Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Adalet AÄŸaoÄŸlu | Åžiir ve Sinek


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 30.12.2007 tarihinde Hale tarafından, Öykü Paylaşımları | Mevlana Hikayeleri bölümünde paylaşılmıştır ve 1428 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


Åžiir Ve Sinek

Adalet AÄŸaoÄŸlu


Oh, dedi Şükriye Hanım, ohh, kızım geliyor. Oh Allah’ım, hiç aklımda yoktu, taa yaz ortasını bulur artık, baÅŸka gelemez diyordum, oh ne iyi oldu, bayram seyranlar da bitti artık peÅŸ peÅŸe, taÅŸ çatlasa mektebi koyup gelemez diyordum, geliyor iÅŸte, hey güzel Allah’ım, ne diye kapatıyorlar mektepleri böyle durup dururken, oh iyi oldu, çok şükür oh, kızım geliyor.

“Kızım geliyor Ä°smayıl efendi, duydun mu geliyormuÅŸ iÅŸte. Bak böyle yazıyor, oku da bak, nah iÅŸte mektubu, oÄŸlun da okuyuverdi zaten, inanmazsan ona sor, yahut sen sormayı falan boÅŸ ver de Ä°smayıl efendi, koÅŸuver ne olursun, çabucak koÅŸ git, bir kilo köftelik kıyma yaptır bana, al iÅŸte para, yeter mi, yeter yeter, sen köftelik de de, ben bir ekÅŸilisini yapayım kızıma güzelcene, pek sever, aman maydanoz, maydanozu unutma Ä°smayıl efendi, bir de dereotu Ä°smayıl efendi kuzum, ha unutma dereotu, kendi kendime olunca, cin başıma, iÅŸte görüyor musun, hiçbir ÅŸeyler almaz oldum, aldırmaz da oldum, ye ye, yalnızlık; ne yiyeceksin, geçende makarnayı da size veriverdim zaten, bitiremedim, böyle tamtakır kurubakır bir ev oldu benim ev iÅŸte, sen bir kilo da şöyle en kırmızısından domates al bana, haa bir kilo da patlıcan kuzum Ä°smayıl efendi, söyle o meymenetsiz zerzavatçıya, Şükriye Hanım kızına imambayıldı yapacakmış deyiver de toparlansın kazıkçı pis, yine çekirdekli acı patlıcanları sokuÅŸturmasın benim gibi birine, deyip kış turfanıdır, sokaktan toplamıyoruz parayı, bol keseden yaÅŸamıyoruz, bir emekli maaşı bizimkinden, kime yetsin, kızıma mı, bana mı ha, ah Güler’im ah, kimbilir ne özlemiÅŸtir benim yemeciklerimi, ah okumak. Okumak. Ä°yi. Güzel. Güzel de, koÅŸ git Ä°smayılefendi, hadi gecikmeyelim, yesin. Ä°ÅŸte canım okusun kızım, amaaan dilim seydiyor, koÅŸ…”


Okumak. İyi. Güzel. Her an yüreğim ağzımda lakin. Hiçbir dakka şöyle rahatça gözlerimi yumamaz oldum, uykular zehir zıkkım, koş İsmayıl olasıca, ne kaldı şurda akşama, gebertme işte geberesice. Hay kızım, şu mektubu daha bir önce atsaydın olmaz mıydı, yollarda mı gecikti nedir, postalar da bir alem zaten hesap etsene, tam geleceği gün öğreniyorum geleceğini, ondan sonra hadi bakalım iki ayağın bir pabuca, yağ yok, un yok, et yok, seğirt dur artık, yetişebilirsen yetiş, zaten otur otur, ağırlaştım, yalnızlıktan iş güç tutmaz oldum, ha deyince toparlanıp kalkamıyorum ki? Bir güzel sofra kurayım yavrucuğuma, evine geldiğini anlasın bari çocuğum. Oh çok şükür, sağ salim ya, aman ne yapayım, neyi ne kadar yetiştirirsem o kadar artık, sağ salim gelsin de, girsin şu kapıdan içeri hele, off bacaklarım, kemik kemik, iki saat çözülüp açılmaz artık, hadi Şükriye, hadi gayret, kımılda, hiç aklında var mıydı, kızın geliyor işte?

Anaların, diyor Şükriye Hanım’ın kızı Güler, anaların yüreÄŸi hep aÄŸzında. Hep böyle oldular. Uykularında-uyanıklıklarında ölülerimizi görür oldular bütün bütün. Analara, analara, en çok onlara yazılmalı ÅŸiirler çocuklar, en çok onları anlatmalı. Hep anlatmalıyız, okul kapılarına varamayan, hiç deÄŸil her akÅŸamüstü, oh çok şükür saÄŸ salim geldi bugün de, diyemeyen, her günün her akÅŸamını bile bekleyemeyen, yarına dayanmak için her günün her akÅŸamüstü olsun sevinemeyen, hep uzaktan, aylar ucundan kıvranıp duran anaları, onları anlatmalıyız. Åžiirleri onlar üstüne, onlar için yazmalıyız çocuklar. Anaları çocuklar, insanları çocuklar, tutarsa ÅŸiirimiz ayakta tutar. En yakınımızdan baÅŸlamalı, onlara, onlar için en güzel ÅŸiirleri yazmalıyız.

Güler, bir akÅŸamüstü ana evine vardığı zaman da, son yazdığı ÅŸiirinin en güzel ÅŸiiri olduÄŸunu düşünüyor: ArkadaÅŸlarım da onayladılar zaten, en katı kafalımız Zehra bile, ben ÅŸiirimi okuyunca, yurtta, benim ÅŸiirimi dinledi dinledi de, kirpikleri çipildendi, gözüne inen yaÅŸ perdesini gizledi. Sesi bulandı da, “SaÄŸol Güler”i bile çatallı çıktı, anlamaz mıyım? Anaları, anaları ÅŸiirlerimizde onları da anlatıp, onlara da okumalıyız ÅŸiirlerimizi. Her ÅŸeyin içinde kendilerini de düşündüğümüzü bilsinler, baÅŸkaları da bilsin bunu, güzel olsun ama ÅŸiirlerimiz, en güzeli olsun; en çok buna çabaladım. Bir kutu çikolata, bir ÅŸiÅŸe kolonya, ya da üç metre kumaÅŸ. Yok ama benim bir ÅŸiirim var. Güzel olmasına özenilmiÅŸ bir ÅŸiirim. Evi onunla donatacağım. Annemi.

Åžimdi, daracık bir mutfakta annesinin kan-ter içinde ekÅŸili köfteyi terbiyeleyiÅŸine, tez elden soÄŸusun diye imambayıldıyı bir tepsi suyun içine oturtuÅŸuna bakıyor, onun açıklamalarını -savunularını- dinliyor Güler: “Tabii kızım, tabii, geciktim, buzdolabına da sıcak sıcak konulmaz ki, daha doÄŸru dürüst kullanamadan bozuluverir, paltonu bile yaptıramadan biz, buna sıvanmıştık, yazık deÄŸil mi?”

Salatanın maydonozunu, dereotunu ince ince kıyıyor Şükriye Hanım, hiç olmadık bir sabırla, özene bezene, sızıldanarak bir yandan: Ah bak, sen gelmeden her bir ÅŸeyleri hazır edeyim dedim, yetiÅŸemedim, kaplumbaÄŸa gidiÅŸli Ä°smayıl efendiyle ne olacak zaten, olacağı bu. Elim mi ağırlaÅŸtı benim de, yapmaya yapmaya unuttum mu yapmasını? “Güler kızım, su zeytinyağı ÅŸiÅŸesini uzat hele.” Yoksa belki heyecandandır, elim ayağıma dolanıyor, ay bak ÅŸiÅŸeyi kaydırıyordum nerdeyse, ilahi Şükriye karısı e mi, senden ne et olur, ne ocak, derlensene, iÅŸte kızın tam bir hafta seninle, tam bir hafta dizinin dibinde. “Bir hafta demiÅŸtin, deÄŸil mi Güler, mektebi kapamalarıyla?” Acaba bir kilo daha patlıcan alsak mı? Camları silsek mi?

Güler patlıcandan, camlardan habersiz, annesinin beş günü bir hafta yapıvermesine sevecenlikle gülümsüyor: Arayı şiirle kapatırım. Şiir unutturur ona bir hafta değil, beş gün kalacağımı, şiir onu sevindirir.

“Anne, bu kadar inceleme canım, hadi oldu, yeter, oturalım şöyle baÅŸbaÅŸa, sana ben?”


“Ah” diyor Şükriye Hanım büyük bir çığlıkla, “Ah, acıktın tabii!” Güler, kızım, iÅŸte yine iÄŸne iplik, avurtları iyice çökmüş, yurtlarda öyle, hısım akraba evlerinde kim bakacak ona tabii, kimse bakmaz, kim kımıldayacak onun için, kendi de bakmaz kendine zaten, nasıl baksın, yollayabildiÄŸim para belli, benim durumum belli, o koca ÅŸehirde nasıl olur insan, nasıl doyunur? “Al, atıver aÄŸzına sıcacık bir börek hadi, ÅŸimdi otururuz, sofraya ekmek koyduk mu biz?”

“GeldiÄŸimden beri koÅŸturuyorsun anne, ekmeÄŸi koydum” diyor Güler: Sesim hırçın cıktı, acıktığıma veriyor, mideme. Daha kapıdan girince ilk iÅŸim ÅŸiirimi okumak olsun anneme, ÅŸiirini onun, demiÅŸtim. Hadi çay, diye tutturdu, mutfaÄŸa seÄŸirtti. Hadi limonata, diye tutturdu, mutfaÄŸa seÄŸirtti, akan musluÄŸu anlattı. Elimden gelmiyor, tamirciler ateÅŸ pahası, ya bir de buzdolabı bozulursa ne yaparım, diyor. On dakika, henüz bozulmamış bir buzdolabı için hayıflanip durdu: “Ya ölürsem ne olursun?” diyor. Kimin öleceÄŸi önden sırayla belli mi, artık sırası sekisi mi kaldi iÅŸin? Her ÅŸey durulsun, dinsin; ÅŸiir okuyayım ona, diyorum. Artık böyle olunca, dursun. Yemekten sonra. O zaman okurum.

“Otur anne, ÅŸimdi sana bir ÅŸiir okuyacağım.”

Öyle ya, artık tamam. Artık tam sırası. Evi dip köşe temizledik. Annemin baÅŸ edemediÄŸi camları, kapıları sildim. Sürünüp giremediÄŸi yatak altlarının tozunu. Musluklar ovuldu. Yeniden yemekler piÅŸti. Çürük sebzeler ayıklandı. Yerlerine yenilerini taşıdık. Üçüncü gün banyo sobası yakıldı. Kendimiz de temizlendik. AkÅŸamın altısı oldu. Çayını demledim. Geciktik. Eline yününü aldı. Åžimdi içi enikonu rahat artık. Evin her yanı yeni ovulmuÅŸ pirinç kaplar gibi pırıl pırıl. Su kapları dolu. Gaz tüpleri dolu. Artık kafasının takılıp kalacağı tek nokta yok. Ben de diÅŸimi sıktım, iyi sıktım. Sabırla bu saati bekledim, üç gün önce kapıdan girince ben, gözü şöyle bir elime kaymadı mı, yarım kilocuk kaymaklı lokum getirdi mi acaba diye? Ona elim boÅŸ, büsbütün armaÄŸansız gelmediÄŸimi anlayacak ÅŸimdi. Gerçekten ben belki günlerce hep bu an’a hazırlandım. Åžu an’ın annemi için çalıştım. Åžiirini geceler boyu ince bir nakış iÅŸler gibi, ona güzel bir hırka örer gibi iÅŸleyip ördüm, maydonozu, dereotunu pul pul kıyar gibi. Ben için için hep dedim ki, analara, analara, ÅŸiirler en çok onların uykusuz, tedirgin gecelerine, doÄŸranmış yüreciklerine. Zaman benim yalnız annemi, yapayalnız yüklenilmiÅŸ tedirginliklerinden çıkarmama izin vermiyor olur mu? Onlara, onlara? Durma ovulmuÅŸ, parlatılmış eski bakır taslarına bir demet çiçek koymalıyız.

O zamandı. Üçüncü günüm. Şiirini, -şiirimi- çantamdan çıkardım. Tam başlıyordum: Otur anne, şimdi sana bir şiir okuyacağım. İçerde ve içimde şiirimi yeniden gözden geçiriyordum. İyi ki ilk gece ya da dün sabah, gaz tüpünü değiştirmeye koştururken o beni, aceleye getirmemişim, -musluğu İngiliz anahtarıyla gevşettim, kenevir sarıp sıkıştırdım, su sızması durdu- iyi ki o su, cız cız akarken okumamışım, iyi ki bu zamanı beklemişim, diyordum. Öyle. Güzel bir şiir bu. Musluğa keneviri sararken biliyorum, güzeli. İnsanların tarih boyu tek taşını, tek özverisini atlamamış, onların dolanık günlerine ufacık ufacık tığlarıyla karşı koyuşlarını atlamamış bir şiir. Güzel örülmüş, dört kıyısına da iğne oyalarından bir sıra biber çiçeği dikilmiş. Artık zamanı. Okuyacağım onu. İşte annem, oturmuş, yünü elinde, dingin. Benim de elim cebimde, kendi üstüne katlanmış bir kâğıtta; yanına gidiyorum. Açacağım, kendi üstüne katlanmış?

“Acaba dolaptaki imambayıldıyı da versek mi Ä°smayıl efendiye?”

Durduğum yerde durup kaldım. Elim cebimdeki, kendi üstüne katlanmış kâğıtta, kâğıttan birkaç milim uzaklaşmış olarak. Şiir benden kaçıyor. Hemen kavradım kâğıdı, cebimden çıkarıverdim. İşte şiir elimde. Görür görmez imambayıldıyı unutur sanıyorum.

“O kalan yemeklerle birlikte imambayıldıyı da verelim. Yemedin. Bari onlar yesinler. Üç gündür dolapta durup duruyor. BoÅŸuna yer iÅŸgal ediyor.”

Kalan yemekler, İsmayil efendiler, dolapta yer tutan imambayıldı zihnini kurcalayıp duracak. Şiirini iyice bir dinleyemeyecek. Şiir şiirsiz kalacak. En iyisi bunu da bitirmeli.

“Çok istiyorsan götürüp vereyim. Ä°smayil efendi kapının önünde oturup duruyor.”

“Ä°yi olurdu ya, yorulacaksın. Çağır gelsin, yorulma.”

Yoruldum, doğru. Ama kendi de bitti. Boyna didindik. Şiir? Henüz yok. Çay demleniyor. Annemin bir tepsiye dizdiği yemeklerle imambayıldıyı asagi indirdim. İsmail efendiye verip döndüm. Yukarı, annemin yanına çıkıyorum. Şiirimden. Yok. Cayma. Şiiri duyunca anlar, sevinir. Hele kendisi için yazılmış olduğunu öğrenince.

“Çay koyayım mı?”

“Koy ya. Oturup içelim. Bir oh diyelim.”

Üç gündür yanındayım, hep bu an’ı bekledim.

Böyle dedim ya, sanırım duymadı.

“Çay güzel demlenmiÅŸ” dedi, çay bardağını ona uzatırken ben. “Kendine koymadın mı?”

“Koydum. Getiriyorum.”

Çayımı alıp karşısına oturdum. Az önce, imambayıldı nedeniyle yeniden cebime,-içeri- tıkıştırdığım şiirim var ya, şiiri, yani, orada bumburuşuk duruyor. Çıkarıp hışırtıyla düzleyeceğim. Artık okuyacağım. Pencereden üstümüze güzel bir akşam alacası süzülüyor. Şiirin duvarını, desteğini kurmaya hazır.

“Kuru kuru içme Güler, biraz bir ÅŸey ye kızım, bak orda pandispanya var” diyor. Ä°spanya düşüyor aklıma. Kartpostallar, turizm acentalarının duvarları. Ä°spanya. Annemin elinde plastik bir sinek öldüreceÄŸi, şıp diye sedirin kıyısına vuruyor o zaman.

“Nerden çıktı bu? Onca da dikkat ediyorum. Eve sinek sokmamaya çalışıyorum, bu saatte bile çekilip gitmiyorlar baksana.”

Ah, İspanya! Gitmeli. Batması uzun süren güneşler. ?İnsanları böyle uzun süre yalnız bırakmamalı. Sanki bile isteye kaçıyoruz onlardan, sonra da avuçlarımızda şiirlerle geliyoruz, titizliği ondan arttı, öyle olmasaydı, sana bir şiir okuyacağım anne, dediğim sıra alt kata verilecek imambayıldıdan söz etmez, tek bir kara sinek peşine düşmezdi.- Belki ne dediğimi anlamadı annem. Gözlerini de, plastik sinek öldüreceğini de tümüyle karasinek peşine takması ondandır.

“Uzat bakayım ayaklarını şöyle. Bir de sigara yak. Sana anne, tamam mı, senin için yazdığım bir ÅŸiiri okuyacağım ÅŸimdi.”

Öyle ya, bu da var: Okuyacağım şiirin herhangi bir kimsenin, herhangi bir kimseye herhangi bir şiiri olduğunu sanmasın. Bizim şiirimiz bu.

Yüzünde uçuk bir pembelik. Batan gün, akşamın külrengine erguvan tozlarını serpiyor.

“Benim için öyle mi?”

Sevindi. Pembelik. Ellerim çok kıpırtılı. Şimdi ona sunuyorum işte, lüks lambasının gömleğini dağıtmadan, toz etmeden, işte başlıyorum.

“Bu masa oraya yakışmadı. Yarın duvarın dibine çekelim mi? Oda daha geniÅŸler hem.”

DoÄŸru. Oda çok dar. Ä°spanya’yı geriletip pandispanyadan alıyorum bir lokma. İçimi bastırsın. Åžurama saplanan bir kurÅŸun parçasını, ÅŸu lanet kılçığı içerlerime itsin.

“Simdi çekeyim istersen?”

“Yok, yok. Sen yemeÄŸin altını söndür de, onu yarın çekeriz. Ocağı söndür, yahninin altı tutmasın, canım et, ağız tadıyla ye bari?”

Ocağı söndürdüm. Çayı bitmiş. Yenisini koymak istedim.

“Åžiir okuyacaktın ya, çayın acelesi yok” diyor.

Åžiir yere düşmüs, biber çiçeklerinin birazı solmuÅŸ, artık çok kötü olacak okumam, biliyorum. Yine de en büyük özlemim, dileÄŸim kaç yerinden dilim dilim bölünmemiÅŸ, gün batmamış, odada yalnız daha koyu bir külrengilik kalmamış gibi ?Ä°spanya’mı anlamasın- geri oturuyorum karşısına. Åžiiri yerden kucağıma taşıyorum, biraz sırtım aÄŸrıyor, ya da bir yerim, ama baÅŸlıyorum. Annemin elinde plastik ÅŸiir öldüreceÄŸi. Gözü bir yastığın üstünde. Bekliyorum. Sinek öldüreceÄŸini yastıktaki sineÄŸe niÅŸan almıştı çünkü: Kızıma konma!

Bekliyorum. Plastik şeyi pat diye vurdu sonra yastığa.

“Hay Allah!” dedi.

Yine kaçırdı sineği.

Sonra işte, bir süre bekledik. Yaaa çocuklar, uzun süre bekledik.

Ah, diyor Şükriye Hanım, ah İsmayıl efendi, apar topar kalkıp gitti, bir hafta dedi, üç günde gitti, mektebi açılıverdi, ne var açılıvermeseydi, artık İsmayıl efendi, yeniden bekle de bekle, şurada yatarken, üç gün, geceleri bir uyanıyordum, şuramda bir rahatlık duyuyordum, hayırdır inşallah ne oldu, birden bakıyordum İsmayıl efendi, tabii ya, kızım yanımda, şimdi yine say dakkaları, say, sabah olmaz, gördün ya çöpe dönmüş, biraz toparlansın dedim, yedirdim içirdim çok şükür, lakin şu karasineklere de bir çare bulmalıyız İsmayıl efendi, rahatsızlık veriyorlar, getirdiğin domateslerin ise yarısı çürük çıktı inan, söyle o pis zerzevatçıya, burnumuzun dibinde karasineklerini çekiyoruz bir de, olmaz böyle İsmayıl efendi, olmaz! Ah sahi! Bak, tüh! Bir şey mi unuttuk biz? İçim öyle diyor.

Bakınız, Adalet AÄŸaoÄŸlu (d. 1929 – …. ) | Türk Edebiyatının En Önemli Yazarlarından

(Visited 7 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 30.12.2007 tarihinde Hale tarafından, Öykü Paylaşımları | Mevlana Hikayeleri bölümünde paylaşılmıştır ve 1428 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 1 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Adalet Ağaoğlu | Şiir ve Sinek orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleUzakdoÄŸu Dinleri - Hinduizm | Hinduizm Ve Dharma - Kutsal Metinleri - Mezhepleri - Ä°nanç Ve Ä°badetleri - Hindu Åženlikleri Sonraki MakaleTanzimât Fermânı - Gülhane Hatt-ı Åžerif-î | 3 Kasım 1839'da Okunan Devletin Kendisini Yenilemesi GerektiÄŸini Söyleyen Ferman- Tanzimat Fermanı’nın Tü..

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz