Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Atatürk Dönemi Türk Bulgar İlişkileri | 1925 Türkiye – Bulgaristan Dostluk Antlaşmarı Ve Oturma Sözleşmesi


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 04.05.2008 tarihinde Hale tarafından, Yakın Dönem Türkiye Tarihi bölümünde paylaşılmıştır ve 1053 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


Atatürk Dönemi Türk Bulgar İlişkileri


Büyük Atatürk’ün ünlü özdeyişi “Yurtta Barış, Cihanda Barış” bütün milletleri refaha, saadete daha ileri uygarlık çağına yönelten, Türkiye’yi tam bir güven için çağdaş uygarlık düzeyine ulaştıran bir temel ilkedir.

Bu temel ilke çerçevesinde 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti komşu devletlerle diplomatik ilişkileri başlatmak çerçevesinde 1925’de Bulgaristan’la Dostluk Antlaşması imzalayarak iki devlet arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi için ilk adımı atmıştır. 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’na Bulgaristan sadece Karadeniz ve Boğazlarla ilgili bölümde katılmıştır. Türkiye Lozan’da yapılan görüşmelerde Ege denizine açılma konusunda Bulgaristan’a destek vererek ileriye dönük siyasal ilişkiler için önemli bir adım atmıştır.

Türkiye 1923 Lozan Antlaşması sonrası Balkan ülkeleri ile dostane ilişkiler geliştirmeyi amaçlamıştır. Kurulan diplomatik ilişkilerde esas, savaş yıllarından kalmış olan sorunları çözüme kavuşturmak olmuştur. Balkanlar ise gerek varolan jeopolitik konumları gerekse Türkiye’nin bu bölgeyle olan tarihî ve kültürel bağları sebebiyle diplomatik ilişkilerde ön planda yer almıştır.


Türkiye, 1923’den sonra Bulgaristan’la çeşitli antlaşmalar imzalayarak ilişkilerini kuvvetlendirmeye çalışmıştır Bulgaristan’la olan ilişkilerin artmasında Mustafa Kemal Atatürk’ün I. Dünya Savaşı yıllarında Sofya’da ateşemiliter olarak görev yapması ve gerek Bulgar bürokrasisinin gerekse Mustafa Kemal’in Paşa’nın Bulgaristan’a karşı olan sempatisi de etkili olmuştur. Atatürk, Türk aydınlarıyla da sıkı temasta bulunarak, Türk azınlığın sorunlarıyla yakından ilgilenmiştir.

ÇİFTÇİ PARTİSİ DÖNEMİ VE REFORMİST POLİTİKALAR ( 1918 – 1934 )

Neuilly Barış Antlaşması’nın (1919) azınlıkların korunması konusundaki hükümlerinin uygulanması, Bulgaristan Türkleri’nin eğitim davasını bir dereceye kadar olumlu etkilemiştir. Devletin desteğiyle bazı okul binaları inşa edilmiş, parasal sorunları çözümleme amacıyla bazı bölgelerde Türk okullarına da tarla, çayır, koru vb. gelir kaynaklan sağlanmış, kısmen de olsa devlet bütçesinden tahsisat ayrılmıştır. Böylece Türk okullarının sayısı artmıştır. Bulgar istatistiklerine göre 1921/22 ders yılında Türk okullarının sayısı 1712’ye çıkmıştır. 1919’da bir Devlet Türk Öğretmen Okulu (Dar’ul-Muallim’in) ve 1922 yılında da dinî içerikli eğitim veren bir “Nüvvab” okulu açılmıştır.

1919’dan sonra kendi kendine yeterlilik politikası izlemeye başlayan Bulgaristan’da aynı yıl yapılan seçimler sonucu hükümeti Bulgaristan Çiftçi Partisi kurmuştur. Çiftçi Partisi lideri Alexander Stambuliski parti programlarında olan toprak reformu projesini hayata geçirmek için çeşitli girişimlerde bulunmuş ve özellikle köylünün desteğini alarak 1920 seçimlerinde tek başına iktidara gelmiştir.

Çiftçi Partisi hükümeti bağımsızlık için mücadele veren Türkiye ile de ilişiklere girmiştir. Millî Mücadele döneminde Bulgaristan’da bulunan Türkler kendi aralarında kurdukları cemiyetler ve Hilâl-i Ahmer aracılığıyla Anadolu’ya yardımlarda bulunmuştur. 1922 yılında Varna’da yaşayan Türklerden 40.495 leva, Eski Cuma’dan 30.000 leva, Filibe’den 425 Osmanlı lirası, Karînâbâd’tan 16.590 leva toplanarak Anadolu’ya gönderilmiştir. Bunun yanında Bulgar hükümeti 1921 yılında Çiftçi Birliği’nin tanınmış temsilcisi ve milletvekili Grozkov başkanlığında üç kişilik diplomatik bir heyet gizli olarak Ankara’ya gelmiştir.

Çiftçi Partisi’nin eğitim bakanı olan Stoyan Omarçevski, Bulgaristan’daki Türkleri kapsayan bir eğitim reformu başlatmış ve bundan da büyük ölçüde başarılı olmuştur. Çiftçi Partisi’nin girişimleriyle bir anlamda Bulgar eğitim tarihinde zihniyet değişimi yaşanmıştır . Alınan kararlarla Türk okulları için hükümet ayrıca bir fon oluşturmuş ve belediyelerin de okullara ödenek ayırması sağlanmıştır. Bunların yanında okullarda eğitim dilinin Bulgarca olma şartı kaldırılmış ve okulları denetlemek için de Türk müfettişleri atanmıştır.
1921-22 ders yılında Şumnu’daki Türk okulları için 5068 dekar, Varna bölgesi okulları içinde 2523 dekar olmak üzere toplam 7591 dekar toprak verilmiş ve bu topraklar 1922-23 ders yılında dağıtılmıştır .

Yine 1923 yılında Bulgaristan Çiftçi Partisi hükümeti Edirne başkonsolosu general Markov’u, Mustafa Kemal ile görüşüp diplomatik ilişkilerin başlatılması için Türkiye’ye göndermiştir. Markov da İzmir’de Mustafa Kemal ile üç kez görüşüp samimi ve dostane bir hava içinde Türk-Bulgar ilişkilerinin geleceği sorununu görüşmüşlerdir. Ayrıca görüşmelerde Markov Bulgaristan’ın Batı Trakya üzerinden Ege denizine açılabilmesi için Türkiye’den destek de istemiştir Bulgar temsilcisinin önerilerini dinleyen Mustafa Kemal Paşa, “Türkiye’ye karşı istilacı bir niyeti olmayan Bulgaristan’la kolay anlaşmaya varabiliriz. Balkanlarda bize dost bir millet lazımdır ve bu itibarla Bulgar milleti coğrafî, siyasî ve iktisadî bakımlardan ihtiyaçlarımıza en iyi cevap vermektedir. Halklarımız arasında dostluk hem bizi, hem de sizi daha güçlü ve bağımsız yapacaktır.” diyerek diplomatik ilişiklerin başlaması yönünde önemli bir adım atmıştır.


Bulgaristan Türkleri, Stambuliski hükümeti devrini, Müslümanlar için bir altın devir gibi hâlâ hatırlarlar. Bulgar millî menfaatlerinin icaplarını çok iyi kavramış olan bu devlet adamı, Türkiye ile dost geçinmeyi prensip ittihaz etmiş olduğu gibi, memleketinde yaşayan Türklere hürriyet ve haklarının verilmesinde Bulgarlık için hiçbir zarar ve tehlike bulunmadığını çok iyi kavramış ve idaresi zamanında Müslüman halka karşı en geniş bir tolerans zihniyetiyle hareket etmişti.

Bulgaristan’la Türkiye arasında siyasal ilişkiler gelişirken bir taraftan da ülke içindeki muhalefet hükümete karşı baskısını arttırmaya başlamıştır. Makedonya’dan gelen 300.000 göçmenin orduyu da kışkırtmasıyla 8 Haziran 1923’te gerçekleşen bir darbeyle Alexandır Stambuliski hükümeti düşürülmüştür.
Stambuliski hükümetinin düşürülmesiyle Türk-Bulgar ilişiklerinde duraklama meydana gelmiş ve yeni Tzankov hükümetiyle Türkiye Cumhuriyeti diplomatik ilişiklere başlamada çekimser davranmıştır. Fakat kısa bir süre içinde Bulgaristan’ın batılı devletler tarafından tanınmasıyla ilişkiler yeniden başlamıştır.

I. Dünya savaşında silah arkadaşlığı yapmaları ve ortak kaderi paylaşmaları, iktidarın çiftçi desteğine muhtaç olması ve ülke Türklerinin %80’inin çiftçi olması ve o günlerdeki devletler hukukunda azınlık lehine önemli değişiklikler yapılması gibi nedenler etken olmuştur.

Türkiye’nin Milli Mücadeleden başarı ile çıkması ve bağımsızlığını kazanması, Bulgaristan Türk gençliğini de sevince boğmuştur. Böylece çeşitli kültürel ve sportif amaçlı birçok gençlik kulüpleri kurulmuş ve kısa sürede tüm Bulgaristan Türk yörelerine yayılmıştır. 1926 Varna kongresinde Bulgaristan Türk Spor Birliğinin adı “Turan” olarak değiştirildi. Atatürkçü bir çizgide bulunan Turan dernekleri, çok kısa bir süre içinde Türklerin bulunduğu hemen tüm birimlere yayıldı. Ayrıca bu derneğin yayın organı olarak Turan adlı bir gazete de 1928’de yeni Türk harfleri ile basılmaya başladı. Çok kısa bir sürede Bulgaristan Türk gençleri arasında Türklük bilincinin oluşması ve Atatürkçülük fikirlerinin yayılmasına vesile olan Turan derneği, sekizinci ve son kongresini 1933’de Rusçuk’ta yaptıktan sonra ertesi yıl kapatıldı. Kapatıldığında bu dernek, 95 şube ve 5 bin aktif üyeye sahipti .

Türkiye’de eğitim alanında yapılan değişiklikler ve özellikle cumhuriyet döneminin en büyük başarılarından biri olarak bilinen Alfabe Devrimi Bulgaristan’da da hemen uygulanmaya başlanmıştır. 1928’de Türkiye Cumhuriyeti eski yazıyı bırakıp yeni yazıya geçince, Bulgaristan Türk Öğretmenler Birliği de yeni harfleri kabul etmiş ve 1928/29 ders yılında yeni harflerle öğretime geçilmiştir. Yeni harflerle ilk Türkçe Alfabe Kitabı’nı da Filibeli öğretmen Ahmet Şükrü Bey hazırlamış ve bu kitap 1928 yılında Hasköy’de (Haskova’da) “Shikago” Basımevi’nde bastırılmıştır.

Yeni yazının uygulanmasıyla ilgili Çar Boris şöyle diyordu : “Bu, Atatürk’ün davasıdır. Varsın bizdeki Türkler de bundan yararlansın.” Bu vesileyle Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Çar Boris’e ve Bulgar Hükümeti’ne şükranlarını belirtiyor ve bu davranışın iki ülke arasında dostluk ilişkilerine bir katkı olduğunu, Bulgaristan Türkleri’nin eğitim ve kültür kalkınmasını önemli derecede kolaylaştıracağını bildiriyordu.

1925 TÜRKİYE – BULGARİSTAN
DOSTLUK ANDLAŞMASI VE OTURMA SÖZLEŞMESİ

Birinci Dünya Savaşında Türkiye’nin müttefiki olan ve savaştan yenik çıkarak 1919’da Neuilly Barış Antlaşmasını imzalayan Bulgaristan, Lozan Konferansında ancak belirli konularda görüşmelere katılabilmiş ve sonunda sadece Boğazlar Rejimi ile Trakya sınırında silâhtan arındırılacak bölgeye ilişkin Sözleşmeyi imzalamıştı. Türk – Bulgar sınırı ise daha önceki Antlaşmalarla zaten belirlenmiş bulunuyordu.

Bulgaristan’la 1 Ekim 1925 tarihinde Ankara’da yapılan antlaşmaya ayrıca bir protokol ile bir Oturma sözleşmesi eklenmiştir. İlk Türk elçisi 1924’te, Bulgar elçisi de 1927’de güven mektubunu sunmuştur. Antlaşma 17 Ağustos 1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Türk – Bulgar Dostluk Antlaşması, Türkiye’nin pek çok Devletle yaptığı üzere, iki Devlet arasında “bozulmaz bir dostluk” ve Devletler Hukuku ilkelerine uygun biçimde, diplomasi ilişkileri kurulacağını, bir Ticaret, bir Oturma ve bir Hakem Antlaşması yapılacağını belirtmektedir. Onun öteki Antlaşmalardan değişik yanı Ekleridir. Ankara Antlaşması, eskimiş de olsa, bugün yürürlüktedir.

Ankara’da, Dostluk Antlaşmasıyla birlikte bir de Oturma Sözleşmesi imzalanmıştır, ilk Ticaret Sözleşmesi 1928 yılında, Bitaraflık, Uzlaşma ve Adlî Tesviye ve Hakem Antlaşması da 1929 yılında yapılacak ve onları zamanla öteki işbirliği Antlaşmaları izleyecektir.

Ankara Antlaşması ve Ekleri ile Oturma Sözleşmesi 17 Ağustos 1926 günü yürürlüğe girmiştir.

Tzankov hükümetinin Avrupa tarafından tanınmasıyla Türkiye tutumunu değiştirerek ilişkilere başlama arzusunu bildirmiştir. Türk heyeti diplomatik ilişiklere başlamak için savaş öncesi askıda kalmış olan problemlerin bir karara bağlanmasını istemişse de Bulgar hükümeti ilk aşamada diplomatik ilişkilerin kurulup daha sonra sorunların çözüme bağlanmasını istemiştir. Fakat sonuçta Türk hükümetinin isteği kabul edilmiştir.

Bulgaristan heyeti ile yapılan görüşmelerde özellikle Bulgaristan’daki ve Türkiye’deki azınlık okullar, Türk göçmenler ve azınlıklar konusunda karara varılamamıştır. Görüşmelerin uzaması sebebiyle Mustafa Kemal duyduğu memnuniyetsizliği dile getirerek, “Türk-Bulgar görüşmelerinin tedirgin ediyor, bu yüzden onlar ya bir sonuca bağlanmalı ya da durdurulmalıdır” demiştir. Bulgar dışişlerine yapılan bu uyarıdan sonra görüşmeler sonuca bağlanmış ve 25 Ekim 1925 tarihinde Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması imzalanmıştır.

18 Ekim 1925 tarihli Dostluk Antlaşması, Türk Bulgar ilişkilerine yeni bir yön vermekte, ekonomik, sosyal, kültürel ve hukuksal bağları daha sonra imzalanan antlaşmalarla daha da güçlendirmektedir. Dostluk Antlaşması ve ona bağlı genel protokol, Bulgaristan’da yerleşmiş Türk azınlık olarak haklarını korumakta ve garanti altına almaktadır. Türk azınlığın haklarında 1919′ da imzalanan Neuilly Antlaşması temel alınmıştır.

1925 Dostluk Antlaşmasından sonra Bulgaristan’la ilişkilerin geliştirilebilmesi için karşılıklı elçilikler atanmış ve bunun yanında 12 Şubat 1928’de Türkiye-Bulgaristan arasında ticaret antlaşması imzalanmıştır.

18 Ekim 1925’te imzalanan Türk – Bulgar Dostluk Anlaşması, Neuilly Antlaşma kapsamındaki azınlık haklarını Bulgaristan Türklerine ve Lozan Antlaşması kapsamındaki azınlık haklarını da Türkiye’de yaşayan Bulgarlara uygulanmasını karar altına almıştır. Yine bu anlaşmaya göre; her iki ülkede azınlık konumunda bulunan Türk ve Bulgarlar, yanlarına taşınabilir mallarını alarak serbestçe göç edebileceklerdi .

1929 TÜRKİYE BULGARİSTAN TARAFSIZLIK, UZLAŞTIRMA,
YARGISAL ÇÖZÜM VE HAKEMLİK ANTLAŞMASI

1925 Türk – Bulgar Dostluk Antlaşmasıyla kurulan bağları daha da güçlendiren bu antlaşmanın. 1. Maddesiyle, Tarafların 1925 Dostluk Antlaşmasındaki “barış, içten ve sonsuz dostluk” kavramına aykırı düşecek hiç bir anlaşmaya girmemesi gereğini ortaya koymaktadır, ikinci Maddesi ise, içlerinden biri başka bir Devletin saldırısına uğrarsa, ötekinin tarafsız kalmasını öngörmektedir.

Türk – Bulgar dostluğu, 1930 yılından sonra hızla gelişen Türk-Yunan dostluk ve işbirliği ve 1934 Balkan Paktına karşın, bozulmamış ve ciddî bir sarsıntı geçirmemiş tir. İkinci Dünya Savaşı çıkıp Almanlar Balkanlara ilerlerken de bu durum koruna bilmiş, 17 Şubat 1941 günü iki Hükümetin yayımladığı Ortak Demeç 1925 ve 1929 Antlaşmasının ortaya koyduğu yükümlülükleri doğrulamıştır.

1929 Antlaşması, 5 yıllık bir dönem için, yürürlüğe girmiştir. Onun ortadan kaldırılmasına karar verilmedikçe süresinin kendiliğinden uzaması olanağı bulunmasına karşın, ilk 5 yıllık sürenin sona ereceği 3 Aralık 1934 gününden başlamak üzere, geçerliliği yeni bir 5 yıl için uzatılmıştır.

1929 SONRASI GELİŞMELER VE BULGARİSTAN’DA TÜRKLER

1923 yılında Çiftçi Partisi’nin bir darbeyle iktidardan uzaklaştırılmasıyla Bulgaristan’daki Türkler için yeni bir dönem başlamıştır. Gerek faşizmin etkisi gerekse 1929 ekonomik krizi sebebiyle Bulgaristan’daki Türk azınlık zor günler yaşamışlardır.

Ekonomide yaşanan bu gelişmeler en fazla % 90’ı tarımla uğraşan Bulgaristan Türk ahalisini etkilemiştir. Fakat ilginç olan şu ki Bulgar hükümeti bu kriz döneminde Türkleri ağır vergilere zorlamış ve Türk okullarına ayrılan fonları da keserek âdeta krizin faturasını Türklerden çıkarmaya çalışmıştır. Bulgaristan’da meydana gelen tüm bu gelişmeleri değerlendirmek ve ortak kararlar olmak üzere 1929’da Türk azınlık Sofya’da bir kongre düzenlemiştir. Kongre için Preslav Mebusu Mehmet Ali Giray, Eski Cuma Mebusu Mehmet Sait, Rusçuk Mebusu Hafız Sadık, Paşmaklı Mebusu Ağuşoğlu Hafız Emin, Kırcaali Mebusu Ali Mustafa, Koşukavak Mebusu Hüseyin Hacı Galib beylerden oluşan bir müteşebbis heyeti kuruldu.

Özellikle Türk okullarının mali kaynakları ve Türk ahali üzerine yüklenen ağır vergileri azaltılması konusunda önemli kararlar alınmıştır. Bunun yanında 1926 yılında kapatılmış olan Türk öğretmen okulunun açılması, devletin ve belediyelerin yardımı ile yeni okulların yapılması, kapatılan Türk okullarının tekrar eğitime başlaması, öğretimin Türk harfleriyle yapılması gibi konular da kongrede tartışılan konular olmuştur.

1925 Dostluk Antlaşması’yla başlayan Türk-Bulgar ilişikleri 1929 krizinden sonra da aşamalı olarak devam etmiştir. Nitekim 2 Ağustos 1930’da içinde Falih Rıfkı ve Necmettin Sadak gibi tanınmış gazetecilerin de bulunduğu 6 kişilik bir heyet Bulgaristan’a gitmiş ve çeşitli diyaloglarda bulunmuşlardır.

Yine 1930 yılında Kral Boris, İtalyan kralının kızıyla nişanlanmış ve nişanlısını alıp deniz yoluyla Bulgaristan’a dönecektir. Dostu Boris’in nişanlısıyla birlikte Boğazlardan ve Marmara’dan geçeceğini duyan Atatürk hemen harekete geçmiş ve Kralı törenle karşılamak için gerekli önlemleri aldırmıştır. Kral ve nişanlısı İstanbul’a inerlerse Dolmabahçe Sarayı kendilerine tahsis edilecek ve bir Türk savaş gemisi de kralla prensesi karşılayarak selamlayacak ve Burgaz açıklarına kadar uğurlayacaktı . Atatürk’ün yapmış olduğu bu jest Bulgar halkını da memnun etmiştir Ayrıca Kral Boris’le Atatürk’ün de haberleşmeleri Atatürk’ün ölümüne kadar devam etmiştir.

1933 yılında Türkiye’nin Yunanistan’la saldırmazlık antlaşması yapmasıyla birlikte Bulgaristan bu antlaşmayla kendisinin hedef alındığı hissine kapılmıştır. Bu yanlışlığı düzeltmek için 1933’ün ikinci yarısında Başbakan İsmet İnönü ve beraberindeki bir heyet Bulgaristan’ı ziyaret etmiştir . Bu ziyaretle 1929’da yapılan saldırmazlık antlaşması beş yıl daha uzatılmıştır.

Türkiye ve Yunanistan arasında sıcak diplomatik ilişkilerin sağlanması Balkanlarda birlik oluşturma fikrini gündeme getirmiştir. Bu gelişmeler üzerine Türkiye, Yugoslavya, Yunanistan, Romanya, Arnavutluk ve Bulgaristan’ın da katılımıyla 1930 yılında Atina’da Birinci Balkan Konferansı toplanmıştır. Bundan sonra da Ekim 1931’de İstanbul’da, Ekim 1932’de Bükreş’te, Kasım 1933’de Selanik’te olmak üzere ikinci, üçüncü ve dördüncü Balkan konferansları yapıldı.

Türkiye ile Yunanistan arasında meydana gelen bu gelişmelerin Bulgaristan’ın endişeye sevk etmesi üzerine Başbakan İsmet Paşa ve Dışişleri Bakanı Tevfık Rüştü Aras 22 Eylül 1933’te Sofya’yı ziyaret ederek Bulgaristan’ın endişelerini gidermeye çalışmıştır. Görüşmeler sonucu 1929 tarihli Türk Bulgar tarafsızlık antlaşması 5 yıl süreyle uzatılmıştır. Bu gelişmeleri, 17 Ekim 1933’de Ankara’da imzalanan Türkiye-Romanya Dostluk, Saldırmazlık, Hakem ve Uzlaşma Antlaşması ile 27 Kasım 1933’de, Belgrat’ta imzalanan Türkiye-Yugoslavya Dostluk, Saldırmazlık, Hakem ve Uzlaşma Antlaşması izlemiştir.

Yapılan bu ikili antlaşmalar Balkan Antantı için zemin hazırlanmış ve aynı zamanda Balkan birliğin sağlanmasında Türkiye’nin ne kadar hassas bir denge unsuru olduğu ortaya çıkmıştır.

BALKANLARDA İŞBİRLİĞİ VE BALKAN ANTANTI

Türkiye, Milletler Cemiyeti’ne katıldığı zaman, Balkan devletleri arasında da büyük bir yakınlaşma ve işbirliği başlamıştı. Bu gelişme 1934 yılında Balkan Antantı denen ittifakı ortaya çıkarmıştır. Balkanlılar arasındaki yakınlaşmanın esas unsuru ise 1930 Ekimi’ndeki Türk-Yunan Anlaşmalarının doğurduğu Türk-Yunan yakınlaşmasıdır. Türkiye, uluslararası diplomasi alanında, yukarıda belirtilen barışçı ve iyi ilişkiler kurmaya dayanan çalışmalarını yaparken, aynı şekilde Balkan devletleriyle de yakın ilişkiler kurmaya çalışıyordu. Bu amaçla, Balkan devletleri ile uzun süreden beri kesilmiş olan ilişkilerini yeniden kurmak için, ikili dostluk antlaşmaları yapmıştı. Bunlar, Ankara’da, 15 Aralık 1923’te Arnavutluk, 18 Ekim 1925’te Bulgaristan ve 28 Ekim 1925’te Yugoslavya ile imzalanan dostluk antlaşmalarıydı.

Türkiye, Balkan devletleriyle ilişkilerini bu şekilde düzeltirken, bu devletler de kendi aralarındaki sorunları çözümlemeye çalışıyordu. Bu gelişmelerin sonucu olarak, 1929 yılma doğru Balkan devletleri arasındaki ilişkiler oldukça düzelmiş ve bir işbirliği ortamı doğmuştu.

Bunun üzerine; Türkiye, Yugoslavya, Yunanistan, Romanya, Arnavutluk ve Bulgaristan’ın katılmasıyla, 5 Ekim 1930’da Atina’da, “Birinci Balkan Konferansı” toplandı. Bundan sonra da, Ekim 1931’de İstanbul’da, Ekim 1932’de Bükreş’te, Kasım 1933’te Selanik’te olmak üzere ikinci, üçüncü ve dördüncü Balkan Konferansları yapıldı.

Türk Dışişleri Bakanı’nın Belgrad’ı ziyareti sırasında Türkiye ile Yugoslavya arasında 27 Kasım 1933’de bir Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması imzalamıştır. Yugoslavya’yı bu antlaşmayı imzalamaya götüren sebep, Bulgaristan’dan duyduğu endişe olduğu kadar, İtalya’nın Arnavutluk’ta kurduğu kontrolün kendisi bakımından yarattığı tehlike idi. Görüldüğü gibi, bu ikili anlaşmaların hepsinin pivotunu Türkiye teşkil etmekteydi.

Bu anlaşmaların her üçü de aynı gayeyi taşıdığına ve gayelerde bir farklılık olmadığına göre, yapılması gereken normal iş, dört devletin tek bir antlaşma ile birbirlerine bağlanmaları idi. Balkan Antantı ile taraflar, sınırlarını karşılıklı olarak garanti altına alıyorlar ve birbirlerine danışmadan herhangi bir Balkan devletiyle birlikte bir siyasal harekette bulunmamayı veya bir siyasal anlaşma yapmamayı taahhüt ediyorlardı.

Bu konferanslarda, Balkan devletleri arasında çeşitli alanlarda işbirliği yapılması kararlaştırılmış, fakat siyasi birliğin kurulması sağlanamamıştır. Ancak görüşmelerde, özellikle Arnavutluk ve Bulgaristan’ın, Balkanlar’da statükonun değiştirilmesinde dolaylı olarak ısrar etmeleri, diğer Balkan devletlerinin siyasi alanda da birbirlerine daha yaklaşmasına yol açmıştır. Diğer yandan, özellikle 1933 yılı başlarından itibaren İtalya ile Almanya’nın izledikleri dış politika, Balkan devletlerinde endişeye yol açtığından, bu devletleri daha sıkı işbirliğine yöneltmiştir.

Bunların sonucu olarak, barışın güçlenmesini isteyen Türkiye, 14 Eylül 1933’te, Ankara’da, Yunanistan ile bir “Samimi Anlaşma Paktı” imzaladı. Bunun arkasından, 22 Eylül 1933’te Sofya’da, Bulgaristan ile, 1926’da iki ülke arasında yapılmış olan antlaşmayı beş yıl uzatan bir belge imzalandı. Bunları, 17 Ekim 1933’te Ankara’da imzalanan “Türkiye – Romanya Dostluk, Saldırmazlık, Hakem ve Uzlaşma Antlaşması” ile, 27 Kasım 1933’te Belgrad’da imzalanan “Türkiye-Yugoslavya Dostluk, Saldırmazlık, Hakem ve Uzlaşma Antlaşması” izledi.

Böylece, Türkiye’nin yaptığı bu ikili anlaşmalarla, Türkiye aracılığıyla beş Balkan Devleti dolaylı olarak anlaşmış oluyorlardı. Bu da, Balkan Antantı’nın temelini meydana getirmiştir. Ancak, 1919 Neuilly Antlaşması’nı kendi lehine değiştirmek isteyen Bulgaristan, bütün ısrarlara rağmen bu ittifak sisteminin dışında kalmak istemiştir.

Nihayet 9 Şubat 1934’te Atina’da, Balkanlarda barışın güçlendirilmesi amacıyla Balkan Antantı imzalanıyordu . Antlaşma, Balkan Antantı’nı imzalayan devletlerin Balkanlar’daki sınırlarını korumayı ve aynı zamanda bu yarımadadaki statükoyu değiştirmek isteyen devletlere karşı önlem almayı amaçlıyordu.

BALKAN ANTANTININ SONA ERMESİ

1934 yılında Bulgaristan ve Arnavutluk dışında Balkanlarda oluşturulmuş olan birlik uzun ömürlü olamamıştır. Türkiye Balkan Antantı’nın imzalanmasından sonra Hitlerin Avrupa’da, İtalya’nın ise Akdeniz’de etkili olmaya başlamasıyla Balkan Antantı dışında kendi güvenlik sistemini oluşturma girişimlerine başlamıştır. Türkiye yaptığı diplomatik girişimler sonucu olası bir tehlikede önemli bir yere sahip olan Boğazları 1936 Montrö Sözleşmesiyle garanti altına almıştır.

Yugoslavya bu antlaşmayla Balkan Antantı’ndan yavaş yavaş uzaklaşmış ve kısa bir süre sonra da İtalya ile antlaşma yaparak Mihver grubuna yaklaşmıştır. Diğer taraftan Romanya’da kurulan hükümette Titulescu’nun yer almaması Balkan Antantı’na büyük zarar vermiştir.

Antant ile birlikte gizli bir protokol de imzalanmıştı. Buna göre, taraflardan biri Balkanlı olmayan bir devlet tarafından saldırıya uğrar ve bir Balkan devleti de saldırgana yardım ederse, diğer taraflar bu Balkanlı saldırgana karşı birlikte savaşa gireceklerdi. Fakat bu Protokol üzerine Türkiye, bir Rus-Romen savaşında Romanya’ya yardım etmeyeceğini Sovyet Rusya’ya bildirmiş ve Yunanistan da bu Protokolün kendisini İtalya ile bir çatışmaya götürmeyeceği hususunda rezerv koymuştur.

Bulgar-Yugoslav antlaşmasının imzasından önce Yugoslavya, diğer Balkan Antantı ortaklarının muvafakatini almışsa da, Balkan Antantı birinci planda Bulgaristan’a yöneldiğine göre, Yugoslav-Bulgar antlaşması bu Antant’ın ruhuna aykırı idi. Nihayet, İtalya’nın gittikçe kuvvetlenmesi Yunanistan’ı da İtalya’ya karşı yumuşak bir tutuma götürmüştür. Münih Konferansı ile Çekoslovakya’nın parçalanması Küçük Antant’a son verdiği gibi, 1939 yılının olayları da Balkan Antantı’nı parçalayacaktır.

Münich Antlaşması, Çekoslovakya’nın parçalanışına sebep olduğu ve Küçük Antant’a son verdiği gibi, 1939’dan itibaren Balkanlarda ve dünya politikasında cereyan eden olaylar Balkan Antantı’na da fiilen son vermiştir. 1940 yılında son toplantısını yapan Balkan Antantı, savaşın Balkanları da içine almasından ötürü bir daha toplanamamıştır.

BALKAN ANTANTININ İMZALANMASI DOLAYISIYLA BULGAR BASININDA ÇIKAN BAZI YAZILAR

Türk Askeri Manevralarını izleyen Alexandır Gançev , Montreux Antlaşmasının imzalanması konusunda 4 Eylül 1937 tarihli “Slovo Sofya” da şunları yazıyordu :

“Mustafa Kemal’in 1922 de Sakarya’da kazandığı büyük askeri zaferden sonra Atatürk’ün liderliğinde bulunan Türkiye Cumhuriyetinin en büyük başarısı, Türkiye’ye Boğazların “anahtarlarını” iade eden 20 temmuz 1936 tarihli Montreux muahedesidir. O zaman Ankara’da çok parlak tezahürlerle kutlanan bu büyük diplomatik başarı, yeni Türk başkentinin bütün sevinç ve sevinç dalgalarını gerçekten hak etmiş bulunuyordu. Çünkü Montreux muahedesi bugünkü Türkiye’nin gerek askerî ve gerek diplomatik önemini tamamen iade etmiştir.

Montreux’den sonra Türkiye’nin elde ettiği bu askerî ve dolayısıyla uluslararası siyasal mana, herkes tarafından takdir edilmekte ve Türkiye hükümeti bu cihetin teminini hazırlayacak imkân ve şartlarını yaratmaktan müstağni bulunmaktadır. Fakat, böyle olmakla beraber, Türkiye hükümeti, Boğazlar üzerindeki bu hukuksal salâhiyetlere olan malikiyetinden başka bütün hakların üstünde olan diğer bir hakka daha malik bulunduğunu anlatmak ve göstermek ihtiyacında bulunuyordu ki bu da Avrupa ile Asya’yı birbirinden ayıran Boğazları elinde bulundurmaya muktedir bir devlet olduğunu ve bunun için de organize edilmiş bir askeri kuvvete sahip bulunduğunu ve böyle bir kuvvet sayesinde, doğu Akdeniz’e ait bütün siyasal sorunlar üzerinde etkili olmak hakkına malik bulunmakta olduğunu göstermekti, İşte Trakya’da yapılan askerî manevraların ilk hedefi bundan ibarettir.

Fransa hükümetinin Suriye’yi himayesine rağmen İskenderun davasında kendi azınlıkları için bir sürü haklar elde etmeye muvaffak olan Türkiye Cumhuriyeti, Balkan paktına girerek güney Avrupa siyasetinde oynadığı faal rolle ve Ankara’nın Asya devletleri üzerindeki tesirleri ve bunun neticesi olarak imzalanan Asya Paktı ile beynelmilel siyasa âleminde daha büyük bir mana kazanmıştır.

Kendi komşuları ve müttefikleri üzerindeki imtiyazını daha fazla takviye etmek isteyen Türkiye hükümeti kendi siyasal ve askeri önemini ve bunların parlak başarılarını göstermek için bütün dost ve müttefik devletlerin askeri temsilcileri önünde büyük bir askerî nümayiş yapmış ve bunlar Genel Kurmay başkanlarının huzuruyla Edirne ve İstanbul’da yapılan parlak geçit resimleriyle son bulmuştur.

Bulgaristan’la iyi bir komşu sıfatıyla Türkiye’nin elde edeceği bütün başarılardan derin bir sevinç duyduğunu ifade eden Bulgar yetkililerinden biri şöyle diyordu : “Biz, suret-i katiyede eminiz ki gerek Türkiye ve gerek Bulgaristan’ın malik bulundukları karşılıklı güven ve hürmet gibi karakteristik vasıflara dayalı ilişkiler sayesinde gelecekte de 1912-1913 de düşman ve 1915-1918 de müttefik bulundukları zamanlarda gösterdikleri kabiliyet ve liyakate malik birer millet sıfatını muhafaza edeceklerdir.”

Balkan Antantı Hakkında Romen ve Bulgar Basınının Neşriyatı 6 Mart 1938 tarihli Yeni Asır (İzmir), Timpul Gazetesi Balkan Antantı münasebetiyle şunları yazıyordu :

“Balkan antantının akdinden tam dört sene geçti. Dört seneden beri Balkanlar, fesat ocağı ve Avrupa ihtilâfını körükleyen barut fıçısı olmaktan kurtuldu. Bugün dört müttefikin anlaşmasıyla Avrupa’nın bu kısmında sulh, her yerden daha ziyade emniyet altına alınmıştır.

Dört sene zarfında Balkan antantına mensup devletler, bütün hâdiseler karşısında teşriki mesailerini bilfiil ispat etmişlerdir. Bunun son tecellisi Nyon konferansında görülmüştür. Balkan antantının teklifi, işbu konferansta nihaî anlaşmaya esas olarak kabul edilmiştir.

Balkan antantının ihdas ettiği iklimin tesiri altında bulunup işbu antantın haricinde kalan Bulgaristan ile Arnavutluğun siyaseti haddi itidalini bulmuştur.

Balkan antantı, kendi hudutlarını mütekabilen tekeffül ve Genel Kurmaylarının müşterek plânları dairesinde kuvvetlerini tevhid ederek ve kültürel ve iktisadî bağlantılarını kuvvetlendirerek, sulha hadim olmak hususundaki ideallerini tahakkuk ettirmektedirler.

Eski başbakanlardan B. Çankofun gazetesi olan “Slovo” Balkan antantı hakkında şunları yazıyordu :

“… Balkan beraberliği, pek tabiî olarak, mahdut bazı hareketleri zarurî kılmaktadır. Ve bu devletler, bugünkü duruma uymaya mecburdur. Fazla olarak Balkan antantının teşekkülündeki hakikî gaye bugün artık mevcut değildir. Bulgaristan, bu antanta girmemiş olmasına rağmen, beraberlik gayesine azamî derecede ve tahminlerin fevkinde bağlılık göstermiştir. Bulgaristan, sükûn içinde yaşamak istediğini ve samimî bir barış politikası takip ettiğini muhtelif misallerle ispat etmiştir. Biz, Ankara konseyinde bu hakikate işaret edileceğini ümit etmekteyiz.”

Boğazlar Mukavelesi ve Türk-Bulgar Dostluğu hakkında, “La Parole Bulgare,, (Sofya) dan naklen 25 Temmuz 1936 tarihi Ulus (Ankara) Gazetesinde yer alan yorum son derece anlamlıydı :

“ … Türk milletinin sevincini biz çok iyi anlıyoruz. Leman gölü kıyılarında bu ayın 20 sinde imzalanmış olan mukavele, Kemal Atatürk’ün vatanına karşı kazanmış olduğu yeni bir liyakatin ifadesidir. Sevr muahedesi, Avrupa ve Asya’da birçok vilâyetlerin kaybedilmesinden başka, Boğazları Türklerin elinden alarak İstanbul, Çatalca’da yerleşmiş olan Yunan ordularıyla Boğaziçi’ne ve Çanakkale’ye hâkim olan İtilâf donanmalarının insafına terkedilmişti. Fakat Gazi Mustafa Kemalin muazzam zaferi Sevr antlaşmasını gömdü ve 1923 Lozan antlaşması bunun yerini aldı. Türkiye Doğu Trakya ile Çanakkale boğazının iki kıyısına yeniden sahip oldu. Fakat galip olmasına rağmen, Türkiye, Boğazlar hakkında tahdit edici ve emniyetini tehdit altında bırakan bir rejim tesis eden bir hususî uzlaşma imzalamağa mecbur oldu. İşte dün Montreux’de imzalanmış olan mukavele ile bu rejim ortadan kaldırılmış ve Türkiye, yeniden Boğazların askerî müdafaasını hazırlamak hakkını kazanmıştır.

1922 askerî zaferiyle başlamış olan büyük kurtuluş, Kemal Atatürk’ün Montreux’deki diplomatik zaferiyle tamamlanıyor. Fakat Montreux’de başka bir âdil kurtuluş prensipi de zafer kazanmıştır. Tatbik edilemez hale gelmiş olan antlaşmaların barış yolu ile tadil edilmeleri. Türkiye Avrupa’nın bulanık vaziyetinden istifade ederek onu Lozan antlaşmasının tek taraflı feshi emrivakii karşısında bırakmak istememiştir. Meşru yolu tercih etmiş ve Milletler Cemiyeti paktının 19 uncu maddesinin hükümlerini hatırlatarak Lozan antlaşmasının yeniden tetkiki meselesini diplomatik yoldan ortaya koymuştur.

Doğrudan doğruya alâkalı bütün devletler Ankara Hükümeti tarafından tercih edilmiş olan bu yolu hakikî kıymetiyle takdir ettiler ve diplomatik teşebbüsünü muvafık bir şekilde karşıladılar. Türkiye’nin davası daha o zaman manen kazanılmıştı. Türkiye Cumhuriyetinin sahip olduğu milletler arası itibar, ittifakları ve dostlukları ve Dış Bakanı Rüştü Arasın malûm mehareti gerisini tamamladı ve bu suretle Montreux’de dünkü neticeye varıldı. Bu hâdise tarihî bir hakikati bir kere daha teyit etmektedir: Tahdit edici antlaşmalar ebedî değildir ve bunların , yeniden tetkiki harbi ifade etmez.

Montreux’de, her cihetten Bulgaristan’ı doğrudan doğruya alâkadar eden milletlerarası ehemmiyette bir dava muvaffakiyetle halledilmiştir. Fakat iki düşünce diğerlerine hâkim olmuş ve daha başlangıçtan beri Bulgar hükümetinin durumunu tayin etmiştir. Bu düşüncelerden biri iki komşu devlet arasındaki dostluk ve güvenin Bulgaristan için, Boğazlar hakkındaki yeni antlaşmanın hükümlerinden daha kıymetli olmasıydı. Serbest denize mahreci olmayan bir Karadeniz devleti olmasına rağmen, Bulgaristan, Türk talebinin Boğazların, milletlerarası deniz yolundan geçişi tahdit etmekte olması keyfiyetini hesaba katmadan bütün mütevazı yardımını Türkiye’den esirgememiştir ve Türk-Bulgar dostluğunun Montreux konferansından, her iki milletin menfaatine olarak, daha kuvvetlenmiş olarak, çıkmış olduğunu ümit ediyoruz.

Diğer düşünce de manevî mahiyettedir. Bulgaristan, Neuilly Antlaşmasıyla tesis edilmiş olan bir eşitsizlik rejimi altında bulunan devlet sıfatıyla güney komşunu ve dostu tarafından yabancı kontrolünden tam bir surette kurtulmak için gayr-i meşru yoldan açılmış olan mücadelede ona yardım etmeğe kendini manen borçlu addediyordu. Türkiye Boğazlar üzerinde tam hâkimiyetini tesis etmekle ve onları yeniden askerleştirmek suretiyle millî emniyeti kuvvetlendirmekle, milletlerarası münasebetlerde bir eşitlik ve adalet prensipi zaferi kaydetmektedir. Bulgaristan ve diğer mağlûp küçük devletlerin bu zaferden sevinmeğe ve bunu kendi zaferleri gibi telâkki etmeğe hakları vardır” .

Öte yandan aynı gazete, bir gün evvelki sayısında Başbakan Köse İvanof’un Bulgar-Yugoslav dostluğunun başka bir devlete karşı bir tehlike teşkil edemeyeceği hakkındaki sözlerini tefsir ederken Türk-Bulgar münasebetleri hakkında da şunları söylüyordu :

“Gerçi, Balkan topraklarında Bulgaristan’la komşuları arasında daha verimli bir elbirliği yapmak için gerekli şartlar henüz yeter derecede olgunlaşmış değildir. Fakat şurası da şüphe götürmez ki bu şartlar olgunlaşmaktadır ve Bulgar-Yugoslav yakınlaşmasının böyle bir elbirliğine engel olamayacağı gitgide daha aşikâr bir hale gelmektedir. Şimal komşumuzla, pek güç olmayan daha bazı halledilecek meselelerimiz vardır. Türkiye ile halledilecek hiçbir ihtilâfımız yoktur ve onunla münasebetlerimiz, günden güne daha dostça bir manzara almaktadır. Boğazlar meselesi, Bulgar hükümetine, komşu cumhuriyete güven ve dostluk hislerini apaçık bir tarzda göstermek imkânını vermiştir”.

Daha sonraki yıllarda Türk Kurtuluş Savaşı’nın parlak zaferi, Bulgar kamuoyunun dikkatini yeni Türkiye Cumhuriyeti üzerine yöneltmiştir. Bir çok ilim adamı, entelektüel çevreler, Mustafa Kemal’e ve gerçekleştirmekte olduğu köklü değişikliklere hayranlığını gizlemiyor ve yazılarında da bunu dile getiriyorlardı. Ünlü Bulgar bilgini S. Bobçev, Türkiye Cumhuriyeti hakkında pek çok yazılar yazan, derin araştırmalar yapanların başında bulunmaktadır. S. Bobçev, Türk-Rus Savaşlarında (1877-1878) önce lise öğrenimini İstanbul’da yapmış (görmüş), yine burada Tıp Akademisi’ne devam etmiştir.

Türkiye’de öğrenim görmüş, Türk dili, Türk tarihi ve Türk kültürü hakkında geniş bilgi sahibi olan S. Bobçev, Türkiye’nin yeni Anayasa’sını ilk kez Bulgarcaya çevirmiş, dergilerde Kemalist Türkiyesi’ndeki reformlarla ilgili birçok yazılar yazarak, yorumlar yapmıştır. Genç Türkiye Cumhuriyeti hakkında: “Türk Cumhuriyeti,… her yönlü yeniliğe doğru gençlik adımlarıyla ilerlemektedir. Avrupa standartlarına göre yenileşmekte olan Türkiye, Asyalılığının dış belirtilerinden vazgeçmiştir”, diye yazmaktadır.

Türk Kurtuluş Savaşı ve Atatürk Devrimleri hakkında eserler yazmış başka bir Bulgar bilgini de İvan Georgiev Altınov’dur. Sofya Üniversitesi’nde hukuk profesörü, Bulgar Bilimler Akademisi muhabir üyesi olan İv. Altınov, “Bulgaristan’ın Çıkarları göz önünde özel bulundurularak Doğu Sorunu ve Yeni Türkiye” başlıklı Sofya, 1926 tarihli monografik araştırmasında özel olarak Mustafa Kemal’in kişiliğini, Türk halkının Milli Kurtuluş Savaşı’nda yerini ve etkisini incelemiş ve şöyle yazmıştır: “Özgü niteliğinden başka, Türkiye’deki ulusal faaliyet şu önemli özelliği göstermektedir ki, o ilk yanlılarından birinin adıyla bağlıdır. Bu faaliyet, doğrudan doğruya kurucusu olan Mustafa Kemal’in kişiliğinin tamamen nüfuzu altındadır. Kişinin tarihte etkisini arayanlar için, doğrudan doğruya etraf dünyayı etkilemek yönünde yeni çağlarda, Mustafa Kemal Paşa’nın kişiliğinin doğudaki etkisinden daha tipik bir olay varolduğunu sanmam. Onun siması, Anadolu’da doğan millî faaliyeti tamamen canlandırmaktır. Onun temel, kesin ve zamanındaki saiki olmadan, Türkiye’yi o zamana kadar ki güçsüzlük durumundan çıkarmak için bu faaliyete güç kazandıran ayrı girişimler birleştirilmemiş (dağınık) kalabilirdi. Mustafa Kemal’in Türkiye Tarihi ve Doğu Sorunu’nun gelişimi için ulu figürünü, özellikle İslâmın yol gösterici yıldızını başkent şehrinden uzak, Anadolu’nun karanlıklarında gören ilk düşüncede, uyanık bilincin parlayışında aramak gerekir. Çünkü bir kez Hilâfet’in merkezinden indirilen öldürücü darbelerden uzak Anadolu enginliklerine aktarılan öz kalbin nabzına İslâmın yurtsever oğulları yardımına ve Mustafa Kemal’in çabalarını paylaşmaya gecikmezler. O zaman ulusal yavru tehlike dışındadır. Sağlam ellere teslim edilip onun şerefli geleneği zamanın işaretiyle belirlenmiştir”.

Türk dilinin yabancı unsurlardan arındırılması hakkında dilci olmadığı halde, ancak Türkiye’de öğrenim görmüş ve Türkçeyi mükemmel bir şekilde bilen, Türkiye’de kültür alanındaki yenilikleri destekleyen St. Bobçev, Türk dilinin esas kelime hazinesinin malı olmuş Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçeden atılmasında fazla ileri gidildiğini : “İtiraf edilmelidir ki, bu çabalarda galiba aşırılıklara gidilmektedir” cümlesiyle bu konuda kendi görüşünü belirtmiştir.

SONUÇ

Türk Kurtuluş Savaşı’nın başarıyla sona ermesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün kişiliğini, eğitim, kültür vs. alanda yapılan köklü değişiklikler ve elde edilen büyük başarıların Bulgar aydınları ve Bulgar halkı tarafından olumlu karşılanması elbette doğaldı. Bulgar halkına bu hususta bilgi veren ve reformları olumlu değerlendiren Bulgar aydınlarından birçoğu, söz konusu dönemde Bulgaristan devlet kurum ve kuruluşlarında, Bulgar Millet Meclisinde Milletvekili, bazıları Bulgar hükümetlerinde, Bakanlıklarda görev almış, Bulgaristan politikasının yönlendirilmesinde söz sahibi olmuş devlet adamlarıydılar. Onlar Türkiye ile Bulgaristan arasındaki ilişkilerde önemli rol oynamışlardı.

Eskiden, kendi yurdunda yaşamış olan azınlıklardan çok sıkıntılar çekmiş, çok ihanetler görmüş ve nihayet bu derde, memleketi baştan başa Türkleştirmekle nihayet verebilmiş olan, Türkiye, hiçbir yerde ve hususiyle Balkanlar’da bir karış toprak talebinde bile bulunmadığını resmen bütün dünyaya ilan etmiştir.
Bulgaristan, bugün, Akdeniz’e götüren yolu elinde tutan ve dört tarafını saran komşularının oluşturduğu müşterek cephe içinde çok nüfuzlu bir rol oynayan bir devletle dostluk ilişkilerini geliştirmiştir.

Barışa, sevgiye ve karşılıklı dostluğa çok fazla özlem duyduğumuz bugünlerde iki kardeş ve dost ülke günden güne kuvvetlenen dostluk ve samimiyetle, sıkı ekonomik, siyasal, kültürel işbirliği içinde geleceğe daha da güvenle bakacaklardır.

Prof. Dr. Metin AYIŞIĞI

Bu Makale ASKERİ TARİH DERGİSİ’nin Ağustos 2004 tarihli 4. Sayısında yayımlanmıştır.

K A Y N A K Ç A

Barlas, Dilek; “Atatürk Döneminde Türkiye’nin Balkan Politikası”, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara
Börklü, Meşkure Yılmaz, “Tarihsel Seyri İçinde Bulgaristan Türkleri’nin Durumu ve Türkiye’nin Bölge Türklerine Yönelik Politikaları”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensititüsü İnkılap Tarihi Anabilim Dalı Doktora Çalışması, KONYA
Çapa, Mesut “Bulgaristan ve Kıbrıs Türklerinin, Anadolu’ya Yardımları” Türk Dünyası Dergisi, İstanbul 1989
Eroğlu, Hamza Türk İnkılâp Tarihi, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1982 4
Günlübol, Mehmet Atatürk ve Türk Dış Politikası, Ankara 1997
Hakov, Cengiz “Atatürk ve Bulgaristan”, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, II, Ankara 1996
Memişoğlu, Hüseyin Bulgaristan Türklerinin I. Milli Kongresi, Belleten, LIV
Salgır, Abdülkadir “Bulgaristan ‘daki Türkler ve Bulgaristan ‘da Türk Basını, Türk Kültürü, İstanbul 1989
Soysal, İsmail , Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları I, (1920-1945), T.T.K. Yay., Ankara 1983
Şimşir, Bilâl Atatürk ve Yabancı Devler Başkanları, T.T.K.Yay.,. I, Ankara 1993, 23
Uçarol, Rifat Siyasi Tarih (179-1999), Filiz Kitabevi, İstanbul 2000, 579
Velikov, Stefan “Kemal Atatürk ve Bulgaristan”, (VIII. Türk Tarih Kongresi), Ankara 1983, 1873
Yabancı Gözüyle Cumhuriyet Türkiyesi, Dahiliye Vekaleti, Matbuat Umum Müdürlüğü Neşriyatından, Ankara 1938
Yenisoy, Hayriye “Bulgaristan Türklerinin Eğitim ve Kültür Tarihinden Sayfalar”, Yeni Türkiye, Yıl 3, Sayı 16, Ankara (Temmuz-Ağustos 1997).
Yenisoy, Hayriye Atatürk ve Bulgaristan, III. Uluslar arası Atatürk Sempozyumu, C.I, (1995), Ankara 1998

(Visited 14 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 04.05.2008 tarihinde Hale tarafından, Yakın Dönem Türkiye Tarihi bölümünde paylaşılmıştır ve 1053 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 0 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Atatürk Dönemi Türk Bulgar İlişkileri | 1925 Türkiye - Bulgaristan Dostluk Antlaşmarı Ve Oturma Sözleşmesi orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleTürkler'de Ev Kültürü | Anadolu'da Ev Ve İnsan - Mardin Evleri Sonraki MakaleAtatürk'e Şiirler : Gazi'ye İstida | Ziya Gökalp

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz