Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Atatürk’ün MüziÄŸe Bakışı | Aytaç Yalman…


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 16.07.2008 tarihinde Sema tarafından, ATATÃœRK'ün Hayatı ve Hakkında Yazılanlar bölümünde paylaşılmıştır ve 19494 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


Atatürk’ün MüziÄŸe Bakışı

Atatürk çoksesli müziğin ulusun gelişmesi ve katkıda bulunacağına inanıyordu.
‘Bir ulusun deÄŸiÅŸikliÄŸinde ölçü, musikide deÄŸiÅŸikliÄŸi algılayabilmesidir’


Atatürk’ün müziÄŸe bakışı

‘Bir toplum kanunlarla, birtakım önlemlerle baÅŸka bir kültüre intibak ettirilebilir. Harfleri deÄŸiÅŸir, ÅŸapkası deÄŸiÅŸir, kılık kıyafeti deÄŸiÅŸir, fabrikaları yapılır, senfoni orkestraları kurulur, böylece toplum Batılılaşır.’

Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Ulusal KurtuluÅŸ Savaşımızın eÅŸsiz lideri, mazlum milletlerin umut ışığı, öldükten sonra da ilkeleri canlı kalabilen Mustafa Kemal Atatürk , kuÅŸkusuz asrın lideri olabilme baÅŸarısını gösteren tek devlet adamıdır.


Bugün, yaşadığımız gerçekler karşısında, onun ateşlediği devrimci hareketin ne kadar büyük, ne kadar saygın ve ne kadar onurlu olduğunu daha iyi anlıyor ve onu büyük bir özlemle arıyoruz.

Bugün sizlere büyük Atatürk’ün farklı bir özelliÄŸini, sanata ve kültüre bakışını bir insan ve bir devlet adamı olarak, özellikle müzik konusundaki düşünce ve hizmetlerini ifadeye çalışacağım.

Atatürk’ün genel anlamda müziÄŸe bakışını ÅŸekillendiren üç özellik; insan sevgisi, ulus sevgisi ve çaÄŸdaÅŸlıktır. Cumhuriyetin ilk yıllarında gerçekleÅŸtirilen Türk müzik devriminin ancak ulusal deÄŸerler korunarak evrensel normlar ile çaÄŸdaÅŸlaÅŸabileceÄŸi görüşü benimsenmiÅŸ ve bu yönde çalışılmıştır. Bugün bu alanda kazandığımız deÄŸerler, Cumhuriyetin, ilk yıllarındaki Türk müzik devriminin olumlu sonuçlarıdır.

Atatürk’ün sanata bakışını deÄŸerlendirmeden önce BatılılaÅŸma felsefesi üzerindeki düşüncelerine kısaca deÄŸinmekte fayda görüyorum.

Atatürk’ün BatılılaÅŸma felsefesi ile sosyologların kültür teorileri arasındaki ayrılık bugün bile tartışılmaktadır. Atatürk’ün inandığı husus; ”Bir toplum kanunlarla, birtakım önlemlerle baÅŸka bir kültüre intibak ettirilebilir. Harfleri deÄŸiÅŸir, ÅŸapkası deÄŸiÅŸir, kılık kıyafeti deÄŸiÅŸir, fabrikaları yapılır, senfoni orkestraları kurulur, böylece toplum Batılılaşır.” Fakat sosyologlar Emil Durkheim ve Ziya Gökalp ile baÅŸlayan sosyoloji ekolü, ”Bir kültür, bir milletin ruhu gibidir. Organik bir ÅŸeydir. Hayat görüşüyle, müziÄŸi ile, âdeti ve ananesiyle, ölüsünü mezara gömüşüyle kültür, organik bir bütündür. Nasıl dışarıdan organizmaya bir ÅŸey ithal ederseniz onu reddederse, kültür de böyle bir ÅŸeydir” diyorlar. Atatürk gibi düşünen Suat SinanoÄŸlu gibi düşünürler olduÄŸu gibi, Gökalp gibi düşünen sosyologlar da vardır. (Tarihçilerin kutbu, Halil Ä°nalcık kitabı, söyleÅŸi Emine Çaykara )

Atatürk’ün kültürel deÄŸiÅŸim ile ilgili görüşlerinden sonra sanata, özellikle müziÄŸe bakışına geçebiliriz. Sanatı ”GüzelliÄŸin anlatımı’‘ olarak tanımlayan Atatürk, 1933 yılında ünlü 10’uncu Yıl Nutku’nda güzel sanatlar ile ilgili olarak ”Türk milletinin tarihi bir vasfı da güzel sanatları sevmek ve onu yükseltmektir. Bunun içindir ki milletimiz, yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, yaradılıştan gelen zekâsını, ilme baÄŸlılığını, güzel sanatlara sevgisini, milli birlik ruhunu sürekli ve her türlü vasıta ve tedbirlerle baÅŸlayarak geliÅŸtirmek milli ülkümüzdür” demiÅŸtir. Atatürk, ulusal ruhumuzda var olduÄŸunu çok iyi bildiÄŸi sanat inceliÄŸinin büyük eserler ortaya koyacak güçte olduÄŸuna inanıyor ve bunu her fırsatta ifade ediyordu. ÇaÄŸdaÅŸ klasik müziÄŸin kurumsallaÅŸmasının öncüsü büyük Atatürk, ”Bir ulusun deÄŸiÅŸikliÄŸinde ölçü, musikide deÄŸiÅŸikliÄŸi algılayabilmesidir” demek suretiyle müziÄŸe bakışını çok veciz bir ÅŸekilde ifade etmiÅŸtir. 1924 yılında Ä°zmir Kız Öğretmen Okulu öğrencilerini ziyareti sırasında yaptığı konuÅŸmada müziÄŸi insan hayatı ile eÅŸdeÄŸer tutuyor, ancak seçilen müziÄŸin türü üzerinde düşünülmesi gerektiÄŸini vurgulayarak adeta evrensel müzik konusundaki düşüncelerinin ilk ipuçlarını veriyordu. Nitekim 1928 yılında temel tercihinin çoksesli Batı müziÄŸi olduÄŸunu vurguluyordu.

Rumeli türkülerinden klasik Batı müziğine


Atatürk, genç yaÅŸlarında Selanik’te dinlediÄŸi ve çok sevdiÄŸi Rumeli türkülerini ileri yaÅŸlarında bile büyük bir duygusallık içinde beÄŸeni ile dinlemiÅŸ ve hüzünlenmiÅŸtir. Ancak hayatının özellikle son dönemlerinde saz eserlerini ve fasıl heyetlerini, özellikle nihavent makamındakilerini büyük bir beÄŸeni ile dinlediÄŸini biliyoruz.

Atatürk, bir gün Antalya’ya giderken yolda mola verilir ve kulağına bir türkü sesi gelir. ”Ben bu türküyü çok sevdim, bulun getirin bu türküyü söyleyeni” der. Küçük bir çoban gelir, Atatürk ”Sesin çok güzel, bana da bir türkü okur musun?” der. Çoban ”Demirciler demir döğer tunç olur” türküsünü söyler. Atatürk dalmıştır. ”bis bis” der, çoban ÅŸaÅŸkınlıkla bakar ”OÄŸlum bis” der, çoban nazlanmadan gene aynı türküyü okumaya baÅŸlar. Atatürk türkü bitince cebinden harçlık çıkarır, uzatır. Çoban hemen alır harçlığı, kuÅŸağına kor, elini uzatır. Atatürk’e ”bis bis” der. Bu espri Atatürk’ün çok hoÅŸuna gitmiÅŸtir. (İçimizden Biri Atatürk, Prof. Ä°lknur Güntürkünkalıpçı ) Rumeli türkülerini seven Atatürk’ün Türk sanat müziÄŸine de ilgi duyduÄŸunu, özel treninde Türk sanat müziÄŸi eserlerini dinlediÄŸini, ”Atatürk’le bir tren yolculuÄŸu” isimli albümden öğreniyoruz. Atatürk’ün Sofya’da seyrettiÄŸi operanın, üzerinde bıraktığı duygusal ve düşünsel yoÄŸunluÄŸu daha önceki yazılarımda belirtmiÅŸtim. Ancak Atatürk’ün en çok sevdiÄŸi ve onu çok duygulandıran, belki de hüzünlendiren eser, Tosca operasında Cavaradossi ‘nin meÅŸhur aryasıdır. Bu eseri defalarca dinlediÄŸini ve çok sevdiÄŸini sizlerle paylaÅŸmak istedim. Henüz 15 yaşındaki Ferhunde Erkin ‘in Çankaya’da verdiÄŸi bir konserde Atatürk’ün sözleri, sanata bakışı yanında yaÅŸam mücadelesini ve karakterini çok anlamlı bir ÅŸekilde ifade ediyordu. ”Ä°nkılapçıların, bütün dünyaya kafa tutmuÅŸların sofrasındasın. Åžimdi öyle bir ÅŸey çalacaksın ki, kendimizi dünyaya göğüs gerdiÄŸimiz günlerin havası içinde bulacağız.”

Atatürk, J.S. Bach ‘ın Chaconne’sinin ritmik ve sert bir üslup içinde yorumlanmasından memnun kalmıştı o gece. Atatürk’ün klasik müzik ile ilgili bir anısını da Attilâ Ä°lhan ‘ın Allahın Süngüleri ”Reis PaÅŸa” isimli kitabından aynen nakletmek istiyorum. Gecenin karanlığında, Direksiyon Villası’nın alt kat salon pencereleri aydınlık görünüyor; PaÅŸa’nın otomobili, uygun bir yere çekilmiÅŸtir; kapıda, Nizamiye nöbetçileri; sakin bir gece: yumuÅŸak, varla yok arası, kar yağıyor; içerden, piyano sesi; dokunaklı, billur damlalar: Frederick Chopin, ”La Tristesse” . Piyanonun duÅŸları üzerinde, narin ve hafif; besbelli, Fikriye Hanım’ın elleri. Önde o, piyanoya oturmuÅŸ; geride, Mustafa Kemal PaÅŸa ve Mithat Bey koltuklara gömülü, onu dinlemektedir: ikisi de, böyle bir ilk geceye uygun, özenli giyinmiÅŸler. Fikriye, üzerinde eflatuna çalan, sarmaşık moru robu; boynunda, yaprak yeÅŸili eÅŸarp; mutluluÄŸundan mı, ışığın dağılışından mı, yoksa Chopin’den mi, nedir; fevkalade şık, fevkalade alımlı ve fevkalade kadın görünüyor. Fikriye, parçayı bitirip piyanodan kalkınca; ”Reis PaÅŸa” ayaÄŸa kalktı; genç kadını usulca alkışladı: ”- … aferin Fikriye… kulağımızın pasını sildin; adamakıllı ilerletmiÅŸsin piyanoyu …”

Mithat Bey de ayağa kalkmıştı, alkışlıyordu:

Fikriye mütehayyir, mahcup ve mes’ud, yerine gidiyor:

”- … estaÄŸfurullah! Lütfen izam etmeyelim! … Beni mahcup ediyorsunuz!..”

TÃœRK MÃœZÄ°K DEVRÄ°MÄ°

Atatürk’ün kültür ve sanat politikası

Atatürk Batı müziÄŸine büyük önem veriyordu. Çoksesli bir müziÄŸin ulusun geliÅŸmesine katkıda bulunacağına inanıyordu. Aslında Atatürk’ün çoksesli müzik, orkestra müziÄŸi, Napoliten ÅŸarkılar ile tanışması, imparatorluÄŸun kozmopolit kenti Selanik’te olmuÅŸtu.

Atatürk müzikte, belli bir tarz müziÄŸi, bir baÅŸka tarz müzikten üstün görmemiÅŸti. Ancak evrensel normların ulusal ezgilerimizle bütünleÅŸmesini istemiÅŸtir. 1933 yılında Cumhuriyetin onuncu yılında yaptığı tarihi konuÅŸmada, müzik konusundaki düşüncelerini çok net bir ÅŸekilde açıklama imkânı bulmuÅŸtu. ”Ulusal ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyiÅŸler, söyleÅŸileri toplamak, onları bir an önce genel musiki kurallarına göre iÅŸlemek gerekir. Ancak bu sayede Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir.”

Büyük insan Atatürk’ün olaÄŸanüstü bir ÅŸekilde ifade ettiÄŸi bu düşünceler, iki yüzyıl önce dünyaca meÅŸhur birçok besteci tarafından dile getirilmiÅŸti. Romantik dönemin en önemli bestecilerinden Chopin , çeÅŸitli dönemlerde iÅŸgale uÄŸrayan vatanının hüznünü, eserlerinde romantik bir duygusallıkla ifade etmiÅŸti. Ãœnlü piyano ozanı, güçlü bir Polonya milliyetçisiydi. Polonya’dan ayrılırken (2 Kasım 1830) ÅŸair arkadaşına ”DaÄŸlarda, vadilerde taÅŸ ve cevher arayan bir mineralog gibi Polonya halk ezgilerini araÅŸtırın” demiÅŸti. Bunun üzerine 10 binin üzerinde halk ezgisi toplamıştır. Ãœnlü Norveçli besteci Edvard Grieg (1843-1907) de bestelerinde ülkesinin halk müziÄŸini ve onun kendine özgü armonik yapısını ustaca kullanmış ve Norveç müziÄŸini dünyaya tanıtmıştır.

Öte yandan Rus bestecileri de birçok kez işgale uğrayan ülkelerinin hüznünü eserlerine olağanüstü bir üslup içinde yansıtmışlardır. Bu konuda daha çok örnek verilebilir. Ancak hepsinin ortak özelliği, eserlerinde halk ezgilerinden yola çıkarak ve ulusal değerleri evrensel normlar içinde olağanüstü bir güzellik ile ifade edebilmeleridir. İşte büyük Atatürk de 1933 yılında ve daha sonraki konuşmalarında bu anlayışı anlatmak istemiş, Türk beşlileri de bu düşüncenin ürünü olarak ulusumuza armağan edilmiştir.

Atatürk müzik devriminin düşündüğü biçimde gerçekleÅŸmesi için üç önemli unsura ihtiyacı olduÄŸunu biliyordu. Birincisi; kararlı, canlı, sürekliliÄŸi olan bir kültür ve sanat politikası, ikincisi; bu alandaki çalışmaların geliÅŸmesi için gereken süreç, üçüncüsü ise çoksesli müziÄŸin yaratıcı ürünlerini verecek sanatçı kadrolarının yetiÅŸtirilmesi idi. Çözüm yolu, güzel sanatların çeÅŸitli dallarında öğrenim görecek genç yetenekleri Avrupa’ya yollamaktı. Atatürk de öyle yaptı. ÇaÄŸdaÅŸ müzik hayatımızın temellerinin atılmasına ve geliÅŸmesine öncülük eden Atatürk gibi lider ve onun bize armaÄŸan ettiÄŸi müzik kurumları olmasaydı, bestecilerimiz ve yorumcularımız kendilerini ifade etme imkânı bulamayacaklardı. Dolayısıyla Türkiye’de çoksesli uluslararası müzik geliÅŸemeyecekti. 26 Ocak 1926 günü Ankara’da Ferhunde ve Necdet Remzi kardeÅŸlerin milli sinemada verdiÄŸi konserden etkilenen Atatürk, ”Türk’ün sanat meÅŸalesini yakıp medeniyet kavgasını baÅŸarabilen bu çocuklara ayaÄŸa kalkmasını lütfen bilelim efendiler” demiÅŸtir. Atatürk’ün bu sözleri ile; sanatçıya verdiÄŸi deÄŸeri ifade etmek ve medeniyet kavgasında sanatın özel bir yeri olduÄŸunu vurgulamak için bu anekdotu yazmak ihtiyacını hissettim. Özellikle günümüzde sanatçının konumu ve sanatın bu medeniyet mücadelesindeki yerinin yeterince takdir edilmediÄŸi bir dönemde anlamlı olacağını düşündüm.

Büyük önder, Batı’nın bir çaÄŸa sığdırdığı Rönesans ve Aydınlanmayı 10 yılda baÅŸardı

Atatürk ve klasik Batı müziÄŸi…

Cumhuriyetin ilanından kısa bir zaman sonra Atatürk , Makam-ı Hilafet Muzıkası’nı Ankara’ya naklettirmiÅŸ ve dolayısı ile Riyaset-i Cumhur yani bugünkü CumhurbaÅŸkanlığı Senfoni Orkestrası’nın temeli atılmıştır. Bu olumlu geliÅŸmeyi musiki muallim mektebinin kurulması izlemiÅŸ, 1926 yılında Ä°stanbul’da darülelhan, konservatuvara dönüştürülmüştür. Bilahare sanatçı ve öğretmen olarak yetiÅŸtirilmek üzere Paris, Berlin, BudapeÅŸte ve Prag’a yetenekli öğrenciler gönderilmiÅŸtir. Avrupa’ya genç Türkiye Cumhuriyeti’ni kültürel ve sanatsal açıdan tanıtmak amacıyla 1926 yılında Karadeniz gemisiyle Ä°talya’dan Rusya’ya kadar 12 Avrupa ülkesinin 16 limanını kapsayan bir gezi düzenlenmiÅŸtir. Gemide Riyaset-i Cumhur Muzıka Heyeti, kültür ve sanat adamları bulunuyordu. Atatürk’ün 1927 yılında Ankara’da, deÄŸerli sanatçımız Ä°dil Biret Hanımefendi’nin de hocası olan Prof. Kempff ‘le, Türkiye’de oluÅŸturulmak istenen müzik devrimi üzerine yaptığı görüşme, kurumsallaÅŸma adına çok önemli hususları ihtiva ediyordu. 1934 yılı, Atatürk’ün müzik devrimi konusuna özel önem verdiÄŸi bir yıldır. Bu dönemde Adnan Saygun ‘a yazdırdığı Özsoy Operası bu hizmetlerinden biridir. Yine Saygun’un Pentatonizm üzerindeki araÅŸtırmaları ile ilgilenmiÅŸ, özünü halk müziÄŸinden alan çoksesli bir müziÄŸin Türk müzik devrimine öncülük etmesi için çok çalışmıştı. Çünkü Anadolu köylüsünün dinlediÄŸi müziÄŸin türkü formatında olduÄŸunu biliyordu Atatürk. Aynı yıl Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü kurulmuÅŸ, bunu Devlet Müzik ve Tiyatro Akademisi Yasası çıkarılması takip etmiÅŸtir. Ä°ki yıl sonra 1936 yılında konservatuvar kurulmuÅŸtur. Atatürk’ün konservatuvara ilgi ve desteÄŸi o kadar derindi ki, Hasan Âli Yücel ile birlikte zaman zaman okula gidip talebeler ile birlikte öğle yemeÄŸi yediÄŸini biliyoruz. Konservatuvarın geliÅŸtirilmesi ve profesyonel müzik adamı yetiÅŸtirilmesi için yabancı uzmanlardan yararlanılmıştır. Bunlardan biri, Alman besteci Paul Hindemith idi. 1938’e kadar konservatuvarın kurulması çalışmalarına iÅŸtirak etmiÅŸtir. Ä°kinci uzman Carl Ebert ‘tir. 1936’dan 1947 yılına kadar konservatuvarın tiyatro ve opera bölümlerinin kurulmasına büyük emek vermiÅŸtir. KuÅŸkusuz bütün bunlar, büyük Atatürk’ün yol göstermesi sonucunda gerçekleÅŸmiÅŸtir.

Atatürk’ün bir diÄŸer özelliÄŸini de burada zikretmeden geçemeyeceÄŸim. Yurt gezilerinde, müziÄŸe kabiliyetli çocuklara özel ilgi gösteren Atatürk, 1934 yılında Soma’da rastladığı küçük Mahmude ile yakinen ilgilenmiÅŸ, bilahare müzik öğretmeni olmasını saÄŸlamıştır. KuÅŸkusuz Atatürk’ün Sofya’daki görevi, çoksesli Batı müziÄŸinin tanınması için büyük bir fırsat olmuÅŸtur. Nitekim 15 yıl sonra Ankara’da modern bir opera binası yapılmasını planlara koydurtmuÅŸ olmasına raÄŸmen bugün Ankara hâlâ modern bir opera binasından yoksundur. Ancak sergi evi binası, 1948 yılında Ä°nönü ‘nün ilgisi ile operaya dönüştürülmüştür.

SONUÇ…

Atatürk’ün baÅŸlattığı aydınlanma olgusuna bilimin ışığı yanı sıra sanatın estetik ve duyusal güzelliÄŸi de ciddi bir katkı saÄŸlamıştır. Bunun sonucu olarak farklılıkları ortadan kaldıracak, hoÅŸgörü dünyamızı zenginleÅŸtirecek ve dolayısıyla ÅŸiddeti asgariye indirecek bir iklimin yaratılması mümkün olacaktır. Atatürk; Batı’nın bir çaÄŸa sığdırdığı Rönesans ve Aydınlanmayı on yılda baÅŸarmıştır. Güzel sanatların geliÅŸmesi ve halkın günlük yaÅŸamında bir ölçüde yer alabilmesi, Atatürk ve Atatürkçü kültür ve sanat politikasının muhteÅŸem bir ürünüdür. DonmuÅŸ kalıplar içinde kalan insanlarımız bu sayede dinamik bir evreye girmiÅŸlerdir. Atatürk Batı uygarlığı konusunda; ulusalcı, gerçekçi bir yaklaşımla çaÄŸdaÅŸlaÅŸmayı hedef göstermiÅŸti. Kendisi hiçbir zaman Batıcı olmamış, ancak daima Batılı bir insan olmuÅŸtur. Cumhuriyetin Aydınlanma döneminde müzik adamlarımızın yanı sıra ÅŸair ve ressamlarımızın da Anadolu kültürünü yaÅŸatmak için yaptıkları araÅŸtırma ve çalışmaları zikretmeden geçmek istemiyorum. Bütün bu çalışmalardan sonra içinde bulunduÄŸumuz durumun bizleri mutlu ettiÄŸini söyleyemiyoruz. TRT’de izlediÄŸimiz ve dinlediÄŸimiz klasik müzik programları, her geçen sene, süre ve içerik olarak azalmıştır. Ayrıca ”Ben Türkleri severim’‘ diyen Pavarotti ‘nin müziÄŸine gösterilen tepki, üzücü ve düşündürücüdür. Sanat ve onun önemli bir unsuru müzik; görmeyi, bilinçlenmeyi, düşünmeyi, sorgulamayı ve onun sonucu eleÅŸtirmeyi, dolayısıyla saÄŸlıklı bir deÄŸerlendirme yapmayı öğretir insanlara.

AYTAÇ YALMAN

(Visited 7 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 16.07.2008 tarihinde Sema tarafından, ATATÃœRK'ün Hayatı ve Hakkında Yazılanlar bölümünde paylaşılmıştır ve 19494 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 3 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Atatürk\'ün Müziğe Bakışı | Aytaç Yalman... orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleMan verliert dabei aber effektiv das Ma fr die Dinge und Sonraki Makale, a digital health and benefits platform he founded with three

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz