Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Türkiye Kürtleri | Tarihi Süreçte Türkiye Kürtleri – Türkiye Kürtlerinde Kültür Ve Sosyal Hayat – Folklor – Dil – Din – AÅŸiretler


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 10.04.2009 tarihinde Hale tarafından, Büyük Türk Tarihi | Türk Kültürü - Gelenekler ve El Sanatlarımız bölümünde paylaşılmıştır ve 732 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


Türkiye Kürtleri

Türkiye Kürtleri, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan Kürtlerdir.
Türkiye’deki Kürtler GüneydoÄŸu Anadolu ve DoÄŸu Anadolu bölgesinde yayılmış halde bulunmaktadır. Osmanlı döneminde Konya, Kastamonu, Ankara, KırÅŸehir ve Aksaray gibi İç Anadolu’nun köylerine sürülmüş ve Cumhuriyet döneminde Ä°stanbul, Ä°zmir, Ankara, Adana, Mersin, Samsun, Tokat, Amasya, Artvin ve Bursa gibi Türkiye’nin diÄŸer kentlerine göç etmiÅŸlerdir.


Türkiye Kürtleri’nin toplam nüfusu 11.445.000 ila 15.000.000 arasında olduÄŸu çeÅŸitli kaynaklarda geçmektedir. Ancak Kürtlere yakın akraba bir halk olan Zazalar’ın Kürt etnisitesine dahil olup olmadığı tartışmalı bir konudur.

Mezopotamya Bölgesi


Tarihi Süreçte Türkiye Kürtleri

DoÄŸu Anadolu’da Türkmen ve Kürt aÅŸiretleri 10. yüzyıldan beri birlikte yaÅŸamaktadırlar. Bölgedeki Türkmen ve Kürt aÅŸiretleri Selçuklu dönemi, Akkoyunlu ve Karakoyunlu dönemi, Safevi dönemi daha sonra da Osmanlı dönemini beraber geçirmiÅŸlerdir. ÖrneÄŸin; Akkoyunlu devleti’nin baÅŸkenti Diyarbakırdır ve, Kürtler hükümdar Uzun Hasan Bey’in sarayında görev almışlar; bürokrasi ile askeri teÅŸkilatta birlikte hareket etmiÅŸlerdir.

GüneydoÄŸu ve DoÄŸu Anadolu’nun yerli halkı olan Kürtlerin tarihi ile ilgili yapılan araÅŸtırmalarda, OrtadoÄŸu’da kurulan Alamut Ziyar, Hamdanı, BüveyhoÄŸulları, Mervani, Sedadi, Hasanveyh, Alamut, Gor, Mahabad devletlerinin kurucularının Kürdi halklar olduÄŸu düşünülmektedir. Daha da öncelere gidilirse Urartu, Hurri, Mitanni gibi devletlerinin Proto-Kürdi halklar tarafından kurulduÄŸu sonucuna ulaşılabilir.

16. yüzyıl

Binlerce yıldır OrtadoÄŸu’da yaÅŸayan bir halk olan Kürtler’in, Türklerle olan esas ortak tarihi 16. yüzyılın baÅŸlarında, Yavuz Sultan Selim döneminde baÅŸlamaktadır. Osmanlı devleti’nin sınırlarını doÄŸuya doÄŸru geniÅŸleterek OrtadoÄŸu’nun büyük bir bölümüne hakim olan Yavuz, 1514 Çaldıran Savaşı ile Safevi tehlikesini ortadan kaldırarak DoÄŸu Anadolu bölgesini topraklarına kattı. Bu bölgede yaÅŸayan Kürt ve Türkmen aÅŸiretleri Osmanlı egemenliÄŸi altına girdiler. Hatta Sünni Kürt ve Türkmen aÅŸiretleri bu savaÅŸta Osmanlı ordusuna büyük destek vermiÅŸtir.

Bu durum, Osmanlı ile Sünni Kürt beyleri arasında doÄŸal bir ittifakın oluÅŸması anlamına geliyordu. Ancak Çaldıran savaşı, GüneydoÄŸu Anadolu’nun Osmanlı tarafından fethedilmesi anlamına gelmiyordu. SavaÅŸtan sonra bölge, aralarında herhangi bir birlik olmayan Kürt beylerinin egemenliÄŸi altındaydı. SavaÅŸtan iki yıl sonra çoÄŸunlukla Kürtlerin yaÅŸadığı diÄŸer bölgeler Osmanlı toprağı haline gelmiÅŸtir. Bu dönemde Osmanlı devletinin doÄŸu politikasını oluÅŸturan kiÅŸi sarayda görevli, Kürt asıllı Ä°dris-i Bitlisî’dir.

1514 yılında, Yavuz Sultan Selim ile 23 Kürt beyliÄŸi arasında imzalanan anlaÅŸma, bir bakıma Kürtlere tanınan bir “muhtariyet”in belgesidir:


1- Osmanlı yönetimine baÄŸlı olarak Kürt Emirlikleri’nin özerkliklerini korumak.
2- Kürt Emirlikleri’nde de yönetim babadan oÄŸula geçerek sürecek, eskiden beri yürümekte olan yönetim yürürlükte kalacak ve bu konuda ferman padiÅŸahtan çıkacak.
3- Kürtler, Türklere bütün savaşlarda yardım edecekler.
4- Türkler de Kürtleri bütün dış saldırılardan koruyacaklar.
5- Kürtler, devlete verilmesi gereken her türlü vergiyi ödeyecekler.
6- Bu anlaşma Sultan Selim ile ona boyun eğen Kürt Emirlikleri arasında yapılmıştır.

(M. Emin Zeki, Kürdistan Tarihi, Syf. 83)

1516 yılında, Åžah Ä°smail’in DoÄŸu ve GüneydoÄŸu Anadolu’yu yeniden istila etme hazırlığında olduÄŸunu öğrenen bölge halkı, bu tehlike karşısında, bölgedeki Kürt aÅŸiretlerinin beyleri bir araya gelerek Osmanlı’ya katılma kararı aldı. Bu talebi de “Ariza” adlı bir metinde anlattılar. “Ariza”yı Kürt beylerini temsilen Sultan’a götüren kiÅŸi Ä°dris-i Bitlisî” olmuÅŸtur. Ä°dris, ayrıca, kendisinin Farsça kaleme aldığı Ä°stimaletname”de “Bilad-ı Ekrad” yani “Kürt beldeleri” hakkında bilgiler vermiÅŸtir. Yavuz Sultan Selim, kendisine baÅŸvuran Kürtlerin isteÄŸini geri çevirmedi ve bu “beldeleri” Safevi tehdidinden kurtarmaya karar vererek GüneydoÄŸu Anadolu’yu egemenliÄŸi altına aldı.

Bu tarihten itibaren, Diyarbakır ve Mardin Osmanlı topraklarına dahil edildiÄŸi gibi, Ä°dris’in Yavuz Selim adına bölgenin Kürt-Türkmen beyleriyle anlaÅŸması sayesinde Bitlis, Urmiye, Ä°tak, Ä°madiye, Cizre, EÄŸil, Hizran, Garzan, Palu, Siirt, Hısn-ı Keyfa (Hasankeyf), Meyyafarikin ve Cezire-i Ä°bn Ömer gibi toplam 25 mıntıka barışçıl yollarla Osmanlı idaresine baÄŸlanmıştır. Bu üstün baÅŸarılarından dolayı Yavuz Selim, Ä°dris-i Bitlisî”yi ödüllendirmiÅŸtir. Kendisine bir ferman göndererek Diyarbakır bölgesini ona “temlik” olarak vermiÅŸtir. Ayrıca merkezi Diyarbakır olan ve Yavuz Selim’in 1516 yılında yeni kurduÄŸu “Arab KazaskerliÄŸi” kendisine bahÅŸedilmiÅŸtir. Böylece Ä°dris-i Bitlisi Osmanlıların en büyük siyasi rütbelerinden biri olan kazaskerlik rütbesine yükseltilmiÅŸtir.

GüneydoÄŸu Anadolu (Kürdistan bölgesi) Osmanlı’ya baÄŸlandıktan sonra Kürt aÅŸiret ve beyliklerine özerklik tanınmıştır. Kurulan “Diyarbekir Vilayeti” bünyesinde 11 sancak Türk idarecilerine, 8 sancak yerli Kürt beylerine verilmiÅŸtir. Osmanlının idari sisteminde en büyük birim “vilayet” olduÄŸundan; tek bir Diyarbekir vilayeti tüm GüneydoÄŸu Anadoluyu içine alıyordu. Vilayetin altında livalar, onun da altında sancaklar vardı. 1520 yılındaki bir Osmanlı belgesinde, “Vilayet-i Diyarbekir” baÅŸlığı altında 9 liva, bunların da altında 28 “Ekrad sancağı” (Kürt sancağı) sayılıyordu. 1526 yılına ait bir belgede ise, “Diyarbekir Vilayeti Livaları” baÅŸlığı altında önce 10 Osmanlı sancağı, sonra da “Vilayet-i Kürdistan” baÅŸlığı altında “Ekrad sancakları” denilen 17 sancak sayılmıştır.

“Diyarbekir vilayeti” içindeki sancakların 35’i geçtiÄŸini; bunların 16’sının tımar düzenine tâbi klasik Osmanlı sancakları olduÄŸunu; kalanların ise “yurtluk-ocaklık” ve “hükümet” diye de tasnif edilen “Kürdistan vilayeti livaları” olduÄŸunu ortaya çıkarılmıştır. Bunun anlamı, söz konusu Kürt bölgelerinin belirli bir otonomiye sahip olduklarıdır. Bu düzende Kürtler kendi hayatlarını sürdürmüştür. Bu durum onlara kimliklerini koruma imkanı verdiÄŸi gibi, feodal düzenin sürmesini kolaylaÅŸtıran bir hukuki düzen de getirmiÅŸtir.

Osmanlı döneminde, Türkmenler ile Kürtler arasında kültürel alışveriÅŸ yaÅŸandı. Kürtlerin tarihi konusundaki uzmanlardan biri olan David McDowall, “The Kurds” adlı kitabında bu hususu şöyle belirtiyor:

“KuÅŸku yok ki, geç dönemde, bazı Arap ve Türkmen aÅŸiretleri kültürel anlamda KürtleÅŸtiler. Kürt ve Türkmen kabileleri bir arada yaÅŸadı, bazı durumlarda birbirleri ile karıştı, bazı Türk liderler Kürtleri cezbetti veya bunun tam tersi oldu.”

David McDowall’a göre, aynı ÅŸekilde çok sayıda Kürt, özellikle Müslüman ordularında profesyonel asker olanlarla, Türk veya Arapların yoÄŸun yaÅŸadığı bölgelere göçen köylüler ve aÅŸiretler, Kürt kimliklerini kaybetti.

Kürtler için Osmanlı ordusunun ilgi çekici olduÄŸunu dile getiren David McDowall, Kürtlerin sabit ordunun süvarileri arasında Türklerin yanında yer aldığını söylüyor. Kürtlerin en önemli katkısının, özellikle merkezden uzaktaki birliklerde olduÄŸunu hatırlatan McDowall, 1630’ların
ortalarında Ä°ran’a yapılan bir Osmanlı seferinde Hakkari ve Mahmudi Kürtlerinin ana ordunun önünde yer aldığını, Bitlisten gelen piyadelerin ise arka birlikleri oluÅŸturduÄŸunu belirtiyor.

19. yüzyıl

Kürtler arasında, 1840’lardan itibaren bazı isyanlar meydana gelmeye baÅŸlamıştır. Kürt tarihinde önemli bir yere sahip olan Bedirhan ailesine, bu isyanlardaki öncü rolü sebebiyle önem verilir. Halbuki, ne Bedirhan ailesinin isyanlarında ne de o dönemdeki diÄŸer Kürt kalkışmalarının herhangi birinde milliyetçi motifin olmadığı belirtilir. Bu tip ayaklanmalar, 1839 yılındaki “Gülhane Hatt-ı Hümayunu” ile baÅŸlayan Tanzimat dönemine tepki olarak geliÅŸmiÅŸ hareketlerdir. Osmanlı, Tanzimatla birlikte, daha önce geniÅŸ bir özerklik verdiÄŸi bölgeleri merkeze sıkı biçimde baÄŸlamaya çalışıyordu. Buna tepki gösteren yerel liderler de ayaklanıyordu. Bunların kimisi Kürt, kimisi de Türkmendi.

Tanzimat süreci ile Osmanlı idarecileri, merkezi yönetimi güçlendirmek, etkili biçimde vergi toplamak ve kuvvetli ordular kurmak niyetindeydi. O dönemde pek çok eyalette vergi Osmanlı memurları tarafından değil, yerel yöneticiler tarafından toplanıyor, bunlar da topladıkları verginin ancak bir kısmını merkeze aktarıyordu. Merkezin güçlenmesi için etkili bir bürokratik yapının kurulması ve bu yolla eyaletlerin kontrol altına alınması gerekiyordu. Bu işi en iyi başaran kişi, devleti 1876-1909 yılları arasında yöneten Sultan II. Abdülhamid oldu.
II. Abdülhamid, devletin Müslüman halklarını bir arada tutmaya büyük önem verdi. DoÄŸudaki fanatik Ermeniler arasında milliyetçi çeteler, Abdülhamid’in bu bölgeye özel bir ÅŸekilde eÄŸilmesine vesile oldu. Abdülhamidin getirdiÄŸi çözümün çatısını da “Hamidiye Alayları” oluÅŸturmuÅŸtur. Abdülhamid”in ismine kurulan bu alaylar, GüneydoÄŸudaki Kürt aÅŸiretlerinden adam devÅŸirilerek bölgeyi Osmanlı devleti adına korumak amacıyla kurulan yarı askeri birliklerdir. Giderek büyüyen Rus tehdidine ve Ermeniler arasındaki milliyetçi örgütlenmeye karşı güvenlik unsuru olan Hamidiye Alayları, aynı zamanda Kürtlerin devlete olan sadakatlerini pekiÅŸtirmek gibi bir amaç da taşıdığı iddia edilir.

Aslında alaylar, Sultan Abdülhamidin Kürtleri devlete daha da ısındırmak ve baÄŸlılıklarını artırmak için yürüttüğü kapsamlı projenin parçasıydı. Projede Kürt önde gelenlerinin çocuklarının Ä°stanbulda eÄŸitilmesi, bölgeye gönderilen din adamları yoluyla “Osmanlı” bilincinin güçlendirilmesi gibi unsurlar da vardır. Ä°stanbul”da “aÅŸiret mektepleri”nin açılması, bölgedeki medreselere maddi destek verilmesi bu projenin ayaklarını oluÅŸturmuÅŸtur. Abdülhamid, ayrıca, yöreye gezici öğretmenler ve vaizler göndererek halkın eÄŸitimine de önem vermiÅŸtir.
Burada, Kürt aşiret reislerinin çocuklarının askeri okullarda okutulması ve bunlardan Harbiye mektebinden mezun olanlarının nizamiye ordusuna tayin edilmesinin önemine işaret edilebilir ve Kürtlerin esasen devletle bütünleşmesinin Abdülhamid döneminde olduğu belirtilir. Askeri bir misyonu da yerine getiren alaylar, doğudaki Rus destekli Ermeni çetelerine karşı koymuşlar, gerilla tipi savaş vermişlerdir.

19. yüzyıl sonlarında Osmanlı devletinin tebaası, kendini daha çok dini temelde tanımlamakta Kürtler, kendilerini “Kürt”ten ziyade “Müslüman” olarak görmekteydi.

Jön Türk hareketiyle birlikte Kürt entelektüeller tarafından baÅŸlatılan milli bilinç oluÅŸturma çabaları geniÅŸ Kürt kitleleri üzerinde baÅŸlangıçta etkili olmadı. The Kurds adlı kitabın yazarı Derk Kinane”ye göre Kürt aÄŸaları, hanları, ÅŸeyhleri bu modern Kürtlerin milliyetçi çabalarından hiç etkilenmedi. Çünkü, onları “dinsiz ve devrimci fikirlerin taşıyıcısı” olarak gördü ve kuÅŸkuyla deÄŸerlendirdi. KuÅŸkuyla bakılanlar arasında elbette Türk milliyetçileri de vardı. 1909 yılında Sultan Abdülhamide karşı düzenlenen Jön Türk darbesinden ve bunun ardından iktidarı ele geçiren milliyetçi kadrodan rahatsız oldular. Yine de bu huzursuzluklar isyana dönüşmedi ve Kürtlerin Osmanlı devletine olan baÄŸlılığı sürmüştür.

Kürtlerin merkezi devlete baÄŸlığının bir baÅŸka göstergesi, 1912’den 1918ye kadar aralıksız devam eden savaÅŸ yılları olmuÅŸtur. Trablusgarp, Yemen ve Balkan SavaÅŸları ile Birinci Dünya Savaşında pek çok Kürt, Osmanlı ordusunda görev almıştır. David McDowall, düzenli orduda görev yapmaya karşı evrensel bir gönülsüzlük olmasına raÄŸmen binlerce Kürt’ün silah altına girdiÄŸini belirtmektedir. Kürtler tüm bu savaÅŸlarda, resmi dili Türkçe olan Osmanlı devleti adına savaÅŸmıştır. Burada McDowall”a göre, en önemli faktör Müslüman kimliÄŸiydi.

20. yüzyıl

Mustafa Kemal PaÅŸa’nın KurtuluÅŸ Savaşı’nda gösterdiÄŸi en büyük baÅŸarılarından biri, Anadolu’daki farklı etnik unsurları ortak bir dava için birleÅŸtirmesi olmuÅŸtur. Bunu da, tıpkı Sultan Abdülhamid gibi, söz konusu unsurların ortak kimliÄŸine vurgu yaparak gerçekleÅŸtirmiÅŸtir. Mustafa Kemal PaÅŸa, 1916 yılında Diyarbakır’da 16. Ordu”da görev yapmış, bu sırada pek çok önemli Kürt aÅŸiret lideri ile yakınlık kurmuÅŸtur. Nitekim Samsun’a çıktıktan sonra “doÄŸu vilayetleri”nden aldığı sinyallere güvenerek, Kürt vilayetlerindeki bazı önde gelen isimlere, örneÄŸin Cemil PaÅŸazade Kasım Bey’e, Milli Mücadele konusunda bilgilendiren ve yardımlarını talep eden telgraflar göndermiÅŸtir. Zaten Kürt aÅŸiretleri de, “din ve vatan uÄŸrunda açılacak mücadeleye katılmaya hazır olduklarını” Kazım Karabekir PaÅŸa”ya bildirmiÅŸlerdir.

23 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresi’nde özellikle DoÄŸu Anadolu Kürtleri’nin Milli Mücadale sırasında Türkiye ile birlikte hareket ettiklerini gösteren bir kongredir. DoÄŸu Ä°llerinin Haklarını Koruma adı ile kurulmuÅŸ Cemiyet temelinde organize edilen Erzurum Kongresine Erzurum, Van, Bitlis gibi DoÄŸu Anadolu bölgesi delegeleri katılmıştır. Bunun yanında Sivasve Trabzon delegeleri de vardı. Gelmesi gereken diÄŸer il temsilcileri çeÅŸitli engellemeler yüzünden kongreye katılamamışlardır. Erzurum Kongresi, DoÄŸu Anadolu’nun kaderini görüşmek üzere toplanmış olsa da memleketin bütününü ilgilendiren meseleler hakkında karar almıştır. Bu kongre, ulusallık eÄŸilimlerini açıkça taşımış olmasına karşın özellikle temsili niteliÄŸi açısından bölgeseldir, sadece DoÄŸu ve KuzeydoÄŸu illerini kapsamaktadır. DoÄŸu Anadolu delegelerin katılmasıyla kongrede vatan sınırları belirtilerek, vatanın bir bütün olduÄŸu ve parçalanamayacağı ilan edilmekle, emperyalistlere de Anadolu’nun, öz yurdun iÅŸgal edilemeyeceÄŸi anlatılmak istenmiÅŸtir. Erzurum Kongresi Tüzüğü’nün metni görüşülmüş ve DoÄŸu illeri için hüküm ve ÅŸartlar kabul edilmiÅŸtir.

4 Eylül 1919 günü toplanan Sivas Kongresi’nde ise Erzurum Kongresi’nin yapılması nedeniyle daha çok batı illerinin katılımıyla olmuÅŸtur. Erzurum, Erzincan ve Diyarbakır’dan delegeler katılmıştır. DoÄŸu illerinin delegelerinin ortaya koymuÅŸ olduÄŸu Erzurum Kongresi Tüzüğü, tüm ülke için geniÅŸletilmiÅŸtir.

Mustafa Kemal PaÅŸa, telgraflarında kullandığı “anasır-ı Ä°slam” yani “Ä°slam unsurları” kavramına Milli Mücadele boyunca büyük vurgu yapmıştır. 1 Mayıs 1920 tarihli Meclis konuÅŸmasında,

“Meclis-i alinizi teÅŸkil eden zevat yalnız Türk, yalnız Çerkes, yalnız Kürt, yalnız Laz deÄŸildir. Fakat hepsinden mürekkep (oluÅŸan) anasır-ı Ä°slamiye”dir, samimi bir mecmuadır.”

diyerek milletin bu unsurlardan oluştuğunu açıklamıştır. Mustafa Kemal Paşa, konuşmalarında Kürt halkına özerklik verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Osmanlı mirası üzerinde paylaşım kavgasının verildiÄŸi Sevr Konferansına, milliyetçi entelektüellerden oluÅŸan bir grup Kürt temsilci de katılmıştır. BaÅŸlarında Osmanlı ordusunda görev yapmış bir Kürt olan Åžerif PaÅŸa vardır. Amaçları Ermenilerle anlaÅŸarak bir “Kürt Devleti” kurmak için Avrupalı devletlerden onay almaktır. AÄŸustos 1920’de imzalanan Sevr AntlaÅŸmasının 62. maddesi, “Kürtlerin yoÄŸun olarak yaÅŸadığı bölgelere yerel özerklik” verilmesini öngörüyordu. 64. madde ise “Kürt halkının Türkiye’den bağımsızlık elde etmelerinin yolunu açıyordu.

Ne var ki “Jön” Kürtler, Avrupalı diplomatlardan aldıkları desteÄŸin bir benzerini GüneydoÄŸu Anadolu”da bulamamıştır. Kürtler arasında bu habere duyulan ÅŸiddetli tepki, Parise bir seri telgrafın yollanmasına sebep olmuÅŸtur. Bu telgraflarda Kürtlerin Türklerden ayrılmak istemediÄŸi, iki halkın soy ve din itibarıyla kardeÅŸ olduÄŸu savunuluyordu. Erzincandan 10 ayrı Kürt aÅŸiret lideri, Fransız Yüksek KomiserliÄŸine, Åžerif PaÅŸa’nın hareketlerini protesto eden bir telgraf yollamıştır. Benzer telgraflar Ocak 1920’de, Misaki Milli kabulünden iki gün önce, Osmanlı Parlamentosuna da yollanmıştır. Mart 1920de Ä°slami dayanışmayı vurgulayan ve Kürtlerle Türkleri ayırma çabalarına karşı çıkan bir deklarasyon, 22 Kürt aÅŸiretinin lideri tarafından imzalanmıştır.

Dönemin Vakit gazetesinde Kürtler adına yayınlanan ortak yazıda, Türklerin ve Kürtlerin birlikte maruz kaldıkları Rus ve Ermeni terörüne atıfta bulunarak, Åžerif PaÅŸa’yı ÅŸiddetle kınanmıştır. Kısacası Sevr AntlaÅŸmasını protesto edenler arasında Kürtler ön safta yer almıştır. Kürtlerin Milli Mücadeleye verdiÄŸi destek sonuna kadar sürmüştür. Urfa ve Maraşın düşman iÅŸgalinden kurtarılmasında önemli roller üstlenmiÅŸlerdir.

23 Nisan 1921’de açılan ilk mecliste AÄŸrı (5 temsilci), Bitlis (8 temsilci), Diyarbakır (7 temsilci), Elazığ (7 temsilci), Ergani (11 temsilci), Erzincan (5 temsilci), Erzurum (10 temsilci), Bingöl (6 temsilci), Hakkari (5 temsilci), Kars (3 temsilci), Mardin (6 temsilci), MuÅŸ( 8 temsilci), Oltu (2 temsilci), Siirt (6 temsilci), Siverek (6 temsilci), Urfa (5 temsilci), Tunceli (6 temsilci) ve Van (4 temsilci) delegeleri yerini almıştır.

Benzer iÅŸbirliÄŸi Lozan görüşmeleri sırasında da yaÅŸandı. Lozan’da Avrupalı devletler Kürtlerin “azınlık” olduÄŸunda ısrar edince,

Ä°smet PaÅŸa,

“Türkler ve Kürtler Türkiye Cumhuriyeti”nin ana unsurlarıdır. demiÅŸtir. Kürtler bir azınlık deÄŸil bir millettir; Ankara Hükümeti hem Türklerin hem de Kürtlerin hükümetidir.”

diyerek karşı çıkmıştır. Meclisteki Kürt vekiller de Ä°smet PaÅŸa”ya tam destek vermiÅŸtir. Kürt kökenli Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey, 3 Kasım 1922’de Meclis kürsüsünden yaptığı konuÅŸmada, Sevri bir “paçavra” olarak nitelemiÅŸtir. Bir sonraki celsede ise, Bitlis, Erzurum, Kastamonu, Mardin, MuÅŸ, Siirt, Urfa, Pozan, Diyarbakır ve Van milletvekillerinin hepsi, Türklerle Kürtlerin tek bir kütle olduÄŸunu belirten ortak bir deklarasyon yayımlamıştır.

21. yüzyıl

Mustafa Kemal Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı, hiç kimsenin etnik kökenine önem vermeksizin, “Türküm” diyen herkesi eÅŸit vatandaÅŸ kabul etme esasına dayalı olmasına raÄŸmen; uygulamada etnik temelli bir Türk milliyetçiliÄŸi geliÅŸtirilmiÅŸtir. Kürt sorununun kırılma noktası ise, 1925 baharında patlak veren Åžeyh Said isyanı olmuÅŸtur. Ä°syan, Kürtler arasında çok sınırlı bir destek bulmuÅŸtur. Ama isyanı bastırmak ve “kökünden halletmek” için baÅŸlatılan Takrir-i Sükun döneminde sert yöntemlere baÅŸvurulması sorunu büyütmüştür. Bu tarihten itibaren 1930ların sonuna kadar bölgede hemen her yıl ayaklanma yaÅŸanmıştır.

Acaba Åžeyh Said isyanı sonrasında Kazım Karabekir PaÅŸa, daha farklı bir “doÄŸu politikası” farklı bir politika geliÅŸtirmiÅŸ ve önermiÅŸtir. Ä°smet Ä°nönü hükümetinin “Takrir-i Sükun” politikalarındaki sertliÄŸi eleÅŸtiren Karabekir, temeli eÄŸitim ve ekonomik entegrasyona dayalı alternatif bir proje sunmuÅŸtur.

Projesi 4 temele dayanıyordu:

1- 12 yaşından küçük çocukları gece yatılı mekteplerine almak.

2- Hamidiye Alayları”nın devamı olan AÅŸiret Süvari Fırkaları”nı tarımsal müfrezeler haline getirerek bunları tarımsal kalkınma ve yol çalışmalarında üretici hale getirmek;

3- Bölgedeki din adamlarını, Kürtçeyi de iyi bilen üniversite mezunu hocalar ve hukukçular ile harmanlamak.

4- Van Gölü havzasından başlamak üzere, bölgedeki diğer aşiret unsurlarını küçük parçalara ayırarak yerel kalkınmada çalıştırmak, bölgedeki Ermeni propagandalarını ve Kürtçülük hareketlerini etkisiz hale getirmek için üst kültürlü, temsil yetenekli, çevresindeki yerli halka sosyal hayatta ve üretimde örnek olacak Türk kanalları açmak.

Buna göre, bölgede “sıkı yönetim yerine ılımlı, yumuÅŸak bir politika uygulanması” sorunu çözebilecekti.

Ä°smet Ä°nönü hükümetlerinin uyguladığı politikalar ise, “radikal devrimcilik” vizyonuna göre ÅŸekillenmiÅŸtir. Bu vizyonda ekonomiye ve yerleÅŸik kültürel deÄŸerlere fazla önem verilmemekte, sorunun Kürtlere Türk kimliÄŸini kabul ettirmek ve tepkileri bastırmakla çözümleneceÄŸi sanılmıştır.

(Visited 6 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 10.04.2009 tarihinde Hale tarafından, Büyük Türk Tarihi | Türk Kültürü - Gelenekler ve El Sanatlarımız bölümünde paylaşılmıştır ve 732 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 1 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Türkiye Kürtleri | Tarihi Süreçte Türkiye Kürtleri - Türkiye Kürtlerinde Kültür Ve Sosyal Hayat - Folklor - Dil - Din - Aşiretler orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleAtatürk Åžiirleri : Anıttepe'de Toplanmış Türkiye'min Tepeleri | Mahmut Alptekin Sonraki MakaleTarihi Gizemler | Megalitlerin Anlamı - Zaman: İÖ Yaklaşık 5000 Yılından Sonra - Mekân: Avrupa

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz