Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Mehmetcik Hitabesi l Ä°stanbul, M.T.TB.’de…


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 16.09.2007 tarihinde hale tarafından, Yakın Dönem Türkiye Tarihi bölümünde paylaşılmıştır ve 5508 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


Mehmetçik Hitabesi

Ä°stanbul, M.T.TB.’de…


Anadolu yaylasında helezon helezon kıvrılan ne kadar yol varsa, hepsinin birden kolladığı istikâmet, onda… Onda nezâret ufkunun açmadığı, göz önüne ve ayak altına sermediÄŸi hiçbir mesele yok…

Millî saadetlerimiz, içtimaî felâketlerimiz, çıkışlı ve iniÅŸli târihimiz; evvelce gerçek oluÅŸumuz, yedi iklim dört bucak hükmediÅŸimiz, derken duraklayışımız, kabuk tutuÅŸumuz, sonra bozgundan bozguna yuvarlanışımız, sürünüşümüz, nihayet maymunlaÅŸmamız, olamaz oluÅŸumuz; hâsılı, bir zamanlar mayası GüneÅŸten ruh hamurumuzla, bu hamura musallat kurt, sebep ve netice bakımından hep onda; MehmetçiÄŸin röntgen camında…

Bana sorarsanız, Orta Asya’dan Anadolu yaylasına inen bozkurt, en saf aynadan daha berrak bir su başında, gözlerinin ateÅŸine dala dala söğüte döner, istihale eder. Böylece, kuyruk sokumu, atların cidago kemiÄŸine dayanmış, mücerret madde hızı ve hareketinden ibaret bir yaratık örneÄŸi, iç hayatına, ruhuna, sabit mekân içinde hakiki zamanına kavuÅŸur.


Ä°ÅŸte Türk’ün, o mücerret madde hızı ve hareketinden ibaret enerji kaynağının gerçek yaÅŸayışı, yine bana sorarsanız onun, sabit mekânına ve hakikî hayatına, yani ruhuna kavuÅŸtuÄŸu ve bozkurdun söğüt aÄŸacına inkılâp ettiÄŸi andan baÅŸlar.

Söğüdün yaprağı narindir narin,
İçerim yanıyor dışarım serin…

Söğüt, Anadolu hassasiyetinin gelin edalı remzi… Anadolu onun dibinde düşünür, içlenir, seviÅŸir, helâllaşır, vedalaşır, kavuÅŸur, halleÅŸir, çabalaşır, hayat sürer.

Bozkurt bir (mit)tir. Bir efsane! Söğüt remzi altındaki Anadolu ise çarpıcı ve yakıcı bir realitedir, bir vakıa… Ve iÅŸte Bozkurt (mit)inin söğüt aÄŸacı realitesine kavuÅŸtuÄŸu andan baÅŸlayaraktır ki, Türk anaları, Mehmetçiklere gebedir.

Felsefede mekân denince madde, zaman denilince de ruh anlaşıldığına göre, Türkte ve onun temel keyfiyet unsuru olan Mehmetçik’de bu varlık ÅŸartlarının ikisini birden ÅŸahıslandıralım.

Mekân Anadolu… Zaman Ä°SLAMÄ°YET…

Böylece yeni bir kıyas ölçüsüne kavuÅŸuyor ve Mehmetçik vesilesiyle bir kere daha anlıyoruz ki, Peygamberler Peygamberinden evvel Mehmetçik mevcut olmadığına göre Türk’ün temel keyfiyet unsuru da Müslümanlıktan sonradır, ve iÅŸte bizim milliyetçiliÄŸimizdeki dayanak noktası budur:


Ruhunu Ä°slâmiyetten alan Türk… Ve bu Türk’ün Türkçülüğü…

Artık Mehmetçiği, o hiçbir formüle sığmaz harika insanı, bu temel ölçüye göre kendi kendisine çerçevelenmiş görebiliriz.

Şöyle:
Mehmetçik, Türk’ün, ruhunu Ä°slâm nuruyla dolduruÅŸundan sonra, Ä°slâm potasında eriyerek Ä°slâm kalıbına döküp bülurlaÅŸarak darphâneden çıkma has altınlar gibi insanlık pazarına döktüğü, ferdiyet üstü millî ve içtimaî vâhid… Aslındaki kıymet ve hususiyetle de böyle bir vahide, Türkten baÅŸka mâlik, bu cihanda ikinci bir millet yok… Türklük mâdeninin kısır üstü ve bozucu bütün fizik ve kimyevî tesirlere mukavemetli aslî ve kurtarıcı vahidi Mehmetçik…

Mehmetçik, Allah indinde, halis kahramanlara mahsus din ve milletten fânilik; namsızlık ve niÅŸansızlık sıfatlarıyla da, ÅŸan ve ÅŸerefini ancak feza dolusu meleklerin törenleÅŸtirebileceÄŸi ve hasis dünya ifadelerinin asla varamayacağı bir makama sahip… Nemrutlar ve Firavunların altın tahtırevanları, Roma zafer alaylarının sırma sorguçlu süt beyaz dört atlı arabaları ve bugünün tırtıl tekerlekli çelik koltukları onu azizleÅŸtirmekten âcizdir. Aksine, o, tahtırevanı taşıyan köle, zafer arabasını çeken beygir, çelik koltuÄŸun da tekerleÄŸi yerinde gizlenmeyi tercih eder. Seciyesinin en mahrem ve ince çizgisi, MehmetçiÄŸin, iÅŸte bu hâlinde… Zira, onun beygir sıfatiyle çektiÄŸi zafer arabasında oturanlar, ekseriyetle öndeki mânanın hırsızları, 24 saatlik fâni zaman kadrosunun açıkgözleri, âdi sahtekârlarıdır.

Oysa, düne kadar palaspareler içinde, yağmur ve kar altında, barut yerine tüfeğine toprak doldurarak savaşmaktan, bir tek kuru zeytin tanesiyle bütün bir gün nefsini köreltmekle herşeye katlanır, fakat küçük açıkgöz ve mâna dolandırıcısı olmaya tenezzül etmez.

Onu zafer arabasına bindirmek gerekseydi, eline kamçı diye yıldırımı vermek, arabasına at diye kasırgaları koşmak, başına taç diye en parlak yıldızı oturtmak, iki yanına da poh-pohcu diye sahte kahramanları dizmek icabederdi.

Nitekim, yaratılışından ve doğuşundan alnı kıpkırmızı n tülbentle sarılı gerçek şehit tipi Mehmetçik, yerde sürünürken, gökte o saltanatı sürüyor.

Mehmetçiğin makamını şan ve şerefle ölçebilecek, ne bir tartı, ne bir endaze, ne bir kıyas, ne bir mikyas vardır.

Ne mutlu Türk Milletine!..

Ne bakımdan?
Allah Resulünün mukaddes hâs ismini, sırf o isme duyduÄŸu sonsuz saygıdan ötürü hafif bir deÄŸiÅŸikliÄŸe uÄŸratıp “Mehmed” yapan, böylece Ä°slâm ülkelerinden hiçbirinin eremediÄŸi bir ruh iffeti gösteren duygu inceliÄŸi bakımından…

Bu bakımdan ne mutlu Türk Milletine!..

Ä°ÅŸte Mehmetçik, kâinatın sahiplik imzası olan o isme, ÅŸefkat edalı bir ufaltma eki ilâve edilerek bulunmuÅŸ o mübarek kliÅŸedir ki, iç hayatını Allah Resulünün ruhâniyetinden devÅŸirici bir milletin, fert üstü namsız ve niÅŸansız her vahidine püskürtülmüş nur zerresini pırıldatıyor. Türk’ün temel varlığı olan Mehmetçik hüviyetini, herÅŸeyini o nur zerresinden; ve o nur zerresine tecellî mihrakı olma ehliyetinden alıyor.

Mehmetçik hangi ordunun, tümen, alay, tabur ve bölük, hangi basamağına bağlı olursa olsun; vilayet, kaza, nahiye ve köy; hangi coğrafya alâkasının sahibi bulunursa bulunsun, doğrudan doğruya Allah Resulünün has ismine ve has ruhuna perçinli olmanın, halk içinde gizli ve müşterek, büyük hüviyetidir.

O, bu dünyada, bir Yunus Emre kalıbı içinde ölmemiÅŸken ölenlerden; bir kâfir kurÅŸunuyla ve gerçek ÅŸehit sıfatıyla gittiÄŸi öbür dünyada da ölmüşken ölmeyenlerdendir. Bütün bunlar da “Mehmetçik” isminin belirttiÄŸi ana kaynaktan… Peygamberinin ismini ondan aldığınız ve meselâ adını OÄŸuzcuk, Uygurcuk, Sungurcuk yaptığınız anda delinmiÅŸ bir (oksijen) tüpü gibi herÅŸey ondan uçup gider.

Burada bir noktaya dikkat etmemek elden gelmiyor:

Kaynağımızı kurutmak gayesini güden hain zümreler Mehmetçiğin aslî sıfatı olan şehitlik mefhumunu kendi trafik kazalarına verecek kadar istismarcılıkta ileriye gidiyor. Ve kendi devrim lügatçelerinde herhangi bir azizleştirme mânasına karşılık bulamıyor da, sonra utanmadan, renklerini ve pırıltılarını arakladığı bir mânanın menbâını mahkûm etmeye kalkıyor. Ne sefil lüpçülük, ne fecî tezat ve ne aşağılık seviye.

MehmetçiÄŸi, hep mim harfli sıfatlarla ifade edelim-çevresinde mesut cemiyet, tepesinde memur Devlet ve ayağı altında mamur vatan bulunduÄŸu yükseliÅŸ çığrımızda asıl farikasiyle belirmiÅŸ göremeyiz. Yani ÅŸevket ve haÅŸmet devrimizde Mehmetçik, o haÅŸmet ve ÅŸevket denizi içinde erimiÅŸ, ona karışmış ve öz cevherini açığa vurucu içtimaî çöküntü ve tezatlardan uzak kalmış olarak peçelenmiÅŸ vaziyette… O çığırda Mehmetçik, saÄŸlam devlet binasının muhkem temelidir; ve her temel gibi toprağın altında ve gizlidir. Asıl Mehmetçik -yine mim harfli sıfatlarla- çevresinde mazlum cemiyet, tepesinde mahkûm devlet ve ayağının altında maÄŸlup vatan bulunduÄŸu alçalış devrimizdedir ki, olanca mukavemet ve karşı koyma seciyesiyle ortaya çıkar. Büyük bir zelzele olmuÅŸ, bina parça parça yıkılmış, toprak çatlamış; ve temel son mukavemet unsuru olarak, meydana çıkmıştır.

Mehmetçik, Türk’ün bozgun devrinde ortaya çıkan, toplumun iç bünyesinde gizli millî mukavemet ve her ÅŸeye raÄŸmen karşı koyma unsurudur, bu mânanın hüviyetidir ve bu mâna yüzüsuyu hürmetinedir ki, hudutsuz azizdir.

Evet, MehmetçiÄŸin bütün çizgileri ve renkleri ile ortaya çıkışı, binayı kurtarmaya memur temel olarak, her gayret ve hamlenin kendisine düştüğü koca vatanın kendi başı üzeri-yıkıldığı bozgun çığırımızda…

Ey gaziler yol göründü yine garip serime…

Buradaki yol, çâredir. Bu hengâmede onun tablosu:

Kışlanın önünde redif sesi var;
Bir çift kundurayla bir de fesi var.

Demek ki MehmetçiÄŸin asıl farikası, insanüstü fedakârlık ve kendinden veriÅŸ… Nefsinden baÅŸkası için olmak… Dini için, milleti için… Vücut hikmeti ve memuriyeti bu… Bir zamanlar:

Ya devlet baÅŸa
Ya kuzgun leÅŸe..

Düsturunun temsilcisi Mehmetçik, sonraları:

Devletin malı deniz
Yemeyen domuz…

Anlayışının çürütmeye baÅŸladığı cemiyette, onu dış toslamalara karşı koruyacak son kalıntı, son saffet artığı, baÅŸtan ayaÄŸa hasta bir uzviyette saÄŸlam kalabilmiÅŸ biricik kalp nahiyesidir. Beyin hasta, ciÄŸer yaralı, mide delik deÅŸik, böbrek cerahat çanağı, damar mikrop kanalı, fakat kalp sapasaÄŸlam…

Her ülkede vecd ve aşkı çürüyen İslâmın en taze ve en keskin davranışla kılıcını asırlarca elinde tutan bir millet, tarihî kaderi bakımından ilahî hikmet icabı elbette maraza karşı koyacak ve kendisini ensesinden kavrayıp ayakta tutacak bir bünye harikasına, ölümsüzlük sırrına mazhar ve mâlik olmalıydı.

Oldu. Bu Mehmetçiktir.

Ne kadar tekrarlasak azdır ki:

Ben Yunus-u biçareyim;
BaÅŸtan ayaÄŸa yareyim.

Diyen büyük Anadolu çocuÄŸunun belirtisi ile, topuÄŸumuzdan tepemize kadar cüzzam yaralarına battığımız demlerde Mehmetçik, iÅŸte her defa bizi kurtaran, apaçık ölümlere karşı koyan, bize hayat hakkımızı iade eden, fakat her defasında bu hakkı kullanamadığımıza, hak edemediÄŸimize ÅŸahit olan, bünye harikası ve ölümsüzlük sırrı diye ifadelendirdiÄŸimiz millî hassanın ta kendisidir. Onun içindir ki, MehmetçiÄŸi ihtilâl ve ihtilâç yatağı bir bünyede, felâket organları bir tarafta ve kendisi bir tarafta, en yırtıcı, paralayıcı tezat tablosunu çizen apayrı bir hüviyet olarak tanımaya mecburuz. Ve iÅŸte onun içindir ki, MehmetçiÄŸi, Kanunî Sultan Süleyman’a kadar süren taarruz ve fetih devrimizde deÄŸil, Kara Mustafa’dan baÅŸlayan bozgun ve müdafaa çığırımızda kendisini göstermiÅŸ buluyoruz.

Ondaki sadakat, ondaki itaat, ondaki tevekkül, ondaki tahammül, ondaki cefakârlık, ondaki fedakârlık, ondaki nefs istihkarı, ondaki Allah iftikârı, hiçbir zaman ve mekânda, hiçbir milletin fert vahidine nasip olmadı.

Öyle ki, bu vatanı kurtarırken de, batırırken de, baÅŸta sadakat ve itaat olmak üzere hep Mehmetçikteki ruh mâdenleri iÅŸletilmiÅŸ, sırasında ulvîce semerelendirilmiÅŸ, sırasında habisçe istismar edilmiÅŸ; ve Allah’ın Türk Milletine bu muazzam emaneti üzerine tiril tiril titreme ve onu deÄŸerlendirme ÅŸuuru hiçbir devrede kafalara yerleÅŸememiÅŸtir. Eskiden adı (Etrâk-ı bîidrâk) idi; ÅŸimdi ve daha fenası kimsenin sahip çıkmadığı ve mânası hergün biraz daha körleÅŸtirilen cisimsiz bir isim.

Samanyoluna kadar bütün yıldızları sermaye diye kullanan bir kumarbaz olsaydı, gökte yıldız bırakmazdı da, MehmetçiÄŸi siyasî kumar oyunlarında harcayanlar sarf ede ede bitiremediler. Birinci Dünya Harbinde, Erzurum’da, nakıs 30 derece hararette, Allahuekber dağının bir eteÄŸinden kolordu çapında bir toplulukla tırmandırılan Mehmetçik, öbür eteÄŸinden, düşmanla çarpışmaksızın manga kadrosuna düşmüş olarak inerken, kendi ezelî teslimiyet ve itaat vasfının kaatilce istismar cinayetini, ne hazin arzeder. Tek kurÅŸun atmadan ve yemeden, soÄŸuÄŸa yedirilen bir kolordu… Beri tarafta sıcaÄŸa, ÅŸurada açlığa, burada hastalığa…

Yedi düvele karşı koruduÄŸu Fatih’in Ä°stanbul’unda ve Çanakkale’de Mehmetçik, o kilit noktasının kıymet ve ehemmıyetini kendi kendisine sezmiÅŸ; ve sadece intihar emri vermeyecek bir sevk-i idareye mazhar olduÄŸu içindir ki, iÅŸi fert fert harikalar planına dökebilmiÅŸ; ve düşman mermilerini kaburga kemiÄŸi arasında yakalamaktan, sırtında 120 kiloluk gülleleri taşımaya kadar göstermediÄŸi fevkalâdelik bırakmamış ve nihayet Çanakkale’de istif halindeki kuduz Dünya emperyalizmasını, tüfeÄŸini dizinde kırarak suya atılıp kaçmaya mecbur etmiÅŸtir.

Bu netice, hesap, tahmin, plan ve kumanda dışıdır ve onu gerçekleÅŸtiren sadece Mehmetçiktir. O, yalnız cevherini bozmayacak çapta da olsa hakikî kumandanını bulduÄŸu zaman, Plevne’de, Rus Çarına, kılıcını belinden çıkartıp, kendine esir kumandanın beline taktırır. O cevhere baÄŸlı bir devlet reisine nail olunca da (ikinci Abdülhamid Hânı kastediyorum) Yunanlı yine bugünkü gibi sefil palikaryalığını gösterir göstermez, önde ÅŸehit kumandan Abdülezel PaÅŸa, Selanik’teki tek bir ordu ile bir sıçrayışta soluÄŸu Atina kapılarında alır.

Avrupalı, büyük bir askerî muharrir diyor ki: “BaÅŸka ordularda müdafaanın bile terkedileceÄŸi ÅŸartlar altında, Türk ordusunun taarruzu baÅŸlar…” Hesap ve mantık budalası Avrupalının çenesini bir karış düşüren bu görüşteki akıl almaz mâna, MehmetçiÄŸi ve ondaki sonsuz teslimiyet ruhunu ne güzel canlandırıyor.

Nihayet, Birinci Dünya Harbi sonunda, morgdaki ölü masasına yatırdıkları, kayışlarla masaya baÄŸladıkları ve her kayışı bir sömürgecinin eline verdikleri hasta adamı bir ÅŸahlanışta hayata iade eden Türk’ün var olma iradesini ÅŸahıslandıran, emperyalizma uÅŸağı (megalo idea) maskaralarını sımsıkı kuÅŸatıp boÄŸan ve bücür atlara piyadesi ve süvarisiyle ikiÅŸer kiÅŸi halinde yerleÅŸip Ä°zmir kalesini hilâline kavuÅŸturan kudret, Mehmetçikten baÅŸka kim olabilir?

Alçalış devrimizin meydana çıkardığı Mehmetçik, öz Anadolu ve AnadoluluÄŸun tecessüm etmiÅŸ ruhudur. Bu ruhun da bütün o devir boyunca nasibi, sonsuz bir gurbet acısı ve sıla iÅŸtiyakı…

Mehmetçik, öz vatanı içinde vatanını aramakta; ve her dayanağını kaybetmiÅŸ ve gittikçe daralmaya baÅŸlamış eski fütuhat ufuklarını beklemek mahkumiyeti altında en korkunç ruh acısı olan yıpratıcı bir hayretle eÅŸya ve hâdiselere, kendisinin kim, ne ve neye memur olduÄŸunu sormaktadır. Bu hayret ve dehÅŸet Mehmetçik’te o kadar büyüktür ki, güneÅŸli havayı duman diye görmekte ve sükûtu figan diye dinlemektedir.

Havada bulut yok;
Duman nedendir?
Mahiede ölü yok,
Figan nedendir?
Adı Yemendir.
Gülü çemendir;
Giden gelmezmiÅŸ
Acep nedendir?

Başını taştan taşa vuran ve bir türlü düzlüğe çıkamayan cemiyetin yeni bir macerası karşısında hitap ve davet daima kendisinedir; ve Mehmetçik, bu cemiyetin üstündeki irâde ve idare katından hiçbir kuvvet almadığı halde yaşadığı bodrum katından her defa ve tek başına onu kurtarmaya, ona feda olmaya hazırdır. Böylelikle, Mehmetçiğin, önüne ve yanına bozgundan beri, nerden başlayıp nerede duracağı ve ne tarafa döneceği meçhul, üzerinde hiçlik rüzgârı esen bir yoldan, kıvrım kıvrım gayesiz yollardan başka bir şey çıkarılamamıştır.

Anadolu nasibinin en güzel ifadesi olan meşhur türküyü yine hatırlatalım:

Ey gaziler yol göründü yine garip serime…

Asırlarca, içerden dışarıya doğru süren bir göç halinde, insanı öz vatanından öksüz bırakıcı, bu ne acı muhacirlik!..

Åžimdi dikkat:

Mehmetçik, dışardan içeriye doğru bazı muhacirlerin bu vatana sahip çıkması için târihimizin, içerden dışarıya doğru ebedî muhaciridir.

Öz vatanında muhacirlik…

Biz, Türk’ün ruh köküne sarılanların ve onun hakkını savunanların hâli de bu deÄŸil mi?

Şair şu kadar yıl evvel söylemiş:

Vatan-cüdâ değilim fakat firakiyle,
Muhacirâne gezer, aÄŸlarım diyarımda…

Muhacirliğimiz, asıl göçmen ve yanaşmanın kim, gerçek sahip ve mirasçısının da kim olduğunu çerçeveleyecek bir şafak vakti sona erecektir.

MehmetçiÄŸi bu muhacirlikten kurtarmak ve eski çaÄŸlarda olduÄŸu gibi muhteÅŸem bir aksiyona baÄŸlamak için, her-ÅŸeyden evvel, Türk cemiyetinde, idareci zümre ile halk, beyinle kalp arasındaki tezadı ortadan kaldırmak lâzımdır. Bunun için de, asker ve sivil örneÄŸi ile MehmetçiÄŸi keÅŸfetmek ve ona güdücülerini keÅŸfettirmek lâzım…

Bizim için keÅŸfedilmemiÅŸ madde ve mânâ, ne ÅŸimal, ne cenup kutbunda; sadece Anadolu’da ve kendi öz cebimizde açılan delikten kaymış olarak ceket astarımızın dibinde.. (Ceplerde kaybolmuÅŸ güneÅŸ) benzetiÅŸimiz malûmdur. Mehmetçik de bu kapının ÅŸahıslanmış misâli…

Mehmetçiğin, kâh Yemen, kâh Fizan, kâh Arnavutluk, ebedî göçü onun en büyük hamlesi olan Millî Kurtuluş hareketinden sonra durmuş; fakat onu keşfetme, ruhunu besleme ve maddesini verimlendirme şuuru bir türlü, kafalara uğrayamamıştır. Aksine, kısır üstü bozucu ve çürütücü cereyanlar, alt tabakalara kadar işleyerek, Anadolu köylüsünü eski ruh ve ahlâkından uzaklaştıracak hâle kadar gelmiştir. Bereket ki, Mehmetçik, o ebedî mukavemet ve karşı koyma seciyesi, düşmana dayandığı gibi, kendilerine aydın süsü veren köksüzlük ajanlarının aşılarına da dayanmaktadır.

Fakat gözümüzü dört açalım ve dikkat edelim: Mehmetçik, Türk’ün ruh köküne düşman bu iç ajanlar karşısında, târih boyunca ve bugün, Moskofun karşısındaki vaziyetinden daha tehlikeli durumda bulunuyor. Harplerin, kıtlıkların, hastalıkların, kötü sevk-i idarelerin yiyemediÄŸi MehmetçiÄŸi, eÄŸer biz onları daha evvel yiyemeyecek olursak, bu iç ajanlar yiyebilir. Amma kimsenin şüphesi olmasın; onları yiyecek, diÅŸlerimiz arasında parçalayacak ve yurt dışına tükürecek olan bir nesil doÄŸmakta…

MehmetçiÄŸin ÅŸahsında bütün Anadolu’yu kuÅŸatan problem, evvela tam bir bilgisizlik ve anlayışsızlıktan doÄŸuyor. BaÅŸta Mehmetçikteki ruhun düşmanları, kimse onu tanımıyor ve ne tarafa itilirse oraya giden ahmak bir âlet farz ediyor. HerÅŸeyden evvel Anadolu ve Mehmetçik ruhunun, bir gergef gibi nakış nakış meydana çıkarılması…

Size Tohum isimli eski bir piyesimden birkaç satır okuyayım:

“YOLCU – Biz bu ruhu tanımıyor muyuz?

FERHAT BEY – Biz bu ruhu tanımıyoruz! Çünkü bu ruh, dal-budak salmış bir aÄŸaç gibi, göz önünde fışkıran haki-katlardan deÄŸil… En derin ve en gizli hakikatlardan… Hakikat tutulmak istendikçe küçülür ve küçüldükçe gizlenir. Bir tohum gibi…

YOLCU-Tohum….

FERHAT BEY – HerÅŸeyin özü ve sırrı ruhtadır. Biz bu ruhu tanımıyoruz. Anadolu nasıl duyar, nasıl sever, nasıl co-Åžar, nasıl parlar, nasıl patlar, nasıl yetiÅŸir, nasıl susar, nasıl dü-Şünür, nasıl gider, nasıl dönmez, nasıl ölür, biliyor muyuz. Biz ruhun maddesini bina edebilseydik, bu tohumun aÄŸacını yetiÅŸtirebilseydik, ÅŸimdi…”

Piyesten aldığımız satırlar bitti. Demek ki, lütfen sözlerini dinlediÄŸiniz fikir ve kalem adamı, Anadolu ve Anadoluculuk dâvasını ve ona baÄŸlı Mehmetçik tezini tam 30 yıl evvelki bir eserinde ortaya atmış…

MehmetçiÄŸi, kardeÅŸleri Ahmetler, Aliler, Osmanlarla beraber, AyÅŸesi, Fatması, Eminesiyle, her köyün, ÅŸehadet parmağı gibi göğe yükselen müdir fikri narin minare etrafında en ileri hayata kavuÅŸturmak… Devletini ona ve onu devletine inandırmak… Hamle budur, hareket budur, plan budur, inkılâp budur! Bu da ancak, onun ruhunu üst kattaki güdücülerine, güdücülerini de onun ruhuna baÄŸlamakla olur ki, böyle bir dâva, bugün, gerçek ilerinin geri ve hâlis gerinin ileri sanıldığı bu tepetaklak mânalar dünyasında Tekinler, Çetinler, Vurallar, Gökseller, Ayseller âleminde, deli saçmasından farksızdır.

Ancak…

Bütün memleketi böyle delilerin doldurduÄŸu bir tımarhane haline getirdiÄŸimiz gün bu ideal gerçekleÅŸecektir. Nerede o divaneler… Onlara muhtacız! O ne güzel delilik ve ne büyük ideal!..

Mehmetçiğin tarafımızdan anlaşıldığı ve bizim onca anlaşıldığımız gün bütün muvazeneler yerli yerine oturmuş olacaktır.

Eski Yunanlıların (Epigram) dedikleri kitabe şairlerinden biri, barbarlara karşı (Termopil) boğazında can veren bir avuç Yunan delikanlısı için, dünyanın en sâde, fakat en muhteşem kitabesi olan şu satırları yazmıştı:

“Yolcu! Git de yurdunda her evin kapısını yıkarcasına çal ve haber ver ki, beni ve kavmimin nereden geldiÄŸini anladıkları gün her ÅŸeyi anlamış ve kurtarmış olacaklardır.”

Paris’te bütün resmî törenler Birinci Dünya Harbi BaÅŸkumandanının deÄŸil, meçhul asker âbidesinin etrafında halkalanır. Orada, muhteÅŸem bir zafer takının altında, gece gündüz parıldayan mavi bir alevin iÅŸaretlediÄŸi, yere kapalı bir levha-

Şu yazı vardır; kelimesi kelimesine ve satır satır tercüme ediyorum: Burada Yatıyor.

Meçhul Fransız askeri Ki öldü, Vatanı için…

Bizim memlekette ise bozkırlara şu levhayı asmak yakışık alır:

Burada
Şehirden köye kadar
Sun ve mânası çözülmemiş
Vatan kurtarıcısı Mehmetçiğin
Hıçkıran ruhu esiyor.

Ä°slâm’ın, Türk ruhuna inen kızgın bir mühür gibi daÄŸladığı ve kalıplaÅŸtırdığı, sonra kafa kâğıtları halinde basa basa çoÄŸalttığı ve modelleÅŸtirdiÄŸi, gerçek milliyetçilik dâvasının protoplâzma ÅŸahsiyeti MehmetçiÄŸe selâm olsun!..

(Anglo – saksonların) sunî imâli (Coni), bütün bir cemiyetin tek hizmet unsuru üzerindeki cömert itina ve alâkasından, cepleri sterlin, dolar ve çikolata dolu bir örnek ifadesidir de, nice devirlerde kaydının terkini bir at nalından daha ucuz olan Mehmetçik, aç ve çıplak, cemiyetinin bütün yükünü omuzlarında taşıyıcı dasitanî bir fedakârlık nümûnesidir.

Ona selâm olsun!..

Şimdi, onu biraz evvel işaret ettiğim gibi, ölüp de ölmeyenlerin gerçek hayatı içinde, yaratılışta ve doğuşta üzerine sinmiş şehit hüviyetinde, arkama geçmiş ve omuzlarıma abanmış hissediyorum. Mezardan fırlamış, kefenini paralamış, Tortum şelâlesinden daha bereketli, sonsuz enerji kaynağı, kan fışkıran yarasını açmış, saçları diken ve gözleri şimşek, size bakıyor. Dikkatle, madde üstü bir dikkatle bakarsanız siz de görürsünüz.

Ve dudakları kıpırdıyor:

“- Ne yaparsanız yapın; benim hakikatıma kıymayın! Benim hakikatimi koruyun!”

Bütün dâva ÅŸimdi fikir Mehmetçiklerini yetiÅŸtirmekte ve onların büyük meydan muharebesini hazırlamakta…

Mehmetçik isminin kaynağı olan mukaddes ruhaniyet, REHBERİMİZ ve KORUYUCUMUZDUR !!!

NECÄ°P FAZIL KISAKÃœREK
HİTABELERİM isimli eserden iktibastır.

(Visited 1 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 16.09.2007 tarihinde hale tarafından, Yakın Dönem Türkiye Tarihi bölümünde paylaşılmıştır ve 5508 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 0 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Mehmetcik Hitabesi l İstanbul, M.T.TB.\'de... orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleBir Günün Sonunda | Ahmet HaÅŸim Sonraki MakaleKimya Terimleri Sözlüğü (A-Z) | Adlandırma : Element ve bileÅŸiklerin kimyasal formül veya sembollerle, bazı sistematik yöntemlere göre adlar..

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz