Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Son Osmanlı Hükümeti İle Ankara Hükümeti Arasındaki Münasebetler | Bilecik Mülâkatı Ve Mustafa Kemal Paşa


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 27.05.2008 tarihinde Esesli tarafından, Yakın Dönem Türkiye Tarihi bölümünde paylaşılmıştır ve 1383 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


Son Osmanlı Hükümeti İle Ankara Hükümeti Arasındaki Münasebetler

İtilaf devletleri, 30 Ekim 1918’de çok ağır koşullar taşıyan ve bazı maddeleri açısından da bir takım gizli amaçları olduğu aşikar olan Mondros Mütarekesini Osmanlı Hükümeti’ne imzalatmış bulunuyorlardı. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Wilson’un 14 maddeden ibaret programında, “milletlerin kendi kaderine hakim olmasını” temin eden 12’nci maddeyi, Osmanlı Devleti de kabulde bir beis görmeyerek benimsemişti. Mustafa Kemal Paşanın ifadesiyle, gerçekten kabul edilebilecek olan bu prensibin uygulaması yönünde Birleşik Devletler’in bir icraatı görülmediği gibi, İtilaf devletleri mütareke hükümlerini çok geçmeden ihlal ettiler. (1) Başta İstanbul ve İzmir olmak üzere memleketin işgal edilmeye başlanması üzerine, meseleyi siyaseten çözmeyi tercih eden Osmanlı Hükümeti’nin başarısız kalması karşısında durumu doğru ve yerinde tespit eden askerî yetkililer, gerekli tedbirleri almakta gecikmediler. Mustafa Kemal Paşanın çok geniş yetkilerle Anadolu’ya gönderilmesi, Erzurum ve Sivas Kongreleri ile Büyük Millet Meclisinin açılmasına kadar devam eden bu büyük mücadelede İstanbul ile Anadolu arasındaki ilişkiler hiçbir zaman kesilmemiş, aksine artan bir şekilde devam etmiştir.


14 Ekim 1918 tarihinde sadarete getirilen Mareşal Ahmet İzzet Paşa, 25 gün gibi kısa süren iktidarında Mondros Mütarekesi’ni imzalamaya mecbur kalmasına rağmen, önemli işler de başarmıştır. Memleketin zor günler yaşadığı o dönemde, Almanya’dan gelip de henüz bankalarda ve çeşitli devlet dairelerinde bulunan 20 milyon liraya el koymuştur. Rumların muhtemel taşkınlık ve tahriklerine karşı gerekli tedbirleri almış, önemli kilit noktalarına devletin takdir ve güvenini kazanmış şahsiyetleri tayin etmiştir. (2) Kaldırılmış bulunan “Teşkilat-ı Mahsusa” Başkanı Albay Hüsamettin (Ertürk) Beyin emrindeki depolarda bulunan silah ve cephanenin anî baskınlarla boşaltılarak Anadolu’ya sevkine göz yummuştur. (3)

Ahmet İzzet Paşa Hükümeti’nin istifasından sonra, 11 Kasım 1918’de sadarete getirilen Tevfik Paşa döneminde Türkiye aleyhine olan hareketlerde gözle görülür bir hızlanma meydana gelmiştir. İstanbul’da bulunan okullar, kışlalar, resmî ve özel binalar yabancı askerler tarafından işgal edilmiştir. Fransız ve İngiliz askerleri memleketin diğer yerlerinde bu hareketlerine devam ederken, yapılan baskılara daha fazla dayanamayan Sultan Vahdeddin, 21 Aralık 1918’de bir irade ile Meclis-i Mebusanı feshetmiştir. (4) Bu gelişmeler karşısında Tevfik Paşanın istifa etmesi üzerine hükümeti kurma görevi Damat Ferit Paşaya verildi. 4 Mart 1919 tarihinde iktidara gelen Damat Ferit ilk icraat olarak Divan-ı Harb-i Örfîde bulunan sivil üyelikleri kaldırmış, sadece askerleri bırakmıştı. (5) Böylece eski İttihat ve Terakki kabinelerinde görev almış nazır ve bazı üst düzey yöneticiler tutuklanmaya başladı. Bu sırada tüm memlekette büyük heyecan ve tepkiye sebep olan bir hadise meydana gelmiş; Yunanlılar, İtilaf devletlerinin de desteği ile 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal etmişlerdi. Bu olay üzerine Damat Ferit Paşa, 17 Mayıs 1919’da hükümetin istifasını vermiştir.

19 Mayıs 1919 tarihinde hükümeti kurmakla görevlendirilen Damat Ferit, kabinesine ılımlı, hatta milliyetçi olarak niteleyebileceğimiz Tevfik ve Ahmet izzet Paşa gibi önemli şahsiyetleri de almıştır. Bu arada işgal sahasını daha da ileriye kaydırmak isteyen Yunanlılar Urla’da hiç beklemedikleri bir direnişle karşılaştılar. 16 Mayıs 1919 sabahı Urla’daki Türk köylerine saldıran yerli Rum çeteleri, halkın, bir avuç Türk askeri ile birlikte kahramanca karşı koy-ması üzerine geri püskürtüldü. Aynı şekilde ikinci direnme Ayvalık’ta meydana geldi. Ayvalık’ta bulunan 172. Alay Kumandanı Yarbay Ali (Çetinkaya) Bey, 28/29 Mayıs sabahı karaya çıkmak isteyen Yunan birliklerini, emrindeki az sayıda kuvvetle karşıladı. Balıkesir mutasarrıfı ile 172. Alay Kumandanı’nın çarpışmaların başladığını bildiren telgraflar üzerine, (6) mesele hemen Meclis-i Vükelada görüşüldü. Meclis hararetli tartışmalardan sonra, bilhassa Ahmet İzzet Paşanın teklifiyle, “Düşman ilerlediği takdirde ateşle karşılık verilmesi ve direnilmesi, ancak lüzumunda geri çekilmek de dahil olmak üzere, askerin esir düşmemesi için gerekli tedbirlerin alınmasına” karar verdi. (7)


Aynı tarihlerde doğu sınırındaki 15 . Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir Paşa tarafından, o havalide bulunan İngiliz subaylarına Van civarına bir Ermeni kuvveti geleceği haber verilerek, karşı konulacağı bildirilmişti. Ona da bu gibi taarruzlara karşı konulması ve gerekirse kolordusunu seferber etmeye de yetkili olduğu bildirilmiştir. (8) Ancak bütün bu kararların, Damat Ferit’in Paris Konferansı dolayısıyla İstanbul’da bulunmadığı bir sırada alınmış olduğunu hatırlatırız. Çünkü Dahiliye Nazırı Ali Kemal Bey ve Adliye Nazırı Üryanizade Cemil Molla Bey, işgale kesinlikle karşı konulmaması tarafını tuttuklarından, mülkî memurlara bu kararların hilafında emirler vermişlerdir. Bu arada Amiral Calthorpe, Osmanlı Hükümeti’ne verdiği bir nota ile, “Samsun sancağından endişe verici haberler alındığını, bazı kötü niyetli kişilerin hadise çıkarmaya çalıştıklarını ve bu işte Mustafa Kemal Paşanın başrolü oynadığı belirtilerek, Karadeniz Ordusu Başkumandanı General Milne tarafından değiştirilmesi için Harbiye Nezaretine direktif verildi. (9) Meclis-i Vükela bu isteğin kabul edilmesi ve Mustafa Kemal Paşanın geri çağrılmasını zorunlu olarak karar altına aldıysa da, Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa, açık emir vermeyip istişare için acele olarak İstanbul’a gelmesini bildirerek işi geciktirmeye çalıştı. (10) İngilizler bu kere Miralay Refet Beyin geri çağrılmasını istedilerse de, Harbiye Nezareti bu zatı azlederek, yerine Miralay Selahaddin Beyi tayin edip Samsun’a gönderdi.

Refet Bey de, en yakın amirinin Mustafa Kemal Paşa olduğunu bildirerek kumandayı bırakmamış ve Samsun’un arkasındaki sırtlarda savunma tertibatı almıştır. (11)

Teslimiyetçi bir çizgide yürüyen hükümetin Dahiliye Nazırı Ali Kemal Bey, 22/23 Haziran 1919’da Balıkesir Mutasarrıflığına gönderdiği bir yazıda, işgaller ne denli haksız olursa olsun, hakkımızı ancak siyaseten savunabileceğimizi, karşı koyarak bu meselenin üstesinden gelinemeyeceğini, açık talimata aykırı hareket edenlerden hesap sorulacağını bildirmiştir. (12) Üstelik Harbiye Nazırı’nın da 14. Kolorduya gönderdiği yazı Dahiliye Nazırı’nın görüşlerini destekler mahiyetteydi. (13) Buna rağmen Konya vilayeti ile Karesi ve Kütahya sancaklarında, daha bazı yerlerde ordu müfettişlerinin emriyle 1311 ve 1316 doğumlular silah altına çağrılmış ve diğer doğumlulardan da gönüllüler toplanmaya başlanmıştı. Üstelik bunların sefer masrafları için de halktan yardım toplanıyordu. (14) Bunun üzerine Dahiliye Nazırı, bütün vilayetlere ve mutasarrıflıklara gönderdiği şifre genelge ile, hükümetten böyle bir emir verilmediği için, bu tür hareketleri tertip edenlerin şiddetle cezalandırılacağını bir kere daha yineliyordu. (15) Öyleyse, Dahiliye Nazırı için herşey bitmiştir. Karşı koyarak boş yere insanımızı kırdırmaya gerek yoktur. Paris’te toplanan konferans son ümittir. Bunun için merkezden emir almadan bu tür hareketlere girişenlere mani olunmalı, ahali ikaz edilmelidir. (16) Bu gelişmeler üzerine, hükümet, 23 Haziran 1919 tarihli kararı ile, çağrıldığı halde gelmediği ve “halkı hükümete karşı tahrike teşebbüs ettiği” gerekçesiyle, Mustafa Kemal Paşayı azlederek yerine Bahriye Nazırı Hurşit Paşanın tayin edilmesine ve Mustafa Kemal Paşanın bundan sonra yapacağı tebligat ve iş’arların resmî sıfatının kalmadığını ilgili vilayetlere bildirilmesine karar verdi. (17) Ayrıca Dahiliye Nazırı Ali Kemal Bey, Sivas vilayetine gönderdiği 29 Haziran 1919 tarihli şifre telgrafla, Mustafa Kemal Paşanın “suret-i kat’iyyede” azledilmiş olduğunun bilinmesini tebliğ etti. (18) 9 Temmuz 1919’da gönderdiği bir başka telgrafla da, Samsun’a çıkarılan İngiliz işgal kuvvetleri için mümessiller nezdinde gerekli teşebbüsatın yapıldığını, bunun İngilizlerce bir işgal olarak kabul edilmemesi gerektiği cevabı alındığını belirterek, azledilmiş olan Mustafa Kemal Paşanın hareket ve ter-tiplerine iştirak ve muvafakat edilmemesini, Harbiye Nezaretince de kumandanlara bu yolda talimat verilmiş olduğunu bildirmiştir. (19) Aynı şekilde, 9 Temmuz 1919 tarihinde Diyarbekir vilayetine çekilen şifre telgrafla Mustafa Kemal Paşanın azledilmiş ve harekatının “merdud” verdiği emirlerin reddi gerektiği vurgulanarak, Erzurum Kongresi’nden maksadın ne olduğuna dair, acele bilgi verilmesi istenmiştir. (20) Gelişmelerden son derece endişeye düşmüş olduğu anlaşılan Damat Ferit Hükümeti, “Müdafaa-i Millîye ve Redd-i İlhak Cemiyetlerinin çalışmalarına asla yardımcı olamayacağını ilan ediyordu.

Mustafa Kemal Paşa kastedilerek, bazı ordu müfettişlerine verilen yetkilerin, memleketin selamet ve asayişinin sağlanmasına ait tedbirleri almak olduğu hatırlatılarak, sadece bu noktada mülkî ve askerî kuvvetlerin birleşmesiyle netice elde etmeye ma’tuf olduğu vurgulanıyordu. (21) Dahiliye Nezareti, 17 Temmuz’da Van ve 21 Temmuz’da da Bitlis, Hüdavendigar, Ankara ve Sivas vilayetleriyle Karasi Mutasarrıflığına gönderdiği şifre talimatlarla lazım gelenlerin ikaz edilmesini ve etkili tedbirlerin alınmasını istiyordu. (22) Bütün bunlardan bir netice alamayan hükümet, Dahiliye Nazırı Adil imzasıyla 29 ve 30 Temmuz 1919 tarihiyle hemen tüm vilayet ve mutasarrıflıklara gönderdiği şifre telgrafla, Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Beyin yakalanarak derhal İstanbul’a gönderilmelerini istedi. (23) Damat Ferit’in bu icraatlarına ancak bir hafta dayanabilen Ahmet İzzet Paşa, senelerce kumandası altında birlikte çalışmış olduğu, memleketin bu iki güzide evladının tutuklanmasına karşı çıkarak, 29 Temmuz 1919’da istifasını vererek hükümetten çekilmiştir. (24) Bu olaydan sonra Damat Ferit, hem Ahmet izzet Paşa ve arkadaşlarına, hem de Anadolu’daki millî harekete karşı tutumunu daha da sertleştirecektir. İlk adım-da, 30 kadar mutasarrıf ve kaymakam azledildi ya da istifa etmiş sayıldı. Bunların yerine, 54 kadar yeni mutasarrıf ve kaymakam tayin edildi. (25) Damat Ferit Hükümeti’nin bir başka teşebbüsü de, Anadolu’ya tahkik heyetleri gön-dermek olmuştur. Heyetlerin amacı, taşrada huzur ve asayişi bozabilecek bazı ahval ve hadisat ve muamelatın meydana gelmekte olması sebebiyle, soruşturmalarda bulunup rapor vermek ve acil işleri telgrafla bildirmekti. (26) Bunun anlamı açıktı: Merkeze, genellikle itaatkar olan mülkiye teşkilatına karşılık, askerî teşkilatta merkeze karşı bir baş kaldırma durumu varsa, bu gibi şahıslar hizaya getirilecekti. Fakat Amasya Genelgesi yayınlandıktan ve Erzurum Kongresi toplandıktan sonra, bu gibi kararları uygulamaya koymak hiç de kolay değildi.

Nitekim kabine üyelerinden bazıları, bilhassa Ahmet İzzet Paşa, bu heyetlerde görev almayı reddetmişlerdir. (27) Diğer taraftan, 3. Ordu Müfettişliği görevinden alınmış olan Mustafa Kemal Paşanın askerlik mesleğinden kovulmasına, haiz olduğu nişanlarla, uhdesinde bulunan fahrî yaverlik rütbesinin kaldırılmasına karar verildi. (28) Bu arada Damat Ferit, Kuvâ-yı Mıllîye’ye karşı istenilen şekilde hareket etmediğine kanaat getirdiği Harbiye Nazırı Nazım Paşayı görevinden alarak, 13 Ağustos 1919’da bu göreve, “Kuvâ-yı Millîye’nin hakkından ben gelirim.” diyen emekli Ferik Süleyman Şefik Paşayı getirdi. 14 Ağustos 1919 tarihinde Harbiye Nezareti makamına oturan Süleyman Şefik Paşa, Nezaretin, hatta Türk ordusunun kalbur üstü birçok kumandanını topyekûn azletti. (29) Bununla da yetinmeyerek, kolordu kumandanlarının “Kolordu ahz-ı asker” başkanlıkları ile şifreli muhaberede bulunmalarını yasakladı. (30) Fakat kolordu kumandanları bu emri dinlemediği gibi, 28 Ağustos’ta azledilen 20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşanın yerine tayin edilen Mirliva Ahmet Hulusi Paşaya baskı yaparak bu görevi kabul etmesini engellediler.

Damat Ferit, kendisine muhalif olan çevreleri sindirmek amacıyla teşkil ettirdiği Divân-ı Harplerle, eski İttihad ve Terakki kabinelerinde görev almış birçok devlet adamını mahkemeye sevk etmiştir. (31) Ayrıca Kuvâ-yı Millîye hareketine sempatiyle bakan eski sadrazamlardan Ahmet İzzet Paşanın kabinesinden istifa etmesi üzerine, onu cezalandırmak için akla gelmedik icraatlara başvurmuştur. 0 sırada tek “Yaver-i Ekrem’in Ahmet İzzet Paşa ve kanunen de sadece tek bir kişinin bu unvana sahip olabileceğini bildiği halde; Ankara’da Ali Fuat Paşanın yerine tayin etmiş olduğu Ahmet Hamdi Paşa ile Kuvâ-yi İnzibatiye Kumandanlığına tayin ettiği Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşalara da Yaver-i Ekremlik ünvanını verdirtmiştir. (32) İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiser Vekili Amiral Webb’e aralarında Ahmet İzzet, Mustafa Kemal, Kazım Karabekir ve Ali Fuat Paşaların da bulunduğu gizli bir liste vererek; “siyasî düşmanlarım” diye nitelediği bu kişilerin tutuklanarak Malta’ya sürgün edilmelerini istemiştir. (33) Damat Ferit, bununla da yetinmeyerek, 24 Ağustos 1920 tarihinde çıkarmış olduğu “Tashih-i Rüteb-i Askeriyye Kararnamesi’ne dayanarak, 30 Ağustos 1920’de Müşir Ahmet İzzet, Ali Rıza ve Salih Paşaların rütbelerini ferikliğe indirmiştir. (34) Ancak, daha sonra, Tevfik Paşanın son sadareti sırasında, 30 Ekim 1920 tarihli irade üzerine, 22 Kasım 1920’de bu üç güzide askerin rütbeleri yeniden iade edilmiştir. (35) Bütün bunlara rağmen, Anadolu’da bazı ordu komutanlarınca, hükümetin icraatlarına ters düşen emirler verildiği de oluyordu. Nitekim, Yunanlılara karşı halkın gösterdiği direniş karşısında, 2. Ordu Müfettişliği, “Ahz-ı asker kalemi riyaseti” ne yazdığı şifre telgrafta, millî hareketin engellenmemesini, her suretle takviye ve tanzimi hususunun tüm mülkî ve askerî memurların ve memleketin ileri gelenlerinin vatanî vazifesi olduğunu bildirmiştir. (36) Ancak, karşı tedbirleri, yani hükümetin çete olarak nitelendirdiği Kuvâ-yı Millîye’nin hemen dağıtılmasını isteyen ve destekleyen İtilaf devletleri idi. (37) Bu gelişmeler karşısında Heyet-i Temsiliye, tüm hareketini Ferit Paşa Hükümeti üzerinde toplamaya özen göstermiştir. Hükümetin takip ettiği düşmanca tutum karşısında Mustafa Kemal Paşa, Dahiliye Nazırı’na çektiği 11 Eylül 1919 tarihli telgrafında, milletin güvenini kazanmış yeni bir hükümet kuruluncaya kadar, Türk milletinin İstanbul Hükümeti ile muhabere ve münasebette bulunmayacağını, ordunun da milletten ayrılmayacağını bildirmiştir. (38) Damat Ferit’in, kolorduların doğrudan doğruya padişaha maruzatta bulunma isteklerini reddetmesi üzerine, kongre heyeti, 11/12 Eylül gecesi sadrazama bir telgraf çekerek, milletin padişahtan başkasına güveni kalmadığı için hal ve istirhamlarını ancak ona arz edebileceğini, fakat hükümetin buna engel olduğunu belirterek, bu halin bir saat devam etmesi halinde milletin, “kendisini her türlü harekat ve icraatında serbest telakki edeceğini, zaten, gayr-i meşru kabul ettiği hükümetle bağlarını keseceğini ve bundan sonra milletin alacağı vaziyyetin İtilaf devletleri mümessillerine de bildirileceğini” açıklamıştır. (39) Ancak, bundan bir netice alamayan Umumî Kongre Heyeti, meşru bir hükümet iş başına gelinceye kadar milletin İstanbul ile bağlantısını kestiğini her tarafa duyurdu ve keyfiyeti İtilaf devletleri temsilcilerine de bildirdi. (40)

Sivas Kongresi ertesinde Dahiliye Nazırı Adil Bey ve Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşanın Kuvâ-yı Milliye hareketine karşı yürüttüğü çabaların sonuçsuz kalması hükümetin durumunu hayli sarsmıştı. Kabine üyeleri arasında anlaşmazlık baş göstermesi ve memleketin her yanından hükümetin çekilmesi için telgraflar yağmaya başlaması üzerine Damat Ferit Paşa, 1 Ekim 1919 tarihinde hükümetin istifasını verdi. Yeni kabineyi kurma görevi önce Tevfik Paşa’ya verilmişse de, onun görevi kabul etmemesi üzerine, bu göreve Ali Rıza Paşa getirildi. 2 Ekim 1919’da iktidara gelen kabinenin ilkesi, “Meşrutiyetin takviyesi ve Anadolu ile anlaşma ve yakınlaşmanın teminini sağlamaktı.” (41) Bunun yanı sıra Kuva-yı Millîye’ye sempati duyan ve millî birliğe taraftar olanların bu kabinede bir araya gelmesi, Heyet-i Temsiliye’yi umutlandırmıştı. Sadrazam Ali Rıza Paşa, ilk iş olarak Cevat (Çobanlı) Paşayı yeniden Erkan-ı Harbiye-ı’ Umumiye Riyasetine getirdi. (42) Harekat-ı Millîye’ye ait telgrafnameler eski hükümet tarafından murakabeye tabi tutulmakta idi. (43) Ali Rıza Paşa Kabinesi, 11 Ekim 1919 tarihli toplantısında, Kuva-yı Millîye ile ilgili telgrafların denetlemeye tabi tutulmaları hakkında, Damat Ferit Paşa Hükümeti’nce getirilen tahdit usulünü kaldırdı. (44) Bu arada Mustafa Kemal Paşa, 7 Ekim 1919 tarihinde padişaha bir telgraf çekerek, Damat Ferit Paşa Kabinesi’ni azlettiğinden dolayı, millet adına teşekkür etmiştir. (45) Sadrazam Ali Rıza Paşa da, Mustafa Kemal Paşaya çektiği 8 Ekim tarihli telgrafında, teşekkür telgrafına padişahın memnun olduğunu kendisine bildirmiştir. (46) Bu gelişmeler üzerine, Mustafa Kemal Paşa, sadrazama bir telgraf çekerek, Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde kabul edilen esaslara riayet edilmesi, “Meclis-i Mebusan” toplanıncaya kadar düşmanlarla herhangi bir taahhüde girişilmemesi, mjllî harekete katılmış veya bu hareketi tasvip etmiş olanlar hakkında yapılmakta olan soruşturmaların durdurulması gibi şartların kabul edilmesi halinde, Kuvâ-yı Millîye’nin hükümeti destekleyeceğini bildirdi. Ali Rıza Paşa Hükümeti de, Mustafa Kemal Paşaya bir telgraf çekerek, kendisiyle yüz yüze görüşmede bulunmak üzere Salih Paşanın Samsun yoluyla Amasya’ya gönderildiğini bildirdi. (47)


Böylece Amasya’da 20-22 Ekim 1919 tarihleri arasında yapılan görüşmeler sonunda antlaşmaya varılarak bir protokol imzalanmıştır. (48) Ancak, görülen o ki, Sivas Kongresi’nden sonra çok güçlenmiş olan Kuvâ-yı Milliyeciler, bu hükümet zamanında güçlerini daha da arttırmaya başlamışlardı. Bir ara Müşir Zeki Paşanın idaresi altında yeni bir hükümet kurulacağı haberi yayılması üzerine Mustafa Kemal Paşa, 2 Kasım 1919’da Harbiye Nazırı Cemal Paşaya, “Sadrazamın hiçbir şekilde iktidardan ayrılmamasını, aksi takdirde bütün memleketin tekrar İstanbul’la ilişkilerini keseceğini” bildirdi. (49) Bu arada Harbiye Nezareti Levazımat-ı Umumiye Dairesi, Kuva-yı Millîye’nin iaşesinin temin suretine ait bir talimat yayınlayarak, teşkilatın iaşesinin mıntıkalarında bulunan nizamî kıt’alar tarafından temin edileceğini, kumandanlarının da mıntıkalarında bulunan Kuva-yı Millîye’nin mevcudunu, iaşe ettikleri insan ve hayvan adedini, fazladan beslediği kadrosu varsa ne yapması gerektiğini bildirmiştir. Ancak şu kaydı da koyarak, dikkatli olunmasını istemiştir: “Gerek tabelalarda ve gerekse iaşe cedvel ve makbuzlarında Kuva-yı Millîye namı derc edilmeyecek (Kolordunun kıtaat-ı sairesinden misafirdir.) mahlasıyla idhal ettirilecektir.

Kıtaat-ı Nizamiyeden Kuva-yı Millîye iaşesine verilen iaşe mevaddı nazar-ı dikkati celb etmeyecek derecede te’min ve i’ta eylenecek ve bu husustaki muhaberat ve vesaik daima tarafımızca mahrem bir surette cereyan ve hıfz ettirilecektir. 4 Kanün-ı evvel 1919.” (50) Ancak, Kuva-yı Millîye tarafından Gördes “Duyun-ı Umumiye” sandığından makbuz mukabilinde bir miktar para, erzak ve saire alınması üzerine, Maliye Nezareti bu türlü müdahalelerin engellenmesi için Harbiye Nezaretince icap edenlere kat’i tebligat yapılmasını istemiştir. (51) Bilindiği üzere, 3 ncü Ordu Müfettişi iken görevine son verilen, bunu takiben askerlik mesleğinden istifa eden Mustafa Kemal Paşa hakkında, önceki hükümet tarafından askerlikten ihraç ve sahip olduğu nişan ve madalyalarla, fahrî yaverlik rütbesinin alın-masına dair 9 Ağustos 1919 tarihinde bir irade-i seniyye çıkarılmıştı. Bu kere Harbiye Nezareti, bu muamelenin bir mahkeme kararına iktiran etmemesi sebebiyle kanunen uygun olmadığı için düzeltilmesi, sahip olduğu nişan ve ma-dalyaların iadesi ile yalnızca askerlikten istifasının kabulüne dair 28 Aralık 1919’da bir tezkere verdi. (52) Bunun üzerine 29 Aralık 1919 tarihinde toplanan Vükela Meclisi, hiçbir Divan-ı Harbin hükmüne dayanmaksızın yapılan bu muamelenin düzeltilmesi hususunda, Mustafa Kemal Paşanın askerlikten istifa, fakat “tard olunmuş” tanınmasına ve geri alınan nişan ve madalyalarının iadesi için bir iradenin alınmasını gerekli görmüş, ancak “fahri yaverlik” rütbesinin doğrudan doğruya padişah tarafından verilmiş olmasından dolayı bu hususta bir şey denilemeyeceğine karar vermiştir. (53) Bu hükümet Kuvâ-yı Millîye ile eşkiya çetelerini kesinlikle ayırmış, “Kuva-yı Millîye” unvanını şahsî menfaatlerinin teminine alet edinen ve buna cüret edenler hakkında kanunî soruşturma başlatmıştır. (54) Nitekim Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Dairesi, Nazilli’de Aydın Mutasarrıf Vekili’ne “Gayet müsta’cel, dakika te’hiri gayr-i caizdir.” kaydıyla gönderdiği şifre telgrafla, Demirci Mehmet Efeye isnad edilen olayların kendisinin “mazhar-ı afv” olmazdan ve harekat-ı milliyeye iştirak etmezden evvelki zamana ait olduğu ve halen kendisinin asayişin muhafazası ve vatanın müdafaası uğrunda çalışmakta bulunduğunu bildirmiştir. (55) Bu sırada millî kuvvetlerin Batı Cephesi’ndeki taarruzları üzerine, General Milne, Harbiye Nezaretine gönderdiği sert bir nota ile, müttefik birliklerine karşı girişilen bu harekatın derhal durdurulmaması halinde, “şimdiki mevkilerinden ileri gitmemeleri” için Yunanlılara vermiş olduğu emri kaldıracağını ve onlara “daha ileri mevziler almaları hususunda” yeni emirler vermek zorunda kalacağını bildirdi. (56) Bu gibi tehditler millî kuvvetleri yıldırmamış olsa da, Batı Anadolu’da büyük bir toprak parçası daha Yunanlılara verilmiş oluyordu. “Milne Hattı” adı verilen, Türk ve Yunan kuvvetlerinin geçemeyecekleri bu hat hususunda general, 3 Kasım 1919’da Osmanlı Hükümeti’ne bir nota vererek, Kuvâ-yı Milliye’nin 12 Kasım tarihine kadar bu hattan 3 km geri çekilmesi gerektiğini bildirmiştir. (57) Ancak Harbiye Nazırı Cemal Paşa, General Milne’e gönderdiği bir nota ile, bu durumun meydana getireceği mahzurlara işaret ederek, hükümetin vereceği geri çekilme emrinin dinlenmeyeceğini bildirmiştir. (58) Kuvâ-yı Milliye harekatının devam etmesi karşısında son derece hiddetlenen General Milne, Harbiye Nezaretine çok sert bir nota vererek, bu durumdan Osmanlı Hükümeti’ni sorumlu tuttu. Fakat Harbiye Nazırı’nın da bu notaya cevabı onun kadar sert oldu. No-tada bu duruma Yunanlıların yaptıkları zulüm ve vahşetin sebep olduğunu belirterek, memleketlerini korumaya çalışan Türk halkını bu işten kimsenin menetmeye muktedir olamayacağını bildirdi ve barış konferansına bu cevabın da duyurulmasını istedi. (59)

Bu sırada, İzmir’in Yunanistan’a ilhak edileceği haberleri üzerine, Sadrazam Ali Rıza Paşa ve Hariciye Nazırı Reşit Paşa, Amiral de Robeck’i ziyaret ederek, böyle bir teşebbüs vukuunda Anadolu’da çok vahim durumların ortaya çıkabileceğini bildirdiler. Amiralin meseleyi Londra’ya yazacağı sözüne rağmen, Osmanlı Hükümeti, 23 Aralık 1919’da Mustafa Kemal Paşayı gelişmelerden haberdar etti. Ayrıca gerekli talimatın gönderilmek üzere olduğunu bildirerek, bu husustaki mütalaasını sordu. Bu sıralarda Ankara’ya varmış olan Paşa, 29 Aralık’ta bu yazıya verdiği cevapta, “İzmir’in ilhakı teşebbüslerine siyaseten ve fiilen karşı konulacaktır.” şeklinde üstü kapalı bir cevap verdi. (60) Nihayet 12 Ocak 1920 tarihinde açılan Meclis-i Mebusan, 28 Ocak’ta yapılan gizli celsesinde “Misak-ı Millî”yi kabul etti. İtilaf devletlerinin emellerine ters düşen bu kararları Osmanlı Meclisi altında yayımlamak gerçekten büyük bir cüretti. Çünkü İzzet Paşa Kabinesi’nden sonra iş başına gelen Osmanlı hükümetleri, müttefik devletlerin ileri sürdükleri hemen her isteği kabul etmek zorunda kalmışlardı. Üstelik İtilaf devletleri bu iktidar döneminde, düzenli Türk birlikleri ve Kuvâ-yı Millîye’nin birbirlerine daha çok yardım etme durumuna girdiğini görmekte gecikmediler. Çünkü Harbiye Nazırı Cemal Paşa ile Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat Paşa, Klikya’da Fransızlara, İzmir’de de Yunanlılara karşı direnen Kuvâ-yı Milliye’ye açık destek vermişlerdi. Bu sebeple paşaların görev başında kalmalarına tahammülleri kalmayan itilaf devletleri yüksek komiserleri, 20 Ocak 1920’de Osmanlı Hükümeti’ne bir nota vererek, Cemal ve Cevat Paşaların 48 saat içinde görevlerinden uzaklaştırılmalarını istediler. (61) Hükümet bu suçlamalara karşı kendisini savunduysa da, istifa edip Damat Ferit’e yeniden iktidar yolunu açmamak için, 21 Ocak 1920 akşamı paşaların istifa etmiş olduklarını bildirdi. (62) Hükümet bu baskılar karşısında gücünü kaybetmiş gözükse de, vatana hizmet gayretinden vazgeçmemiştir.

Nitekim Harbiye Nezareti, hükümetten, Yunanlıların yeni bir saldırıya geçmeleri halinde, Kuvâ-yı Millîye’nin bunu durduramayacağını, askerî birliklerin de şu andaki güçleriyle buna engel olamayacaklarını, kolordulardan bazılarının mevcutlarının arttırılmasını ve depolarda bulunan silah ve cephaneye el konulması için gerekli tedbirlerin alınmasını istemiştir. (63) Bu sırada, Akbaş Cephaneliği’nde bulunan silah ve mühimmatın 26/27 Ocak 1920 gecesi Köprülülü Hamdi Bey ve arkadaşları tarafından Anadolu’ya kaçırılması üzerine İtilaf devletleri, Osmanlı Hükümeti’ne bir ültimatom vererek, suçluların yakalanarak, silahların geri verilmesini istediler. Aksi takdirde Bandırma’ya asker çıkaracakları tehdidini savurdular. Bu sırada 17 Şubat 1920’de Biga’ya gelen Ahmet Anzavur, Akbaş’tan kaçırılmış olan silah ve cephaneyi ele geçirmek için Yenice’yi bastı. Ve bir beyanname yayımlayarak, öteki şehir ve kasabaları da Biga gibi, Kuvâ-yı Millîyecilerden temizleyeceğini açıkladı. (64) Ancak 3 Mart 1920’de hükümetin istifası bölgedeki karışıklık ve müdahalelerin daha da artmasına sebep oldu. Fakat 61 nci Tümen Komutanı Kazım (Özalp) Bey, Çerkes Ethem ve Demirci Mehmed Efenin kumandasındaki kuvvetler, yoğun çarpışmalardan sonra Anzavur taraftarlarını bozguna uğrattılar.

Yeni hükümeti kurma görevi Salih Paşaya verildi. 8 Mart 1920 tarihinde göreve başlayan Salih Paşanın işi gerçekten zordu. Nitekim, İtilaf devletleri, zaten İstanbul’un Türklerde kalmasını istemediklerinden baskılarını daha da arttırmaya başladılar ve Osmanlı Devleti’ne barış şartlarını zorla kabul ettirmek için 16 Mart 1920’de İstanbul’u işgal ettiler. Askerî ve mülkî erkandan pek çok devlet adamını tutuklayarak Malta’ya sürdüler. Bununla da yetinmeyen İtilaf devletleri, 27 Mart 1920’de Osmanlı Hükümeti’ne ortak bir nota vererek, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının İstanbul Hükümeti’nce red ve inkar edilmesini istediler. Kuvâ-yı Milliye hareketini “meşru hakların müdafaası” olarak nitelendiren Salih Paşa, İtilaf devletlerinin isteklerini reddederek 2 Nisan 1920 tarihinde istifa etti. Böylece Mustafa Kemal Paşa, 16 Mart 1920’de, Sivas’taki 3 ncü Kolordu Kumandanlığına gönderdiği bir yazı ile, İstanbul’da meclis dahil, hükümet daireleri ve telgrafhanelerin işgal edilmesinden dolayı, hilafet ve saltanat merkezi ile diğer resmî makamlara maruzatta bulunmanın mümkün olmadığım bildirdi. Ayrıca, milletçe alınması gerekli tedbirler için, bütün vilayetlerdeki sivil ve askerî amirlerden Heyet-i Temsiliye ile temasa geçmelerini istedi. (65) Ayrıca 17 Mart 1920 günü İstanbul ile resmî ve özel telgraf konuşmalarını ve telgraf memurlarının kendiliklerinden yapacakları gizli konuşmaları yasakladı. (66) Aynı gün, Heyet-i Temsiliye’nin bilgisi ve izni olmadıkça hiçbir makam ve hiçbir memurun İstanbul ile konuşma yapamayacağını ilgililere bildirdi. (67) Aslında yerli ve yabancı çevreleri rahatsız eden Misâk-ı Millî idi. Bu gelişmeleri dikkatle takip eden Damat Ferit Paşa ve Hürriyet-İtilaf Fırkası, İstanbul’da Anadolu’daki gibi bir karşı kuvvet ortaya çıkmak üzere olduğu, fakat kendisi iktidar mevkiine dönerse, bu kere kesin bir darbe ile asayişi geri getireceğini ve Anadolu’nun kuvvetini yok edeceği konusunda ilgilileri ikna etti. Böylece İtilaf devletlerinin baskısına daha fazla dayanamayarak istifa eden Salih Paşanın yerine, 5 Nisan 1920’de Damat Ferit Paşa sadaret makamına getirildi. Damat Ferit Paşayı yeniden iktidara getiren “Hatt-ı Hümayun’da Kuva-yı Millîye aleyhinde hükümler vardı. Bunda Kuvâ-yı Millîyecilerin yaptıkları hareketler suç telakki kabul ediliyor, bu hareketleri teşvik ve tahrik etmiş olanların cezalandırılması isteniyordu. (68)

Bu bakımdan, Damat Ferit Paşanın bu iktidarı zamanında Ali Rıza ve Salih Paşaların icraatlarına tamamıyla ters düşen davranışlar meydana gelmiştir. Millî Mücadele hareketine karşı düşmanca ve çok sert tedbirlere başvuruldu. Sadaret ve Hariciye Nezaretiyle beraber Harbiye Nezareti ve müşirlik ünvanını da alan Ferit Paşanın bu hükümeti, Türk tarihine kara leke olarak geçmiş rezilce ve zalimce uygulamalara maruz kalmıştır. Kuvâ-yı Millîyecileri padişah iradesi ve fetvalarla engellemeye çalışmış, onları padişaha karşı ayaklanma suçuyla itham etmiş; İstanbul’un işgalinde yapılan zulüm ve tutuklamalar yetmiyormuş gibi, birçok vatansever milletvekilini İngilizlere tutuklatıp, sürgün ettirmiştir. Bir zamanlar jandarma katibi iken, daha sonra eşkıyalığa saptığından dolayı, hükümet tarafından takip edilmekte olan Ahmet Anzavur’a paşalık rütbesi vererek, Karesi Mutasarrıflığına tayin etmiştir. 8 Nisan 1920 tarihinde İngiltere Yüksek Komiseri Amiral de Robeck ile görüşüp, onayını aldıktan sonra 11 Nisan 1920’de Meclis-i Mebusan’ı dağıtmıştır. (69) Memleketi istila eden Yunan kuvvetlerinin önünde ulema kıyafetinde birtakım adamları sevk ettirerek, Yunan askerlerinin halife kuvveti olduğunu ve karşı konulmaması gerektiğini halka telkin ettirmiştir. Adliye Nazırı Ali Rüşdü ise, Yunan taarruzu esnasında taarruz edenin bir an önce Ankara’yı istila ile Millî Hükümeti imha etmesine dua ettiğini gazetelerde yayımlatmıştır. (70) Ancak, iktidarın bu tutumu kendisine bir şey kazandırmadığı gibi, aksine Anadolu’da kurulmakta olan millî teşkilatın, bir devlet disiplini içerisinde meşru hale gelmesini kolaylaştırarak, hızlandırmıştır. Ancak, hiçbir şey, 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılmasına engel olamamıştır. Meclis, ilk olarak 25 Nisan’da yayımladığı beyannamede; İngilizler tarafından satın alınan ve milleti birbirine düşürmek isteyen bazı hainlerin olduğunu, düşmana karşı silaha sarılan vatanseverlerin padişah ve halifeye isyan etmiş olarak gösterilmeye çalışıldığını ifade etmiştir. Ayrıca, “Allah’ın rahmet ve yardımı da halife ve padişah, millet ve vatanı kurtarmak için çalışanların üzerinden eksik olmasın.” temennisi de unutulmamıştır. (71) 27 Nisan 1920’de ise padişaha TBMM’nin emriyle Mustafa Kemal Paşanın imzasını taşıyan bir sadakat arizası gönderilmiştir. (72) Kuva-yı Millîye hareketini bir şekavet hareketi olarak niteleyen Damat Ferit, İngilizlerin de desteğini alarak, bu hareketi yok etmek için Kuvâ-yı İnzibatiye adıyla bir ordu meydana getirmiştir. 18 Nisan 1920 tarihinde kurulan, alay, tabur ve bölüklerden müteşekkil; sözde gönüllü, aslında maaşlı askerlerden meydana gelen bu teşkilatın başına Süleyman Şefik Paşa getirilmiştir. (73) Aslında bir yığın çapulcu ile İttihat ve Terakki zamanında Enver Paşanın tasfiye edip, emekliye sevk ettiği subaylardan teşekkül eden ve pek çok kardeş kanının dökülmesine sebep olan bu kuvvetin 1 nci Alayına bir sancak verildiği gibi, ayrıca, 3 ncü rütbeden bir de mecidî nişanı verilmiştir. (74) Fakat Çerkez Ethem ve Miralay Refet Bey kumandasındaki kuvvetlerin 14 Haziran’da yaptıkları taarruzlar çok başarılı olmuş, Kuva-yı İnzibatiye birliklerinden bir kısmı, hiçbir direniş göstermeden Kuvâ-yı Millîye saflarına katılmışlardır. Bu arada TBMM, Damat Ferit’in Millî Mücadele aleyhinde meydana getirdiği olumsuz cereyanları önlemek, ayak- lanmaları kışkırtanları, idare edenleri ve katılanları yola getirmek amacıyla 29 Nisan 1920’de çıkardığı Hıyanet-i Vataniyye kanunu ile bu gibileri idam cezasına mahküm etmiştir. Ancak Damat Ferit, sadaretinin başlangıcından beri, Anadolu’dan gördüğü mukavemet neticesinde, uğramış olduğu başarısızlığın intikamını almak, işgal güçlerine verdiği söz ve teminatları yerine getirememesindeki sebep ve bahaneleri bulmak için; İstanbul’daki muhaliflerini de namertçe iftiralarla yok etmeye çalışmıştır. Olağanüstü yetkilerle, Birinci Divan-ı Harb-i Örfi başkanlığına getirdiği “Nemrut” lakaplı Mustafa Paşa, 1 Mayıs 1920’de Mustafa Kemal Paşa ve bazı arkadaşlarını ölüme mahkûm etmiştir. Bunlar hakkında gıyaben verilmiş idam kararını padişah, 24 Mayıs 1920’de “ele geçtiklerinde tekrar muhakeme edilmek” kaydıyla tasdik etmiştir. (75) Bu arada Kuva-yı Millîye yanlısı birçok kumandan, gıyablarında idama mahkûm olduğu gibi, Anadolu’ya geçerek Kuva-yı Millîye’ye katılan pek çok subay da askerlikten tard edilerek, ihraç edilmişlerdir. (76)

Bu sırada, 22 Haziran 1920’de Anadolu içlerine doğru ilerleyen Yunan kuvvetleri, 20 Temmuz’da bütün Trakya’yı işgal etmiş bulunuyorlardı. 17 Haziran 1920’de Paris’te toplanan konferansta, itilaf devletleri barışı imzalamak veya reddetmek hususunda Osmanlı delegelerine 27 Temmuz 1920 tarihine kadar süre tanıdı. Bunun üzerine 18 Temmuz 1920’de toplanan TBMM, “Misak-ı Millî” sınırları içindeki millet ve vatanı kurtarmak için and içti. Buna karşılık 22 Temmuz 1920 tarihinde toplanan Saltanat Şûrası ise, antlaşmanın imzalanması yönünde görüş belirtti. Antlaşmaya doğru, kabinesinde esaslı değişiklikler yapmak isteyen Damat Ferit, 30 Temmuz 1920’de hükümetin istifasını verdi. Ertesi günü de son Damat Ferit Hükümeti kuruldu. Nihayet Paris’e giden Osmanlı delegeleri 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması’nı imzaladılar. Ancak, bu antlaşmanın parlamentolar tarafından tasdik edilmedikçe, bir anlam ifade etmeyeceğini çok iyi bilen İtilaf devletleri yüksek komiserleri, Kuva-yı Millîye liderlerinin hareketlerinde ısrarları halinde; müttefiklerin, özellikle Yunan ordusunun yürüyüşe geçmesinin ve İstanbul’un elden çıkmasının kaçınılmaz olduğunu Ankara’ya anlatmak için bir Osmanlı heyetinin Anadolu’ya gönderilmesi gerektiğini kendi hükümetlerine bildirdiler. (77) Damat Ferit Paşa ise, Ankara ile temas ve münasebette bulunulmaması, millîciler üzerine kuvvet gönderilmemesi ve onlarla pazarlığa girişilmemesi yönünde görüş belirtti. (78) Aslında İtilaf devletleri, Ferit Paşa kabinesinden ümitlerini tamamen kesmiş ve bu devletlerin bir kere daha büyük bir savaş yükünü çekemeyecekleri ortaya çıkmıştı. Üstelik henüz ne Osmanlı Meclisi, ne padişah ve ne de hükümet tarafından imzalanmamış olan Sevr Antlaşması hususunda, artık Ankara Hükümeti’ni de hesaba katmak zorundaydılar. Bu se-beple Ankara ile anlaşmanın çarelerini aramaya başladılar. Nitekim bunun ilk işaretleri de gelmeye başlamıştı. İstanbul’un işgali olan 16 Mart 1920 tarihinden itibaren İngilizler telgraf haberleşmesine el koymuşlardı. Dahilî muhaberatta ise, Fransızca, İngilizce ve İtalyanca lisanlarından birine göre yazılmış telgrafların çekilmesine izin verildiğinden dolayı, Türkçe telgraf keşidesi mümkün olamamaktaydı. Defalarca yapılan müracaat üzerine nihayet, 7 Eylül 1920’de Türkçe telgraf muhaberatının da diğer üç lisanla beraber yapılmasına müsaade edilmiş ve her an Türkçe telgraf teatisine başlanabileceği, İtilaf devletleri telgraf kontrol heyeti reisi tarafından sözlü olarak bildirilmişti. (79) Daha sonra bütün devlet dairelerine tebliğ edilen bu keyfiyet, (80) İtilaf devletlerinin politikalarını büyük ölçüde değiştirdiklerine dair en önemli işaretti. İlk adımda, Anadolu ile irtibatı sağlamak için sadrazamın görevden uzaklaştırılması hususunda görüş birliğine varan yüksek komiserleri, 11 Ekim 1920’de padişahla yaptıkları gizil görüşmede Damat Ferit’ın değiştirilmesini istediler. (81) Anadolu ile anlaşabilecek hükümet teşkili konusunda Tevfik Paşa üzerinde mutabık kalınması üzerine tüm çabaları sonuçsuz kalan Damat Ferit Paşa, 16 Ekim 1920 günü hükümetin istifasını verdi. Böylece 21 Ekim 1920 tarihinde iktidara gelen Tevfik Paşa Hükümeti ile Ankara Hükümeti arasındaki münasebetler yeni ve çok farklı bir safhaya girmiş oluyordu.

Sonuç olarak Damat Ferit hükümetleri, ülkenin bağımsızlığı için teslimiyetçi politikalar izlemiş, bunun dışındaki hükümetler açık veya gizli olarak Kuvâ-yı Millîye’yi desteklemekten çekinmemişlerdir. Mütareke hükümetlerinin herşeye rağmen işgale kayıtsız kalmadıkları, hatta zaman zaman karşı koydukları görülmektedir. Bilhassa Harbiye Nezareti ve Meclis-i Vükelada görev alan vatanseverlerin bir devlet adamı ciddiyeti içinde işgalcilerin keyfî davranışlarına şiddetle karşı koydukları görülmektedir. Kuvâ-yı Millîye’yi, “Kuvâ-yı gayr-ı millîye” olarak nitelendiren Damat Ferit, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını gıyaben idama mahkûm ettirdiği gibi, İstanbul’da bulunup, Kuvâ-yı Millîye’ye destek verenler üzerinde de baskı kurmuştur. Hatta bunların bir kısmını Malta’ya sürdürdüğü gibi, pek çoğunun da rütbelerini indirerek, askerlik mesleğinden tard etmiş, Divân-ı Harb-i Örfîlerde çeşitli cezalara çarptırmıştır. Ancak Ali Rıza Paşa Hükümeti ile yeni bir sayfa açılmış, bu hükümet zamanında Kuvâ-yı Millîye daha da güçlenmiştir. Salih Paşanın sadareti sırasında gelişen hadiseler, işgallere karşı direniş ve alınan kararlar; Millî Mücadele’yi haklı olduğu davada meşru zeminlere oturtmuştur. Burada Ankara’nın istiklal Savaşı’ndaki yeri ve hizmetleri tartışılmayacak boyuttadır. Ancak İstanbul’da

Damat Ferit hükümetleri dışındaki hükümetlerin; bilhassa Ahmet İzzet, Ali Rıza, Salih ve Ziya Paşa gibi Kuvâ-yı Millîye hareketine destek vermiş olan askerlerin doğrudan görev aldıkları kabinelerin Millî Mücadele’deki hizmetleri küçümsenmemelidir. Bilhassa askerî ve siyasî alanda Ankara’ya açıkça destek veren son Osmanlı Hükümeti olan Tevfik Paşa ka-binesinin icraatları kayda değer olup, bir başka çalışmamızın konusunu teşkil etmektedir.

Kuva-yı Millîye’nin işgale karşı muazzam direnişi ve Anadolu harekatını yok etmek için tertip edilen isyanlarda büyük başarı elde etmesi karşısında İtilaf Devletleri, Damat Ferit Paşa Kabinesi’nden ümitlerini tamamen kesmişlerdi. İslam Dünyası’nın Türkiye lehindeki baskısının gittikçe genişleyerek önemini artırdığı bir sırada, sertlik yanlısı Clemencau’nun siyasetten çekilmesi, Yunanistan’da Kral Aleksandre’ın ölümü, Venizelos’un iktidardan düşmesi, İtilaf Devletleri’nce pek de sevilmeyen Kral Konstantin’in dönüşü, bu devletleri Yunanlılar’a karşı her türlü taahhüdden kurtarmış olduğundan, Türkiye hakkındaki siyasetleri de yol değiştirmişti 1. Bu yüzden son çare kabilinden Ankara ile uyuşma yolu seçilmiştir. Üstelik Sevr Antlaşması’nın milletçe bütünüyle reddedilmesi ve Kuva-yı Millîye’ye karşı takip ettiği politikanın başarısızlığa uğraması sadrazamı iyice gözden düşürmüştü. En sonunda kendi partisi bile aleyhine dönen Damat Ferit Paşa, 16 Ekim 1920’de istifa etmek zorunda kaldı.2 Bütün umutlarını Tevfik Paşa’ya bağlayan İtilaf Devletleri, birkaç askerî görevliyi de Ahmed İzzet Paşa’ya göndererek, Paşa’nın gelecek hakkındaki düşüncelerini ve bilhassa gizli bir şekilde münasebette olduğunu sezinledikleri Anadolu liderlerinin Bolşeviklere tamamen bağlı olup olmadıklarını öğrenmek istemişlerdi. İzzet Paşa ise, büyük çoğunluğunu memleketin askerî ve mülkî erkanının, arazi sahipleri ve aydınların oluşturduğu bu heyetin, komünizme meyletmelerinin düşünülemeyeceğini, ancak Batılı devletler tarafından haksız bir baskıda ısrar edilecek olursa, Rusya’nın kucağına atılmalarının uzak bir ihtimal olamayacağını ifade etti.3

Damat Ferit Paşa ve çevresindekiler, İzzet Paşa’nın Ankara Hükümeti’yle ilişkide bulunduğunu devamlı olarak İtilaf Devletleri’nin askerî ve siyasî ileri gelenlerine jurnal ettirdikçe, onlar da Ankara ile temas hususunda O’nu aracı koymaya başlamışlardı. İzzet Paşa da çoğu eski öğrencileri ve silah arkadaşları olan Ankara liderlerine tavsiye mektupları yazmaktan çekinmemişti.4 Böylece Kuva-yı Millîye liderlerince benimsenen ve Anadolu Hareketi’ne sempati ile bakan kişilerden oluşan bir kabineye görev verilmesi düşünülmeye başlanmıştı. Nihayet 17 Ekim Pazar günü, Amerika Birleşik Devletleri temsilcisi dahil İngiltere, Fransa ve İtalya yüksek komiserleri Padişah tarafından kabul edildiler. Hepsinin adına konuşan İngiltere yüksek komiseri, hükümetlerinden aldıkları talimata göre, Anadolu ile anlaşabilecek bir hükümet teşkil edilmesini Padişah’tan rica etti.5 Bunun üzerine yeni hükümeti kurma görevi Tevfik Paşa’ya verildi. 21 Ekim 1920 tarihinde göreve başlayan yeni kabinenin programında şu satırlar dikkat çekiciydi: “Beniyye-i vatanda hadis olan ve mevcudiyet-i devleti gayr-i muayyen avakıba sürükleyen ikiliği vâkar-ı devlet ve millet ile mütenasip surette bertaraf ederek mevcûdiyet-ı millîyemizi siyanet ve te’min etmek hey’etimizin ilk vazifesi olacaktır”.6 Yani hükümetin amacı, Anadolu ile samimi bir şekilde uzlaşmak ve devletin çıkarlarına uygun bir barış antlaşması imzalandıktan sonra ikiliği kaldırarak Osmanlı hanedanının hakimiyeti altında gerçek bir meşrutiyet, sağlam ve düzenli bir idare kurmak ve sağlamak olarak özetlenebilir.7 Bu nedenle hükümet ilk olumlu adımı atmış; önceki hükümet döneminde Kuva-yı Millîye’ye yardım etmelerinden dolayı kürek mahkûmiyeti, sürgün gibi çeşitli cezalara çarptırılmış olan mahkûmların affedilmelerine karar vermiştir.8

Mareşal Ahmed İzzet Paşa

İstanbul’daki İtilaf Devletleri yüksek komiserleri 25 Ekim’de, Sevr Antlaşması’nın derhal tasdik edilmesini isteyen müşterek bir notayı Osmanlı Hükümeti’ne verdiler.9 Fakat aynı gün hükümetin yapmış olduğu “siyasî beyan” İtilaf Devletleri yüksek komiserlerini hiç de memnun etmedi. Çünkü bu beyanda, hükümetle milletin elele vererek çalışması gerektiğine inanıldığı, barış antlaşmasının anayasanın icaplarına uygun olarak tasdik edilebilmesi için, birlik etrafındaki gayretler bir sonuca ulaşır ulaşmaz, Meclis-i Meb’usan’ın toplantıya çağrılacağı açıklanıyordu.10 Ayrıca İtilaf Devletleri’nin 25 Ekim 1920 tarihli notasına verilen 5 Kasım 1920 tarihli cevabî notada, sulhün tasdikinin ancak Ankara ile temastan sonra mümkün olacağı belirtilerek, bunun için de, en az bir aylık mühlet verilmesi talep ediliyordu.11

BİLECİK MÜLÂKATI VE MUSTAFA KEMAL PAŞA

Damat Ferit Paşa’nın iktidardan uzaklaştırılması ve Tevfik Paşa’nın sadrazamlığa getirilmesi, Ankara ile İstanbul’un arasını bulmaya yönelik gayretlere karşı büyük bir engeli ortadan kaldırmıştı. Bu kabinede eski sadrazamlardan Ahmed İzzet Paşa Dahiliye, Salih Paşa da Bahriye nezaretlerine getirilmişlerdi. Vatanseverliklerinden asla şüphe edilemeyecek iki eski sadrazama görev verilmesi, İstanbul ile Anadolu’nun birbirlerine yaklaşması için atılmış çok olumlu bir adımdı. Çünkü her iki paşa da Kuva-yı Millîye’ye gösterdikleri yakınlıkla tanınmışlardı. Bilhassa Ahmed İzzet Paşa, “Anadolu ile İstanbul’un zahiren münfekk, batınen ve kalben muvafık olarak çalışmalarını” istemekte idi.12 Bu sırada İsmet (İnönü) Bey’den İzzet Paşa’ya, İtilaf Devletleri’nin kendileriyle olacak münasebetlerinde Ahmed İzzet Paşa’dan başka kimsenin aracılığını kabul etmeyecekleri anlamında bir mektup geldi.13 Bunun üzerine Ahmed İzzet Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya başvurarak görüşme isteğinde bulundu. Buna olumlu cevap veren Mustafa Kemal, İzzet Paşa’nın Dahiliye Nezareti gibi önemli bir bakanlıkta bulunmasından dolayı Büyük Millet Meclisi’nin memnuniyetini belirtiyor; Türk milliyetçilerinin, Wilson ilkelerine göre ülkenin bütünlüğünü sağlayacak bir yönetim kurulması amacını takip ettiklerini ve millî birliğin ancak T.B.M.Meclisi’nce tespit edilen şartlar uygulanırsa sağlanabileceğini ileri sürüyordu.14 İzzet Paşa’nın 1 Kasım 1920 tarihinde kabine toplantısında açıkladığı bu şartlar, İstanbul Hükümeti’nin görüşlerinden büyük ölçüde uzaktı. Fakat izzet Paşa, İtilaf Devletleri’nin, bilhassa İzmir bölgesi, Trakya, malî denetim, kapitülasyonlar ve Boğazların durumuyla ilgili olarak antlaşmada bazı değişiklikler yapmaya razı olabilecekleri yolunda Ankara’ya güvence vererek, milliyetçileri tutumlarını değiştirmeye inandıracağını sanıyordu. Kabinenin de onayını alan Ahmed İzzet Paşa, İzmit ve Sapanca hattından giden telgraf hattını bağlamak ve haberleşmeyi sağlamak için, Bekir Efendi adında, Anadolu tarafından da güvenilir sayılan bir telgraf memurunu göndermişse de, Ankara Hükümeti bu memuru alıkoyarak iade etmemiştir. Sonunda kurmay yüzbaşı Neşet Bey, İnebolu yoluyla Ankara’ya gönderildi.16 Birinci Dünya Savaşı’nda, Mustafa Kemal Paşa’nın kumanda ettiği l6. Kolordu’nıın erkan-ı harbiyesinde bulunmuş olan Neşet Bey, aynı zamanda Padişahın damadı ve Tevfik Paşa’nın oğlu olan kurmay binbaşı İsmail Hakkı Bey’in başkanlığında kurulmuş olan Padişahın kurmay heyetinde de görevli idi. Neşet Bey, Anadolu ile ilişkileri gizlice devam ettirerek, sarayın tertiplerinden Anadolu’yu haberdar etmekteydi.17 İşte bu kıymetli subaya bir şifre ile sözlü talimat veren Ahmed İzzet Paşa, onu doğruca Mustafa Kemal Paşa’nın yanına gönderdi. Ankara’da yetkililerle görüşen Neşet Bey, Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin kuvvet ve kudretini ortaya koyan bir muhtıra ile birlikte, Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın bir davetnamesini getirdi. Bunda İstanbul Hükümeti’nin görüşme isteği kabul ediliyor ve görüşmenin Bilecik’te yapılması öngörülüyordu. Ayrıca İzzet Paşa’nın yanı sıra Salih Paşa’nın da gelmesi gerektiği belirtiliyordu.18

Aslında Anadolu’ya gönderilecek heyet, daha yola çıkmadan başarısızlıkla karşı karşıya idi. Çünkü, milliyetçileri Sevr Antlaşması’nı kabule inandırmak için, Yunanlıların Anadolu içlerine dek ilerlemeleri tehlikesinden başka, öne sürebileceği tehdit edici bir unsur yoktu. İşte bu sıralarda, Ankara’nın görüşmeyi kabul eden davetnamesini alan Ahmed İzzet Paşa ve heyeti 3 Aralık 1920 Cuma günü, Haydarpaşa İstasyonundan kalkan özel bir trenle Anadolu’ya hareket etti.19 Tevfik Paşa’nın, Padişahın ve hatta İstanbul’daki yüksek komiserlerin bütün umutları, bu heyetin üzerinde toplanmış bulunuyordu. Heyet 5 Aralık 1920’de Bilecik’te, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları ile görüştü. Fakat bu görüşme İzzet Paşa için büyük bir hayal kırıklığı mahiyetinde oldu. Çünkü Mustafa Kemal Paşa, İstanbul Hükümeti temsilcilerine karşı çok sert bir tavır takındı. Kendisini, “Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümeti Reisi” olarak takdim eden Mustafa Kemal Paşa, İstanbul Hükümeti’ni ve kendilerini o hükümetin üyesi olarak tanımadığını; dolayısıyla kendileriyle memleket meseleleri üzerinde konuşma yetkileri olamayacağını söylemiştir.20 Birkaç saat süren görüşmelerden sonra Ahmed İzzet Paşa, “Kuva-yı Millîye’nin hareket tarzını ve siyasetini haklı bulduklarını, kendilerinin hatalı düşündüklerini, Ankara’nın izlediği yolda yürümeye devam etmesini ve Anadolu ile hemfikir olduklarını” söyledi.21 Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul Heyeti ile uzlaşmak niyetinde olmadığı ortadaydı. Hatta müzakere esnasında Damat Ferit Hükümeti’nin kendi işine daha çok yaradığını, çünkü onun hakkındaki genel nefretin kendileri için kuvvet, İstanbul’da halkın güvenini kazanmış kimselerin kabine kurmasının ise zayıflık olduğunu açıkça ifade etmişti.22 Saatler süren görüşmelerden bir netice alınamaması üzerine, beklemekte olan trenle Ankara’ya hareket edildi. 6 Aralık 1920’de “Zoraki misafirlerle” birlikte Ankara’ya gelindi. Heyet üyeleri, istasyonda Mustafa Kemal Paşa’nın da bulunduğu bir topluluk tarafından fevkalade bir coşkuyla karşılandı. Hüseyin Kazım Bey’i, Ahmed Ferid Bey defalarca kucaklamış, Hamdullah Subhi Bey ise, “Hakan Kokusu Getirdiniz.” diye bağırmıştır.23 İzzet ve Salih Paşa ile diğerlerinden Anadolu’da istifade etmeyi düşünerek, haysiyetlerini korumak istediğini ifade eden Mustafa Kemal Paşa, Ankara’ya gelir gelmez Anadolu Ajansı’na verdiği resmî tebliğde, “Zulüm gördükleri için, B.M.M. Hükümeti ile görüşmelerde bulunmak bahanesiyle İstanbul’dan çıkan ve İngilizlerce göz hapsinde tutulan vatansever aydınlardan İzzet Paşa ile beş arkadaşının, memleketin hayır ve selameti için, daha faydalı ve etkili bir şekilde çalışmak üzere Anadolu’ya katılmış olduklarını” ilan ettirdi.24 Mustafa Kemal Paşa, bu sıralarda İzzet Paşa heyetinin Anadolu’da bulunmasının Millî Mücadele’ye ne denli zarar verebileceğini sezmişti. Fakat, bu görüşme isteğini kabul etmemezlik de yapamazdı. Ayrıca, İzzet Paşa heyetini Moskova’ya karşı bir koz olarak da kullanabilirdi. Çünkü o sıralarda Bolşevikler, İttihat ve Terakki ileri gelenleriyle ve Mustafa Kemal Paşa’nın yerini almaya hazırlanan Enver Paşa ile birtakım planlar içerisindeydiler.25 Üstelik o sırada Ruslar’dan büyük ölçüde silah ve mühimmat yardımı beklendiğinden, onları gücendirmemek için Bolşevik yanlısı görünmek siyaseti izlendiği anlaşılmaktadır.26 Bir başka tehlike de, Anadolu’ya bir barış heyetinin geldiği öğrenilirse, o sıralarda henüz toparlanmakta olan ordunun morali bozulabilirdi. Diğer taraftan, İzzet Paşa ve arkadaşlarının Millî Harekete katılmaya geldikleri Anadolu’ya duyurulursa, halkın morali yükseltilmiş olurdu. Kanaatimizce Mustafa Kemal Paşa, sadece İstanbul Hükümeti’ni değil, Padişahı da tanımıyordu. Bunu o sıralarda, hem de önemli görevlerde bulunmuş bir askere söyleyemezdi. Halbuki İzzet Paşa’nın Anadolu’ya Millî Mücadele için geldikleri yazılmış olsa, elbette durum çok farklı olacaktı. Son derece titiz ve haysiyet sahibi bir asker olan İzzet Paşa’yı, böyle bir beyanatın, kendisine haber verilmeden hazırlanarak ajanslar vasıtasıyla ilan ettirilmesi son derece üzmüştü.27 Neticede İstanbul Hükümeti ile Ankara arasında tam bir anlaşmaya varılamamakla birlikte, Mustafa Kemal Paşa, İzzet Paşa heyetinin Ankara’daki misafirlik müddetini uzatmaya karar verdi. Bütün hareketlerinde serbest olmakla beraber, Ankara’dan çıkmalarına izin verilmeyen, “herkesin büyük umut bağladığı” bu heyet bir çeşit rehin halini almıştı. Ankara, bilhassa dost ve düşman tarafından saygı duyulan bir asker olan İzzet Paşa’nın İstanbul’a dönmesini istemiyordu. Onun çalışmalarına Ankara’da devam edeceği inancı hala yaşatılıyordu. Fakat, İzzet Paşa bir türlü bu doğrultuda bir karara varamadı.

İSTANBUL VE ANKARA ARASINDA YAKINLAŞMA ÇABALARI

Birinci İnönü Savaşı’nın kazanılması T.B.M.Meclisi gerçeğini İngilizlere kabul ettirmişti. Üstelik İngilizler işgal altında bulundurdukları Musul-Kerkük yöresinde de yerli halkın direnişi…

(Visited 8 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 27.05.2008 tarihinde Esesli tarafından, Yakın Dönem Türkiye Tarihi bölümünde paylaşılmıştır ve 1383 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 2 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Son Osmanlı Hükümeti İle Ankara Hükümeti Arasındaki Münasebetler | Bilecik Mülâkatı Ve Mustafa Kemal Paşa orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakalePalanga | Az Kuvvetle Çok Yük Kaldırmak İçin Kullanılan Makaralar Sistemi Sonraki MakaleErasmus Programı Nedir?

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz