Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Başsız At | Paul Berna


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 03.10.2008 tarihinde Hale tarafından, Çocuk Edebiyatı | Çocuk Klasikleri bölümünde paylaşılmıştır ve 2510 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


Başsız At

Paul Berna


Fransızcası: Le Cheval Sans Tete, Google’da ara
Ä°ngilizcesi: The Horse Without a Head, Google’da ara
Sinema filmi: The Horse Without A Head (1963)

Yarım Gün Tatil


Gaby ve çete, Petits Pauvres Sokağının tepesinde kalan Fernand Douin’in evindeydiler. On çocuk, sırayla ata binerek hızla tepeden indiler ve aÅŸağıdaki Vache Noir Sokağına vardılar. Bu sokaÄŸa gelen her çocuk yere atlıyor ve Atını sürükleyerek arkadaÅŸlarının sabırsızlıkla sıra beklediÄŸi tepeye çıkıyordu.

Yolun sonunda bir yamaç vardı. At ve binicisi buradan geçerek etrafı dikenli telle çevrili olan alanın yanındaki sete varıyordu. Buraya geldiÄŸinizde ufka doÄŸru uzanan bomboÅŸ kırlardan baÅŸka bir ÅŸey göremezdiniz. Onun için de atın Ãœstünde iki saniye kadar uçtuÄŸunuzu sanırdınız. Fakat topuklarınızla fren yapmazsanız bir anda atın üstünden düşer ve kendinizi yerde bulurdunuz. Çocuklar bu tür düşmeyi ‘BaÅŸarılı Ä°niÅŸ’ diyorlardı. Her biniÅŸin sonunda at, kaldırıma devriliyor ve parke taÅŸlarına çarpan saÄŸrılarından boÅŸluktan gelir gibi bir ses çıkıyordu. Hiçbir biniÅŸ böyle olamıyordu doÄŸrusu!

Fernand Douin, bir yıla yakın süredir atın sahibiydi. Faubourg Baccus’dan bir eskici üç paket kara tütüne karşılık atı Mösyö Douin’e vermiÅŸti. Fernand da Noel sabahı bunu astığı çorabın yanında bulmuÅŸtu. Çocuk, sevinç ve coÅŸkudan beÅŸ dakika süreyle konuÅŸamamıştı. Oysa atın, dış görünüşünde öyle bir olaÄŸanüstülük de yoktu. Hatta daha baÅŸlangıçta bile atın uygun bir başı olmamıştı. Mösyö Douin, ona kalın mukavvadan bir baÅŸ yapmışsa da bu iki gün bile dayanmamıştı. Marion, ata ilk biniÅŸinde altmış kilometre hızla yokuÅŸtan inerken Mösyö Mazurier’in kömür kamyonuna bindirmiÅŸ ve o anda atın başı kopmuÅŸtu. BaÅŸ ve diÄŸer kazalarda kaybedilen ön bacaklar çöplüğe bırakılmıştı. Sonra çocuklar, Ponceau yolundaki tünelde bir deney biniÅŸine kalkışınca atın arka bacakları da kopmuÅŸtu. KuyruÄŸundan da söz etmek gereksiz. Çünkü kuyruÄŸu yoktu zaten.

Artık geriye kalan sadece atın gövdesiydi. Cilâsı yer yer kalkan bedeni gri renkteydi. Üstüne de boyayla küçük, kahverengi bir eğer yapılmıştı. Eskici bu atla birlikte üç tekerlekli bir bisikletin alt kısmını da vermişti. Bunun da ne pedalları ne de zinciri vardı ama insan herşeye de sahip olamazdı ya! İşte artık üç tekerlek üstüne yerleştirilmiş bir at geçmişti ellerine. Hem bu at, tıpkı bir saf kan hayvan gibi Petits Pauvres sokağının asfalt yokuşundan aşağı iniyordu.

Cite Ferrand’lı çocuklar bu atı pek kıskanıyorlardı ve sadece en gerekli kısımları kalan bu atın bir merkep veya domuz olabileceÄŸini söylüyorlardı. Çocuklar ‘domuz’ sözcüğünün atı çok daha iyi tanımladığını ileri sürmekteydiler. Hem Petits Pauvres sokağının kovboylarının budalalık ederek bazı olmayan eski bir domuz yüzünden yaÅŸamlarını tehlikeye atmalarının da gereksiz olduÄŸunu öne sürmekteydiler. Çünkü atı durdurmanın zor bir iÅŸ olduÄŸunu inkâr olanaksızdı. Fernand, Hurdacı Cesar Aravant’ın avlusunu çevreleyen tele takılarak dizini fena sıyırmıştı. Marion da Poncrau tünelinde iki diÅŸini kaybetmiÅŸti. Bu olaylar ikisi için de hiç hoÅŸ olmamıştı. Fakat neyse diz üç gün sonra iyileÅŸmiÅŸ ve düşen diÅŸlerinin yerine de iki hafta sonra yenileri çıkmıştı. At da hâlâ iÅŸlek durumdaydı. Hemen hemen her erkeÄŸin demiryollarında görev yaptığı ve trenlerin iÅŸlemesini saÄŸladığı bu isli küçük arka sokak ölçülerine göre bile at iyi çalışır durumdaydı.

Çete, uzun tartışmalar sonucu atı günde bir kez kullanmaya karar verdi. Böylece atı fazla yormamış olacaklardı. Her çocuk ata iki kez binecekti. Hiç kimse atın uzun süre dayanacağını sanmıyordu. Böyle biniÅŸ zamanını kısaltmakla birlikte hepsi de ona en fazla Paskalyaya kadar binebileceklerini umuyorlardı. Oysa en korkunç düşmelerde bile paralanmamıştı at. Yine de Petits Pauvres’den son hızla iniyordu aÅŸağı.

İçlerinde tek fren yapmadan aşağıya kadar inen Gaby olmuştu. Hem o bir rekor da kırmıştı. At, bu yolu otuz beş saniye içinde aşmıştı.


Fernand, atı sayesinde arkadaşı Marion’u çeteye sokabilmeyi baÅŸarmıştı. Oysa çete Louvigny Triagedaki gizli örgütlerin en sıkı olanıydı.

Bu cesaret isteyen sporu sadece kendileri yapabildikleri için üyeler birbirlerine daha da yakınlaşmışlardı. Gaby, mahsus bir yaş sınırı koymuş ve bunu aşağı tutmuştu. Çeteye on iki yaşından büyük kimse alınmıyordu.

Çünkü Gaby, “On iki yaşını geçtin mi tamamiyle budala olursun,” diyordu. “EÄŸer bütün ömrünce böyle budala kalmazsan talihlisin demektir.” Yalnız bu sözler biraz da tuhaftı. Çünkü Gaby bu yaÅŸ sınırını aÅŸmak üzereydi. Fakat çocuk gizli gizli bu sınırı on dörde çıkarmayı plânlıyordu. Böylece aradaki bu küçük farktan yararlanabilecekti.

Åžimdi Bonbon’un aÄŸabeysi Tatave, arkadaÅŸlarının eleÅŸtirici bakışları altında atla yola çıkmaya hazırlanıyordu.

Marion, Fernand’a, “Bak o ne kadar ağır,” diye yakındı. “Aslında onun ata birden fazla kez binmemesi uygun” Günün birinde atın bu yaÄŸ tulumunun altında paralanacak. Atın, bütün tekerlekleri ezilmiÅŸ olarak yukarıya cıkarıldığını göreceÄŸiz.”

Yüz metre kadar aşağıda küçük Bonbon, yolun Cecille sokağıyla kesiştiği yere bakıyordu ve ortalıkta bir şey olmadığını belirtmek için elini salladı. Tatave, bir roket gibi onun yanından geçti, Başını öne eğmiş, elleriyle atın paslı gidonunu sıkıca kavramıştı.

Küçük bir Ä°spanyol olan Juan, omuz silktı. “O iyice ağır ama Gaby’le yarışamaz. Korkar. Vache Noir sokağına elli metre kala frene basıyor. Bir gün onun ayaklarını gidonun altına baÄŸlayıp buradan öyle yollamalıyız doÄŸrusu.”

Daha aşağıda Petits Pauvres sokağının dönemeci vardı ve orası yukarıda duranlar tarafından görülemiyordu. Çocuklar bekledilerse de bu uzun sürmedi. Yolun sonundan kırılan camın çıkardığı büyük şangırtı yankılandı. Bunu bir çığlık, birbirine bağlı küfürler ve patlayan iki tokadın sert sesi izledi.

Çene kasları gerilen Gaby, “Amanın!” diye içini çekti.

“Tatave bir yere çarptı!”

Fernand, “Gidip bir bakalım,” diye önerdi. Çocuk at yüzünden kaygılanmıştı.

Marion, “Zidore ve Melie aÅŸağıda kaldılar,” diye atıldı. “Bizim uÄŸraÅŸmamıza gerek kalmadan ikisi Tatave’yi bu tatsızlıktan kurtarırlar.”

Gaby, hemen etrafına bakındı. Orada Marion, Fernand ve Juan’dan baÅŸka Berthe Gideon, ve Fabourge Baccus’lu küçük zenci çekirge Larique vardı.

Gaby, kararını vererek, “Cecile sokağına kadar inelim. Onları öyle kendi baÅŸlarına bırakamayız. Belki de gerçek bir kaza oldu,” dedi.

Dört yol ağzına geldiklerinde diğerlerinin köşeden çıktığını gördüler. Çocukların bakışlarında bir karamsarlık okunuyordu. Zidore Loche, zavallı talihsiz atı iki tekerleğinin üstünde itiyordu. Tatave de onun yanında yürümekteydi. Çocuk hafif hafif topallıyordu ve yüzü de epey kızarmıştı. Atın üçüncü tekerleği de onun elindeydi.

Çetenin ilk yardım uzmanı olan Amelia Babin, gerideydi ve durmadan sırıtıyordu. Zaman zaman da öfkeli boğuk seslerin geldiği Petits Pauvres sokağına bakmak için dönüyor ve vücudu tutmaya çalıştığı kahkahalarla sarsılıyordu.

Zidore, yaklaşınca bağırdı. “Er geç bunun olacağı belliydi zaten! Tatave daima en hatalı anda fren yapıyor. Ä°htiyar Zigon, el arabasına ÅŸiÅŸeleri doldurmuÅŸ ana yoldan geliyordu. O sırada Tatave, dönemeçten çıktı. Ben yerimden kımıldamadım. Ama Tatave ne yaptı dersiniz? Hemen orada frenlerine dayandı. O zaman Åžak diye el arabasının içine girdi tabii!”

Melie, gülerken vücudu sarsılıyordu. Sarı saçlarına siyah bir eşarp bağlanmış olan küçük kızın ince yüzünde hiç de acıma yoktu.

“Tatave, olaÄŸanüstü baÅŸarılı bir iniÅŸ yaptı doÄŸrusu! Onu görmeliydiniz! Setin orada teli aÅŸarak bir bomba gibi gitti. Ä°nanın böyle oldu! Ä°htiyar Zigon, tıpkı bir morina balığı gibi aÄŸzını açarak ona öyle bakakaldı.”

Gaby, “Ä°htiyar Zigon’a bir ÅŸey olmadı ya?” diye sordu.

“Hayır, ona bir ÅŸey olmadı. Fakat bir kaç düzine ÅŸiÅŸesi kırıldı. Zigon çok öfkelendi.”

Marion, “Ona yarın tam beÅŸ düzine ÅŸiÅŸe götürürüz,” diye atıldı. “Yan makasın oradaki eski demiryolunun gerisindeki çukur ÅŸiÅŸe dolu. Hem orasını bilen kimse de yok.”

Tatave, sol dizini fena berelemişti. Ayrıca pantalonunun arkası sarımsı renkli, yapışkan çamurla adeta kaplanmıştı.

Tatave, öfkeyle,diye söylendi. “Kan… Kovalar, kovalar, kovalar dolusu kan,”

Sonra utana sıkıla elindeki tekerleÄŸi Ferdinand’a verdi. DiÄŸerleri o sırada Zidore’un etrafına toplaÅŸarak atı incelemeye koyuldular. Sonra Gaby, kaygıyla başını kaldırarak, “Galiba sonunda bu iÅŸ başımıza geldi,” diye mırıldandı. “Atın ön kısmındaki demir tamamiyle parçalanmış. Ä°ki tekerlek bu ön demirin parçasının üstünde kalmış. OlaÄŸanüstü bir iÅŸ baÅŸardığını söylemek zorundayım doÄŸrusu, Tatave!”

Tatave, kızarıp başını önüne eğerek burnunu çekti.

Bu kazaya neden olduğundan ötürü bir dakika kadar öyle susup kaldılar.

Fernand, yüreÄŸinde derin bir sızı duydu. “Atım!” diye düşünüyordu. “Benim atım! Louvigny’den Villenueve Saint Georges’e kadar olan bölgede onun bir benzeri bile yoktu.”

Marion, elini usulca onun omzuna dayayarak teselliye çalıştı. Fısıldayarak konuÅŸtu. “Baban atını onaracaktır. Bak görürsün. Hem düşünecek olursan bu ilk kez başına gelmiyor ki…”

Fernand, başını sallayarak, “Bilemiyorum?” diye cevap verdi. “Bilemiyorum. Demir çatalı kırıldı. Bunun ne demek olduÄŸunu anlıyorsun. Bunu onarabilmek çok zor bir iÅŸ.”

O sırada küçük Bonbon da Cecile sokağından çıktı. Çocuk avaz avaz ağlıyordu.

“Her zaman böyle oluyor!” diye haykırdı Bonbon. “Daha ikinci kez ata binmemiÅŸtim. Gittiniz atı paraladınız…”

Gaby, çetenin en küçüğü olan Bonbon’u avutmak için döndü. “Haydi aÄŸlama öyle. Gelecek sefere seni iki yerine üç kez ata bindireceÄŸiz.”

Bonbon, “Haydi oradan!” diye bağırdı. “Gelecek kez diye bir ÅŸey olamayacak. At parça parça oldu.”

Tatave, bu sözler üzerine fena halde telâşlandı. Adeta diğerlerinden gizlenmek ister gibi büzüldü.

Bonbon hâlâ bağırıp aÄŸlıyordu. Sonunda aÄŸabeysi Tatave, umutsuzluk ve üzüntüyle durumu anlatmaya yeltendi. “Ä°htiyar Zigon’un sol taraftan çıkarak geldiÄŸini görünce hemen fren yaptım tabii. Bu durumda yerimde kim olsaydı aynını yapardı tabii.”

Gaby, sert sert, “Ya öyle!” diye çıkıştı. “Sen tam orada fren yaptın ve bu yüzden ihtiyar Zigon’un arabasının içine girdin. Ah zavallı ahmak! O anda yapmaman gereken de buydu iÅŸte. Bu durumda fren yapmaman gerekirdi.”

Bu sözler üzerine bütün çocuklar dayanamayarak kıkır kıkır güldüler. Sadece Marion ve Fernand, onlara katılmadılar. Fernand, bir eliyle tekerleği tuttu. Diğerleriyle de atın paslı gidonunu yakaladı. Atı arkasında sürükleyerek ağır ağır yokuşu çıkıp eve doğru gitti.

Diğerleri epey gerideydiler. Ellerini ceplerine sokmuş yürüyor ve bu kazayı tartışıyorlardı.

Fernand, atını dikkatle bahçe duvarına dayadıktan sonra arkadaÅŸlarının yanına döndü. “Atı ÅŸimdilik burada bırakacağım,” diye açıkladı. “Babam iÅŸten dönünce atımı bu durumda görecektir. EÄŸer o demir çatalı onarabilirse bunu hemen yapacaktır.”

Zidore, arkadaÅŸlarına bakarak, “Peki ÅŸimdi biz ne yapacağız?” diye sordu.

Diğerleri de birbirlerine baktılar.

Gabby, atıldı. “Biz de PerÅŸembe Pazarına gidip etrafa göz atabiliriz. Hem karnım da acıktı. DoÄŸrusunu isterseniz yiyecek bir ÅŸeyler bulmamız yerinde olur.”

Bunun üzerine çocuklar Marion’a döndüler. Çünkü kız çetenin veznedarıydı.

Marion, ceketinin ceplerini karıştırdı. Sırtındaki bir erkek ceketiydi. Bu kızın giyebilmesi için kesilip ufaltılmıştı. Marion, bunun altına da kısa, gri bir etek giymişti. Bir bale dansözünün tül eteği kadar kısaydı bu. Bu yüzden de kızcağızın uzun, sıska bacakları eteğin altından iki değnek gibi gözüküyordu.

Marion, bulduÄŸu parayı tekrar tekrar saydı. Sonunda, “Hepimize birer polonais alabilecek kadar paramız var,” diye açıkladı. “Yalnız Madam Macherel geçen seferden borcumuz olan yirmi frangı istemezse tabii. Bunu isterse bir ÅŸey alamayız.”

Gaby, mırıldandı. “Bu durumda Madam Macherel’in tanımadığı birini göndermeliyiz. O bizim Karayı tanımıyor. Çünkü Kara hiçbir zaman buralarda dolaÅŸmıyor. Haydi, git Çekirge… Seni istasyonun orada bekleyeceÄŸiz.”

Madam Macherel’in fırınında diÄŸer çöreklerin yanı sıra dilimi on frank olan yapışkan, bulamayı andıran siyahımsı renkli bir nesne yapılıyordu. Ä°ÅŸte bu ünlü polanais’di. Bu pek pahalı olmakla birlikte çok da tatlıydı. Polonais insanın midesine tıpkı kurÅŸun gibi iniyordu fakat yemek vaktine kadar da tok tutuyordu.

Gaby’nin çetesi ağır ağır Liberation Alanını geçti. Aslında burası sıska aÄŸaçların çevrelediÄŸi kahverengi bir toprak parçasıydı sadece.

Gaby, yanında Zidore ve Juan’la önden yürüyordu. Tatave, Fernand ve küçük Bonbon onların biraz arkasındaydılar. Fifi de bir gruptan diÄŸerine koÅŸuyor, bir okÅŸayış veya tatlı bir sözcük bekliyordu. Fifi, sarımsı renkli, kısa tüylü bir köpekti. Vücudu bir tazıyı andırıyordu fakat uzun, ince kuyruÄŸu daha çok bir fareninkine benziyordu. Marion, onu Louvigny Cambrouse’un altında kalan Louvigny Triage denilen mahallede bulmuÅŸtu. Orada tarlaların gerisinde gölcüğü andıran su birikintileri vardı. Bunların etrafını da yüksek otlar ve bodur aÄŸaçlar sarmıştı. Çevrede oturanlar ve hatta Paris’de yaÅŸayanlar hasta, yaralı veya ölmek üzere olan köpeklerini getirerek oraya bırakıyorlardı.

Marion, bu köpeklerle dost oluyordu. Onların hastalıklarından veya yaralarından korkmuyor ve hepsine de bakıyordu. Sonunda sanki bir büyü yapılmış gibi hayvanlar iyileşip ayağa kalkıyorlardı.

Marion’un evinde hiçbir zaman bir düzineden az köpek olmuyordu. Bunları bayat ekmek ve çevredeki dükkâncıların seve seve verdikleri artıklarla besliyordu.

Marion’un annesi Madam Fabert, pek çok kez içini çekip başını sallamış ve gözlerini umutsuzlukla gökyüzüne dikmiÅŸti fakat hiçbir zaman kızına bu iÅŸten vazgeçmesini söylememiÅŸ ve onun cesaretini kıracak bir ÅŸey de yapmamıştı.

Çete, alanın köşesine geldiÄŸi sırada Gaby, geriye dönerek arkadaÅŸlarına göz kırptı ve, “Roublot burada!” diye seslendi. “Onun sesini buradan duyabiliyorum.”

Çocuklar, bunun üzerine adımlarını sıklaÅŸtırdılar. Küçük PerÅŸembe Pazarı alanına girerek kalabalığa karıştılar. Roublot, her zamanki gibi iÅŸportasını alanın öbür köşesine yerleÅŸtirmiÅŸti. Onun bulunduÄŸu yeri Cafe Parisien’in pembe ışığı aydınlatıyordu. Adam, müşterileri çekebilmek için türlü laf ediyordu ama hiç kimse onun sebze rendeleriyle ilgilenmiyordu. O hiç de hoÅŸ bir yaratık deÄŸildi. Solgun, ÅŸiÅŸman yüzünden kötülük akan, küçük kirli iÅŸler çevirdiÄŸi belli olan bir adamdı.

Roublot, geçen yaz Gaby’i bir çakmağı cebine atmakla suçlamıştı. Gaby’i tutup MüfettiÅŸ Slnet’in karşısına çıkarmışlardı. Bu ciddi bir olay olmuÅŸtu. Gaby, ömründe hiçbir ÅŸey çalmamıştı. O böyle ÅŸeyler yapacak bir çocuk deÄŸildi. Ayrıca çetesinde de hiçbir zaman hırsız olmamıştı. Daha sonra bu tatsız iÅŸi Gaby’nin babası Mösyö Joye halletmiÅŸti.

Yüz kilodan daha ağır bir adam olan Mösyö Joye, demiryolları onarım atölyesinde teknisyendi. Adam, ertesi PerÅŸembe pazara inmiÅŸ ve herkesin önünde Roublot’a, “Bir daha böyle bir münasebetsizliÄŸe kalkışırsan sana unutamayacağın bir ders veririm,” demiÅŸti. Bu sözler de Roublot’a yetmiÅŸti. Ondan sonra çocuklara iliÅŸmemiÅŸti. Roublot, çocukların derme çatma iÅŸportasına yaklaÅŸtıklarını görünce, “Ah iÅŸte sonunda dinleyicilerim geldi!” diye bağırdı. “Gerçek uzman onlar. Onlar hiçbir zaman bir ÅŸey satın almazlar. Fakat modern teknolojinin harikalarını beÄŸenirler. Bu harikalar ev kadınları için yaratılmıştır. Haydi, iÅŸportanın etrafına toplanın çocuklar… Yok o kadar sokulmayın…”

Marion, “Bir tane bile satamayacaktır,” diye fısıldadı. “Bu eski ÅŸeyler sadece bir kez çalışır. Kullandığının ertesi günü de çöp tenekesine atarsın.”

Gaby de ilâve etti. “Bu adam hiçbir ÅŸey satmıyor. Veya pek az ÅŸey satabiliyor. Fakat bu durum da onun umurunda deÄŸil. Onun buraya baÅŸka amaçla geldiÄŸini sanırsın.”

Fernand, hayretle Gaby’e dönerek, “BaÅŸka ne amacı olabilir ki?” diye sordu.

Gaby, sırıttı. “Orasını bilemiyorum. Pek çok kimse gizli gizli iÅŸler çevirirken böyle satış yaparmış gibi davranırlar. Aslında bu sadece bir gösteriÅŸ sayılır.”

O sırada Çekirge, soluk soluÄŸa geldi. Fakat çocuÄŸun elinde dikkatle yaÄŸlı kâğıda sarılmış olan on parça polonais vardı. Hepsi Çekirgenin etrafını aldılar. Gaby de tatlıları paylaÅŸtırdı. En büyük olan iki parçayı Çekirgeyle Bonbon’a verdi. Zengi çocuk, polonais’leri aldığı için bunu hakketmiÅŸti. Bu arada en küçük parça da Tatave’ye düştü. Böylece , bir daha atı parçalamamasını öğrenecekti.

Sonra tatlılarını yiyerek yine dönerek Roublot’u seyretmeye koyuldular. Adam, makineye sırayla bir havuç, bir patates, bir elma, bir portakal ve bir parça da peynir attı. Makinanın öbür ucundan tiksinilecek bir karışım çıktı.

Gaby, tatlısının son lokmasını da yutup parmaklarını yaladı ve Fernand’a yaslandı. Usulca, “Görüyor müsün?” diye fısıldadı.

Fernand, “Görüyorum,” der gibi başını salladı. Durumu farketmiÅŸti tabii. Bu sırada Fifi’ye tatlısından biraz vermek için eÄŸilmiÅŸ olan Marion da doÄŸruldu. O da aynı anda çocukların dikkatini çeken ÅŸeyi gördü.

Roublot makinanın parçalarını her zamanki gibi hızla ve ustalıkla takıp çıkartıyordu. Fakat aklının başka yerde olduğu da belliydi. Başını hafifçe sağa, isli istasyon binasına doğru çevirmişti. Hiç durmadan konuşurken küçük siyah gözlerini o yönden ayırmıyordu. Yoğun bir dikkatle oraya bakıyordu.

Gaby, usulca Tatave’nin arkasına geçti ve sanki hiç ilgilenmezmiÅŸ gibi uzaklaÅŸtı. Alanın köşesindeki iki iÅŸportanın orada epey kalabalık vardı. Ä°nsanlar dolaşıp duruyorlardı. Bu yüzden de Foublot’un kimi gözetlediÄŸini ilk bakışta anlayabilmek zordu. Çocuk önce, iÅŸportaların gerisinde kalan kaldırıma baktı. Kaldırımın taÅŸları iÅŸportalarından vuran ışıkla yer yer parlıyordu. Depodan çıkmış olan insanlar da evlerine giderlerken buradan geçmekteydiler. İşçiler Cite Ferrand’daki evlerine dönüyorlardı. Ä°ÅŸte Gaby, bu adamlara bakarken onların arasında eski bir ÅŸapka ve koyu yeÅŸil yaÄŸmurluk giymiÅŸ uzun boylu, zayıf birini seçti. MüfettiÅŸ Sinet’di o.

Gaby, ağır ağır giden adamı seyretmeye baÅŸladı. Koyu yeÅŸil yaÄŸmurluk kalabalıkta kayboluyor ve sonra iÅŸportalar arasında beliriyordu. Gaby, ona bakarken, “MüfettiÅŸin acelesi var galiba,” diye düşündü. “Sanki birine yetiÅŸmeye çalışıyor. Onu gözden kaçırmak istemiyor.”

Gaby’nin gözleri çok keskindi ve sonunda geçenler arasında baÅŸka birini daha seçti. O mavimsi bir işçi tulumu giyminiÅŸti. Louvigny Triage’da her gün bu kılıkta yüzlerce adam görebilirdiniz. Bu tulumlu adam iyice iri yarıydı. O ağır ağır uzaklaşıp gitti ve MüfettiÅŸ Sinet de kendisini izledi. Kısa süre sonra da Liberation Alanındaki kalabalığa karışarak gözden kayboldular. Gaby daha fazlasını göremedi.

Çocuk, tekrar Roublot’a döndü. Satıcı hâlâ türlü laflarla seyircilerini oyalıyordu. Louvigny Chambrouse’dan bir ev kadınıyla Cite Ferrand’dan beÅŸ fabrika işçisi kız da çocuklara katılmıştı. Sinsi adam, ÅŸapkasını hafifçe geriye itmiÅŸ duruyordu. Alnında ter taneleri parlıyordu. Marion, Sinet’i görmemiÅŸti. Hele gri mavi işçi tulumu giymiÅŸ olan adamdan haberi bile yoktu. Fakat dikkatli gözlerinden diÄŸer ÅŸeyler kaçmamıştı.

Kız, “Roublot korkuyor,” diye mırıldandı.

Roublot, bu arada durmadan eline geçen şeyleri makinede kıyıyordu. Hem paniğe kapılanlara özgü bir hızla hareket etmekteydi.

Bonbon, birden yüksek sesle, “Bu eski makine bir iÅŸe yaramaz,” diye düşüncesini açıkladı. Hem küçük çocuk yıkıcı bir güvenle konuÅŸmuÅŸtu.

Bu sözler herkesin gülmesine neden oldu ve böylece adeta sihir bozuldu. Ä°ÅŸportanın önündeki kalabalık dağıldı. Öfkeden deliye dönen Roublot’nun karşısında sadece ev kadını kaldı.

Gaby de çeteyi alarak pazarın karşı tarafındaki tuhafiye iÅŸportalarına götürdü. Fakat daha bu iÅŸportalara varmadan Fernand, dayanamayıp arkaya, Cafe Parisien’in pembe ışıklarıyla aydınlattığı yere baktı.

Marion, sordu. “Neye bakıyorsun?”

Fernand, hayretle, “Roublot gitmiÅŸ,” diye cevap verdi. “Her ÅŸeyi orada bırakıp gitmiÅŸ. Çabucak gitmiÅŸ!”

Allies sokağının köşesine geldiklerinde Bonbonla Tatave’nin annesi Madam Louvier karşılarına çıktı. Kadının ellerinde içleri sebze dolu kocaman iki sepet vardı. O durup oÄŸullarını çağırdı. Tatave ve küçük Bonbon istemeye istemeye çeteden ayrıldılar.

Fernand, Tatave’ye, “At için üzülme!” diye seslendi.

Vakit geç olmaya başlamıştı. Hava kararıyordu ve yola gölgeler çökmüştü. Yarım tatil sona ermişti.

Kısa süre sonra Çekirge Larique ve Juan da diÄŸerlerinden ayrılıp Faubourg Bacchus’a gittiler. Berthe Gideon da arkadaÅŸlarıyla vedalaÅŸarak hızlı hızlı Cite Ferrand’a doÄŸru yürüdü. Sonra ayrılma sırası Gaby’e geldi. O da caddeyle Aubertin sokağının kesiÅŸtiÄŸi köşedeydi. Marion ve Fernano yalnız kaldılar.

Fernand, başını kaldırıp Louvigny’nin eski saat kulesine baktı. Sonra, “Babam eve dönmüştür artık,” diye mırıldandı.

Marion da köpeğine ıslık çaldı. Sonra el tutuşarak Petite Pauvres sokağına doğru gittiler. Bu da alanı ortadan böler yoldu zaten. Tam köşeyi döndükleri sırada Fernand, evinin önünde kaldırımda yatan bir şey gördü. Gözlerini hayretle açarak buna yaklaştı. Yerde böyle yatan atıydı.

Marion, “Atını içeriye alman gerekirdi,” dedi.

Fernand, talihsiz atı usulca yerden kaldırıp iki arka tekerleğinin üstüne dayadı.

Öfkeyle, “Biri buradan geçerken atımı devirmiÅŸ olmalı,” diye söylendi. “Ne budala insanlar var. Ben kimsenin yoluna engel olmasın diye atımı duvara dayamıştım.”

Marion, içini çekti. “Bazı insanlar sırf eÄŸlenmek için her ÅŸeyi böyle devirirler. En iyisi atına bir bak. Kırılan bir ÅŸey olmadığını umarım, Fernand.”

Çocuk, atın tekerleklerini çevirip, gövdesini yokladı.

Sonra rahat bir soluk aldı. “Neyse atın bir ÅŸeyi yok. EÄŸer babam demir çatalı onarabilirse Cumartesi veya en geç Pazar günü buna tekrar binmeye baÅŸlayabiliriz. Babamın bizi düş kırıklığına uÄŸratmayacağını da bilirsin.”

Fernand, bu sözleri söylerken başını kaldırdı ve birden bir adamın usulca alandan çıktığını gördü. Süzülen kimse bir gölgeyi andırıyordu. Fakat sokak lambasının sarı ışığı vurunca Fernand adamı tanıdı. Bu Roublot’du. O adi adam, ÅŸapkasını iyice gözlerine doÄŸru indirmiÅŸti. Düğmelerini iliklememiÅŸ olduÄŸu yaÄŸmurluÄŸu bacaklarının etrafında adeta, dalgalanıyordu. Roublot, çocukları farkedince kalakaldı ve halinden ÅŸaşırmış olduÄŸu da belliydi. Ne yapacağını bilemez gibiydi.

Fernand, gizlemeye gerek duymadığı bir düşmanlıkla, “Ne istiyorsun?” diye sordu.

Roublot, cevap vermedi. Bunun yerine kollarını açarak çocukların üstüne geldi. Sanki onları duvara yapıştırmak istiyordu.

Marion, bunu görür görmez iki parmağını dudaklarına götürdü ve son derece tiz bir ıslık çaldı. Bu ıslığı da boş sokakta yankılandı.

Roublot, sanki bir büyü yapılmış gibi sokağın sonunda beliren üç kocaman köpeği görünce dehşete kapıldı. Köpekler birer canavara benziyorlardı. Uzun tüylü, yüzleri çirkin hayvanlar hiç ses çıkarmadan geliyorlardı. Onların böyle sessiz sedasız ve hızla gelmeleri inanılacak gibi değildi.

Roublot, yarı döndü ve sonra canını kurtarmak ister gibi koÅŸmaya baÅŸladı. Olanca gücüyle koÅŸuyordu. Marion, kahkahalarla gülmeye baÅŸladı. Üç köpek, hızla kızın önünden geçtiler. Bunlar Sezer adlı Büyük Danuva, Hugo ismindeki kocaman tazı ve Fritz adındaki Alsas köpeÄŸiydi. Aslında üçü çevrenin en sert ve amansız köpekleriydi. Yine üçü de bir zamanlar Marion’un Petits Pauvres’deki köpek hastanesinde tedavi edilmiÅŸlerdi.

Küçük kız, dilini ÅŸaklatınca hayvanlar Roublot’ya kovalamaktan hemen vazgeçerek iyi eÄŸitilmiÅŸ köpekler gibi geri döndüler. Sevinçle kuyruklarını sallayarak Marion’un etrafını aldılar. Sonra sevgiyle köpekleri okÅŸadı. Bu iri yarı köpekler de Fifi’yle ahbap oldular. Kısa süre sonra da Marion onları savdı ve köpekler Cecile sokağına doÄŸru giderek gözden kayboldular.

Marion, arkadaşına baktı. “Seninle bir süre kalmamı ister misin? Annem tam beÅŸte beni bekliyor. Fakat bir kaç dakika geç kalmamın önemi yok.”

Fernand, istasyon tarafına bakarak, “Buna deÄŸmez,” diye mırıldandı. “Babam neredeyse gelir.”

“Ä°yi ama ya Roublot geri dönerse?”

“Dönemez. O korkağın,biridir.”

Marion, “Neyin peÅŸinde olduÄŸunu bilmek isterdim,” diye içini çekti. Sesinden endiÅŸesi belli oluyordu.

Fernand, başını salladı. “Bazı insanlar böyledir. Ortada bir neden yokken saldırmaya kalkarlar. Roublot, küçük Bonbon’un ÅŸakasına öfkelendi anlaşılan. Neyse, sen artık git Marion. Eve geç kalmanı istemem doÄŸrusu.”

Marion, arkadaşıyla vedalaşarak tepeden indi.

Mösyö Douin, işinden eve dönünce oğlunu eşikte çömelmiş buldu. O bir kolunu atına dolamış bekliyordu.

Fernand, babasına, “Annem Quartier Neuf’da birilerine yemek götürdü,” diye haber verdi. “Sekizden önce eve dönemeyeceÄŸini söyledi.”

Babası, onu azarladı. “Böyle soÄŸukta bekleyecek yerde gidip komÅŸulardan birinde otursaydın. Haydi, içeriye gir bakalım.”

Fernand, önden giderek eve girdi. Atını da iki tekerleÄŸinin üstünde sürüyordu. Mösyö Douin, “Bu gün öğleden sonra ne yaptın bakalım?” dedi.

Fernand, kekeledi. “A… At… at kırıldı. Parçalandı. Ön tekerleÄŸi çıktı.”

Mösyö Douin, neÅŸeyle, “Neee?” dedi. “Yine mi?”

“Korkarım bu kez durum ciddi.”

Adam mutfağın ışığını yakarak elindeki torbayı masaya bıraktı. O sessiz, sakin iyi bir insandı. Uzun, gür bıyığı kırlaşmaya başlamıştı ve yüzünde daima hüzünlüymüş gibi bir hal vardı.

Mösyö Douin, bir iskemleye oturarak içini çekti. “Pekâlâ ÅŸu hayvana bir bakalım öyleyse.”

Oğlu, atı geri geri iterek mutfağa soktu. Geriye kalan iki tekerlek hiç bir zaman yağlanmamıştı. Bu yüzden de dönerlerken gıcırtılı sesler çıkarıyorlardı. Adam, gidonu tutarak zaran görebilmek için atın üstüne eğildi.

Sonra birden irkildi. “Amanın! Demir çatal paralanmış.”

Fernand, umutsuzlukla omuz silkti. Mösyö Douin yine içini çekip gidonu dizlerine dayadı ve kırılmış demir çatalı daha büyük bir dikkatle inceledi. O iyi bir teknisyendi. Bu yüzden çok şey onarmış elini bilgiyle madenin üstünde gezdirdi.

Sonunda, “Anlaşıldı,” diye mırıldandı. “Buna bir ÅŸey yapmama olanak yok. öyle rasgele kaynak bunu tutmaz. Bunu yapacak olursam bu sefer gerçekten boyunlarınızı kırarsınız.”

Fernand, korkunç bir umutsuzluk duydu. Sessiz sedasız aÄŸlamaya baÅŸladı. Babası, göz ucuyla bakınca bu durumu gördü. Atın gidonunu daha yumuÅŸak bir hareketle masaya dayadı. Hafifçe boÄŸuk olan sesini biraz yükseltti. “Böyle üzülme, ahbap. NeÅŸelenmeye bak. Beni dinle. Yarın sabah iÅŸe giderken araba fabrikasına uÄŸrayacağım. Orada atölyede çalışan Mösyö Rossi boÅŸ zamanında bize yeni bir demir çatal yapar. Onun için bunu yapmak çok kolay. Ne yazık ki kırılan çatalı buradan çıkaramıyoruz. Bunun demir testeresiyle kesilmesi gerekiyor. Onun için atı alıp götüreceÄŸim.” Birden güldü. “Yarın beni kolumun altında bu ihtiyar beygirle görecek olan bütün arkadaÅŸlarım alay edeceklerdir!”

Fernand, göz yaÅŸları arasında gülümsedi. Sonra, “Arkadaki iki tekerleÄŸi çıkarabilirsin,” diye önerdi. “Böylece daha az yük taşımış olursun. Zaten atın başı yok. Tekerlekleri de çıkarsa ne olduÄŸu anlaşılmaz. O zaman kimse de seninle alay etmez.”

Mösyö Douin, gidip alet çantasını aldı. Kısa süre sonra ikisi de atın üstüne eğilip uğraşmaya başladılar. Madam Douin, saat sekizbuçukta gelip babayla oğlu yerde, atın yanında görünce güldü.

“Bunu biliyordum zaten,” diye mırıldandı. “Geri dönerken Zidore’un annesi olanları bana anlattı. Demek Tavate yıldızları gördü ha! Yalnız ÅŸunu bilmelisiniz. Bu günlerden bir gün biriniz boynunuzu kıracaksınız!”

Mösyö Douin, başını kaldırdı. “ÇocuÄŸu kendi haline bırak. Onlar da biraz eÄŸlensinler. Åžimdi yaÅŸamın tadını çıkarmazlarsa hiçbir zaman çıkaramazlar. On ikisine geldiler mi iÅŸ iÅŸten geçmiÅŸ olur.”

Fernand, annesine yardım etmek için yerden kalktı. Mösyö Douin de iki tekerleÄŸi çıkardı ve atın gövdesini koridora itti. Sonra gidip ellerini uzun uzun yıkadı. Karısı onun ıslık çaldığını duyunca başını kaldırdı. Sonra, “Otuz yıl önce Faubourg Baccus’daki eski çiftlikte sen de böyle yaÅŸamın tadını çıkardın deÄŸil mi?” diye güldü.

(Visited 1 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 03.10.2008 tarihinde Hale tarafından, Çocuk Edebiyatı | Çocuk Klasikleri bölümünde paylaşılmıştır ve 2510 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 1 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Başsız At | Paul Berna orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleAnestezi Teknikeri Nedir? | Tanımı - Görevleri - MesleÄŸin GerektirdiÄŸi Özellikler - Çalışma Ortamı - KoÅŸulları - Çalışma Alanları - Ä°.. Sonraki MakaleNeden Baba | Yıl 2020, Kızım 18 Ben 47 Yaşındayım ...

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz