil gönüllülerden oluÅŸacak milis alayının kurulmasına karar vermiÅŸti. Milis alayı kuruldu. Eskiden savaÅŸlarda bulunmuÅŸ, askerliÄŸini yapıp bitirmiÅŸ, yani savaÅŸ deneyimleri olan siviller milis alayına gönüllü yazılmaya baÅŸladılar.


Müdafaa-i Hukuk yazmanı
Hüseyin Hüsnü Bey

Pelit Köyü’nden Mehmet Bey, bu milis alayının komutanlığını üstlendi. Kurulan milis alayının üç taburu savunma bölgelerine yerleÅŸtirildi. Köylülerin, milis alayına gönüllü yazılmaları için köylere haber salındı. Eli silah tutabilenler, yurt savunması için gönüllü askerliÄŸe çaÄŸrılıyordu. ÇaÄŸrıyı duyanlar akın akın Burhaniye’ye gelmeye baÅŸlamışlardı. Bunların çoÄŸu, Büyük Dünya Savaşı’ndan daha yeni dönmüş gazilerdi. İçlerinde yaralan daha yeni kapanmış olanlar, savaÅŸ sakatları, kolsuzlar, topallar bile vardı. O denli çok geliyorlardı ki, Burhaniye’de Kuvvay-ı Milliye’nin yazmanı olan Hüseyin Hüsnü, bu gönüllülerin künyelerini deftere yazmaya yetiÅŸemiyordu. Yazman Hüseyin Hüsnü de bir savaÅŸ gazisiydi. Büyük Dünya Savaşı’nda dört yıl yedeksubay olarak savaÅŸmıştı. Terhis olup da memleketi Burhaniye’ye döneli daha dört ay olmuÅŸtu.

Gönüllü asker yazılmaya gelen köylülerin çoğunun üstübaşı bitik, giysileri yırtıkpırtıktı, pekçoğu yalınayaktı.

Bigün Yazman Hüseyin Hüsnü, gönüllülerin künyelerini deftere yazarken, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin baÅŸkanı olan Şükrü Hocaefendi de oradaydı. Hüseyin Hüsnü, karşısında duran yirmiye yakın köylüyü, gönüllü defterine yazmıştı. Ama onlar gitmiyorlar, öylece duruyorlardı. BaÅŸkan Şükrü Hocaefendi, onlara çok sert bağırdı:

— Daha ne beklersiniz? Dikilip durmayın! Hangi milis taburuna gideceğiniz söylendi ya size. Taburların yerlerini de biliyorsunuz. Durmayın daha, hadi taburlarınıza!

Yırtıkpırtık giysiler içindeki bu yalınayak köylüler, başları önlerinde, seslerini çıkarmadan hâlâ öylece duruyorlardı. Şükrü Hocaefendi onların neden beklediklerini biliyor, ama bilmezden geliyordu. Çünkü onların isteklerini karşılamak olanağı yoktu. Bu yüzden de acı duygusunu dışa vurmamak, üzüncünü onlara belli etmemek için, sözde sert davranmaya çalışıyordu. Onlara bikez daha taburlarına gitmeleri için bağırınca, içlerinden biri, utana sıkıla, başını yerden kaldırmadan, çok alçak sesle, fısıldar gibi,

— Ayakkabı… dedi.


Hiçbirinin ayakkabısı yoktu. İşgalcilere karşı yurtlarını savunmak için savaşa gönüllü gidecek olan bu yiğitler, sanki kendilerine apartıman bağışlanmasını istiyorlarmışçasına sıkılarak ayakkabı istiyorlardı.

Gönüllü asker yazılanların ayakkabılarını kavaf (hazır ayakkabı satıcısı) Kaleli Hacı Mehmet Efendi vermekteydi. Her iÅŸleniÅŸte, dükkanındaki ayakkabıları, para almadan gönüllü askerlere vermiÅŸti. Ama artık O’nun dükkânında da ayakkabı kalmamıştı.

Yazman Hüseyin Hüsnü belki bir umar bulunur diye yine kavaf Kaleli Hacı Mehmet Efendi’ye gidip,

— Hacı Mehmet dayı, yüz çift ayakkabı daha eksiğimiz var! dedi.

Hacı Mehmet Efendi, eliyle dükkânının içini gösterip,

— İçerde ne varsa, hadi hepsini alın! dedi. Dükkânda yüz çift ayakkabı yoktu. Olanlarını verdikten sonra,

— Kaygılanmayın, gerisini de yaptırırız… dedi.

Gönüllü yazılan her ere, birer çift ayakkabıyla beşer lira veriliyordu. Sonra bu gönüllü erler, milis alayının taburlarından birine katılmak üzere cepheye yollanıyordu.

Milis alayı taburlarının fırınları vardı. Fırınlar ekmek çıkarıyordu. Ama taburlarda silah yoktu. Gönüllü yazılanlara silah bulup vermek çok zordu, hatta olanaksızdı.

Bigün Karalar Köyü’nden onyedi köylü, gönüllü yazılmak için Burhaniye’ye gelmiÅŸti. Bunların başında Halil ÇavuÅŸ vardı. Halil ÇavuÅŸ, Çanakkale Savaşı’nda bulunmuÅŸ bir gaziydi. Çanakkale Savaşı’nda üç yara almıştı. Birlikte geldiÄŸi köylüsü olan onyedi kiÅŸi de Büyük SavaÅŸ’tan yeni dönmüştü. Kimi Galiçya’da, kimi Kafkasya’da, kimi Kanal’da, çölde savaÅŸmıştı.

Onyedi gönüllü, Yazman Hüseyin Hüsnü’nün masasının önüne geldi. Bunların da üstbaÅŸları bitik giysileri yırtıktı, yalınayaktılar. Önde duran Halil ÇavuÅŸ,

— Gönüllü yazılmaya geldik, cepheye gideceğiz! dedi.

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Şükrü Hocaefendi, bunların da öbür gönüllüler gibi ayakkabı isteyeceklerini bildiğinden, verecek ayakkabı da olmadığından büyük bir can sıkıntısıyla sertelerek,

— İyi ya işte, gideceksiniz künyenizi yazdırın, gidin! dedi.

Halil Çavuş,

— Ya silah? diye sordu.

Demek bunlar, ayakkabı değil, silah istiyordu. Silahları olsa, yalınayak da cepheye gidecek, savaşa gireceklerdi. Ama onlara verecek silah yoktu. Ne yapacağını bilemeyen Şükrü Hocaefendi, baskın çıkabilmek için bu kez daha da yapmacık bir sertlikle bağırdı:

— Hele şunlara bak! Nasıl askere gidecekmişsiniz siz böyle? Hani silahlarınız sizin?

Koca yiğit Halil Çavuş, sanki suçluymuş gibi,

— Silahımız yok… dedi.

Bu kez Şükrü Hocaefendi daha bir diklenerek,

— Ne demek silahımız yok? Silahsız asker olur mu be? diye söylendi.

Halil Çavuş fısıldar gibi,

— Burdan veriyorlarmış diye duyduk da… dedi.

Şükrü Hocaefendi onlara silah verememekten çok dertliydi. Ama üzüncünü belli etmemek için yarı alaylı çıkıştı:

— Silahları yokmuÅŸ! Bakındı hele… Bir de gönüllü yazılacaklarmış… Vah vaah… Köyünüzde odun kesmez misiniz siz? Evlerinizde nacak da mı yok sizin?

Hadi koşun evlerinize de, nacaklarınızı kapın gelin!

Karalar Köyü, Burhaniye’ye bir günlük yoldur. O yalınayak onyedi yiÄŸit, geriye dönüp köylerinin yolunu tuttular.

Dört yıl boyunca Büyük SavaÅŸ’ta bulunmuÅŸ olan Yazman Hüseyin Hüsnü, BaÅŸkan Şükrü Hocaefendi’ye,

— Hoca enişte, ne diye bu adamları silahsız cepheye gönderiyorsun? diye sordu.

Şükrü Hocaefendi,

— Sen anlamazsın… dedi.

Az sonra da şöyle açıkladı:

— BaÅŸka ne yapabilirim? Hele bir cepheye gitsinler… Gitsinler de, hiç olmazsa düşmana kalabalık görünsünler. Nasıl olsa bir kolayını bulurlar, silahsız kalmaz onlar. Bir silahlı erimiz ÅŸehit düşünce, hemen ÅŸehit arkadaÅŸlarının silahını kapar, silahlanırlar.

Ertesi gün, Karalar Köyü’nden o onyedi köylü yine yayanyapıldak Burhaniye’ye dönmüştü. Nice savaÅŸlara girip çıkmış olan Yazman Hüseyin Hüsnü onları karşısında görünce, kendini tutamayıp gülümsedi. Çünkü onların görünüşleri hiç de gülünmeyecek gibi deÄŸildi. Pekçok savaÅŸa katılmış olan bu adamlar, evlerinden aldıkları nacakları tüfek gibi omuzlarına asmışlardı. BaÅŸlarında duran Halil ÇavuÅŸ’un omuzundaysa tırpan vardı.

Halil Çavuş,

— Evde aradım taradım, nacağı bitürlü bulamadım. Ne yapayım, ben de tırpanı aldım geldim. Tırpan da iÅŸimi görür… diyordu.

Bunun üzerine, Yazman Hüseyin Hüsnü dayanamayıp Halil ÇavuÅŸ’a şöyle dedi:

— Bre Halil ÇavuÅŸ, sen ki bunca savaÅŸa girip çıkmış adamsın; doÄŸuÅŸu, savaşı iyi bilirsin. Karşımızdaki Yunan askerlerinin Ä°ngiliz malı kasalı tüfekleri var; bilirsin, dokuzlu tüfekler… Sen böyle silahsız, bir tırpanla onlara karşı ne yapacaksın?

Halil Çavuş şu yanıtı verdi:

— Silahsız deÄŸilim ki… Cepheye gider gitmez, hemen bu gece, gönüllü nöbete girer, gece nöbeti tutarım. Nöbetteyken, gecenin karanlığında süzülür, düşman içine atlarım. Elimde tırpanım var ya… Önüme çıkan ilk düşman askerinin kellesine bir tırpan çalar, alırım elinden tüfeÄŸini… Ä°ÅŸte silahlandım gitti.

Halil ÇavuÅŸ’un arkadaÅŸları da söze atıldılar:

— Bizim de nacaklarımız var ya… Sen hiç kaygılanma Efendi, biz bir kolayını bulur silahlanırız.

Karalar Köyü’nden o onyedi yiÄŸit, gönüllü yazıldıktan sonra, omuzlarında nacaklarla tırpanla cepheye yöneldiler, savaÅŸa girdiler, düşmanın karşısına dikildiler.

Yazman Hüseyin Hüsnü çok merak ettiÄŸi için, bu onyedi yiÄŸitin ne olduÄŸunu, sonlarım öğrenmek istedi, onları izledi. Gerçekten de Halil ÇavuÅŸ’la iki köylüsü, daha cepheye gittikleri ilk gece gönüllü nöbet tutup, düşmandan tüfek almayı baÅŸarmıştı. Ama onlardan biri, daha o gece ÅŸehit düşmüştü.

Bilindiği gibi, savaş Türk ordusunun utkusuyla sonuçlandı. Ama bu onyedi yiğit savaşçının hiçbiri köyüne dönemedi.

Burhaniye KurtuluÅŸ Savaşı’mıza 1364 asker vermiÅŸ, bunlardan 964’ü ÅŸehit düşmüştü. SaÄŸ dönen 400 savaşçının da çoÄŸu elden, ayaktan, gözden yoksun kalmış savaÅŸ sakatıydı.

AZÄ°Z NESÄ°N

(Visited 59 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 10.10.2008 tarihinde Hale tarafından, Öykü Paylaşımları | Mevlana Hikayeleri bölümünde paylaşılmıştır ve 729 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 1 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Borçlu Olduklarımız - Gönüllü Onyediler | Aziz Nesin orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleTarihte Bugün: 12 Eylül | (1980) - 12 Eylül Darbesi GerçekleÅŸtirildi Sonraki MakaleAtatürk Haftası | 10 – 16 Kasım - Atatürk Haftası Güzel Sözler - Atatürk Haftası Åžiirleri

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz