Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Antika Saat | Sedef İşlemeli Saat


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 31.01.2010 tarihinde Hale tarafından, Öykü Paylaşımları | Mevlana Hikayeleri bölümünde paylaşılmıştır ve 370 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


Antika Saat

Aklı baş ucundaki üzeri sedef kakma işlemeli ufak sandıktaydı. Çocukluk günlerindeki babasının köstekli saatini, yeleğinin cebinden çıkarmaya çalıştığı o minik elleriyle saatin zincirine asıldığı, babasının kendisine; ‘ ver oğlum bakıyım biraz daha büyü söz sana vereceğim’ diyerek elinden aldığı o köstekli saatini hiç mi hiç unutamamıştı.


Dörtlü gümüş zincirle yeleğinin düğme iliğine geçirilmiş zincirin diğer ucu bir kuğunun boynu gibi kavis yaparak yeleğinin cebine kadar iniyordu.

Can etrafındakilerin ne düşündüğüne aldırmadan bir noktaya diktiği gözünü ayırmadan tebessüm etti. Bir şeyler mırıldanıyordu. Kızının elini tuttuğunun farkında bile değildi. Can’ı yeni ziyarete gelenler bu durumu görüp:


“-Yooo Sevil Hanım! Maşallah bugün daha iyi gördük, korkacak bir şey yok” deyip Sevil Hanımı teselli ediyorlardı.

Can’ın bir gözü işlemeli sandıkta, rahmetli büyük annesinin sözleri de hala kulaklarındaydı. Çok şükür daha bunamamıştı:

“-Benim vasiyetim oğlum, ölmeden önce açacaksın sandığı demişti”
verirken.

Can’da gençlik yıllarında aldığı sandığı bir köşeye koymuş, ölüm döşeğine gelene kadar aklına bile getirmemişti. ‘Birazdan belki ölebilirim’ diye geçirdi aklından. Kızına seslendiğini zannediyordu. Hafifçe bir dudak kıpırdamasından başka bir şey değildi yaptığı. Sanki sesinin çok yüksek çıktığını zannediyor ve kızının kendisine neden cevap vermediğine için için üzülüyordu. Can duvar saatine kaydırıp gözünü içten bir ‘ah’ çekti. Babasının kendisine verdiği köstekli saati düşündü sonra.

Can’ın öğretmen olarak tayini çıktığında, büyük annesi de beraber gelmişti torunuyla köye. Torununu çok seviyor onu hiç yalnız bırakmıyordu.

Can babasından kendisine hatıra kalan saatin kıymetini bilmemiş, ‘saat çalışmıyor’ diye kahveci Talip’in kol saatiyle takas etmişti. Şimdi hasta yatağında nereden geldiyse aklına saat, seneler öncesi ‘o anı’ düşünüyordu. Babası ‘bu sana bırakabileceğim tek mirasım’ demişti ve genç yaşta vefat etmişti. Şimdi Can’ın hasta yatağında ‘o anı’ düşündüğünü kim nereden bilecekti.

Büyük annesinin kendisine verdiği ve ölene kadar hiç açmamasını söylediği ‘o ufak oymalı, antik, sedef işlemeli sandığa’ ne demeli. Kendiside çocuklarına o sandığı vermeliydi, onlarda çocuklarına.

Can artık günlerinin sayılı olduğunu biliyordu. Peki, kendisi çocuklarına ne bırakacaktı hayatta. Onları yüksek okullarda okutmak ve saygın birer insan olmaktan öte. Oysa kendiside ufak bir zarf bırakmış kutunun üzerinde yıllarıdır öylesine durup duruyordu.


Can kısık bir sesle ellerini tutan biricik kızına gözleriyle işaret edip, kulağına eğilmesini istemiş, gene kısık bir sesle:

“-Biliyor musun kızım, geçmişim beni ayakta tutuyor” diyebilmişti. Can son saatlerini yaşadığını bildiği için, ellerini bırakmayan kızı Sevil’e tekrar bir şeyler söylemeye çalıştı. Sevil zorda olsa anlamıştı babasının ne dediğini. Komedinin üzerinde duran ‘sedef işlemeli saati’ babasına getirdi.

Can:

“-Bu mini çeyizsandığı bana büyük annemden yadigar. Siz bilmezsiniz kızım büyükannemi. O bizim ailenin en çilekeş insanıydı. Babam ölünce, kim bize kol kanat gerdi sanırsınız.

Büyükannem. Elbette ki annemin de bizde hakkı ödenmeyecek emekleri var. Ama şimdi sizlere büyükannemden yadigar olan bu sandığı açmanızı istiyorum” dedi.

Sevil zor anladığı babasının konuşmaları üzerine; sandığın üzerindeki babasına ait zarfı bir kenara bırakıp, sandığın üzerinde bir kolye gibi sallanan anahtarla kilidi açtı. İçinde ağzı büzülerek fiyonk şeklinde bağlanmış kadife bir keseyi andıran ve içersinde belki de kıymetli bir şey olan torba duruyordu. Can irileşmiş bakışlarıyla kızını izlemekteydi. Şimdiye kadar hiç merak etmemişti. Ama büyük annesinin vasiyeti vardı. Ölmesine yakın açacaktı. Sevil büyük bir itina ile kadife kesenin ipini çözerken heyecanlanmıştı. Kağıt hışırtıları işitti önce. Sonra keseyi avucunun içersine ters çevirdiğinde kağıda sarılmış gümüş renkli köstekli bir saat çıktı. Can büyük bir heyecanla:

”-Tamam bu işte! Benim sahip çıkamadığım babadan kalma yadigar köstekli saatim bu işte, bu işte kızım” diyebilmişti. Bir poşet şeklinde düzgünce bükülmüş bir kağıda sarılı cep saatiydi şimdi Sevil’in avucundaki. Kağıtta da bir şeyler yazılıydı. Sevil dikkatle yazıyı okumaya başladı.

“-Sevgili Hocam, sen bizim çocuklarımızı okutan değerli öğretmenimizsin. Senden bu saati aldıktan sonra vicdanen hiç huzurlu olmadım. Birkaç kez benden istedin baba yadigarı bu saati.

Ama benim kol saatimle takas ettiğin için önceleri kabul etmedim. Sonra sen yokken beni affetme dileğinle birlikte anneannene bıraktım”. Altında birde tarih vardı.

Can gençlik yıllarında hiç affetmeyeceğim dediği Talip’i şimdi affetmişti.

Gülümseyerek kızı Sevil’e:

“-Sizde hayatınızın sonuna kadar saklayın bu saati”
diyebilmişti son söz olarak.

(Visited 5 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 31.01.2010 tarihinde Hale tarafından, Öykü Paylaşımları | Mevlana Hikayeleri bölümünde paylaşılmıştır ve 370 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 0 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Antika Saat | Sedef İşlemeli Saat orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleDoğan Cüceloğlu - Yeniden İnsan İnsana Sonraki MakaleAtatürk İstihbarat Şubesi’nin Yanıldığını Biliyordu | Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Sırasındaki Kehanetleri

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz