Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Suç Ve Suçluluğun Kontrolü İle Hükümlü Ve Sanıkların Yakalanması | İmparatorluğun Kuruluşuyla Tanzimat’ın İlanı Arası ..


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 22.08.2009 tarihinde Hale tarafından, Büyük Osmanlı İmparatorluğu bölümünde paylaşılmıştır ve 1639 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


:z08: Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Suç Ve Suçluluğun Kontrolü İle Hükümlü Ve Sanıkların Yakalanması

GİRİŞ


Çoğalarak yeryüzünde hâkimiyeti eline alan insanoğlunun, yeme-içme ve barınma ihtiyacından sonra en büyük ihtiyacı asayiş ve güvenliğinin sağlanması hususunda hissetmiştir. Bu ihtiyaçtan dolayı, toplumu yönetmeye talip olanlar, toplumun kendi içinde kabul ettiği değerleri o toplumun ortak değerleri olarak yasalaştırmaya ihtiyaç duymuşlardır. Toplum tarafından yüksek düzeyde kabul gören bu değerler, o toplum tarafından çoğunlukla ihlal edilmemişlerdir.

Toplumun kabul ettiği ahlak kuralları konumunda değerlendirilen bu ortak değerler, insanlık tarihiyle birlikte var olan büyük Türk Milletinin karakter yapısına göre şekillenerek, Türk’e has “Töre” uygulamasının ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Orta Asya’da hayat bulan ve geniş bir coğrafyaya yayılan Türk boyları arasındaki birlik ve beraberliğin sağlanmasındaki en güçlü bağ olan Töre, yazılı kurallar haline getirilmemiş olmasına rağmen, bütün bireyler tarafından bilinir ve kabul edilir kurallar bütünlüğü olmasından dolayı o geniş coğrafyanın çoğunlukla huzur ve güven içinde olmasını sağlamıştır.

Töre, yazılı olmayan kurallar bütünü olarak yüksek oranda kabul gördüğünden ve şahıs olarak şiar edinildiğinden, yaptırım gücü kuvvetli olan değerler yumağı ve herhangi bir dış baskı olmadan kabul edilebilir olmasındandır ki, hem aile ve hem de ülke genelinde her zaman geçerliliğini koruyan bir güç olmuştur.


Törelerde; ırza saldırı, namussuzluk, hırsızlık ve benzeri suçlar toplum tarafından kabul edilemez suçlar olarak her dönemde kesin tepki görmüştür. Bundan dolayı da, Türk toplumunu rahatsız eden bu suçlar, bağlı topluluklarda da en az görülen konumunda kalmıştır. Bunun için, yönetimin benimsediği bu kurallar, ülkenin hemen her yerinde uygulanma başarısını yakalamıştır. Öyle ki, Türk ve yakın Türk akrabası olan topluluklar tarafından yüksek oranda kabul gören bu kurallar bütünlüğü (töre), takip eden Türk Devletleri vasıtasıyla insan değerli kromozom nakli gibi birinden ötekine geçerek günümüze kadar ulaşmıştır. Hatta, meşhur “Osmanlı Kanunnameleri”ne dahi fikir verir olmuştur.

Türkler tarafından kurulan ve tarihin gördüğü en büyük devlet konumundaki Osmanlı İmparatorluğunda asayiş ve güvenliğin sağlanması, suç ve suçluluğun toplum içinde ıslah edilmesi ve suçluların cezalandırılmasının esası olan ‘Kanunnameler’, gelenek ve göreneklerle İslâm dininin esaslarının birleşerek 1529 yılında kanun halini almış şeklidir. Kanunnameler, o devir insanının ihtiyaçlarına cevap verecek nitelikte olmalarının yanında, en cahil insanın ve toplumdan uzak biçimde yaşayan çobanların dahi anlayabileceği bir yapıya sahiptiler. Dil olarak da anlaşılabilir bir Türkçe ile yazılmışlardır.

İmparatorluğun Kuruluşuyla Tanzimat’ın İlanı Arası Süreçteki Kontrol Ve Yakalama

İmparatorluğun Kuruluş Döneminde kontrol ve Yakalama

Osmanlı İmparatorluğuna giden yolun başında, Osmanlı Beyliği olarak hayat bulan Türk’e has bir yapılanma olan çekirdek yapılanmadaki insanlar ile fetihler sonucu kazanılan yeni coğrafyada yaşayan insanlar, gelecekte de İmparatorluğun yönetiminin özünü oluşturacak biçimde şekillendirilen ve törelerle İslam dininin esaslarıyla oluşan “Kanunnameler”in hükümleri doğrultusunda yönetilmeye başlandı.

Hızla gelişen ve Ön Asya’dan Avrupa’ya doğru genişlemekte olan Osmanlı Devleti, yönetimde meydana gelen aksama ve tıkanıklıkların giderilmesi için uygulamaya muhatap olacak toplulukların gelenek ve göreneklerine müracaat etmek suretiyle tıkanıklıkları aşma başarısını gösterdi. Bunda başarılı olunmasının en büyük sebebini, bizzat halka tabi olunması ve her zaman adil davranılması olmuştur.

Fatih Sultan Mehmet Han ile gelişme dönemini ikmal ederek İmparatorluk olgusunu yakalayan Osmanlı Beyliği, idari yapılanmasını yanında yönetimi altındaki çeşitli ırk ve dinlere mensup insanların ihtiyaç duyduğu huzur ve güveni sağlamada etkili olabilmek için kanunların toplumu memnun edecek biçimde yapılandırmayı ve gelişmelere cevap verecek şekilde mükemmelleştirmeyi başardı.


Yükseliş Döneminde Sosyal Kontrol ve Yakalama

Osmanlı Beyliğinin gelişmesini tamamlayarak, olgunlaşma döneminde Osmanlı İmparatorluğu adını almasından sonra nizam ve intizamını sağlayan Kanunnameler de ikmal edilmeyi sürdürmüştür. Kanuni Sultan Süleyman Han ile birlikte doruk noktaya ulaşan kanunnamelerin üzerine ondan sonra yeni maddeler eklenmemiştir.

Osmanlı Kanunnamelerine göre; suç ve suçluluğun kontrol altında tutulması buna rağmen meydana gelen suçların failleriyle birlikte hükümlülerin yakalanması yükümlülüğü zabıta güçlerinin yanında köylülerle mahalle sakinlerine de yüklenmişti. Böylelikle suçtan zarar gören halka zabıta görevine katılması hususunda küçük bir hisse ayrılmıştı.

Bu yükümlülük paylaşımına bir örnek vermek gerekirse;

“Eğer mahalle veya köy içinde adam ölse veya gariban (yabancı) basılıp hasarat olsa ve bir köy arasında uğruluk veya haramilik olsa, elbet de teftiş edip edeni bulduralar ve eğer bulunmazsa müttehim (suç altında olan) var mıdır göreler, onlara tazmin ettireler ve eğer müttehim bulunmaz ise, ehl-i mahalleye veya köy halkına tazmin ettireler” hükmünü taşıyan kanunname maddesini göstermek mümkündür.

Bu durumda suçu işleyenin ortaya çıkarılması ve adli makamlara tevdi edilmesi hususunda köy ve mahalle halkına belirli oranlarda yükümlülük verilmişti. Huzur ve güvene ihtiyacı olan köy veya mahalle halkının toplumsal sıkıntıya böylece ortak olması o dönemin yönetim anlayışı olmuştu. Bu uygulama biçiminin İmparatorluğun başkentinin dışındaki taşra şehir ve kasabalarının asayişi bakımından çok özel bir önemi vardı. Yol keserek yağma suretiyle gelip geçenlere ve yerleşim yerlerinin yakınlarında konaklayanlara zarar vermeye kalkışanların, köylülerin bu konaklayanları koruyor olmasından dolayı bu eylemlerinden vazgeçmeleri pekala mümkündür. Buna karşılık köylüler de kanunnamelerle kendilerine yüklenen yükümlülükten dolayı civarlarında konaklayan insanlara herhangi bir zararın gelmesi durumunda kendilerine de kanunnamenin belirlediği oranda bir mali yükümlülük geleceğini bildiklerinden dolayı yakınlarında konaklayan insanların herhangi bir zarara uğramaması ve bilhassa kendilerinin maddi zarara uğramaması için müteyakkız olmak zorunda kalıyorlardı. Bu teyakkuz hali sonucunda da o bölgenin asayiş ve güvenliği sağlanmış oluyordu.

Aynı şekilde;

“Bir köy karibinde (yanında) konan kişinin gece ile malı oğurlansa {sirkat edilse (çalınsa)} hırsızı köylüye elbette bulduralar, bulunmazsa köylüye tazmin ettireler” hükmü de getirilmişti.

Genel olarak, köylerin yakınındaki konak yerlerinde geceyi geçirmeye mecbur olan yolcuların etrafında fırsat gözetleyen kötülük sahipleri ya o köy ahalisinden olurlar veyahut da başka yerlerden gelmiş yabancı kimselerden olurlar. Her iki halde de suç işlemeye meyilli olan bu şahısların elde edilmesinde köylünün büyük yardımları olacağı pek tabidir. Esasen bu gibi şahıslar, köylerde kendilerine yardım ve yataklık edecek, yiyecek-içecek sağlayacak birilerini bulamazlarsa, çevrede barınmaları mümkün olamaz. Bu bakımdan, köy halkından gelen olumsuz davranışların köylülerce bilinmesinin yanında, dışarıdan gelip köy civarında dolaşanlar da kırlarda, tarlalarda iş güçleriyle meşgul olan köylülerin mutlaka nazarı dikkatlerini çekerler. Bundan dolayı da, ahali istediğinde suç failini çok çabuk şekilde yakalatır. Hele bunların, kanunnameler gereği olarak çalınan eşyanın bedelini tazmine mecbur olmaları her zaman etkisini gösterir.

Bir başka kanunname maddesinde;

“Eğer kervansaray içinde nesnesi gitse (Bir şeyi çalınsa) kervansaray içinde olanlara bulduralar ve gariban saraycılar emin ve hizmetkâr kimseler olup, her sabah yoklayıp, kimsenin (kimesnenin) esvabı (esvap: elbise ve eşya) sirkat olunmadı mı görüp (görüp) tamamıyla giden sonra kervansaray kapısını açıp, halka destur vere ve eğer bu veçhile attıktan sonra bir kimesne benim esvabım gitmiş derse amel olunmaya ve eğer kervan saraycılar yoklamadan halka destur verirse esvabı tazmin ettireler ve eğer kervan saray taşradan delinip alındıysa taşradan maznuna (sanık) ve mütehemmim (suç işleme şüphesi altında olan) olanı tutup teftiş edeler ve eğer içeriden olan halkın taşradan olan hırsız ile ittifakı ve tehmiti olursa içeride olanın mazanne-i evlaini tutup, hırsızı buluvereler, bulunmazsa mahalle içinde olan uğrulukta (hırsızlıkta) hüküm nice ise bunu da ona göre kıyas ve icra edeler.” hükmü getirilmiştir.

Han, otel ve kervansaray gibi umuma mahsus yerler hakkında inzibati kontrollere dayanan yükümlülük, bu gibi yerlerin asayiş ve güvenliği ile yönetiminden sorumlu olanların meydana gelen zararda sorumlu olmaları, hırsızlık veya bir başka suçun faillerini bulmalarını veya oluşan zararın giderilmesine kolektif olarak katılmalarını zorunlu kılıyordu. Bu zorunluluk han, otel ve kervansaray gibi umuma mahsus yerlerin asayiş ve güvenliğinin bir sorumlular zincirine bağlanarak en üst seviyede gerçekleştirilmesini sağlamaktadır. Kervansaray denilen kadim (eski) otel ve hanlarda başta işletmecileri olmak üzere, hizmet için görevlendirilenler, her şeyden önce güvenilir insanlardan olmalarının ötesinde her sabah müşterilerin malının çalınıp çalınmadığını, herkesin eşya ve elbiselerinin tamam olup olmadığını kontrol ve teyit etmeden ve her şeyin eksiksiz ve tam olduğuna kani olmadan giriş kapısını açmamaları, hiç kimsenin dışarıya çıkmasına müsaade etmemeleri emredilmekteydi. Böyle bir uygulama sonucunda sanık veya sanıkların bulunmaması halinde, meydana gelecek zarara kolektif olarak katılmaları kesindi. Bu yükümlülük, yolcuların can, mal ve nefislerinin korunmasındaki en önemli unsuru oluşturmaktaydı.

Kanunun bir başka maddesinde;

“Ve dahi bir kimesne hırsızdır veya kahpedir diye mahallesi veya karyesi cemaati şikâyet edip, bize gerekmez diye dayatsalar, vakıa evvel kimsenin beynennâs (insanlar arasında) maruf olsa (bilinse), mahallesinden veya karyesinden nef’i edip süreler ve eğer vardığı dahi kabul etmeseler, şehirden süreler amma, birkaç gün tevkif edeler, ta ki, ol yaramazlığa tövbe edip, salah üzerine olursa hoş, evvela olmazsa, andan dahi süreler, böylelikle şehirden çıka gide” hükmü getirilmiştir.

Yerleşim yerlerindeki bu ve bu gibi şikâyetler tetkik ettirildikten sonra, suçlanan şahıs/şahısların o doğrultuda sabıkalarının olması durumunda, bahse konu yerden sürgün edilmesi kanunnamelerin ilgili maddesinin hükmü doğrultusunda icra edilirdi. Sürgünü takiben, gittiği yerde düzelip düzelmediği tetkik ettirilirdi. Düzelmiş olması durumunda hüküm yok kabul edilirdi. Düzelmemiş olması halinde ise, şehirden de sürülürdü.

Şehirden şehre dolaşarak herhangi bir yerde uzun zaman kalmayan siyasi suç sahiplerinin sürgüne mahkûm edilmeleri Osmanlı yönetiminin hemen her devrinde görülmüştür. Benzer uygulamalar Çarlık Rusya’sında da görülmüştür. Aynı şekilde vatandaşımız olan askeri bir doktorun, bu yöntemle Yemen’e sürüldüğü de kayıt altına alınmıştır.

Kötü şöhretli ve suç işlemeye meyilli şahısların ve ahlaksız kadınların temiz ve namuslu mahallelerde yer bulmasını zorlaştırmakla yükümlü olan böyle bir hükme, o zamanın toplumsal yapılanmasında ihtiyaç olduğu muhakkaktı. Olayların muhataplarının bu gibi dikkatli duruş hareketleriyle birlikte, hükümet ve zabıtayı göreve davet etmeleri her bakımdan iyiliğe yöneltmekteydi. İstanbul’un Müslüman mahallelerinde uygulamaya konulan bu doğrultudaki kovuşturma biçimi, asayiş ve güvenliğin sağlanmasında önemli bir aşama oluşturuyordu. Kullanılan bu ve bu gibi yöntemler de asayiş ve güvenliğin sağlanmasının birincil sorumluları olan zabıta görevlilerinin yükümlülüklerinin kısmen kolaylaşmasına sebebiyet veriyordu.

Fatih Sultan Mehmet Han’ın İstanbul’u fethederek ebedi Türk yurdu yapmasından sonra, gelişme dönemini tamamlayan ve beylikten imparatorluğa uzan Osmanlı toplumunun payitahtı olan Dersaadet başta olmak üzere, büyük şehirlerinde bu günkü manada iş gören gizli polisler görevlendirildi. Bunlar, esnafı gizlice teftiş ettikleri gibi, diğer suçlarla dahi ilgilenirlerdi. Yakaladıkları suçluları en yakın kolluğa teslim ederlerdi. Kolluklarda suçluya, suçuyla orantılı olarak ve kanunun öngördüğü oranda dayak atılırdı. Aynı durumda olmasına karşılık hafifletici sebeplerden nedeniyle serbest bırakılanlar da olurdu.

Tavizsiz uygulanan suç ve suçluluğun takibinin ortaya koyduğu etki, dini inançlarının gereği her an gözetlendikleri fikrinin zihinlerinde daha çok yer bulmasına sebebiyet verdi. Bu boyuttaki fikri yapılanma, o insanların suça yönelmekten kaçınmaları hususunda çok büyük bir etki yapıyordu.

İmparatorluğunun minyatür görünümünü yansıtan İstanbul, Osmanlı yönetiminin üzerinde titrediği tek şehir konumundaydı. Bu konumdaki şehrin asayiş ve güvenliği de aynı derecede önem arz etmekteydi. Osmanlı İmparatorluğu üç kıtada hükümran olmasına ve yönetim anlayışı gereği olarak hükümranlığı altındaki topraklara gereken önemi vermesine karşılık, İstanbul’a çok daha büyük bir önem veriyordu. Bu bakımdan İstanbul’un asayiş ve güvenliği her şeyden önce geliyordu.

Seyahatnamesinde, konuyla ilgili bilgiler aktaran Evliye Çelebi, İstanbul’da 12.000 mahalle bekçisinin bulunduğunu ifade etmektedir. Bu bekçilerin en büyük özelliğinin, asayiş uygulamasının en alt biriminde bulunmalarına karşılık, en etkili konumda olmaları olduğunu beyan etmektedir. Bu bekçilerin hepsinin kefile bağlanmış, namuslu, yaşlıca, yüklendiği sorumluluğun şuurunda ve görev yaptıkları sokağın sakinlerini en üst düzeyde tanıyan kişiler olduğunu haber vermektedir.

Osmanlı İmparatorluğunun başkentini, İstanbul’u betimleyen Fransa’nın İstanbul büyükelçisi; “Geceleri sokakları elinde bir sopa ve bir fenerle tek başına gezen bir bekçi kontrol etmektedir. Bu görev, Paris’te bir birliğin başında devriye gezen kumandan tarafından bu kadar iyi yapılamamaktadır” demektedir. Bu anlatıma ek olarak Thevent isimli seyyah; “Milyonluk İstanbul şehrinde son dört yılda dört öldürme vakası olmadı. Değerli mallarla ağzına kadar dolu kervansaraylar, tek bir bekçi tarafından korunmaktadır” diyerek, sosyal konumunun yanında asayiş ve güvenliğinin mükemmelliği hakkında da bilgiler sunmaktadır.

Osmanlı İmparatorluğunu bir başka açıdan anlatan Sör James Porter; “Benim anlayabildiğim İmparatorluk dar bölgelere bölünmüş ve o bölgedeki bütün asayiş sorumluluğu tek kişinin üzerine verilmiştir. Bir de adalet çok süratli tatbik edilmektedir ve suçun cezasız kalabilme ümidi yoktur. En küçük vakada İstanbul’dan müfettiş gelmekte, üstelik bütün masraflarını olay çıkaran kasaba veya şehir halkından almaktadır. Mütevazı halk tabakaları cezadan çok ürkmektedir ve cezaya mucip bir iş yapmaktan çok korkmaktadırlar” sözleriyle İmparatorluğun asayiş ve güvenlik konusuna verdiği önemi hayranlıkla ifade etmektedir.

Seyyahın anlattığı dönem, gelenek ve görenekler doğrultusunda şekillenen töre ile İslam inancının birlikte yorumlanması sonucunda ortaya çıkan kanunname hükümleri doğrultusunda oluşturulan vicdani kontrol, asayiş ve güvenliğin istenilen ölçüde sağlanmasını, suç ve suçluluğun toplumu rahatsız etmeyecek biçimde izole edilmesini sağlayan dönemdi.

17’nci yüzyıl Osmanlı toplumunda devlet güvenliğinin zaafa uğratılmasından sonra gelen en ağır suç, adam öldürmekti. Meşru müdafaanın dışındaki öldürme eylemi mutlaka kanunda yazılı karşılığını görmekteydi. Hafifletici sebeplerin varlığında, idamın dışında bir cezaya hükmedilirdi.

Adam soymak ve hırsızlık kastıyla adam öldürmenin cezası mutlaka idam idi. Bunun yanında, öldürülenin ailesine ağır bir tazminat ödenmesi zorunluydu. Bu tazminat öldüren veya öldürenin ailesi, onların parasının bulunmaması ve katilin tespit edilememiş olması durumunda, öldürme olayının meydana geldiği mahalle halkı tarafından ortaklaşa ödenirdi.

Öldürenin idam hükmü, genel olarak bir gün içinde muhakeme edilip karara bağlanır ve aynı gün içinde yerine getirilirdi. Bu uygulama sebebiyledir ki, Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş, yükselme ve duraklama döneminde suç ve suçluluğun kontrol ve önlenmesinde görevli olan zabıta kuvvetleri, bahse konu hizmetleri herhangi bir güçlükle karşılaşmadan yerine getiriyorlardı.

Mükemmellik bakımından cihanda tek olma özelliğini taşıyan muhteşem yapıdaki İmparatorluğu dünya medeniyetine armağan eden Türkler, başta payitahtları olan İstanbul olmak üzere diğer şehir, kasaba ve köylerle bu yerleşim yerleri dışındaki geçit yerlerine (derbent), ticaret yollarıyla bu yolların kavşak noktalarındaki yönetim ve güvenlik konularına olağanüstü bir önem veriyorlardı.

Bunun bir göstergesi konumunda olan yüksek devlet ricalinin ve bizzat padişahların şahsen gözlemek ve düzeni bozanları veya bozma girişiminde bulunanları cezalandırmak amacıyla İstanbul sokaklarında tebdili kıyafet dolaşmaları göz önünde bulundurulduğunda, Osmanlı İmparatorluğunun yöneticilerinin sokaktaki insanın ne yaptığı ve ne düşündüğü ile ilgilenmesinde pek şaşılacak bir yan olmadığı iddia edilebilir.

Aynı zaman dilimi içinde ve aynı gayelere yönelik olarak kola çıkan Sadrazam, yanına aldığı Yeniçeri Ağası, Sipahiler Kethüdası, Cebeci Başı, Topçu Başı, Arabacı Çavuşları Bostancı Odabaşı, bir Tüfekçi, bir Mataracı ile gerekli olması durumunda cezalandırma eylemini yerine getirmek üzere falaka ve değneği olduğu halde falakacı başı yeterli miktardaki falakacılarla birlikte çarşı ve pazarları teftişe çıkardı.

Osmanlı askerinin başkumandanı olma mevkiindeki Yeniçeri Ağası Osmanlı İmparatorluğunun başkenti olan İstanbul’un emniyet ve asayişinin sağlanmasından birinci derecede sorumlu idi. Bundan dolayıdır da, Yeniçeri Ağası yanında bulunan görevlilerle birlikte haftada üç defa gece veya gündüz İstanbul’un çarşı ve pazarlarını teftişe çıkardı. Aykırı davranışları olanlarla suç işleyen ve işlemeye teşebbüs edenleri yakaladığı zaman cezalarının karşılığı olarak yürürlükteki kanunname hükümleri doğrultusunda cezalandırır, gerekli olanları yargılanmak üzere da kadılık makamına gönderirdi.

Sadrazam ve Yeniçeri Ağası tarafından alışıldık olunduğu üzere yapılan özel denetlemeye ek olarak, dört Yaya Başı ve dört Bölük Başı cuma gecelerinin dışındaki diğer gecelerde çarşı ve mahallelerde kol gezerek asayişin teminine çalışır ve esnada yakaladıkları suçluların yanında suç şüphesi altında bulunanları cezalarının kararlaştırılıp, infaz edilmesi için Ağa Kapısına gönderirlerdi.

Aynı zaman dilimi içinde suç ve suçluluğun kontrolünün yanında, sanık konumunda olup da arananlarla birlikte hükümlülerin yakalanmasına yönelik olarak Asesbaşı ve onun komutasındaki asesler nöbetleşe çarşı ve pazarları, mahalleleri ve bilhassa şüphelilerin bulunduğu veya bulunabileceği yerleri dolaşırlardı. Bu gibi yerlerde dolaşan şüphelileri yakalayarak suçlarına göre ilgili birimlere gönderirlerdi. Suçsuz olanları ise, yasak yerlerde dolaştıklarından dolayı para cezasına çarptırılırlardı.

Osmanlı İmparatorluğunun dolaylı idare yapılanmasında en çok uygulanan polisiye sistem, aranan sanık veya hükümlünün yakalanarak devlet güçlerine teslim edilmemesi veya herhangi bir sebebe dayalı olarak teslim edilememesi halinde, arananın bulunacağı öngörülen yerel birime kolektif para cezasının uygulanması yöntemiydi. Eşkıyalıkla baş edebilmenin en etkili yolu olarak topluluklara ve yerleşim birimlerine kolektif sorumluluk ilkesi benimsetilmesi isteniyordu. Bu doğrultuda aranan eşkıyayı teslim etmeyen veya edemeyen topluluk veya yerleşim birimlerinin sakinleri para cezasına çarptırılıyorlardı.

İmparatorluk yönetimi, bünyesine zararlı olabilecek iç ve dış göçleri her zaman gözetim altında bulunduruyordu. İstanbul’a Anadolu veya Rumeli’den yapılacak herhangi bir göç haberi alındığında, bu göçmenler, şehir kapılarından içeriye sokulmuyorlardı. Bu sıkı kontrole rağmen herhangi bir şekilde İstanbul’a girdikten sonra, inzibatı bozanlar da derhal şehirden uzaklaştırılıyorlardı.

İstenmeyen unsurların İmparatorluğun başkentine girişin kontrol edilmesinin ötesinde, sosyal kontrol açısından değişik önlemler de alınıyordu. Bu önlemlerin en önde geleni hafiyeler tarafından düzenli olarak tanzim edilen jurnallerdi.

İhtisap Nezaretince toparlanan aylık ihtisap jurnalleri belli bir düzende tasnif edildikten sonra hükümdara sunuluyordu. Başkente yapılan giriş-çıkışların denetlenmesine verilen önemin derecesini göstermesi açısından İhtisaptaki yoklama odası mukayyidinin bir nişanla ödüllendirilmesi çok önemliydi. İstanbul’daki bozuk düzene engel olunması için İstanbul halkının birbirine kefil olması zorunluydu. Kefilsiz olanlar mahallelerde oturtulmuyorlardı. İstanbul’da beş yıldan daha az oturanlar, şehrin asayiş ve güvenliğinin kontrolünün sağlanması bakımından memleketlerine gönderiliyorlardı. Aynı doğrultuda suç işlemeye meyilli olanların gözaltında bulundurulması için imamlara, müezzinlere, kethüdalara, vakıf odalarının odabaşlarına, kervan saray işletici ve görevlilerine çok sıkı uyarılarda bulunuluyordu. Alınan bu tedbirlerin sıkıca uygulanmasına karşılık, meydana gelen herhangi bir suçun faillerinin açığa çıkarılmasının yanında sanık veya sanıklarının yakalanması zamanın sivil polislerinin göreviydi. Genellikle suç işlemekten vazgeçmiş eski sabıkalılardan oluşan bu sivil polis kuvvetleri, Böcekbaşının sorumluluğunda görev yapmaktaydılar. Böcekbaşı ve böcekler, sorumluluk bölgelerinde aranmakta olan sanık veya hükümlüleri yakalayarak ilgili birimlere gönderirlerdi.

Suç ve suçluluğun kontrol edilmesinin yanında sanık ve hükümlülerin yakalanması hususunda, İmparatorluk yönetimince geliştirilen sistem oluşturulmuştu. Bu sistem ıssız yerlerde bulunan kavşak ve geçitlerin korunması için yapılandırılan derbent sistemidir. Bu sistemin uygulanması için kurulan derbent teşkilatlanmasındaki en önemli görev derbent muhafızlarına düşmekteydi. Bu muhafızlar, derbendin güvenliğini sağlarken kendilerine verilen küçük toprak parçalarını işleyerek ihtiyaçlarını giderirlerdi. Bunun yanında korumasını üstlendikleri yerlerden gelip geçen yolculardan da cüzi bir ücret alırlardı. Sorumluluk alanlarında meydana gelen soygun olaylarında soyulan yolcuların zararlarını tazmin ediyorlardı. Sorumluluk bölgelerindeki yollarda seyahat eden, kervansaray ve han gibi konak yerlerinde konaklayan yolculardan birinin malının çalınması durumunda, meydana gelen zararı kendi mallarından tazmin ederlerdi. Bu husus, devlet tarafından kendilerine verilen derbentçilik beratında yükümlülük olarak yer alırdı. Derbent yapılanması Osmanlı Kanunnamelerinde de ihmal edilmemiştir. Bununla ilgili hükümde; “Derbent hafızları olsa dahi taksirat edip hıfzında tenasül etseler ve ol yerde zayi olan rızkları alanı bulmazlarsa, onlara tazmin ettireler, zira ol derbendi hıfzedip gözetlemek onların üzerine lüzumludur” denilmektedir. Yol keserek eşkıyalık yapanların boy gösterdiği geçit ve boğazların, muhafızlar vasıtasıyla emniyet ve asayiş bakımından kontrol altına alınmasına azami dikkat gösteriliyordu. Kanunnameler, zamana uygun makul ve mantıklı yöntemlerle bu gibi yerlerde yağmalanan yolculara ait eşyanın tazmin ettirilmesi hükmünü getirmek suretiyle bahse konu yerlerin korunmasıyla yükümlü kılınan görevlilere sorumluluk yüklemişti.

Bu uygulamalar da göstermektedir ki, şehir, kasaba, köy ve diğer yerleşim birimlerin huzur ve güvenliğin sağlanması görevi sadece yasakçıların, zabıta kuvvetlerinin, bekçilerin ve askerlerin sorumluluğuna bırakılmamıştır. İmparatorluğunun Müslim ve Gayrimüslim halkına da belirli oranda zabıta iş ve işlemlerinin yerine getirilmesi bakımından bir takım mükellefiyetler verilmişti. Bu dönemde, Osmanlı Kanunnameleri hükümleri doğrultusunda şehir, kasaba ve köylerle diğer yerleşim yerlerinin çevrelerinin emniyet ve asayişinin sağlanması için ahalinin kanunnamelerin getirdiği cezai hükümlerle korkutulduğu ve kefalete bağlandığı görülmektedir.

(Visited 3 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 22.08.2009 tarihinde Hale tarafından, Büyük Osmanlı İmparatorluğu bölümünde paylaşılmıştır ve 1639 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 4 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Suç Ve Suçluluğun Kontrolü İle Hükümlü Ve Sanıkların Yakalanması | İmparatorluğun Kuruluşuyla Tanzimat’ın İlanı Arası Süreçteki Kontrol Ve Yakalama - Mürur Tezkeresi Ve Uygulaması orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleMineraller: Oluşumları - Başkalaşım - Diagnesis (Yeniden Oluşum) - Aşınma - Kimyasal Çökelme ve Formüller - Silikatlar ve Kristaller Sonraki MakaleHristiyanlığın Eleştirisi | Hıristiyanlığın Kökeni

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz