Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Osmanlı’da Askeri Yapı | Akıncılar – Acemi Ocağı -Cebeli – Cebeci ocağı – Beylerbeyi – Baruthane-i Amire – Asesbaşı – Asakiri Mansurei Muha..


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 22.08.2009 tarihinde Sema tarafından, Büyük Osmanlı İmparatorluğu bölümünde paylaşılmıştır ve 389 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


Osmanlı’da Askeri Yapı

:z30: Akıncılar


Seri hareketlerinden dolayı, Osmanlı Türklerinin hafif süvari kuvvetlerine verilen sıfattır. Akıncılar iyi binici olan atlılardan meydana gelirdi. Akıncılar ya sınırdaki yerlerde veya sınıra yakın bölgelerde bulunurlar, yaz-kış âkın yaparlar; mal ve esir alırlar, düşmanın durumu, yollar ve düşman kuvveti hakkında önemli bilgi getirirlerdi. Akıncıların hepsi de Türklerden seçilirdi. Babadan oğula geçmek üzere bir ocak da meydana getiren akıncılar, savaş zamanında ordunun keşif kolu hizmetini görürlerdi.

Akma kanunnamesi gereğince, bin akıncıya, bir binbaşı, yüz ere bir subaşı ve on ere de onbaşı komuta ederdi. Düşmanla karşılaştıklarında, belirli aralıklarla arka arka durarak takımlara ayrılırlar; hücum eden öndeki kısmın yardımına arkadakiler yetişirdi. Akıncıların hücumları çok ani ve sert olduğu için, düşman saflarım sarsarlar ve parçalarlardı.

Bir akının “akın” adını alabilmesi için, o saldırımın mutlaka akıncı beyinin emri altındaki bütün kuvvetler ile yapılması gerekirdi. Eğer akıncı beyi akına bizzat gitmez ve akına gönderdiği kuvvet yüz ve yüzden fazla olursa, böyle akına “haramilik” adı verilirdi.


Akın kuvveti yüzden az olursa “çete” adını alırdı. Akın ve haramilik akınlarından elde edilen esirlerden, “pençik” adı verilen beşte bir resim alınırdı.

Akıncıların isimlerini, eşkallerini ve tımara sahip olanların tımarlarını gösteren düzenli defterleri vardı. Bu defterlerin biri devlet merkezindeki defterhanede, diğeri ise akıncıların bulundukları eyalet veya sancak kadılıklarında korunurdu.

Akıncı ocağına girenler bulundukları bölgede, kefil göstermek mecburiyetindeydiler. Maaşları yoktu ve vergiden muaf idiler. Akına çıktıkları zaman düşman sınırına kadar yiyecekleri temin edilirdi. Bundan sonraki ihtiyaçlarını kendileri elde ederlerdi. Akıncılar, kılıç, kalkan, pala, mızrak ve bozdoğan gibi silâhlar kullanırlardı.

Akıncı beyine akın emri, “çeribaşılar” tarafından bildirilirdi. Toplu olarak bir yerde bulunmayan akıncılar, Rumeli’nin çeşitli bölgelerinde kısım kısım akına hazır dururlardı. Her bölgenin beyi ayrı olup, bağlı bulundukları beylerin aile isimleri ile anılırlardı: Turhanlı akıncıları, Mihallı akıncıları ve Malkoçoğlu akıncıları… vb.

Akına kuvvetlerinin toplam nüfusu kesin olarak bilinmeyen Osmanlı akıncılığı, 1595 yılına kadar devam etti.

Devletin sınır kalelerindeki “Serhad Kulu” teşkilâtına önem vermeye başlamasıyla, (1625′den sonra) akıncılar önemlerini iyice kaybettiler.

:z30: Acemi Ocağı


Orhan Bey zamanında kurulan Yaya ve Müsellem ordusu, sınırları genişleyen devletin ihtiyacına yetmez hale geldiğinden, esirlerden istifade yoluna gidilerek yeni maaşlı bir askerî teşkilât kurulması düşünülmüştür.

Bu düşünce ile I. Murat zamanında (XIV. yüzyılın son çeyreği), Çandarlı Kara Halil ile Molla Rüstem’in çalışmaları sonucunda, Gelibolu’da Acemi Ocağı kuruldu. Savaş esirlerinin 1 akçe gündelikle Lapseki, Çardak ve Gelibolu arasında işleyen at gemilerinde 5-10 yıl çalıştırıldıktan sonra 2 akçe gündelikle Yeniçeri olmaları kararlaştırıldı. Ayrıca bazı esirlerin Anadolu’da Türk çiftçilerinin yanlarına verilerek, Türkleştirilmeleri de düşünülmüş ve teşkilât genişletilmiştir.

Acemi Oğlanı iki şekilde sağlanmıştır:

1)
Savaş esirlerinin beşte birinden seçilerek;

2) Osmanlı sınırları içindeki Hıristiyan çocuklarından derlenerek.

Devletin, kanun hükmüne göre aldığı beşte bir hissenin dışında kalan esirler için, sahibinden Pencik adlı bir vergi alınırdı.,Bu sebeple ordu için alınan esir oğlanlara Pencik Oğlanları adı verilmiştir.

İlk zamanlarda, ordu için alınan esirlerin yaşlarına dikkat edilmemiş, savaşa yaramak şartıyla kısa bir talimden sonra ocağa kabul olunmuşlardır. Bu usul, giderek değiştirilmiş, 10 ile 20 yaş arasındaki esir erkek çocukların Acemi Ocağı için alınmaları hükme bağlanmıştır. Bir başka durum da Acemi Oğlanlar 1 akçe ile sürekli gemi hizmetleri görmeleri sakıncalı bulunmuş ve bunların belirli bir ödeme karşılığında Osmanlı hudutları içindeki çiftçilerin hizmetlerine verilmeleri kararlaştırılmıştır. Bu suretle Türkleşecek olan Acemi Oğlanların orduda daha iyi hizmet görecekleri düşünülmüştür. Bu hâl Sırpsındığı Savaşı’ndan sonra uygulanmaya başlanmıştır. Bu oğlanlar Türkleştirildikten sonra 1 akçe ile Gelibolu’daki gemi hizmetlerine veya kapuya çıkma, bedergâh adları ile Yeniçeri Ocağı’na kaydedilmişlerdir.

Fütuhatın artması ordunun da genişletilmesine sebep olmuştur. Bu sebepten Pencik oğlanından başka Devşirme ismiyle, Osmanlıların Rumeli’deki topraklarında yaşayan Hıristiyan tebaadan ocağa Yeniçeri yetiştirilmek üzere er alınması kararlaştırıldı. Hıristiyan tebaanın yaşları kanunen yeterli çocuklarından yalnız bir tanesinin orduya alınması kanunlaştırıldı. İhtiyaca göre 3-5 senede bir Hıristiyan çocuklardan 8, 10, 15, 18, 20 yaşlarındakilerden sıhhatli olanları, Acemi Oğlanı olarak alınmaya başlandı. Önce Rumeli’de tatbik edilen devşirme kanunu daha sonraları Arnavutluk, Yunanistan, Adalar, Bulgaristan, Sırbistan, Bosna-Hersek ve Macaristan’da da uygulanmaya başlandı.

Devşirme işiyle Yeniçeri Ağası meşgul olur, bu iş için çeşitli yerlere memurlar yollayarak Acemi toplattırırdı. Devşirme içinde, her hangi bir yolsuzluğa meydan vermemek için çok dikkat edilmiştir. Devşirme ile ilgili görevliler gittikleri bölgelerde 8-10-20 yaş arasındaki çocuklardan kırk hanede bir oğlan hesabıyla devşirme yapmışlardır. Bu hesap ihtiyaca göre değişirdi. Devşirme görevlileri bu oğlanları alırlarken kadılar, sipahiler veya vekilleri ve köy kethüdaları da hazır bulunarak bir yolsuzluk olmamasına dikkat gösterirlerdi. Kanun hükmüne göre Hıristiyan çocukların asili, sıhhatlisi ve güzeli seçilirdi. Ordu için alınacak çocukların orta boylu olmasına dikkat edilir; uzun boylu ve güzel olanlar da saray için ayrılırlardı. Yahudiler, ticaretle uğraştıklarından çocukları devşir ilmezdi.

Devşirilenler 100-200 kişilik kafileler halinde merkeze sevk olunurlardı. İlk dönemlerde merkeze şevkin masrafı, çocuğun.devşirildiği yerden hilat baha (kaput bedeli) veya kaput akçesi adıyla ve her çocuk basma 90-100 akçe toplanmak suretiyle karşılanırdı. Kul akçesi, XVII. yüzyılda 600 akçeye kadar yükseltilmiştir. Anası-babası olmayan çocuk, terbiyesi noksan ve açgözlü olabileceği gerekçesi ile devşirilmediği gibi köy kethüdasının oğlu, çoban oğulları, kel, fodul, köse, doğuştan sünnetli olanlar da devşirilmezdi. Kanun, Bosnalı çocukların saray ve Bostancı Ocağı için devşirilmesine müsaade ediyordu. Bunlara Poturoğulları adı verilmiştir. Kanun daha sonra Bosna’daki Boşnak çocuklarının da ordu için devşirilmesine izin verdi ve bunlara sünnetli oğlan denildi.

Trabzon Hıristiyanlarından çocuk devşirilmesine Sultan Yavuz Selim zamanında başlanmıştır. Ancak bunlar ocağın düzenini bozduklarından XVI. yüzyıl sonlarında Trabzon’dan çocuk devşirilmesi kaldırıldı. İlk zamanlarda İstanbul ve Bursa’dan sanat sahibi ve yüzleri gözleri açılmış olduğundan çocuk devşirilmesine karşı çıkılmışsa da daha sonra kabul edilmiştir. Ayrıca Karaman’dan Erzurum’a kadar olan bölgelerden Türk, Gürcü ve Kürt ailelerden çocuk devşirilmez, devşirilirse de çok dikkat edilirdi. Kayseri’den çocuk devşirilmesine Sultan Yavuz Selim zamanında başlandı. Mimar Sinan, Kayseri’den ilk devşirilen çocuklar arasındadır.

Kafileler halinde devlet merkezine nakledilen çocuklar, 2-3 gün dinlendirilirler ve Müslüman olmaları için Kelime-i Şahadet getirirlerdi. Bu kafileler, Acemî Ocağı’nın da yöneticisi olan Yeniçeri Ağası’nın denetiminden geçerdi. Ayrıca bunlar Yeniçeri Ağası huzurunda muayene edilirler ve sünnetsiz olanlar sünnet ettirilirdi. Çocukların güzel olanları saraya ayrılır, gürbüz olanları Bostancı Ocağı’na, geri kalanları da Anadolu Rumeli Ağaları vasıtasıyla Anadolu ve Rumeli’deki Türklere geçici bir zaman için verilirdi.Çiftçilerden alınan para ağalar ve katipleri arasında bölüştürülürdü. Acemiler, zanaatkarlara, şehir halkına, kadı ile danışmendlere ve İstanbul’a kesinlikle satılmazdı. Bu çocukların normal hayata alışacakları için askerliğin zor şartlarına uyamayacakları düşüncesiyle verilmedikleri kaydolunmaktadır.

Devşirilip çiftçiye satılan oğlanlar, her yıl Anadolu ve Rumeli ağaları tarafından gönderilen ve kethüda denilen görevliler aracılığıyla yoklanırdı; bir de kethüdaların maiyeti, çiftliklerden kaçan oğlanları yakalayıp yine çiftçiye teslim ederlerdi.

Bütün bu kanunlar XVI. yüzyıl sonlarına doğru bozularak Hıristiyan çocukları muayene edilmeden, rüşvetle devşirilmişlerdir. Bu karışıklıklar sırasında ocağa Müslüman çocuklar da kaydedilmiştir. Ayrıca Yeniçeri Ağası’nın himmetiyle de oğlan devşirilmiştir. Bu yolsuzluklar sebebiyle devşirmeler bozulmuş, iş göremez hale gelmişlerdir.

Gelibolu Acemi Ocağı: Acemi Ocağı, önce de belirtildiği gibi ilk defa Gelibolu’da kuruldu. Kuruluşta bu ocağa Acemi Ocağı Ağası unvanı ile bir görevli tayin edildi. İstanbul Acemi Ocağı kurulunca da Gelibolu Ocağı’na Gelibolu Ağası denilen bir başağa tayin edildi.Gelibolu Ağası bir yolsuzluğu görülmediği sürece, hayatimin sonuna kadar bu görevde kalırdı. Ağanın ölümüyle yerine Acemi Ocağı’nın Baş Yayabaşısı olan Birinci Çorbacı Gelibolu ağası olurdu. İstanbul devlet merkezi olduktan sonra Yeniçeri Ocağı’ndan ihtiyar bir Yaya Başı’nın da Gelibolu ağalığına tayini kanun olmuştur, tik zamanlarda ağanın gündeliği 25 akçe idi ve Gelibolu Acemi Ocağı mevcudu da 400 kadardı. Daha sonra bu miktar 500′e çıktı. Bu ocak acemileri Rumeli ve Anadolu arasında işleyip, hükümete ait her türlü nakliyatı yapan gemilerde hizmet görürlerdi.

İstanbul Acemi Ocağı: Sultan Fatih Mehmet zamanında Gelibolu Acemi Ocağı’ndan ayrı olarak kurulmuştur. Acemi Ocağı efradına Torba oğlanları ve Şâdiler denilirdi. Bunların Oda denilen kışlaları Şehzadebaşı ile Vezneciler arasında idi. Acemi Ocağı Kethüda dairesi (16 oda) ve Çavuş dairesi (15 oda) olmak üzere 31 oda (koğuş) idi. Acemi Ortasnın hepsi cemaat ismiyle anılmaktadır.

Acemilerin Hizmetleri: Saray acemilerine celep denildiği gibi Acemi Ocağı fertlerine de şâdi denirdi.

31 oda fertleri çeşitli hizmetlerde kullanılırlar, en küçükleri ise oda hizmeti görürlerdi. Acemiler, imalathanelerde, mirî gemilerde, odun ambarlarında, hasta odalarında, sultan hanım dairelerinde hizmet ederlerdi. Ayrıca hükümdar için yaptırılan cami, çeşme, köprü, medrese gibi binalarda da çalıştırılırlardı. Sarayın ve saray mutfağının odununu taşımak da bunların görevleri arasındaydı. Vezir-i azamın sarayında da Teberdar adı verilen Acemi oğlanları çalıştırılırdı. Gürbüz ve kuvvetli olanlar, padişahın inşaatlarında taş taşımak için ayrılırlardı. Acemiler İstanbul dışındaki bir başka yerde çalışıp, kışlalarından uzak kaldıkları zaman gündeliklerinden başka yemeklik olarak para alırlardı (Günde 2 akçe).

Acemi Ocağı Zabitleri: Acemi Ocağı, esas itibarıyla Yeniçeri Ağası’nın yönetiminde idi; Ocağın idaresinden de İstanbul Ağası sorumluydu. Acemilerin gidecekleri yerleri ve görecekleri hizmetleri İstanbul Ağası belirlerdi. Acemilerin terbiyeleri, ocağa girmeleri, odalara taksimleri, gemi hizmetlerine verilmeleri, odun taşımaları İstanbul Ağası’nın emri ile olurdu. Divanda yemek yenirken İstanbul Ağası Sekbanbaşı ile bir sofrada yemek yerdi ve onun alt tarafında otururdu. İstanbul Ağası ocaktan ayrılırsa, Yayabeyliği zeameti kendisine verilirdi. Ayrıca ağaya üç senede bir padişah Devir atı olarak adlandırılan bir at hediye ederdi. İstanbul Ağası’ndan sonra sırada Anadolu Ağası ve Rumeli Ağası geliyordu. Devşirilen çocukların çiftçilere verilmesine bakan bu ağalar, çocukların yetişmesinden sonra onları ocağa kaydederlerdi. Mevcut Acemi odalarının yarısı Anadolu Ağası’nın yarısı da Rumeli Ağası’nın emrine verilmişti. Rumeli Ağası terfi ederse Anadolu Ağası olurdu. Bu ağaların gündeliği Sultan Kanunî Süleyman devrinde 14′er akçe idi. Daha sonra bu maaş 30 akçeye yükseltildi. Ağaların maiyetinde yeniçerilerden katipler vardı. Anadolu Ağası’nın katibi 10 akçe, Rumeli Ağası’nın katibi 8 akçe gündelik alırdı. Acemilerin ceza işleri Meydan Kethüdası veya Meydanbaşı denilen zabit tarafından görülürdü. Meydanbaşı, suç işleyen acemileri cezasına göre değnekten geçirir veya zindana koyardı.

Kethüdalardan sonra acemilerin en büyük zabitleri Çavuş’du. Sonra sırasıyla Aşçıbaşı ve Ariyeti Çavuş yani Çavuş Vekili gelirdi. Çavuş ve Aşçıbaşı kol gezerek hizmetlileri denetlerlerdi. Acemi Ocağı’nın büyük ağalarından başka her bölüğün Çorbacı yani Yayabaşı denilen büyük kumandanları vardı. Her bölükteki en kıdemli acemiye Bölükbaşı denirdir. Bundan başka dokuz bölüğün hepsine birden kumanda eden bir de Baş Bölükbaşı vardı. İkinci bölükten itibaren 31. bölüğe kadar her bölüğün yöneticisine Yayabaşı denirdi. Yayabaşılar terfi ederlerse Yeniçeri Yayabaşısı veya Sipahi olurlardı. Hizmetlerin yerine getirilip getirilmediğine Yayabaşı bakardı. Acemi Ocağı’nın 31. bölük çorbacısı aynı zamanda ocağın katibiydi. Acemi Ocağı dışında bulunan acemilere hizmet gördükleri evden yemek verilirdi.

Maaş dağıtımı yapılırken önce köçek adı verilen yaşları küçük acemilerin maaşları dağıtılır ve bu dağıtım üç gün sürerdi. Önceleri 1, 2 akçe olan maaş daha sonra 7 akçeye kadar çıkmıştır. Acemilerin maaşlarından başka adem-i zerpul ve pabuç akçesi adı verilen gelirleri de vardı. Adem-i zerpul ayda 5 akçe olarak dağıtılırdı. Acemi Ocağı’nın maaş defteri Edirne kapısı denilen Yeniçeri Katibi Dairesi’nde saklanırdı. Acemi oğlanlarına yılda iki kat elbise verilirdi. XVIII. yüzyıl sonunda bazı acemilere iki kat elbiseyi karşılayabilecek para da verilmiştir. Bundan başka çuhaya dikilmek üzere iç astarı ve 11′er akçe yaka akçesi, sarık için bir bez ve 30′ar akçe kemanbaba denilen yay akçesi verilirdi.

Sultan Fatih Mehmet zamanında Şehzade Camii karşısındaki eski odalar ile Vezneciler arasındaki sahada yaptırılmış olan Acemi oğlanları kışlasında 31 oda, bu odalardan başka Acemilerin namaz kılması için bir de orta mescidi vardı. Sultan Yavuz Selim zamanında ocağa bir de hamam yaptırılmıştır. Acemi kışlasının meydanı oldukça genişti; maaşlar (Ulufeler) bu meydanda dağıtılırdı. Yine bu meydanda cezalı acemilerin hapsedilmeleri için bir zindan vardı. Acemi kışlalarına her yıl vergi karşılığı olarak Manyas Ovası’nda yetişen sazlardan hasır verilirdi. Bu sazlardan hasır yapmak için hasırcıyan denilen bir Acemi sınıfı vardı.

Acemilerin ilk zamanlarda evlenmeleri yasaklanmıştır; ancak XVI. yüzyılın son çeyreğinde evlenmelerine izin verilmiştir.

Acemi oğlanlarının kapuya çıkmaları: Acemilerin Yeniçeri Ocağı’na kayıt ve kabullerine çıkma veya kapuya çıkma denildiği gibi bedergâh adı da verilirdi. Acemilerin kapuya çıkma sürelerinin 7-8 yılda bir olduğu kaidesi varsa da bu kaide her zaman uygulanamamıştır. Savaşlar sebebiyle Acemiler sık sık kapuya çıkarılmışlardır. Yeniçeri Ocağı’na Acemi verilmesinin padişah tarafından emrolunmasına kapu ferman olmak denirdi. Yeni kapu olmak ve yeni kapulanmak tabirleri de ocağa yeni kabul edilmek demektir. Acemi oğlanlarından kapuya yeni çıkmış olanlara düzen akçesi adıyla ikişer altın ödenirdi. Bu yeni askerler mensup oldukları odalarda karakullukçuluk ederler, yani oda hizmetlerine bakarlardı. Acemi ocağı’ndan Yeniçeri Ocağı’na geçecek olanlar odalara ayrıldıktan sonra her oda fertleri bir sıra yapılıp hep birden kendi odalarına doğru koşturulur, kim en önce odaya girerse o diğer arkadaşlarına göre eski olurdu. Bostancılara kapuya çıkışlarında silah-baba ismiyle biner akçe verilmesi kanun hükmüydü.

İstanbul Acemi Ocağı, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırıldığı 1826 tarihine kadar devam etmiştir. Devşirme uygulamasının kalkması ise XVHI. yüzyıldan sonradır.

:z30: Cebeli

Tımar ve zeamet sahiplerinin sefer sırasında kendilerinden başka götürmeye mecbur oldukları savaşçılara verilen addır. Cebelû silahlı asker demektir. Lehçe-i Osmanî’de Cebelû “Tımar sahiplerinin yedek götürdükleri silahlı adamlar, kafileyi muhafaza için verilen yerli süvari” diye tarif olunmaktadır. Cebelû ismi, zırh giydikleri için verilmiştir. Savaşlarda kahramanlık gösteren cebelûlara tımar verilirdi .

:z30: Cebeci ocağı

Cebecilerin mensup olduğu ocağın adıdır .Kapıkulu ocaklarının yaya kısmında yer alırlar. Bölük ve cemaat olarak iki kısma ayrılan bu ocak, ok, yay, kılıç, kalkan, harbe, cebe, cevşen, tüfek, barut ve kurşun gibi dönemlerinin savaş malzemelerinin imali, muhafazası ve tamiri ile görevliydi. Savaş sonunda, silâhlar ocak tarafından geri alınır, tamiri gerekenler tamir edilir, barış zamanında cephane adı verilen silah deposunda muhafaza edilirdi. Savaş zamanında bu malzemelerin cephelere dönemlerinin taşıma araçları filika ve palangalara götürülmesi de bu ocağın görevleri arasındaydı.

Cebeci Ocağı’nın ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemektedir. Yeniçeri Ocağı ile beraber veya ondan sonra kurulduğu tahmin edilmektedir .

Cebeci Ocağı’na girecek olanlar Acemioğullarının arasından seçilirdi. Ancak daha sonra Cebecilerin evlenmelerine izin verilince, cebeci çocukları da ocağa kaydedildi. Acemi Ocağı’nın bozulması üzerine dışarıdan kayıtlar da yapıldı. Cebecilerin sakat ve yaşlıları Ocak Kanunu gereğince emekli edilirlerdi. Emekli maaşıyla ocak maaşı beraber verilirdi.

Padişah veya sadrazam sefere çıkarsa, Cebeciler -in hepsi sefere katılır, serasker veya başka biri sefere gönderilirse belirli miktarda Cebeci sefere iştirak ederdi.

Cebeciler diğer Kapıkulu ocakları gibi orta denilen 38 bölüğe ayrılmıştı. Bunlardan birinci Cebeci ortası 59 bölüktü. Cebeciler tüfengi, kayganı, burguî tahk (temizleyici), perdahî, terzi gibi çeşitli sanat kollarına ayrılıyorlardı.Cebeciler arasında ayrı bir sınıf olarak humbara dökücüleri, barutçular ve lağımcılar da vardı. Cebecilerden serdengeçti yazılanlar da olurdu.

Cebeci Ocağı’nın en büyük subayı cebeci başı idi. Yeniçerilerin devlet merkezinde silah taşımaları, yasak olduğundan bunların talim zamanında kullanacakları tüfekleri cebecibaşılar verir ve işleri bitince tekrar geri alırlardı. Cebeci Ocağı ihtiyacı olan silahları kendi atölyelerinde yapardı. Gerektiğinde bu malzemeler ocak dışında da yaptırılabilirdi. Cebecibaşı ayrıca Ayasofya, Hocapaşa ve Ahırkapı taraflarının asayişini sağlamakla da görevliydi. Ocakta ayrıca dört kethüda ve bir de başçavuş vardı. Bunlardan başka bölük ve orta kumandanları ve bunların bir derece aşağısında odabaşıları ve diğer küçük subaylar bulunurdu. Ocakta cebeciler kâtibi ve kesedar gibi kalem subayları da bulunurdu. Bunların görevi ulufe ve malzeme defterlerini tutmaktı.

Kalelere silah ve cephane gönderilmesi, kaleler-deki cephanenin muhafazası, ocaktan gönderilen cebecilerin göreviydi. Kalelerdeki cephane, silah, barut ve savaş malzemelerinin kontrolü de cebecibaşı tarafından yapılırdı. Cebecilerin kale görevleri üç yıl süreyle olurdu. Bu süreyi bitiren Cebeci merkeze alınır ve yerine bir başkası görevlendirilirdi.

Cebecilerin kışlası Ayasofya Camii karşısında idi. Burada savaş malzemelerini tamir ettikleri bir atölye de bulunuyordu.

Cebeci Ocağı, Yeniçeri Ocağı’nın isyanlarına katıldıkları için, Yeniçeri Ocağı ile birlikte lağv edildi (1826). Cebeci Ocağı’nın kaldırılmasından sonra yeni bir kanun ile cephane efradı toplanmıştır. 1054 kişiden kurulu olan yeni cebeciler sağ kol ve sol kol diye ikiye ayrılmışlardır.

Cebeci Ocağı yalnız İstanbul’da değildi. Anadolu da da cebeci ocakları vardı. Ankara’daki Cebeci semti, ismini bölgedeki ocaktan almıştır.

:z30: Beylerbeyi

Osmanlı Devleti’nde büyük eyaletlerin yönetimine memur edilen idarî görevlilerdir. Beylerbeyi, eyaletlerin daha çok askerî idaresiyle meşgul olurdu. Osmanlı tarihinde önemli yeri olan Beylerbeyliğin kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, ilk Beylerbeyi’nin bazı kaynaklarda Lâlâ Şahin Paşa,bazılarında ise Timurtaş Paşa’nın olduğu yazılmaktadır. Avrupalı tarihçilere göre, İstanbul’un fethinden sonra Bizans’ın doğuya ve batıya ait iki (demostikos lön Skbolön) ordu komutanı teşkilatı örnek alındığı iddia ediliyorsa da fetihten önce Rumeli ve Anadolu’da bu görevlilerin bulunduğu bilinmektedir.

Bu teşkilâtı Osmanlılar, Selçuklulardan almışlar, yetkilerini kendi idarî sistemlerine göre uygulamışlardır.

Beylerbeylerin emirleri altında sancakların mülkî idaresine bakan sancakbeyi kazaların güvenliğine bakan subaşı, adalet işlerine bakan kadılar vardı. Bunlar bölgelerini geniş yetki ile idare ederlerdi. Divan-ı Hümâyûn’un küçük bir örneği olarak, başkanlıkları altında divan kurulurdu.

Beylerbeylerinin ün tuğu ve değişik dirlikleri olurdu. En az dirlik 400.000 akçe idi. Eyalet merkezinde maiyetiyle birlikte otururlar, sefere çıkarken de maiyetleri yanlarında bulunurdu.

Sultan Fatih Mehmet tarafından hazırlatılan kanunnamede belirtildiğine göre Beylerbeyliği Divan-ı âlide, vüzera, defterdar ve kazasker altında sırası olan önemli bir görevdi. Yine aynı kanunnameye göre, Beylerbeyi vüzeradan bir tabaka alttadır ve kadıların başındadır.

Beylerbeyi yalnız idareci değil aynı zamanda askerî komutandır. Savaş zamanında askeri ile dövüşür, savaş bittikten sonra tekrar eyaleti başına dönerdi.

Beylerbeyiler arasında derece farkı bulunur, rütbe farkı hariç, işgal ettikleri eyaletlerin fetih bakımından eskiliği göz önüne alınarak sıra takip ederlerdi. Yine aynı kanunnamenin esaslarına göre, Rumeli beylerbeyi, teşrifatta diğer beylerbeyinden farklıydı. Divan-ı Hümâyün’da iskemlede oturma hakkına sahiptiler. Diğer bir farkı da ahkâmda kendisine “Paşa” lafzı ve “damatmealihu” ibaresi yazılırdı.

1864 yılında yapılan vilayet teşkilâtı üzerine, vilayetlere gönderilen idarecilere vali adı verilmiştir.

:z30: Baruthane-i Amire

Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından önce ordu ve donanma ihtiyacı için barut hazırlanan yerlere verilen ad. Baruthane’nin ilki, II. Bayezid tarafından Kâğıthane’de yaptırılmıştır. XVII. yüzyılda İstanbul’da, Et Meydanı’nda (Aksaray’da), Unkapanı’nda Ayasofya’da Cebehane içinde, Şehremini ve Tophane’de altı baruthane ile Tersane’de bir baruthane kulesi, Selanik, Belgrat, Bağdat, Mısır, Bor’da da baruthanelerin bulunduğu bilinmektedir.

:z30: Azap

Osmanlı askerlik teşkilâtında kuruluştur. İlk olarak Aydınoğulları Beyliği’nde (XIV .yy) görülmektedir. Aydınoğullarında, Beyliğe Azaplar denilen donanma askeri, denizcilikten büyük kazançlar sağlamıştır. Aydınoğlu Umur Bey’in Azap kuvvetlerinden dolayı Bizans ve Lâtin kaynaklarında da Osmanlı Deniz korsanlarına “Azapi” adı verilmiştir. Bu teşkilât XV. yüzyıl ortalarında Akkoyunlularda da görülmektedir. Osmanlılar da ise bu kuruluş, yaya, deniz ve kale azapları olarak üç sınıfa ayrılmışlardır.

Yaya azapları; XV. yüzyıl ortalarında orduda tüfeğin yer almasına kadar savaşlarda önemli hizmetlerde bulunmuşlardır. Yaya azaplarına ihtiyaç duyulduğu zaman yirmi veya otuz ev başına bir er hesabı “azap çağırmak” usulü ile Anadolu’nun sağlam yapılı gençleri arasından kefilli olarak toplanmışlardır. Maaşlarım, onları toplayan aileler verirler, savaş süresince de azaplar devlete vergi ödemezlerdi. Yaya azapları, savaşlarda oklarıyla ordunun önünde yer alarak ilk düşman hücumunu karşılarlardı. Azaplar, başlarına kırmızı börk giyerlerdi. Denizcilik Osmanlılarda önem kazanınca, XV. yüzyıl ortalarında, Azapların “Tüfenkendaz” olarak maaşla gemilerde hizmet etmeleri kabul edilmiş ve bunlar, Osmanlı donanmasının kürek döneminde önemli başarılar sağlamışlardır. Deniz azaplarının başında bulunanlara reis denilirdi ve bunlar yükseldiklerinde kadırga reisi “kaptan” olurlardı.

Kale azapları: Kale muhafızlıklarında hizmet görürlerdi. Kalelerde azabân-ı evvel,azabân-ı sânî ve sâlil gibi bölüklere ayrılmışlardı. Bu teşkilâtın ağa, kâtip, kethüda ve bölükbaşı olarak adlandırılan subayları vardı. Azaplar gereğinde köprücülük, lağımcılık gibi hizmetlerde de kullanılmışlardır. Kale azaplığı II. Mahmut döneminde yapılan ıslahata kadar sürmüştür.

:z30: Asesbaşı

Yeniçeri Ocağı’nı meydana getiren ortalardan yirmi sekizinci ortanın çorbacısının adıydı. Asesbaşı “polis müdürü” demek olduğundan, ocaktaki resmî ve askerî görevinden başka şehrin asayişiyle de ilgiliydi. Asesbaşı, başına yeşil çuhadan çatal kalafat, arkasına zağra yakalı ve yeşil kaplı divan kürkü, bacağına ak çakşır, ayağına da sarı yemeni giyerdi.

:z30: Asakiri Mansurei Muhammediye

Sultan II. Mahmut döneminde Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması ile kurulan askerî teşkilât (17 Haziran 1826). II. Mahmut, Osmanlı tarihinde “Vak’a-i Hayriyye” diye adlandırılan olay ile Yeniçeri Ocağı’nı dağıtmış, bu olaydan üç gün sonra bir hatt-ı hümâyûn ile Yeniçeri Ocağı’nın kaldırıldığım ve yerine “Asâkir-i Mansû-re-i Muhammediye” adı altında, yeni bir asker! teşkilâtın kurulduğunu bildirmiştir. Boğaz muhafızı ve Kocaeli, Hüdavendigâr (Bursa) sancakları mutasarrıflıkları üzerinde kalmak üzere Ağa Hüseyin Paşa da “Serasker” sıfatıyla bu teşkilata komutan olarak atanmıştır. Sultan II. Mahmut ayrıca Süleyman iye’deki “Ağa Kapısı”nın bundan sonra “Serasker Kapısı” adı ile anılmasını bildirmiş ve 7 Temmuz 1826 tarihinde bu teşkilâta ait bir de kanunnâme yapmıştır. Kanunnâmeye göre önceleri 1200 kişilik olması düşünülen bu teşkilat, 1500′er kişiden meydana gelen ve tertip adı verilen 8 birliğe ayrılmış, her birliğin komutası binbaşı rütbesinde bir subaya verilmiştir. (Bir tertibin mevcudu, binbaşı, kolağaları, topçubaşı, arabacı başı, cebehanebaşı, mehterbaşı, imamlar, hekim, cerrah vb. ile 1527 kişi idi.)

Sekiz tertipten ikisi sırayla Serasker Kapısı’nda İstanbul’un asayişinden sorumlu olacak, altısı Davut Paşa ve Rami ile Üsküdar’daki kışlalarında bulunacaktı. Her tertip sağ ve sol olmak üzere iki kola ayrılmış, her kolun basma ağayı yemin (sağ kolağası) ve ağayı yesar (sol kolağası) unvanı ile birer subay getirilmiştir. Her kol 100 kişiden olmak üzere “Saf” adı ile 6 kışıma bölünmüş, her Saf’ın basma bir yüzbaşı atanmıştı. Yüzbaşının emri altında bulunan her on erin biri onbaşı rütbesinde idi. Bundan başka her kolun içinde kol mülâzımı, yüzbaşı mülâzımları, sancaktar, çavuş, topçu ustası, topçu kalfası (halife), topçu araba, cebehane ve mızıka mürettebatı, saka, bir de nefer katibi vardı.

Bu teşkilatla beraber, Tevcihat defterinden anlaşıldığına göre, protokol bakımından, Darphane-i Amire Nezareti ile Cebehane Nezareti arasında olmak üzere ayrıca “Muallem Âsakir-i Mansûre-i Muhammediye Nezareti” kurulmuştu. Sekiz tertibin başına Serasker Paşa ile Nazır tarafından seçilen ve Kapıcıbaşı derecesinde başbinbaşı adı ile yüksek rütbeli bir subay getirilmiş ve Masraf-ı Şehriyarî Katipliği ile Süvari Mukabeleci ligi arasında bulunan bir de kâtip atanmıştır. Her Saf’ın kadrosunda olmamakla beraber, tertip kadrosu içinde İstanbul Kadılığı’nca atanan birer imam da vardı. Böylece Âsakir-i Mansûre-i Muhammediye’nin terim ve tabirlerinin çoğu Nizam-ı Cedit’inkine benzemekte idi.

Asker ve subayların maaştan başka tayinleri de vardı; maaşlar gündelik olarak hesaplanır, 30 gün üzerinden ayda bir defa verilirdi. Bu teşkilâta kim olduğu belirsiz, işsiz, soysuz, din değiştirmiş kimseler alınmayacaktı. 15-30 yaş arasında ve sağlam yapılı oldukları takdirde en çok 40 yaşma kadar olanlar, kendi istekleriyle asker kaydedileceklerdi.

Erler subaylarına hizmet eri görevi yapmayacak; subaylar ancak dışarıdan hizmetçi alabilecekler, bunların elbiseleri bile erlerinkine benzemeyecekti. Orduya girenler meşru mazeretleri olsa dâhi 12 yıl geçmeden ayrılmayacaklardı. 1828 yılında Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye terimlerinde esaslı değişiklikler yapılmış, tertip yerine “alay” kol yerine “tabur” saf yerine de “bölük” kelimeleri kullanılmışta. Yeni değişikliklere göre, her alay 500 mevcudlu üç taburdan meydana gelecekti. Başbin başılık da kaldırılarak, her alay “miralay” adında yüksek rütbeli bir subaya, her tabur da bir binbaşının emrine verilmiştir. Bundan başka, her alaya bir “kaymakam”, bir “alay emiri”, her tabura da sağ ve sol ağaları adlı iki “kolağası”, biri “sancaktar” ve bir “tabur kâtibi”, yüzbaşıların komutasında kalan bölüklere de iki “mülâzım”, bir “başçavuş”, dört “çavuş”, bir de “bölük emini” verilmişti. Bir zaman sonra “Kapıkulu süvarileri” (Gedikli Sipahi) de kaldırılarak, bu yeni usul üzere, gerek İstanbul, gerek eyaletlerde süvari birlikleri de kurulmaya başlanmıştır. Sonraları birlikler, çoğalınca, iki alay bir “liva” sayılarak bir “mirliva”nın komutasına verilmiş ve alaylar İstanbul ve Üsküdar’da olmak üzere “Hassa” ve “Mansûre” adı ile iki kışıma ayrılmış, her kısmın basma “Ferik” rütbesinde birer komutan getirilmiştir. Hassa birlikleri yalnız İstanbul’da, Mansure birlikleri ise İstanbul ile beraber, önemli bölgelerde bulundurulmakta idi. 1832′de “Hassa Ferikliği” “müşirlik”e yükseltilerek, askerî dereceler yeni bir şekil almış ve bu teşkilât aşağı yukarı Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarına kadar süre gelmiştir. Başlangıçta çocuk denecek yaşta erlerden oluşan bu ordu, kendisini ilkönce 1828-1829 Rus Harbi’nde göstermiş, sonunda azlığı yüzünden eriyerek yenilmişse de, Ruslara iki yıl cesaretle dayanmış ve Osmanlılara Yeniçerilerin kaldırılmasının doğruluğunu ve vatan savunmasında düzenli iyi eğitim görmüş bir ordunun lüzumunu ispat etmiştir. II. Mahmut karşılaştığı büyük harpler, ayaklanmalar ve iktisadî darlıklara rağmen bu ordunun mevcudunu hayatının son yıllarında 118.400 kişiye çıkarmış bulunuyordu. Zamanla memleketin muhtelif yerlerinde ordular ve sefer yedek birlikleri olmak üzere “Redif” tümenleri teşkilatlandırıldıktan sonra Âsakir-i Mansûre birliklerine “Âsakir-i Nizamiye” adı verilmiştir.

(Visited 15 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 22.08.2009 tarihinde Sema tarafından, Büyük Osmanlı İmparatorluğu bölümünde paylaşılmıştır ve 389 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 6 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Osmanlı\'da Askeri Yapı | Akıncılar - Acemi Ocağı -Cebeli - Cebeci ocağı - Beylerbeyi - Baruthane-i Amire - Asesbaşı - Asakiri Mansurei Muhammediye - Nizam-ı Cedid - Sekban-ı Cedid orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleTürkiye Üniversitelerinin Sorunları | Yüksek Lisans, Doktora Eğitimi Ve Sorunları - Nitelikli Öğretim Üyesi Ve Elemanı Bulma Sorunu - Yeni Y.. Sonraki MakaleBir Şairin Hatıra Fotoğrafı | Ahmet Selçuk İlkan

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz