Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

10 Yıl Sonra klasik Tıp Unutulacak | Prof. Dr. Erkut Attar


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 30.08.2008 tarihinde Sema tarafından, Sağlık Dünyası | Alternatif Tıp | İlk Yardım bölümünde paylaşılmıştır ve 682 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


10 yıl sonra klasik tıp unutulacak


Yakın gelecekte biyoteknoloji çok daha fazla belirleyici rol oynayacak. İlaç, hatta silah sanayi bile moleküler biyolojiden beslenecek. Prof. Dr. Erkut Attar’a göre Türkiye’de bu alanda müthiş bir altyapı var. Bu tren kaçmamalı.

Prof. Dr. Erkut Attar

Sanayi Devrimi’ne ayak uyduramadık. Müteşebbislerimiz daha yeni yeni dünya arenasında boy gösteriyor. İki teknoloji sahası ise insanlığın mevcudiyeti ve geleceğine neredeyse tek başlarına yön veriyor. Biri silah, diğeri de ilaç. İkisinde de hâlâ dışa bağımlıyız. Ancak bilimsel gelişmeler farklı fırsatlar doğuruyor her defasında. Örneğin bilgisayar teknolojisi böyle bir fırsattı. Değerlendiren ülkeler bilgi çağında öne çıktı. Nanoteknoloji yepyeni çığırlar açıyor şu sıralar. Türkiye’nin şimdiye kadar kısır rejim tartışmaları ve ‘plan mı, pilav mı’ polemiğiyle nice trendleri kaçırdığı bir gerçek. Ama önünde bir yandan geleceğini kurtaracak, diğer yandan da geçmişini telafi edecek öyle alanlar var ki… Biyoteknoloji başlı başına bir sanayi lokomotifi. Belki de 5-10 yıl içinde ülkeler arasındaki büyüklük sıralamasını moleküler biyolojideki bilgi ve pratik üstünlük belirleyecek. Kök hücre ve gen araştırmaları, açtığı ufukla tıp ilmini tamamen değiştiriyor. Tabii ki ilaç sanayini de. Pek istenmese de silah üretimini bile…


Kök Hücre ve Gen Tedavisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Erkut Attar’a göre Türkiye, hücre ve gen tedavilerinde potansiyel bir ülke. İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Attar, sadece kendi branşındaki ilerlemelere bakılarak dahi bunun söylenebileceğini vurguluyor. Bilim politikasının gözden geçirilerek çok iyi kurgulanması gerektiğini belirten Attar, medyanın popülist ve magazinel yaklaşımlarını da eleştiriyor. Hatırlayın, ilk kopya koyun Dolly olayı, ‘Kurbanlık olur mu?’ kapsamında ele alınmıştı. Dernek, haziran başında Klinik Pratikte Kök Hücre ve Gen Tedavisi kongresinin 3’cüsünü gerçekleştirdi İstanbul’da. Genç uzmanlara ve öğrencilere vizyon çizilen kongrede, yeni gelişmeler irdelenirken, konu hukuki ve etik açıdan masaya yatırıldı. Prof. Attar’la bilimdeki kırılma noktalarından birinin nasıl fırsata dönüşebileceğini konuştuk. -Kök hücre ve gen derneğini niçin kurdunuz?

Kök Hücresi ve Gen Tedavisi ismiyle bir derneğe ihtiyaç olduğu belliydi. 2004’te temelleri atıldı. 2005’te kuruldu. 2 yıl kadar ABD Chicago’daki Northwestern Üniversitesi’nde çalıştım. O yıllarda lidersizlik sebebiyle dernek aktive olamadı. ABD’de de benzer dernekler var. Nasıl geliştirebiliriz diye düşündük. 2008’i hedef yıl seçtik. 3. Kök Hücre ve Gen Terapisi toplantısını dernek aracılığıyla yaptık. Üye sayısı 4’e katlandı. Amacım, biyologlar ve bilim adamlarının yanı sıra halka yönelmek.

BİYOTEKNOLOJİ ALTYAPIMIZ ÇOK İYİ

* Halka yönelmedeki espri ne?

ABD’de ve Avrupa’da insanlar, bu tür araştırma düzeyindeki tedavilere gitmeden önce yararlılığı konusunda fikir ediniyorlar dernekler aracılığıyla. Bazı saçmalıklar olmuyor. Zaten sıkı devlet kontrolü var. Bu tür derneklerin yasaları yönlendirmek gibi görevleri de var. Bilim ve teknoloji çok hızlı gelişirken yasaların doğru ve kullanışlı çıkmasına yardım etmeliyiz. Genç araştırmacıları desteklemeyi de istiyoruz. Son kongrede 100 civarında mastır ve doktora öğrencisinden ücret alınmadı.

* Neye dayanarak ‘Türkiye hücre ve gen tedavilerinde potansiyel bir ülke’ diyorsunuz?

Kök hücrenin kullanıldığı en temel alanlardan biri hematoloji. Türkiye bu alanda hakikaten aktif bir ülke. Yayın, araştırma, altyapı ve hasta tedavisinde son derece yeterli potansiyele sahibiz. Kemik iliği nakli uygulamasında ABD ve Avrupa’dan bir eksiği yok. Üniversitelerde bu, hücre kültürü ve histoloji (hücre ve doku bilimi) alanlarında donanımlı insanlar ve iyi laboratuarlar var. Geniş bir ilgi de söz konusu. Genç bir nesil geliyor. Örneğin İstanbul Teknik Üniversitesi’nin büyük imkânları var. Yine İstanbul Fen Fakültesi. Veterinerlik Fakültesi’nde koyun kopyalanması. Bu altyapı dünyanın hangi ülkesinde var? Türkiye biyoteknoloji konusunda, gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkelere nazaran çok ileride.


* Kopya koyun eldesi çok önemli bir olay mı?

Klonlamayla üretilen Dolly ve Ovalı türü hayvanlar transgenik. Bunlar biyoreaktörler. Yüksek miktarda insülin hormonu salgıladığını düşünün. Böyle bir hayvan 250-270 civarında deneyle elde edilebiliyor. Elde etmek çok zor. İkincisi olduktan sonra tek başına bir fabrika. Biyoreaktör. Bunu yenileyebilirseniz. Büyük bir avantaj teknolojik açıdan. Çeşitli hormonların ve ilaçların üretimi biyoreaktörler vasıtasıyla olacak. Türkiye’nin esasında bu teknolojiyi yakalaması çok önemli. Hem Ar-Ge, hem de üretim açısından. Hayvanın genetik yapısı değiştiriliyor. Bir hormonu üst düzey salgılıyor dokularında. O hormonu siz hayvandan üretebiliyorsunuz. Tıpta kullanılan hormonları veya biyolojik malzemeyi üreten bir hayvan…

* Bu özel sektörü cezbetmesi gereken bir alan gibi görünüyor..

Şimdiye kadar üniversiteler maddi kaynağı devletten aldı. Özel sektör-üniversite işbirliği gelişmeli. İstanbul Teknik’teki ONKİM buna bir örnek. Sabancılar destek oldu. Sonuç alınsın alınmasın, Türkiye’deki teknolojik gelişim açısından iyi bir yatırım. Türkiye’de potansiyel manada her şey; un, su, tuz, şeker var…

BİLİM POLİTİKAMIZ YOK…

* Peki, ne eksik?

Organizasyon. Türkiye’nin genel sorunu bu. Bilim politikamız yok. Neye ihtiyacımız var? Mesela kök hücreyi tarımda mı kullanacağız, yoksa sanayide mi, tıpta mı? Buna göre politika ve kaynak oluşturulmalı. Yerleşim bile önemli. ABD biyoteknoloji kurumlarının çoğu Seattle bölgesindedir. Biz de İç Anadolu’ya götürebiliriz biyoteknolojiyi. Bilimsel faaliyetleri ve bilim adamlarını oraya çekeceği gibi, piyasa canlanır ve göç engellenir.

* Biyoteknoloji ileride ülkelerin güçlülük standartlarını belirleyen bir unsur mu olacak?

Orası mutlak.

* Yolun neresindeyiz? Yoksa geç mi kaldık?

Kök hücre ve gen terapisi sadece tıbbı içermiyor. Teknolojiyi de kapsıyor. Biyoreaktörleri, üretimi, ilaç araştırmalarını… 2004’te gen tedavisi ABD’de henüz konuşuluyordu. Kök hücre konuları bu anlamda hiç telaffuz edilmiyordu. Bakın dört yılda ne hâle geldi. Öngördüğüm, yanılmıyorsam, 10 sene sonra bildiğimiz bütün tedavileri unutacağız. Tamamen biyolojik tedavileri bileceğiz. İlaç sanayiini zamanında kaçırmışız. 10 sene sonra biyolojik tedaviler gündeme geldiğinde Türkiye burada yerini alabilmeli. Üretimi bizzat kendi topraklarında yapabilmeli. Türkiye artık bir üretim toplumu hâline gelmeli. Biyoteknolojide bunu yapabilir. Kök hücre tedavisi yapılıyor diye Çin’e, Rusya’ya götürülüyor hastalar. Bunu durdurmak lazım. Yurt içinde de çeşitli hastaların kök hücre tedavisi adı altında sömürüldüğünü gördük.

* Biyoteknoloji Türkiye’yi uçurur diyebilir miyiz?

Sihirli değnek değil. Çarklar birbirine bağlı. Belli bir alanda önemli kaynaklar sağlayacak bir altyapı. Bir kere üretim yapacaksınız, satacaksınız. Ürettiğimizi pazarlama kabiliyeti yüksek. Tıpta, tarım, ilaç sanayiinde var. İstihdam artacak. Çevre ülkelerdeki hastaları tedavi olayı…

TIPÇILAR BİLDİKLERİNİ UNUTACAK

* Biyolojik tedavilerin tıptaki yeri bugünden artmaya başladı mı?

Kendi adıma söyleyeyim, belirttiğim gibi 10 sene sonra bütün bildiklerimizi unutacağız, kendi öğrencilerime de hep ‘kendinizi aktif tutun. Bir defa moleküler biyolojiyi çok iyi öğrenin. Aksi takdirde klasik tedavilerle hasta tedavi edemeyeceksiniz’ diyorum. Tüp bebekteki gibi.

* Kök hücre ve gen tedavisi hangi hastalıklarda nihai hedefe yaklaştı?

Gen terapisi çalışmalarının yüzde 70’i kanserle ilgili. Klasik tedavi tümörün yanında, normal sağlıklı hücreleri de yok ediyor. Biyolojik tedavinin amacı sağlıklı hücrelere zarar vermeden tümörü yok etmek. Kanserde faz 3 çalışmalar tamamlanıyor. Kanser deyince genelleştirilmemeli. Varsayın, hücre tedavisi prostat kanserinde işe yarıyor ama diğer kanser türlerinde aynı randıman alınamıyor. Tümör aşısı ve gen tedavisinde umut var. Bu tedaviler önce klasik tedavilere ek tedaviler şeklinde başlayacak. Kemoterapi ve radyoterapi uygulanacak. Hücre ve gen gibi ek tedaviler yararlılıkları görülünce yavaş yavaş rutine girecek. Ardından koruyucu nitelik kazanabilirler.

HÜCRE VE GEN TEDAVİSİ DENEYSEL AŞAMADA

* Hangi kanser türlerinde klasik tedaviyle kıyaslanır hâle geldi peki?

Kıyaslama değil de ek tedavi oluyor. Bizim alanımızdaki yumurtalık kanserlerinde gen terapisi oldukça ilerledi. Ürolojide de prostat kanserinde. Daha ziyade klasik tedavilere yanıt vermeyen kanserlerde çalışmalar yoğunlaşıyor. En ciddi cilt kanseri melanoma, beyin tümörleri, böbrek tümörleri hızlı seyreden ve öldürücü kanserler. Bu hastalarda hastaların süresini uzattığı gösterildi ama kesin tedavi olarak karşımıza çıkmadı henüz.

* Gen terapisi ya da hücre tedavisi bir kanser türünde tedavi aşamasına gelmiştir denebilir mi şu anda?


Yaklaşan, faz 3 çalışmasını geçen var. Klasik tedaviye dönüşen yok.

* Trabzon’da hematoloji uzmanı bazı profesörler kanser aşısının tedavi aşamasına geldiğini ileri sürüyor ama…

Her hastalığın bir uzmanı var. Beyin kanseriyle nöroşirurji ve nörolog ilgilenir. Akciğer kanseriyle göğüs hastalıkları uzmanı. Jinekolojik kanserse biz, prostatsa ürologlar. Hematoloji bu işin içinde ama her kansere çözüm üretecekler diye bir şey yok. Çalışmalar araştırma safhasında. Etik kurallara çok dikkat etmeliyiz.

* Etik kurallar ne diyor?

Deneysel tedavide klasik tedavilerin hastada yanıt vermemiş olması şart. Hasta deneyin yararları ve zararları hakkında çok iyi bilgilendirilecek. Hastadan mutlaka ‘aydınlanmış onam formu’ alınacak. Deniyi konunun uzmanı yapacak. Araştırma safhasında olduğu için çok iyi kayıt tutulacak. Hastadan masraf adıyla dahi kesinlikle para alınmayacak…

* En şık olanı deneysel çalışmalarda hastadan bağış adıyla bile para umulmaması herhalde!

Ar-Ge düzeyinde konuşursak, diyelim ki özgün bir tümör aşısı geliştirdiniz. Bunun patentini aldınız. Patent o zamana kadarki masraflarınızın 10 katını size geri getirir. Tabi bu bir risktir. Her ticarette olduğu gibi. Bir şey bulursunuz ya da bulamazsınız. Sonuçlarına katlanırsınız. Sonucu ne olduğu belirsiz bir tedavinin külfetini hastaya yıkamazsınız.

* Beyin ve sinir hastalıklarında kök hücre tedavisi uygulayan hekimler de çıkmıştı piyasaya…

ALS’de yayınlar var. Kanaatim, henüz klasik yani klinik uygulamaya çıkacak düzeyde değil.

* Cilt yenilemede etkisi var mı kök hücrenin? Kimi estetik cerrahlar hastaları böyle bilgilendiriyorlar…

Estetik cerrahların yaptığı kök hücre tedavisi değil. Farklılaştırıp, fibroblast hücreler kullanılıyor. Etkinlikleri biyolojik olmayan maddelerle aynı. Diyabet hastalarında damarlanma ve kanlanmaya bağlı oluşan bozuklarda yapılan enjeksiyonların yararı gösterildi. Daha çok yol ister.

EMBRİYONİK KÖK HÜCRE AYRI KONU

* Şu andaki mevzuat, bilimselliğin önünü açıyor mu?

Dünyada da çok hızlı bir gelişme oldu. Türkiye’de bakanlık elinden geldiği kadar bu konuda yasalar, önlemler koymaya uğraştı. Aldı da bazı kararlar. Bakanlık, değişik branşlardan liyakat sahibi bilim adamlarını bir araya getirmeli. Bir şey çıktığında herkes benim mevzum diyor. Mesela kök hücre. Bütün hematologlar, ‘Bu bizim mevzumuz. Bunun yasalarını biz koyarız, etik kurullarını da biz oluştururuz.’ diyor. Değil. Değişik branşlardan, hatta temel bilimlerden bilim adamları bir araya gelmeli. Bu kişilerin yaşam tarzlarına, düşüncelerine, siyasi görüşlerine, buldukları bölgeye, edindikleri güçlere bakmadan, siyasi ilişkilerine bakmadan… Bakın sadakat demiyorum, liyakat sahibi bilim adamları… Gerekirse de yurt dışından da bu konularda söz sahibi insanlardan fikir almak kaydıyla bir kurul oluşturulmalı.

* Şu andaki kurul yeterli değil mi?

Yeterli değil dersem doğru anlaşılmayabilir. Böyle olmalı diyorum.

* Bakanlık embriyonik kök hücre çalışmalarını durdurdu, henüz hücre ve gen tedavileri ayyuka çıkmadan. Bunda dünyadaki insan klonlama tartışmaları mı rol oynamıştı?

Embriyonik kök hücre çalışmaları başka. Bakanlığın kararı esasında kim ne derse desin doğru. Acil bir şey yapılması gerekiyordu, öyle vurdular. Bakanlıkla iletişimimde şunu gördüm, bu konuda katı değiller. Zamanla daha esnek kararlar alıp, çalışmaları belli noktalarda destekleyecek gibi görünüyor. Embriyonik kök hücre çalışmaları artık başlamalı ama.

* Nasıl bir proje çizilmeli?

Teknolojik açıdan ilaç sanayiinin geliştirilmesi, biyo malzemelerin yapılması için embriyonik kök hücreye de ihtiyaç var. Bunun önünü çeşitli söylentilerle almanız doğru değil. Bizde bilimsel yönden ziyade, etik ve ahlaki tarafı da ağır bastı. Bu tarafı da çok iyi tanımlamak lazım. Bir din adamı en az bir biyolog kadar konuyu bilmeli.

* Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Saim Yeprem, bu alanda gayet bilgili. Tüp bebek uygulamalarından arta kalan embriyoların, çöpe atılmasındansa bilimsel çalışmada kullanılabileceğini belirtiyor.

Enteresan olan şu. İlk kopya koyun Dolly üretilince bütün kanallarda tartışıldı. En çok yankı uyandıran, üzerinde durulan konu, “Dolly kurban edilebilir mi edilemez mi?” ayrıntısıydı. Şunu kimse sormadı. Bu koyun niye kopyalandı? Amacı ve faydası nedir? Türkiye’nin böyle bir yapısı var. Konunun tamamen medyatik ve magazinli tarafı öne çıkarılıyor. Esas soru şu: Ülkenin bu teknolojiyi yakalaması için nasıl bir bilim politikası oluşturulmalı? Bunu Türkiye’de nasıl aktive edebiliriz, faaliyete geçirebiliriz? Embriyonik kök hücre de öyle. Niçin çalışılır, üretilir, yararı nedir? İleride nasıl kullanılacaktır, neye ışık tutacaktır? Bu yok. Tek tartışılan konu, embriyo canlı mıdır, cansız mıdır, günah mıdır değil midir? 10 haftaya kadar kürtajın yasal olduğu bir ülkede 8 günlük bir embriyonun yaşam potansiyelini konuşuyoruz. Bu çelişki değil mi sizce? Bu yüzden din adamları da en az bizler kadar konuya hâkim olmalı

KÖK HÜCRE KISIRLIĞI ÇÖZECEK AMA ŞİMDİ DEĞİL

* Embriyonik kök hücre üretmenin tüp bebek uygulamaları haricinde bir yolu var mı?

Tabii ki var. Bu yolu açmak Batı’da da sorun oldu. Orada da mutaassıp insanlar var. Haklıdırlar da. Böyle bir düşünce ve inanç varsa saygı göstermek lazım. Bilim adamları da etik ve sosyal konuları kendi alanları kadar düşünmeli. Şöyle üretildi. Kök hücreden yumurta ve sperm elde edildi. Laboratuar ortamında birleştirilip yapay embriyolar oluşturuldu. Bunlar bire bir doğayı taklit edemiyor.

* Henüz kök hücreden sperm elde edilip tüp bebek yapılamadı değil mi?

Kök hücreden sperm elde edildi ama bununla bebek sahibi olma yolunda bir çalışma yapılmadı. Ama bu çok doğru da olmaz. Zaten sperm de kök hücreden oluyor sonuçta. O aşamadaki bütün basamakları bilmiyoruz. Oluşan spermin genetik yapısında ne tür bozukluklar var bilmiyoruz. Hangi bilgiyi barındırıyor- barındırmıyor. Bu hücrelerle tüp bebek yapma düşüncesi için çok erken. Sonuçları ağır olur. Bu yolla yapılan bebek ne kadar sağlıklı olacak genetik ve ruhsal açıdan? Ama perşembenin gelişi çarşambadan belli. Bu teknoloji yarın öbür gün kısırlık tedavisinde kullanılacak.

* Erkeğin kendi kök hücreleri değil mi?

Tabii ki.

İNSAN KLONLAMAYA KARŞI ÇIKILMALI

* İnsan klonlamak mümkün mü?

Çeşitli laboratuarlarda klonlandığı dedikoduları geldi. İnsan bir şeyi hayal ediyorsa yapar, insan klonlamak teknolojik açıdan mümkün hâle gelecektir. Ancak etik anlamda bunun karşısında durmalıyız.

* Niye?

İkinci Dünya Savaşı’nın sebeplerini biliyorsunuz, öjeni, üstün ırk arayışı. Varsayın, özel savaşçı bir nesil yetiştirmek isteniyor. Bana göre zayıf ve özürlü olanın da yaşamaya hakkı var. İnsan düşünen bir varlık. Etik ve ahlaki değerleri var. Sadece biyolojik bir varlık değil. Fikir üretebilen, Tanrı ile iletişim kurabilen çok özel bir varlık insan. Böyle bir varlığı kopyalarken biraz dikkatli olmak gerekiyor. Görünen o ki insan klonlamak mümkün olacak. Ama insanın ilahi bir varlık olması nedeniyle burada durmak lazım. Bilimi nerede kullanmak lazım biliyor musunuz? İnsanlığın yararına. Atom bombası, hidrojenin ayrıştırılması, atomun parçalanması… Normalde enerji üretimi için geliştirilen teknoloji, milyonlarca insanın ölmesine neden oldu, dünyaya çok zararlar verdi. Aynı şey. Bilim ve teknoloji tamamen insanlığın gelişmesi ve refahı için kullanılmalı.

* Hz İsa’nın yaratılmasındaki durum, bilim adamlarına ışık tutabilir mi acaba? Bir şekilde Hz Meryem’e dışardan hücre ulaşmadıysa Hz. İsa nasıl dünyaya geldi?

Ekmek Teknesi diye bir dizi vardı. Orada her şeyi sordukları bir adam vardı. Bir noktaya geldiğinde ‘beni aşar’ diyordu. Bunlar beni aşan konular.

Emin Akdağ

Aksiyon Haftalık Haber Dergisi, Sayı: 707
www.aksiyon.com.tr

(Visited 1 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 30.08.2008 tarihinde Sema tarafından, Sağlık Dünyası | Alternatif Tıp | İlk Yardım bölümünde paylaşılmıştır ve 682 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 0 adet mesaj daha bulunmaktadır.

10 Yıl Sonra klasik Tıp Unutulacak | Prof. Dr. Erkut Attar orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleMecelle - Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye | 1868-1878 Yılları Arasında Ahmet Cevdet Paşa Başkanlığındaki Bir Komisyon Tarafından Derlenen İslami .. Sonraki MakaleFiber Optik - Optik Fiber Nedir? | Türleri - Kısımları - Fiberde İletim - Özellikleri - Fiber Optik Teknolojileri - Optik İletişim - Pic Uygul..

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz