Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 06.05.2008 tarihinde patriot34 tarafından, ATATÃœRK'ün Hayatı ve Hakkında Yazılanlar bölümünde paylaşılmıştır ve 899 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


ATATÃœRK’ÃœN YAÅžAMI

Mustafa Kemal Atatürk, 1881 yılında Selanik’te doÄŸdu.* Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım’dır. Ali Rıza Efendi, Selanik yerlilerindendi. Uzak dedeleri Vidin’den ayrılarak Serez’de yerleÅŸmiÅŸler, oradan da Selânik’e gelmiÅŸlerdi. Ali Rıza Efendi, bir süre gümrük memurluÄŸu yapmış, daha sonraları memuriyeti terk ederek kereste ticareti ile meÅŸgul olmuÅŸtu. Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım da Selanik yakınlarında Langaza adı verilen kasabada yerleÅŸmiÅŸ eski bir Türk ailesine mensuptu.


Bu aile, soy olarak Anadolu’dan Rumeli’ye geçmiÅŸ yörüklerdendi ve VaryemezoÄŸulları olarak tanınıyorlardı. Bu ailenin Langaza’da büyük çiftlikleri vardı; tarım yanında hayvancılıkla meÅŸgul idiler.

1871 yılında Zübeyde Hanım ile evlenen Ali Rıza Efendi’nin 1888 yılında henüz elli yaÅŸlarında iken ölmesi üzerine, yedi-sekiz yaÅŸlarında babasız kalan küçük Mustafa’nın büyütülmesi ve yetiÅŸtirilmesi görevi, büyük Türk kadını Zübeyde Hanım’a düştü.

Küçük Mustafa, ilk öğrenimine bir süre annesinin isteÄŸine uyarak Hafız Mehmet Efendi’nin mahalle mektebinde devam etti; fakat çok geçmeden babasının isteÄŸi ile Selanik’te çaÄŸdaÅŸ eÄŸitim yapan Åžemsi Efendi Mektebi’ne geçti ve ilkokulu burada bitirdi. Åžemsi Efendi, yeni öğrencisinin yeteneklerini ve zekâsını takdir ettiÄŸinden, küçük Mustafa’nın kendi okulunda bulunmasından son derece memnundu. Küçük Mustafa, bu okulda okurken babası öldü. Bu sıralarda isimleri Makbule ve Naciye olmak üzere kendisinden küçük iki kız kardeÅŸi bulunuyordu. Babaları öldüğü zaman küçük Mustafa yedi yaşında, Makbule bir yaşını henüz doldurmuÅŸ, Naciye ise kırk günlüktü. Bu en küçük kardeÅŸleri genç kız iken Selanik’te öldü.


Ali Rıza Efendi’nin ölümü üzerine, Zübeyde Hanım üç çocuÄŸu ile bir süre Selanik yakınlarındaki Rapla çiftliÄŸinde subaşılık yapan kardeÅŸi Hüseyin Efendi’nin yanına yerleÅŸti. Çiftlik yaÅŸamı nedeniyle Küçük Mustafa’nın öğrenimi ister istemez bir süre aksamıştı. Fakat çok geçmeden Selânik’e dönerek halasının yanında, bıraktığı yerden öğrenimine devam etti.

Küçük Mustafa, Åžemsi Efendi Ä°lkokulu’nu bitirdikten sonra bir süre Selanik Mülkiye Rüştiyesi’ne1 devam etti ise de Kaymak Hafız adlı Arapça öğretmeninin kendisine haksız yere sopa ile vurması üzerine bu okuldan ayrıldı ve 1893 yılında kendi istek ve kararı ile Selanik Askerî Rüştiyesi’ne2 baÅŸvurarak öğrenimine burada devam etti. Mustafa bu okulu gerçekten sevmiÅŸti. ArkadaÅŸları arasında zekâsı ve üstün yetenekleri ile kısa zamanda kendisini gösterdi ve öğretmenlerinin sevgisini kazandı. Bu okulda matematik öğretmenliÄŸi yapan Yüzbaşı Mustafa Efendi, genç öğrencisinin üstün yetenekleri ve zekâsı karşısında onu sınıftaki diÄŸer Mustafa’lardan ayırt etmek üzere adının sonuna “Kemal” ismini ilâve etti. Artık genç öğrenci, Mustafa Kemal olmuÅŸtu.

Mustafa Kemal, Selanik Askerî Rüştiyesi’ni bitirdikten sonra 1896 yılında Manastır Askerî Ä°dadisi’ne3 girdi. Bu okulda -Bursa Askerî Ä°dadisi’nden gelen- Ömer Naci ile arkadaÅŸlık etti. Sonraları ünlü bir hatip olarak tanınacak olan bu kiÅŸi, Mustafa Kemal’in hitabet ve edebiyat sevgisinde etkin rol oynadı. Yakın arkadaÅŸlarından biri olacak olan Ali Fethi (Okyar) de bu okulda öğrenci idi. Genç Mustafa Kemal, askerî öğreniminin yanı sıra yabancı dil öğrenimini de ihmal etmiyor; yaz aylarında izinli olarak Selânik’e döndüğü zaman Fransızca dersleri alıyordu.

Genç Mustafa Kemal, Kasım 1898’de Manastır Askerî Ä°dadisi’ni ikincilikle bitirerek 13 Mart 1899 tarihinde Ä°stanbul’da Harp Okulu’na girdi. 3 senelik baÅŸarılı bir öğrenimden sonra 10 Åžubat 1902’de bu okulu teÄŸmen rütbesiyle bitirdi ve aynı yıl öğrenimine Harp Akademisi’nde devam etti. 1903 yılında Harp Akademisi’nin ikinci sınıfına geçmiÅŸ ve üsteÄŸmen olmuÅŸtu. 11 Ocak 1905 tarihinde de kurmay yüzbaşı rütbesiyle Harp Akademisi’nden mezun oldu. Mustafa Kemal, Harp Okulu’nda ve Harp Akademisi’nde de zekâsı, yetenekleri ve üstün kiÅŸiliÄŸi ile kendisini arkadaÅŸlarına ve öğretmenlerine tanıtmış, onların içten sevgi ve saygısını kazanmıştı. Askerlik derslerine büyük ilgisi yanında matematiÄŸe, edebiyata ve güzel söz söylemeye karşı da merakı ve eÄŸilimi vardı. Harbiye’de ve Harp Akademisi’nde, memleket ve millet davaları ile ilgilenmesi, düşüncelerini cesaretle dile getirmesi nedeniyle aydın ve devrimci bir subay olarak tanınmıştı. Devir, istibdat dönemi idi ve bu davranışları aleyhine olabilirdi; ancak çevresince gerçekten çok seviliÅŸi, düşüncelerinde samimî oluÅŸu, onun herhangi bir tertibe kurban gitmesini önlemiÅŸti. Bununla beraber Harp Akademisi’nden mezun oluÅŸunu izleyen günlerde istibdat ve padiÅŸahlık rejimi aleyhindeki düşünceleri ve durumu, şüphe çekerek kısa bir süre Ä°stanbul’da tutuklu kaldı; sonra bir çeÅŸit uzaklaÅŸtırma olarak 5 Åžubat 1905 tarihinde Suriye bölgesine, Åžam’a atandı.

Mustafa Kemal, Åžam’da 5. Ordu’nun emrinde kaldığı ve kurmaylık stajını tamamladığı üç yıl içinde Suriye’nin hemen her yerini görevle dolaÅŸmış, memleket yönetimindeki aksaklıkları, ordunun eÄŸitim ve öğretimindeki eksiklikleri daha da yakından görmüştü. Burada 1905 yılı Ekim ayı içinde, güvendiÄŸi bazı arkadaÅŸlarıyla gizli olarak “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”ni kurdu. Bu arkadaÅŸlarıyla beraber Beyrut, Yafa ve Kudüs’te de kurdukları cemiyeti geniÅŸletti. Bir ara gizli olarak Yafa’dan Mısır ve Yunanistan yoluyla Selânik’e geçerek burada da “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”nin bir ÅŸubesini açtı ve tekrar Yafa’ya döndü. Bölgeden uzaklaÅŸması hükümetçe duyuldu ise de Åžam’daki üstleri kendisini koruduÄŸundan bir ceza yoluna gidilmedi. Bu sıralarda 20 Haziran 1907 tarihinde kolaÄŸası (kıdemli yüzbaşı) oldu ve Åžam’daki Ordu’nun Kurmay BaÅŸkanlığı’nda bir göreve getirildi.

Mustafa Kemal 13 Ekim 1907’de merkezi Manastır’da bulunan 3. Ordu Karargâhı’na atandı ve bu karargâhın Selanik’te bulunan Kurmay Åžubesi’nde çalışmak üzere Selânik’e geldi. Bu sıralarda Selanik’teki “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti” ÅŸubesinin kurucularını da içine almış olan “Ä°ttihat ve Terakki Cemiyeti”, gizli olarak faaliyet halinde idi. Mustafa Kemal de bu cemiyete girerek hizmet görmeye baÅŸladı. Memleketin istibdat yönetiminden kurtarılması, yapılacak yenilikler onun da baÅŸ düşüncesiydi. Selânik’e geliÅŸinden kısa bir süre sonra 22 Haziran 1908’de Ãœsküp-Selânik arasındaki demiryolu müfettiÅŸliÄŸi görevi de 3. Ordu Karargâhı’ndaki görevine ek olarak Mustafa Kemal’e verildi.

Bu sıralarda, Rumeli’de gizli faaliyet gösteren “Ä°ttihat ve Terakki Cemiyeti”, Abdülhamit’i, 1876 Anayasasını yeniden yürürlüğe koymaya ve kapatılan Meclis-i Mebusan’ı tekrar toplantıya çağırmaya zorlamaktadır. Ä°ttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bu giriÅŸimleri adım adım II. MeÅŸrutiyet’in ilânına uzandı.


23 Temmuz 1908 tarihinde Ä°kinci MeÅŸrutiyet ilân edildiÄŸi zaman Mustafa Kemal, kolaÄŸası rütbesiyle Selanik’te askerî görevini sürdürmekte, bir yandan da “Ä°ttihat ve Terakki Cemiyeti” içinde çalışarak Ä°stanbul’daki siyasî geliÅŸmeleri yakından izlemektedir. O, II. MeÅŸrutiyet gibi büyük bir devrimin arkasından yapılanları kâfi görmüyor, bu fırsattan yararlanılarak memlekette daha büyük ve daha köklü deÄŸiÅŸikliklerin gerçekleÅŸtirilmesi gereÄŸine inanıyordu; fakat kendisinin görüşleri, “Ä°ttihat ve Terakki Cemiyeti” ileri gelenlerinin görüş ve düşüncelerine uymadı. Buna raÄŸmen fikirleriyle onları uyarmaktan da çekinmiyordu.

II. MeÅŸrutiyet’in ilânı üzerinden henüz dokuz ay geçmiÅŸti ki Ä°stanbul’da 13 Nisan 1909’da bu harekete karşı, gerici çevrelerce desteklenen büyük bir isyan geliÅŸti. Mustafa Kemal, eski tarihle “31 Mart Vak’ası” olarak bilinen bu isyanı bastırmak üzere Rumeli’de oluÅŸturulan Hüseyin Hüsnü PaÅŸa komutasındaki Hareket Ordusu’nun Kurmay BaÅŸkanlığına getirildi ve bu ordu ile 15/16 Nisan 1909’da Selanik’ten Ä°stanbul’a hareket etti; ancak Hareket Ordusu Ä°stanbul yakınlarında Hadımköy’e geldiÄŸi zaman komutada deÄŸiÅŸiklik yapıldı. Selanik’ten gelen 3. Ordu Komutanı Mahmut Åževket PaÅŸa komutayı ele aldı; Kurmay BaÅŸkanlığı’na da Binbaşı Enver Bey getirildi. Hareket Ordusu 24 Nisan 1909 günü Ä°stanbul’a girdi. Mustafa Kemal de bu ordunun Kurmay Heyeti’nde görevli bulunuyordu. Hareket Ordusu’nun duruma hakim oluÅŸundan sonra Abdülhamit tahttan indirildi, yerine Sultan ReÅŸat getirildi. Mustafa Kemal, bu gerici olayın bastırılmasından sonra Ä°stanbul’da çok kalmayarak 22 Mayıs 1909’da tekrar Selânik’e döndü. Bu sıralarda Selanik ve çevresinde yapılan askerî manevralarda düşünce ve görüşlerini cesaretle savunuyor, üstlerinin dikkatini çekiyordu; bir yandan da askerî eÄŸitim konuları üzerinde telif ve tercüme eserler hazırlıyordu.

Mustafa Kemal, II. MeÅŸrutiyet’ten sonra ordunun “Ä°ttihat ve Terakki Cemiyeti” ile yakın iliÅŸkisinin ve siyasete karışmasının tehlikelerini sezinlemeye baÅŸlamış, bu görüşlerini 22 Eylül 1909’da Selanik’te toplanan “Ä°ttihat ve Terakki Büyük Kongresi”nde açıkça dile getirmiÅŸti. Fakat Cemiyetin önde gelenleri onun bu görüşlerini paylaÅŸmadılar. Mustafa Kemal de kendisini Cemiyet’ten uzak tutarak doÄŸrudan doÄŸruya askerî vazifesine verdi. Ä°ttihat ve Terakki Cemiyeti ile anlaÅŸmazlığı ve aralarının açılması böyle baÅŸladı.
1909 yılı sonlarında Arnavutluk’ta büyük bir isyan çıkmış, oraya gönderilen bir tümen asker isyanı batırmakta yetersiz kalmıştı. Bunun üzerine Harbiye Nazırı Mahmut Åževket PaÅŸa, Mayıs 1910’da Selânik’e geldi. Burada hazırlanan büyük bir kuvvetin başında olarak, kurmay kurulunda Mustafa Kemal de bulunmak üzere Arnavutluk’a hareket etti. Ä°syan bir ay içinde bütünüyle bastırıldı. Mustafa Kemal tekrar Selânik’e döndü.

Mustafa Kemal, Selanik’teki görevini baÅŸarı ile yürütürken 1910 yılı Eylül ayında Pikardi manevralarını izleme amacıyla Fransa’ya gönderildi. Burada Fransız ordusunu ve komutanlarını yakından tanıdı.

Mustafa Kemal, 15 Ocak 1911’de 3. Ordu Karargâhı’ndaki görevinden alınarak yine Selanik’te bulunan 38. Piyade Alayı’nda komutan vekili olarak görevlendirildi. O, bu görevde de büyük baÅŸarılar gösterdi; eskiden olduÄŸu gibi yine üstlerinin takdirini, arkadaÅŸlarının sevgi ve saygısını kazandı. Sekiz ay kadar süren 38. Piyade Alayı Komutan VekilliÄŸi görevinden sonra Harbiye Nazırlığı tarafından Ä°stanbul’a çaÄŸrıldı. Bunun üzerine Mustafa Kemal, 1911 yılı Eylül ortalarında Ä°stanbul’a geldi ve Genelkurmay BaÅŸkanlığı’nda görevlendirildi.

29 Eylül 1911’de Ä°talyanların Osmanlı Devleti’ne savaÅŸ ilânı ile Trablus-garp Savaşı baÅŸlamıştı. Mustafa Kemal, bu bölgede gönüllü görev almak üzere 15 Ekim 1911’de Ä°stanbul’dan ayrıldı. Trablusgarp’a geliÅŸini takiben bir süre Tobruk ve Derne bölgelerinde gönüllü yerel kuvvetlerin başında bulundu. Bu sıralarda 27 Kasım 1911 tarihinde rütbesi binbaşılığa yükseltildi.

1912 yılı Ekiminde Balkan Savaşı baÅŸlamıştı. Mustafa Kemal, 24 Ekim 1912’de Derne’den hareket ederek Ä°stanbul’a geldi. 25 Kasım 1912’de Gelibolu’da bulunan Çanakkale BoÄŸazı Kuva-yi Mürettebe Komutanlığı Harekât Åžubesi Müdürlüğü’ne atandı. Bu atama üzerine Gelibolu’ya geldi. Olaylar hızla geliÅŸmiÅŸ, Selanik düşmüş, Bulgar ordusu ilerleyerek Çatalca’ya kadar gelmiÅŸti. Bu elim vaziyet kendisini çok üzdü. Bu cephede bir süre sonra Bolayır Kolordusu Kurmay BaÅŸkanlığı’na getirildi. Bu görevde iken Dimetoka* ve Edirne’nin Bulgarlar’dan geri alınışında büyük hizmetleri görüldü.

Mustafa Kemal, Balkan Savaşı’nın sona eriÅŸinden kısa süre sonra, 27 Ekim 1913’de Sofya AtaÅŸemiliterliÄŸi’ne atandı. 11 Ocak 1914 tarihinden itibaren BükreÅŸ, Belgrat ve Çetine AtaÅŸemiliterliklerini yürütme görevi de kendisine verildi. Sofya AtaÅŸemiliterliklerini yürütme görevi de kendisine verildi. Sofya AtaÅŸemiliterliÄŸi’ne atandığı sırada yakın arkadaşı Ali Fethi (Okyar) de Sofya’da elçi olarak bulunuyordu. Mustafa Kemal, Sofya AtaÅŸemiliterliÄŸi sırasında 1 Mart 1914 tarihinde yarbaylığa yükseltildi. 1915 yılı Ocak sonlarına kadar Sofya’da kaldı.

Mustafa Kemal daha Sofya’da iken, 1 AÄŸustos 1914’te Almanya’nın Rusya’ya savaÅŸ ilânı ile I. Dünya Savaşı baÅŸlamıştı. Mustafa Kemal, geliÅŸen siyasal ve askerî olayları büyük bir dikkatle izlemekte; bir taraftan da görüş ve düşüncelerini Harbiye Nezareti’ne bildirmekte idi. Ona göre zorunlu hale gelmedikçe Osmanlı Devleti bu büyük savaşın dışında kalmalıydı. Ancak olayların hızla geliÅŸmesi, 29 Ekim 1914’te Osmanlı Devleti’ni de ister istemez Ä°ttifak Devletleri yanında savaÅŸa girmek zorunluÄŸunda bıraktı. Mustafa Kemal, bu geliÅŸmeler üzerine BaÅŸkomutanlık’tan kendisine etkin bir hizmet istedi ise de bir süre bu isteÄŸi yerine getirilmedi. Nihayet ısrarı üzerine onu, 20 Ocak 1915 tarihinde, TekirdaÄŸ’da oluÅŸturulacak 19. Tümen Komutanlığı’na atadılar. Mustafa Kemal, bu atama üzerine Sofya’dan ayrılarak Ä°stanbul’a döndü; derhal yeni görev yerine hareket ederek tümenini kurdu. Bu tümen kısa süre sonra görülen lüzum üzerine, 25 Åžubat 1915’te TekirdaÄŸ’dan Maydos (Eceabat)’a nakledildi. Mustafa Kemal burada, 19. Tümen’e ilâveten 9. Tümen’in 2 Piyade Alayı ve bazı topçu birlikleri de emrine verilmek üzere Maydos Bölgesi Komutanı olarak görev yaptı.

Gelibolu Yarımadası’nda önemli olaylar oluyordu. Ä°ngiliz ve Fransız donanması, 18 Mart 1915 günü Çanakkale BoÄŸazı’nı geçmeye giriÅŸti ise de kıyı topçusunun baÅŸarılı savunması karşısında sonuç alamayarak ağır kayıplar verdi. Donanması ile Çanakkale BoÄŸazı’nı geçemeyen düşman, bu defa Gelibolu Yarımadası’nı çıkarma ile zorlamaya karar verdi. Olaylar bu ÅŸekilde geliÅŸirken, Genelkurmay BaÅŸkanlığı 24 Mart 1915 tarihinde Gelibolu’da 5. Ordu kurulmasına karar vermiÅŸ, komutanlığına da MareÅŸal Liman von Sanders’i atamıştı.

MareÅŸal Liman von Sanders, muhtemel düşman saldırısına karşı kuvvetlerini üç gruba ayırarak plânını yapmış; Mustafa Kemal’in komuta ettiÄŸi kuvvetleri ordu yedeÄŸine almıştı. Mustafa Kemal bu plân gereÄŸince, 18 Nisan 1915 günü tümeniyle Bigalı’ya geçti.
Ä°ngiliz birlikleri, Fransız kuvvetleri ve ANZAK Kolordusu’yla beraber 25 Nisan 1915 sabahı Arıburnu, Seddülbahir ve Kumkale kıyılarından ilk çıkarma hareketine baÅŸladı. Kumkale kıyılarından yapılan düşman çıkarması geliÅŸemedi; Seddülbahir’e yapılan çıkarma kıyı topçusunun yoÄŸun ateÅŸi ve kuvvetlerimizin karşı saldırısıyla durduruldu. Arıburnu kıyılarından çıkarma yapan Ä°ngiliz birlikleri ve ANZAK kolordusu ise karşısında Mustafa Kemal’i buldu. Mustafa Kemal, Arıburnu kıyılarından çıkarmanın baÅŸladığını görür görmez, kuvvetleri hızla Bigalı’dan Conkbayırı’na yöneltmiÅŸti. Arıburnu’ndan Conkba-yırı’na ilerleyen Ä°ngiliz kuvvetleri, o gün, Mustafa Kemal’in komuta ettiÄŸi 19. Tümen kuvvetlerinin saldırısıyla geri çekilmeye mecbur edildi.

Conkbayırı saldırısında Türk askeri görülmemiÅŸ bir inanç ve cesaretle savaşıyor, tarihin en büyük kahramanlık sahneleri sergileniyordu. Dâhi komutan, kumandanlara verdiÄŸi emre ÅŸu cümleleri de ilâve etmiÅŸti: “Ben, size saldır emretmiyorum; ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize baÅŸka kuvvetler ve komutanlar geçebilir!”4

25 Nisan 1915 günü baÅŸlayan bu yoÄŸun çıkarma, kuvvetlerimiz tarafından kıyıya kadar itilmesine raÄŸmen düşman, 26 ve 27 Nisan 1915 günleri de çıkarma harekâtına devam etti. Ä°lerlemek isteyen Ä°ngilizlerle yer yer ÅŸiddetli çarpışmalar oldu; ancak düşmanın her saldırısı, Türk askerinin kahramanca savunması karşısında baÅŸarısız kaldı. Mustafa Kemal, Çanakkale Cephesi’ndeki bu üstün baÅŸarıları üzerine 1 Haziran 1915’te albaylığa yükseltildi.

Düşman, Çanakkale’de baÅŸarı saÄŸlayamamasına, ilerleme gösterememesine raÄŸmen, yine de yeni bir çıkarma yapmada kararlıydı. Düşünülen çıkarmanın gerçekleÅŸebilmesi için, her ÅŸeyden önce ilk direnç hatlarını oluÅŸturan Arıbur-nu, Seddülbahir ve Kumkale’deki Türk kuvvetlerinin yerlerinden sökülmesi gerekiyordu. Ä°ngilizler bu amaçla 6 AÄŸustos 1915 günü Arıburnu’ndan, 7 AÄŸustos 1915 günü de Anafartalar koyundan desteklenmiÅŸ kuvvetlerle yeniden topçu ateÅŸiyle saldırıya geçtiler. Bu kuvvetlerle Mustafa Kemal komutasındaki 19. Tümen kuvvetleri arasında gündüz ve gece ÅŸiddetli çarpışmalar oldu. Düşman saldırısının geniÅŸ bir cepheye yayılma eÄŸilimi göstermesiyle durum kritikleÅŸti. Bunun üzerine 5. Ordu Komutanı MareÅŸal Liman von Sanders’in emri ile komuta deÄŸiÅŸikliÄŸi yapılarak, “Anafartalar Grubu Komutanlığı”na 8 AÄŸustos 1915 gecesi Albay Mustafa Kemal getirildi. O gece yarısı komutayı ele alan Mustafa Kemal, beklemeksizin 9 AÄŸustos 1915 sabahı yaptığı saldırı ile ilerleyen Ä°ngiliz kuvvetlerini tekrar çıkarma yaptıkları kıyılara itti. Aynı günün akÅŸamı Conkbayırı bölgesine geçerek buradaki kuvvetleri de 10 AÄŸustos 1915 sabahı saldırıya geçirdi; baskın ÅŸeklinde geliÅŸtirilen bu saldırı ve süngü savaÅŸları sonucu düşman dört saat içinde Conkbayırı’ndan tamamen atıldı. Böylece Anafartalar bölgesine tam anlamıyla Türkler hâkim olmuÅŸtu.

Mustafa Kemal, 25 Nisan 1915 saldırısında olduÄŸu gibi 9 ve 10 AÄŸustos saldırılarında da bizzat ateÅŸ hattında bulunmuÅŸ, ateÅŸ hattından emirler vermiÅŸ, bu davranışı beraber savaÅŸtığı subay ve erler için ifadesi imkânsız cesaret kaynağı olmuÅŸtu. Conkbayırı’nda kalbini hedef alan bir ÅŸarapnel parçasının göğüs cebindeki saate çarpıp geri dönmesi sonucu kesin bir ölümden kurtuldu. Bu savaÅŸlar sırasında gösterdiÄŸi kahramanlık, kararlılık ve yüksek komuta yeteneÄŸi, kendisine memleket içinde ve dışında büyük ün saÄŸladı. Artık o, “Anafartalar Kahramanı” olarak anılıyordu.

Aylarca süren çıkarma ve savaÅŸlar sonucu ilerleme saÄŸlayamayan Ä°ngilizler, 1915 yılı Aralık sonunda yandaÅŸlarıyla beraber Çanakkale’den çekildiler. Düşmanların Çanakkale BoÄŸazı’nı geçememesi, Ä°stanbul’un iÅŸgalini önlemiÅŸ; Ä°ngilizlerin, Marmara ve Karadeniz üzerinden müttefikleri Rusya ile baÄŸlantı kurma hayallerini söndürmüştü. Bütün bu olaylar, bir anlamda I. Dünya Savaşı’nın akışını da etkiliyor, dünya tarihinin yönünü deÄŸiÅŸtiriyordu. Bu savaÅŸlarda Ä°ngilizler insan, araç ve gereç yönünden Türklerden şüphesiz ki çok fazla idi; ancak onların unuttukları nokta, Türk askerinin atadan gelen kahramanlığı ve bu kahramanlığı yönlendiren Mustafa Kemal faktörü idi.

Mustafa Kemal, Çanakkale SavaÅŸları’nın eski ÅŸiddetini kaybettiÄŸi 1915 yılının son aylarında, yapacağımız son bir saldırıyla düşmanı tutunduÄŸu kıyılardan da sökerek onu tam maÄŸlûp duruma düşürmek görüşünde idi. Ancak bu teklifi, 5. Ordu Komutanı MareÅŸal Liman von Sanders tarafından, düşmanın da kıyıdan yapacağı topçu ateÅŸinin ağır kayıplar verdirebileceÄŸi endiÅŸesiyle benimsenmedi. Artık bu cephede yapacak bir ÅŸey kalmamıştı. Mustafa Kemal, 9 Aralık 1915’te “Anafartalar Grubu Komutanlığı”nı, Fevzi (Çakmak) PaÅŸa’ya bırakıp izinli olarak Çanakkale’den ayrıldı; Ä°stanbul’a döndü.

Mustafa Kemal, 16 Ocak 1916’da karargâhı Edirne’de bulunan 16. Kolordu Komutanlığı’na atandı ve bu atama üzerine Edirne’ye geldi. Kısa süre sonra bu Kolordu Karargâhı’nın -BaÅŸkomutanlık Vekâleti’nce- Diyarbakır’a kaydırılma ve DoÄŸu Cephesi’nde aynı isimle yeni bir kolordu kurulması kararı üzerine, Mustafa Kemal bu kolorduya komutan olarak atandı. 27 Mart 1916’da Diyarbakır’a gelerek komutayı ele aldı. 1 Nisan 1916’da rütbesi generalliÄŸe yükseltildi. Diyarbakır’a geliÅŸini takiben kısa bir hazırlıktan sonra 2 AÄŸustos 1916 sabahı emrindeki kuvvetleri Bitlis ve MuÅŸ yönünde saldırıya geçirdi; Ruslarla iki tümenimiz arasında saldırı ve karşı saldırı ÅŸeklinde ÅŸiddetli çarpışmalar oldu. Nihayet 7 AÄŸustos 1916 günü MuÅŸ, 8 AÄŸustos 1916 günü de Bitlis, kuvvetlerimiz tarafından düşman iÅŸgalinden kurtarıldı. (MuÅŸ, ne yazık ki 25 AÄŸustos 1916’da tekrar Rusların eline düşmüştü. Mustafa Kemal PaÅŸa, 2. Ordu Komutanlığı sırasında, 30 Nisan 1917’de MuÅŸ’u ikinci defa Rus iÅŸgalinden kurtardı.)

DoÄŸu Cephesi’nde 16. Kolordu Komutanı olarak görev yapan Mustafa Kemal PaÅŸa, 12 Aralık 1916’da -Ahmet Ä°zzet PaÅŸa’nın izinli olarak bir süre Ä°stanbul’a gitmesi üzerine- vekâleten 2. Ordu Komutanlığı’na atandı. Karargâhı Diyarbakır’da olan bu ordunun Kurmay BaÅŸkanı Albay Ä°smet (Ä°nönü) Bey’di. Mustafa Kemal PaÅŸa’nın, Ä°nönü ile yakından tanışması, emir-komuta zinciri içinde çalışması bu tarihlere rastladı.
Mustafa Kemal PaÅŸa, 17 Åžubat 1917’de Hicaz Kuvve-i Seferiyesi Komutanlığı’na atanması üzerine Åžam’a giderek Sina Cephesi’ni denetlediyse de kısa bir süre sonra bu komutanlığın kaldırılması üzerine -Ahmet Ä°zzet PaÅŸa’nın yerine- 2. Ordu Komutan VekilliÄŸi’ne atandı. Tekrar Diyarbakır’a dönen Mustafa Kemal PaÅŸa, 16 Mart 1917’de asaleten 2. Ordu Komutanlığı’na getirildi. Fakat bu görevde de çok kalmayarak 5 Temmuz 1917 tarihinde, Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na baÄŸlı olarak Halep’te kurulması kararlaÅŸtırılan 7. Ordu Komutanlığı’na getirildi. Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’nı MareÅŸal Falkenhayn yürütmekte idi. Mustafa Kemal PaÅŸa, 23 AÄŸustos 1917 günü Halep’e gelerek göreve baÅŸladı. Fakat, bir süre sonra MareÅŸal Falkenhayn ile aralarında askerî görüşler ve uygulanacak harekât bakımından anlaÅŸmazlık çıktı; bu anlaÅŸmazlık sonucu Mustafa Kemal PaÅŸa, 6 Ekim 1917’de 7. Ordu Komutanlığı’ndan istifa etti. Kendisine tekrar Diyarbakır’daki eski görevi teklif edildi ise de kabul etmedi ve izinli olarak Ä°stanbul’a geldi. 7 Kasım 1917’de Ä°stanbul’da Genel Karargâh’ta görevlendirildi. Ancak, kısa süre sonra Veliaht Vahdettin Efendi’nin maiyetinde Alman Umumî Karargâhı’nı ve Alman cephelerini ziyaret etmek üzere Almanya seyahatine katıldı. 15 Aralık 1917 – 4 Ocak 1918 arasını kapsayan bu seyahat sırasında Mustafa Kemal, Alman askerî çevrelerinde incelemeler yaparak, Alman Ä°mparatoru II. Wilhelm ve dönemin tanınmış komutanlarıyla görüştü. Onlara -hoÅŸlanmasalar da- I. Dünya Savaşı’nın olası sonuçları hakkındaki görüşlerini açıkça ve belirgin ÅŸekilde anlatıyordu.

Mustafa Kemal PaÅŸa, 20 gün süren Almanya seyahatinden Ä°stanbul’a döndükten bir süre sonra böbrek rahatsızlığı nedeniyle Viyana ve Karlsbad’a giderek tedavi gördü. 13 Mayıs 1918 – 4 AÄŸustos 1918 arasını kapsayan bu seyahat dönüşü, MareÅŸal Falkenhayn’ın yerine Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na getirilmiÅŸ olan MareÅŸal Liman von Sanders’in emrindeki 7. Ordu’ya, 7 AÄŸustos 1918’de tekrar komutan oldu ve 26 AÄŸustos 1918 günü Halep’e geldi. Mustafa Kemal PaÅŸa, bu cephede Ä°ngilizlere karşı baÅŸarılı savunma savaÅŸları yaptı. Takviyeli Ä°ngiliz kuvvetleri karşısında, O’nun üstün yönetimi ile bu bölgedeki Türk ordusu dağılmaktan kurtarılmış, büyük bir düzen içinde Halep’e kadar çekilme baÅŸarısını göstermiÅŸti. Fakat, I. Dünya Savaşı Almanya ve yandaÅŸları aleyhine geliÅŸiyordu. 29 Eylül 1918’de Bulgaristan savaÅŸtan çekilmiÅŸ, 4 Ekim 1918’de Almanya, 5 Ekim 1918’de de Avusturya-Macaristan ateÅŸkes istemiÅŸti. Ä°stanbul’da Talât PaÅŸa Kabinesi istifa etmiÅŸ, yeni kabineyi 14 Ekim 1918 günü Ahmet Ä°zzet PaÅŸa kurmuÅŸtu. Bu geliÅŸmeler karşısında Mustafa Kemal PaÅŸa yetkili makamlara, askerî ve siyasî önerilerine devam etti ise de yine kabul ettiremedi. Nihayet 30 Ekim 1918 tarihinde de Osmanlı Devleti, Ä°tilâf Devletleri ile Mondros AteÅŸkes AntlaÅŸması’nı imzalayarak I. Dünya Savaşı’ndan çekildi.

Mustafa Kemal PaÅŸa, Mondros AteÅŸkes AntlaÅŸması’nın imza edildiÄŸi gün, MareÅŸal Liman von Sanders’in yerine Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na atandı ise de artık yapacak bir ÅŸey kalmamıştı. 7 Kasım 1918’de bu grup komutanlığının da PadiÅŸah iradesiyle kaldırılması ve kendisinin Harbiye Nezareti emrine verilmesi üzerine Mustafa Kemal PaÅŸa, Adana’dan hareketle 13 Kasım 1918 günü Ä°stanbul’a geldi. Artık Türkiye, ateÅŸkes ÅŸartlarını yaşıyordu.

Memleket ve milletin içinde bulunduÄŸu ÅŸartlar ağır idi. Büyük bir savaÅŸ sonunda, maÄŸlûp bir devlet olarak 30 Ekim 1918’de “Mondros AteÅŸkes AntlaÅŸması” adı verilen ÅŸartları ağır bir anlaÅŸma imzalanmış, bu anlaÅŸma ÅŸartlarına dayanılarak memleketin birçok bölgesi galip devletlerce iÅŸgal edilmiÅŸ, ordumuz dağıtılmış, bütün silâh ve cephane galip devletlerin emrine verilmiÅŸti. Osmanlı memleketleri tamamen parçalandığı gibi, Türk’ün ana yurdu Anadolu da galip devletler arasında bölüştürülüyordu. Ä°talyanlar Antalya’ya çıkmıştı. Ä°skenderun, Adana, Mersin, Antep, MaraÅŸ, Urfa iÅŸgal altında idi. Kars’ta Ä°ngilizler yönetimi ele almıştı. Trakya iÅŸgal altında idi. Düşman donanması Ä°stanbul sularında demirlemiÅŸti. Çanakkale ve Ä°stanbul BoÄŸazlan tutulmuÅŸtu. Ä°stanbul ve Ä°stanbul Hükümeti, Ä°tilâf Devletleri’nin baskı ve kontrolü altında idi. PadiÅŸah ve hükümet, düşmanlara âlet olmuÅŸ, âciz ve ÅŸaÅŸkın bir vaziyette sadece kendileri için güven ve kurtuluÅŸ yolu aramakta idiler. Anadolu’nun hemen her ÅŸehrinde yabancı subaylar dolaşıyor, Ä°tilâf Devletleri temsilcisi sıfatıyla direktifler veriyorlardı. Yunanlılar da Ä°zmir’i iÅŸgal hazırlıklarıyla meÅŸguldü; bu yolda büyük çaba harcıyorlar, Ä°tilâf Devletleri’ni iknaya çalışıyorlardı. Nihayet 15 Mayıs 1919’da Ä°zmir’e çıktılar.

Olayların bu ÅŸekilde geliÅŸeceÄŸini Mustafa Kemal, önceden sezinlemiÅŸti. Nitekim Mondros AteÅŸkes AntlaÅŸması’ndan 5 gün sonra, 5 Kasım 1918’den itibaren Harbiye Nezareti’nden -AteÅŸkes AntlaÅŸması gereÄŸince- ordulara terhis emirleri gelmeÄŸe baÅŸladı. Atatürk, 5 Kasım 1918 günü Adana’dan Sadrazam Ahmet Ä°zzet PaÅŸa’ya ilk uyarı telgrafını çekti: “Ciddî olarak arz ederim ki gereken önlemleri almadıkça orduyu terhis etmeyiniz! Åžayet orduları terhis edecek ve Ä°ngilizlerin her dediÄŸine boyun eÄŸecek olursak düşman tutkularının önüne geçmeÄŸe imkân kalmayacaktır.”5 Sadrazam’a yapılan bu uyarı, her ÅŸey bitti zannedilen bir zamanda da Atatürk’te kurtuluÅŸ ümidinin sönmediÄŸini, pek çoklarını saran karamsarlık ve umutsuzluÄŸa asla kapılmadığını gösterir.

Fakat acıdır ki, Mustafa Kemal PaÅŸa tarafından yapılan bütün bu haklı itirazlar etkisiz kalır ve ordunun terhisine hızla devam edilir. Çünkü genel kanı, Ä°tilâf Devletleri ile herhangi bir mücadeleye giremeyeceÄŸimiz, böyle bir mücadelenin aleyhimize sonuçlanacağı idi. O halde Ä°tilâf Devletleri’ni gücendirmeyecek, Mondros AteÅŸkes AntlaÅŸması ÅŸartlarını yerine getirecektik. Ä°stanbul Hükümeti’nin görüşü ve davranışı bu idi.

PadiÅŸah ve hükümetindeki bu umutsuzluÄŸa raÄŸmen, milletimiz, haksız iÅŸgal ve istilâlara karşı kendini savunma yolunda her çabayı gösteriyor; memleketin çeÅŸitli yörelerinde düşmanla yerel kuvvetler arasında çarpışmalar oluyordu. DiÄŸer taraftan, saldırgan düşmana karşı koymak ve kurtuluÅŸ çareleri aramak üzere Anadolu’da yer yer millî örgütler oluÅŸuyordu. Ancak bütün bu kuruluÅŸlar, ayrı ayrı çalışmaları sebebiyle istenilen ölçüde etkili olamıyorlar, bütün memleketi kapsayan bir hareket ve birlik gösteremiyorlardı.
AteÅŸkes dönemi Türkiyesi, aklın alamayacağı derecede karışık bir Türkiye’dir. Bölgesel direnme hareketlerine öncülük eden Müdafaa-i Hukuk, Muhafaza-i Hukuk, Redd-i Ä°lhak gibi millî cemiyetlerin yanı sıra, özellikle Ä°stanbul’da -güya kurtuluÅŸ çareleri arayan- birçok cemiyet kurulmuÅŸtu. Ä°ngiliz Muhipleri Cemiyeti, Wilson Prensipleri Cemiyeti, Türk-Fransız Muhipleri Cemiyeti, Cemiyet-i Akvam Müzaheret Cemiyeti bunların baÅŸlıcalarıdır. KurtuluÅŸ çareleri deÄŸiÅŸikti. Bir kısmı Ä°ngilizlerin, bir kısmı Fransızların himayesini istiyordu, bir kısmı Amerikan mandasını öneriyordu. Bir kısım kimseler de padiÅŸah ve halife için egemenlik hakkı tanınabilecek küçük bir bölgede Osmanlı Devleti’ni sembolik olarak yaÅŸatma düşüncesinde idiler. Memleketin içinde bulunduÄŸu ağır durumdan yararlanma çareleri arayan bazı bölücü cemiyetler de vatan toprakları üzerinde millî birliÄŸi parçalayıcı faaliyetlere giriÅŸmiÅŸlerdi.
Bu durum karşısında ciddî ve gerçek karar ne olabilirdi? Tarih kültürü çok geniÅŸ olan ve tarihten sonuç çıkarmasını çok iyi bilen Mustafa Kemal PaÅŸa, gerçek kararı sezmekte gecikmedi. Bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı; o da “Millî egemenliÄŸe dayanan, kayıtsız ÅŸartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak!”6 Mustafa Kemal PaÅŸa’ya göre önemli olan “Türk milletinin haysiyetli ve ÅŸerefli bir millet olarak yaÅŸamasıydı. Ne kadar zengin ve refah içinde olursa olsun, bağımsızlıktan mahrum bir millet, uygar insanlık karşısında uÅŸak olmak durumundan yüksek bir muameleye lâyık görülemezdi. Yabancı bir milletin himaye ve efendiliÄŸini kabul etmek, insanlık niteliklerinden yoksunluÄŸu, acizlik ve miskinliÄŸi itiraftan baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildi. Halbuki Türk’ün onur ve gururu çok yüksek ve büyüktü. Böyle bir millet tutsak yaÅŸamaktansa mahvolsun daha iyiydi. Öyleyse Millî Mücadele’nin parolası ‘Ya bağımsızlık ya ölüm!’ olacaktı.”7

Artık Anadolu’ya geçerek Millî Mücadele bayrağını açmak gerekiyordu. Ä°ÅŸte bu sıralarda, Mustafa Kemal PaÅŸa’yı Ä°stanbul’dan uzaklaÅŸtırmak amacıyla, kendisine Dokuzuncu Ordu Kıtaatı MüfettiÅŸliÄŸi8 teklif edildi. Mustafa Kemal PaÅŸa, kendisine geniÅŸ yetkiler tanıyan bu görevi kabul etti.

16 Mayıs 1919 günü Bandırma vapuru ile Ä°stanbul’dan hareket eden Mustafa Kemal PaÅŸa, 19 Mayıs 1919 sabahı Samsun’da Anadolu topraklarına ayak bastı. Kendisinin Anadolu’ya gönderiliÅŸ gerekçesi, “Samsun ve çevresindeki asayiÅŸsizliÄŸi yerinde görüp incelemek ve önlem almak”tan ibaretti. Hükümete verilen Ä°ngiliz raporlarında, bu bölgede Türklerin, Rumlara karşı gerillâ hareketine giriÅŸtikleri ve asayiÅŸi bozdukları bildirilmekte ise de gerçek durum, bunun tam tersi idi. Çünkü, ateÅŸkesle beraber bu bölgede, Pontus Rum Devleti kurma amacına yönelik geniÅŸ bir Rum faaliyeti baÅŸlamıştı. Baskı gören Rumlar deÄŸil, Türklerdi. Ä°stanbul Rum Patrikhanesi’nden idare edilen Mavri Mira Cemiyeti bu bölgede kurduÄŸu çeteler aracılığıyla Türk köylerini basıyor, katliamlar yapıyor, yerli halkı yıldırmak istiyordu. Bu giriÅŸimlere karşı vatansever Türkler de karşı çeteler oluÅŸturmuÅŸlar, bölge Rumları ile mücadeleye baÅŸlamışlardı. Bütün bu gerçeklere raÄŸmen, Mustafa Kemal PaÅŸa’ya verilen talimat gereÄŸince bölge Türklerinin direnmeleri önlenecekti. Mustafa Kemal PaÅŸa, görevi kabul için ordu müfettiÅŸliÄŸi sıfatı ve geniÅŸ yetkiler istedi; Ä°stanbul Hükümeti bu istekleri kabul etti.

Saray ve Ä°stanbul Hükümeti, Mustafa Kemal PaÅŸa’nın bu görevi, kendilerinin gösterdiÄŸi doÄŸrultuda yapacağını zannetmiÅŸti. Oysaki Mustafa Kemal’in düşünceleri tamamen baÅŸka idi. Ama önerilen bu görev, kuÅŸkuları çekmeksizin Anadolu’ya geçmek için deÄŸerlendirilmesi gereken bir fırsattı. Kendisine verilen yetkileri de, geri alınıncaya kadar milletin çıkarları için kullanmak vicdanî bir davranış olacaktı. Mustafa Kemal PaÅŸa Ä°stanbul’dan ayrılmadan önce, baÅŸta sadrazam olmak üzere kabine üyelerinin büyük bir bölümü ile ve en sonunda da PadiÅŸah’la görüşmüştü. Fakat, bu kiÅŸilerin hiçbirinde memleketi içinde bulunduÄŸu tehlikeli durumdan kurtaracak bir enerji, bir ümit ışığı görmemiÅŸti. Ä°stanbul Hükûmeti’nin ve PadiÅŸah’ın davranışlarında, Ä°tilâf Devletleri’ni gücendirmemek görüşünün ağır ezikliÄŸini hissetti. Oysaki, millî kurtuluÅŸu gerçekleÅŸtirmek için yabancıların kararlarına uymak deÄŸil, karşı koymak lâzımdı. Ä°ÅŸte Anadolu’ya bu amaçla gidiyordu. Mustafa Kemal PaÅŸa’nın Ä°stanbul’dan ayrılırken yakın arkadaÅŸlarına söylediÄŸi ÅŸu sözler bu bakımdan büyük önem taşımaktadır: “Düşman süngüsü altında millî birlik olamaz! Ancak hür vatan topraklarında memleketin bağımsızlığı ve milletin özgürlüğü için çalışılabilir. Bu amacı gerçekleÅŸtirmek üzere Anadolu’ya gidiyorum”.9

Mustafa Kemal PaÅŸa, Anadolu’ya geçer geçmez plânını uygulamaya baÅŸladı. 21 Mayıs 1919’da Samsun’dan, Erzurum’da bulunan Kâzım Karabekir’e çektiÄŸi telgrafta bu davranışını şöyle belirtiyordu: “Genel durumumuzun aldığı tehlikeli ÅŸekilden pek üzgünüm. Millet ve memlekete borçlu olduÄŸumuz en son vicdanî görevi yakından beraber çalışma ile en iyi yerine getirmek mümkün olacağı inancı ile bu son memuriyeti kabul ettim.”10

Mustafa Kemal PaÅŸa, Samsun’a çıktıktan 2 gün sonra, 21 Mayıs 1919’da Genelkurmay BaÅŸkanlığı’na Samsun ve çevresindeki asayiÅŸsizliÄŸin sebeplerini açıklayan -ne Ä°stanbul Hükûmeti’nin ne de Ä°tilâf Devletleri temsilcilerinin hoÅŸlandığı- ÅŸu telgrafı çekti: “Rumlar bu bölgede, Pontus Hükümeti kurma gibi bir safsata etrafında toplanmış ve Rum çeteleri hemen tamamıyla siyasî bir ÅŸekle dönüşmüştür.”11 22 Mayıs 1919’da Samsun’dan Sadaret’e gönderdiÄŸi raporu da ÅŸu cümle ile noktaladı: “Millet birlik olup egemenlik esasını, Türklük duygusunu hedef almıştır.”12 Bu anlamlı ifadede Anadolu’da beliren Millî Mücadele kararlılığını sezmemek mümkün deÄŸildir. Ä°ÅŸte bu raporlar Ä°stanbul’a geldikten sonradır ki Ä°tilâf Devletleri temsilcileri Ä°stanbul Hükûmeti’nden sordu: “Tanınmış bir Türk generalinin Anadolu’da ne iÅŸi vardır?” Bunun üzerine Ä°stanbul Hükümeti, Anadolu’ya gönderdiÄŸi müfettiÅŸi geri çağırma giriÅŸimlerine baÅŸladı.

Artık Anadolu’da baÅŸlayan Millî Mücadele liderini bulmuÅŸ, dağınık ve bölgesel direniÅŸler bir bayrak altında toplanmaya baÅŸlamıştı. Bunun ilk örneÄŸini 22 Haziran 1919’da Mustafa Kemal imzasıyla Amasya’dan bütün memlekete duyurulan bir genelgede görüyoruz. Bu genelgede kutsal bir ses iÅŸitiliyordu: “Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. Milletin bağımsızlığını yine milletin gayreti ve kararı kurtaracaktır.”13 Bu cümleler, Millî Mücadele’nin örgütlü olarak fiilen baÅŸladığının onun imzası ile bütün dünyaya ilânı idi. Bu genelge diÄŸer bir maddesiyle, beliren millî tehlike karşısında izlenecek ilk yolu da belirtiyordu: “Her ilden seçilecek milletin güvenini kazanmış delegelerle, Anadolu’nun en emin yeri olan Sivas’ta derhal bir millî kongre toplanacaktır.”14

Mustafa Kemal PaÅŸa, Amasya Genelgesi adıyla ünlü bu genelgesini bütün memlekete duyurduktan sonra, Erzurum’a geçmek üzere 27 Haziran 1919’da halkın sevinç gösterileri arasında Sivas’a geldi. Åžehirde kaldığı süre içinde, Erzurum Kongresi’ni takiben Sivas’ta yapılacak kongre için ilgililere gerekli direktifleri vererek Erzurum’a hareket etti.

Mustafa Kemal PaÅŸa, 3 Temmuz 1919 günü Erzurum’a geldi. Kendisi der ki: “Benim Erzurum’a geliÅŸim, bütün milletin ateÅŸten bir çember içine alınmış olduÄŸu bir zamana tesadüf etti. Bütün millet bu çemberin içinden nasıl çıkılacağını düşünmekte idi.”15 Ilıca önlerinde Erzurumlular tarafından coÅŸkulu ÅŸekilde karşılandığı zaman, Çukurova’da muhacir olarak bulunup Erzurum’a dönen ihtiyar Mevlût AÄŸa ile aralarında geçen konuÅŸma, bu ateÅŸten çember içinden mutlaka çıkılması gerektiÄŸi fikrini Atatürk’te daha da perçinlendi. Ä°htiyar, fakat dinç Mevlût AÄŸa’ya Mustafa Kemal PaÅŸa sordu:

-Çukurova gibi verimli bir memleketten niye döndün? Yoksa geçinemedin mi?

Mevlût Ağa derhal cevap verdi:
-Hayır PaÅŸam, geçimimiz çok rahattı. Son günlerde iÅŸittim ki Ä°stanbul’daki ırzıkırıklar, bizim Erzurum’u Ermenilere vereceklermiÅŸ. Geldim ki göreyim, bu namertler kimin malını kime veriyorlar?

Bu sözler, milletle beraber, millet için çalışmak üzere Erzurum’a gelen Mustafa Kemal PaÅŸa’yı çok duygulandırmış, gözlerini yaÅŸartmıştı. Etrafındakilere döndü ve: “Bu milletle neler yapılmaz!” dedi.16
Mustafa Kemal PaÅŸa, Erzurum’a geliÅŸinden 5 gün sonra, 8/9 Temmuz 1919’da “Sine-i millette bir ferd-i mücahit olarak çalışmak üzere” çok sevdiÄŸi askerlik mesleÄŸinden ve görevinden istifa etti. Artık O, bir millet bireyi olarak, milletten kuvvet ve ilham alarak tarihî görevine devam ediyordu.

Mustafa Kemal PaÅŸa, askerlikten istifasını takiben Erzurumluların isteÄŸi üzerine Vilâyat-ı Åžarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Erzurum Åžu-besi’nin Yürütme Kurulu BaÅŸkanlığı’na getirildi. Söz konusu cemiyet o günlerde, daha evvelce alınan bir karar gereÄŸince doÄŸu illerini kapsayan bir kongrenin hazırlıkları içinde idi. Mustafa Kemal’in Yürütme Kurulu BaÅŸkanı olarak bu kongreye katılması mümkündü; fakat o, bu kongreye özellikle Erzurum’dan üye olarak katılmak istiyordu. Ne çare ki Erzurum üyeleri evvelce seçilmiÅŸti; ama buna da bir çözüm bulundu. Erzurum’un iki deÄŸerli evlâdı Kâzım Yurdalan ve Cevat DursunoÄŸlu, Erzurum üyeliÄŸinden istifa ederek yerlerini Mustafa Kemal PaÅŸa ve Rauf Bey’e bıraktılar. Bu suretle Mustafa Kemal PaÅŸa’nın kongreye giriÅŸi, onun istediÄŸi ÅŸekilde saÄŸlanmış oldu.

Erzurum Kongresi, 23 Temmuz 1919’da eski bir ilkokul salonunda 62 delegenin katılımıyla toplanmıştı. Kongreyi geçici baÅŸkan olarak Erzurum delegelerinden Hoca Raif Efendi açmış, delegelerin isim okunarak yoklaması yapıldıktan sonra baÅŸkanlık seçimine geçilmiÅŸti. Yapılan oylamada Mustafa Kemal PaÅŸa baÅŸkan seçildi. Erzurum Kongresi, bir kurucu meclis gibi çalışarak 14 gün devam etti ve 7 AÄŸustos 1919 günü bir bildirge yayımlayarak çalışmalarına son verdi.
Millî Mücadele’ye bayrak olan bu kongrenin, Erzurum’da toplanışı bir tesadüfün eseri deÄŸildi; Mondros AteÅŸkes AntlaÅŸması’ndan sonra savunma bilincinin en keskin bir ÅŸekilde meydana çıktığı bölgelerden biri Erzurum idi. Zira AteÅŸkes hükümlerine göre, asırlarca ÅŸehit kanıyla sulanmış Erzurum topraklarını da içine almak üzere bir Ermenistan kurulması isteniyordu. Bu durum, bölgedeki millî birlik ve karşı koyma bilincini daha da bileyledi. Ayrıca DoÄŸu Karadeniz il ve ilçelerini temsil etmek üzere Kongre’ye 17 delege ile katılan Trabzon’da da Pontus tehlikesi vardı. Bölge Rumları, Mondros AteÅŸkes AntlaÅŸması’ndan faydalanarak DoÄŸu Karadeniz ÅŸehirlerini kapsayacak bir Pontus Rum Devleti kurma hayali içindeydiler. Bu bakımdan DoÄŸu Anadolu ÅŸehirleri ile tehlike müşterekti.

Erzurum Kongresi güç ÅŸartlar altında toplanıyordu. Çünkü, bazı illerde kongre üyelerinin gerek seçiminde, gerekse seçilenlerin kongreye gönderilmesinde büyük güçlükler çıkarılıyordu. Mülkî âmirlerin bir kısmı, Ä°stanbul Hükümeti’nin baskısı ile delegeleri korkutuyorlar, yola çıkmalarını engelliyorlar, hatta bazı iller kesin olarak delege göndermemekte direniyorlardı. Elaziz, Diyarbakır ve Mardin illerinden seçilen üyeler, valilik baskısı sebebiyle yola çıkmaktan alıkonulmuÅŸlar, dolayısıyla kongreye katılamamışlardı. Bu nedenle kongrenin toplanabilmesi için Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Erzurum Åžubesi’nin gayretleri yanında Mustafa Kemal PaÅŸa tarafından da ciddî giriÅŸimlerde bulunmak gerekti. Ä°llerin her birine açık telgraflar gönderilmekle beraber, bir taraftan da ÅŸifre telgraflarla valilere, komutanlara gerektiÄŸi ÅŸekilde duyuru yapıldı. Nihayet yeteri kadar temsilci getirtilip kongrenin toplanması saÄŸlandı.

Ä°ÅŸte bu ÅŸartların oluÅŸturduÄŸu hava içinde gerçekleÅŸtirilen Erzurum Kongresi, Vilâyat-ı Åžarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Erzurum Åžubesi ile Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti’nin beraber hazırladığı bir kongre idi; o günkü idarî bölüntüde Trabzon’un kapsadığı DoÄŸu Karadeniz il ve ilçelerinden 17, Erzurum’un kapsadığı il ve ilçelerden 25, Sivas’ın kapsadığı il ve ilçelerden 14, Bitlis’ten 4 ve Van’dan 2 delegenin katılımıyla toplam 62 üye ile toplanmıştı. Bugünkü idarî bölüntü göz önüne alındığı taktirde üye seçimi, 30’a yakın DoÄŸu Anadolu ve DoÄŸu Karadeniz illerini ve bunların ilçelerini kapsamaktadır.

Erzurum Kongresi’nin toplanışı ve çalışmalarına baÅŸlamasıyla Ä°stanbul’da Saray ve Hükümet tarafından, Anadolu’da yükselen bu kurtuluÅŸ sesini boÄŸmak için yoÄŸun bir faaliyet baÅŸlatıldı. Ajanslarla Mustafa Kemal’in devlete baÅŸkaldıran bir asî olduÄŸu, Erzurum Kongresi’nin kanunsuz toplandığı ilân edildi. Mustafa Kemal PaÅŸa’yı tutuklamak için her türlü önleme baÅŸvuruldu. Ä°stanbul Hükümeti, Erzurum Kongresi’nin dağıtılmasını, kongre’ye katılanların yakalanarak Ä°stanbul Divan-ı Harbi’ne gönderilmelerini emretti ise de millet bireylerini saran millî hava içinde hiçbir makam bu emri yerine getirmeye cesaret edemedi.

Ä°ÅŸte bu derece güç ÅŸartlar içinde, gerçek bir vatan aÅŸkıyla her türlü tehlikeyi göze alarak toplanan Erzurum Kongresi, Türk tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu. Türk KurtuluÅŸ Savaşı’nın ilk temelleri bu kongrede atılmış, alınan tarihî kararlar Millî Mücadele’nin temel kurallarını oluÅŸturmuÅŸtu. Erzurum Kongresi kararları ÅŸu ÅŸekilde özetlenebilir:

1- Doğu illeri ile Trabzon ve Canik (Samsun) sancağı hiçbir sebep ve
bahane ile Osmanlı topluluğundan ayrılması mümkün olmayan bir bü
tündür.

Bu demekti ki, ne doğu illeri Ermenistan sevdasıyla ne Karadeniz illeri Pontus hulyasıyla anavatandan ayrılamayacaktır. Bu karar, vatanı ve milleti bölmek isteyenlere karşı ilk esaslı uyarıydı.

2- Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı, millet birlik olarak
kendisine savunacak ve karşı koyacaktır.

Bu madde ile milletin, her türlü işgal ve müdahaleyi kesin olarak reddettiği, birlik halinde direneceği bildiriliyordu. Vatan topraklarına yönelik hiçbir işgal ve müdahale, karşılıksız kalmayacaktı. Millet, işgali birlik halinde püskürtmeye kararlıydı.
3-Vatanın ve bağımsızlığın korunmasına ve güvence altına alınmasına Ä°stanbul Hükûmeti’nin gücü yetmediÄŸi takdirde, gayeyi temin için Anadolu’da geçici bir hükümet kurulacaktır.

Ä°stanbul Hükûmeti’nin hali ve tutumu belliydi; güçsüz ve beceriksizdi. Memleketi Mondros AteÅŸkes AntlaÅŸması ile galip devletlere teslim etmiÅŸti. Ãœlkeyi uçurumun kenarından ancak ve ancak millî iradeye dayanan bir hükümet kurtarabilirdi; bu mutlaka gerçekleÅŸtirilecekti. Erzurum Kongresi, bir anlamda bu amaca yönelik ilk adımdı.
4- Kuva-yi Milliye’yi etken ve irade-i milliyeyi egemen kılmak esastır.

Kuva-yi Milliye’den amaçlanan millî kuvvetler, milletin baÄŸrından çıkacak millî bir ordu idi. Bu ordu, milletin kutsal amacı uÄŸrunda, milletin arzu ve eÄŸilimleri yönünde mutlaka zafere ulaÅŸacaktı. Millî iradeyi hâkim kılmak aynı zamanda demokratik bir esastı. Bu esasta cumhuriyet rejiminin ilk kıvılcımlarını sezmemek mümkün deÄŸildi.

5- Hıristiyan azınlıklara siyasî egemenlik ve sosyal dengemizi bozan
imtiyazlar verilemez.
Memleketteki azınlıklar, yer yer siyasal egemenlik davasına kalkışmıştı. Memleket bütünlüğünü bozucu, vatanı parçalayıcı bu gibi davranışlara olanak verilmeyecekti. Azınlıklara sosyal dengemizi bozan ekonomik, hukuksal ve kültürel -her ne çeşit olursa olsun- ayrıcalıklar ve üstünlükler tanınmayacaktı.

6- Manda ve himaye kabul olunamaz.
Türk milleti her ÅŸeyi göze alarak bağımsızlığı için silâha sarılmıştı. Hiç kimseden lütuf ve yardım beklemiyordu; yabancı devletlerden merhamet istemiyordu. Her ne pahasına olursa olsun bağımsızlık mutlaka gerçekleÅŸecekti. Parola, “Ya bağımsızlık ya ölüm!” idi.

7- Millî Meclis’in derhal toplanmasına ve hükümet iÅŸlerinin meclisin
denetimi altında yürütülmesine çalışılacaktır.
Ä°tilâf Devletleri’nin baskısı ve padiÅŸah fermanı ile kapatılmış olan Millet Meclisi derhal toplanmalı, hükümetin millet ve memleketin alın yazısıyla ilgili vereceÄŸi her türlü karar Millet Meclisinin denetiminden geçirilmeliydi. Hükümet kararları ancak bu ÅŸekilde geçerli olacaktı.

8- Milletimiz insanî ve çağdaş amaçları kutlar; teknolojik, sınaî ve
ekonomik durumumuzu ve ihtiyacımızı takdir eder.

Bu cümle ile Türk milletinin yeniliklere açık ruhu belirtiliyordu. Denilmek isteniyordu ki, Türk milleti insanî ve uygar amaçların deÄŸerini bilen ve kavrayan bir millettir. Nitekim Atatürk milletin çehresini deÄŸiÅŸtiren büyük devrimlere baÅŸladığı zaman: “Yaptığımız ve yapmakta olduÄŸumuz devrimlerin amacı milletimizi her bakımdan uygar bir toplum haline getirmektir. Devrimlerimizin temel ilkesi budur.”17 diyecekti. Kararda geçen “Milletimiz teknolojik, sınaî ve ve ekonomik durumumuzu ve ihtiyacımızı takdir eder” ifadesinde açıkça, harap bir memleketi bayındır hale getirmek için gelecekte gerçekleÅŸtirilecek kalkınma atılımlarına iÅŸaret edilmekte idi.

9- Vatanın karşılaştığı acılarla ve aynı amaçla millî vicdandan doğan
cemiyetlerin birleÅŸmesinden oluÅŸan örgüt, “Åžarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” unvanıyla isimlendirilmiÅŸtir.
Bu madde ile gerek Trabzon’da ve gerekse DoÄŸu bölgesinde faaliyet gösteren millî cemiyetler, aynı çatı altında, “DoÄŸu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında birleÅŸtiriliyordu.

10- Kongre tarafından seçimle bir Heyet-i Temsiliye oluşturulmuştur.
Bu madde ile, kongre kararlarını yürütmek ve kongre sonu yapılacak iÅŸlerde Erzurum Kongresi’ni temsil etmek üzere “Heyet-i Temsiliye” unvanıyla bir kurul oluÅŸturuluyordu.
Erzurum Kongresi bu tarihî kararlarıyla bölgesel bir kongre olmaktan çıkmış, kendisinden sonra geliÅŸecek tüm olayları büyük ölçüde etkilemiÅŸti. Zira Sivas Kongresi kararları, Erzurum Kongresi kararlarına dayandı. Misak-ı Millî’nin esasında Erzurum Kongresi kararlan yer aldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin toplanış gerekçesi, Erzurum Kongresi kararlarına oturtuldu. Mudanya ve Lozan AntlaÅŸmaları’nın bağımsızlığı savunan ruhu, ilhamını Erzurum Kongresi kararlarından aldı. Cumhuriyet rejiminin ruhu, millî iradeyi egemen kılmak esasında toplandı. Ve nihayet “Milletimiz insanî ve çaÄŸdaÅŸ amaçları kutlar” cümlesiyle Atatürk devrimlerinin ilk kıvılcımları, Erzurum Kongresi’nde parıldadı. Sonuçları bakımından bu derece önem taşıyan Erzurum Kongresi için Mustafa Kemal PaÅŸa, kapanış konuÅŸmasında “Tarih, bu kongremizi şüphesiz ender ve büyük bir eser olarak kaydedecektir.” ifadesini kullandı.
Erzurum Kongresi, 7 AÄŸustos 1919 günü -kendisi adına bütün yetkileri kullanacak- 9 kiÅŸilik bir Heyet-i Temsiliye seçerek çalışmalarına son verdi. Åžimdi Heyet-i Temsiliye’yi ve onun baÅŸkanını büyük bir görev bekliyordu; Erzurum Kongresi’nde parlayan kıvılcımı söndürmemek, Sivas’ta onu meÅŸ’ale haline getirerek millî kurtuluÅŸa daha emin adımlarla yürünmesini saÄŸlamak! Bu sebepledir ki, doÄŸu illerinin mukadderatı için toplanan Erzurum Kongresi’ni, memleketin bütününü ilgilendiren Sivas Kongresi’ne baÄŸlayarak Millî Mücadele’ye memleket yüzeyinde geniÅŸlik kazandırmak Mustafa Kemal PaÅŸa’nın baÅŸarısı oldu.
Sivas Kongresi’ne hazırlık günlerinde de memleketin içinde bulunduÄŸu ağır ateÅŸkes ÅŸartları bütün acılığı ile devam ediyordu. Mondros AteÅŸkes AntlaÅŸması’nın milletimiz aleyhine haksız ve insafsız bir ÅŸekilde uygulanması, Ä°zmir’e çıkmış olan Yunanlıların Ä°tilâf Devletleri’nden aldığı cesaretle Anadolu’nun içine doÄŸru ilerlemesi, çeÅŸitli ÅŸehirlerimizin iÅŸgali Sivas Kongresi günlerinde de birbirini izledi. Ä°ÅŸte böyle bir hava içinde Mustafa Kemal PaÅŸa, bir kısım Heyet-i Temsiliye üyeleriyle beraber Sivas Kongre…

(Visited 48 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 06.05.2008 tarihinde patriot34 tarafından, ATATÃœRK'ün Hayatı ve Hakkında Yazılanlar bölümünde paylaşılmıştır ve 899 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 10 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Atatürk\'ün Fikir ve Düşünceleri orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki Makale[Biyokimya] Karanlık Devre Reaksiyonları | Fotosentezde Karanlığa Ä°htiyaç Duymadığı Halde Işıklı Devre Reaksiyonlarının Ãœrünlerine Ä°h.. Sonraki Makale‘Kuva-yı Milliye’ | Atilla Oral

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz