Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Kemalizm Nedir? | Kemalizm; Türk Ulusunun Çağdaşlaşma İdeolojisi


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 22.05.2008 tarihinde Esesli tarafından, ATATÜRK'ün Hayatı ve Hakkında Yazılanlar bölümünde paylaşılmıştır ve 2405 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


Kemalizm Nedir?

Kemalizm, en kısa tanımla, Türk ulusunun çağdaşlaşma ideolojisidir.


Türk Devrim sürecinde izlenen yöntemler ve gerçekleştirilen eylemler; uygulamayla doğruluğu kanıtlanan kurallar olarak ortaya çıktı. Devrimin içinden süzülüp gelen bu kurallar Kemalizm’i oluşturdu. Devrim sürecinde ve devrimin önderi tarafından ortaya konulan bu kurallar Kemalizm’in ilkeleridir. İlkelere bir bütün olarak Kemalizm (Atatürkçülük) adı verilmektedir.

Bir başka tanımla Kemalizm, Türk Kurtuluş Savaşında ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda temel olan fikir ve ilkelerin tümüdür.

Kemalizm, kapitalist ve sosyalist sistemlerin analiz ve sentezinden doğmuş, anti-emperyalist bir yöntemdir (ideolojidir) (K.Odabaşı)


Kemalizm (Atatürkçülük) , kaynağını Türk Ulusal Kurtuluş Savaşından alır. Amaçladığı toplum ve devlet yapısı, batının usa, bilime dayalı çoğulcu, özgürlükçü demokrasi anlayışıdır.(Suna KİLİ)

Kemalizm, altı ana ilke ve bütünleyici ilkelerden oluşur :

Ana ilkeler; Ulusalcılık (ulusçuluk, milliyetçilik), Halkçılık, Cumhuriyetçilik, Laiklik, Devletçilik, Devrimciliktir (inkılâpçılık) .

Bütünleyici ilkeler anayasaya girmediği için, kesin sayılarını belirtmek zordur. Ayrıca Kemalizm, kuramcıların oturup yazdıkları ve sonra toplum yaşamına uygulanan bir sistem değildir. Yaşamın ve savaşımın içinden doğmuş, sonra sistemleştirilmeye çalışılmıştır. Bu nedenle bütünleyici ilkeler, değişik kaynaklarda, değişik sayılar ve adlarla belirtilmektedir. Bu durum, bütünleyici ilkelerin önemini azaltmaz. Çünkü, bütünleyici ilkeler göz ardı edilirse Kemalizm anlaşılamaz. Çoğu kez bu yanlışa düşülmüştür. Bu yüzden Kemalizm’i sadece altı ilkeden ibaret sanan, onları da yeterince kavramamış insanlar çoktur. Aydınlar arasında bile..!

Bütünleyici ilkeleri şöylece sıralayabiliriz :

1-Tam bağımsızlık
2-Ulusal Egemenlik
3-Akılcılık ve bilimcilik
4-Gerçekçilik
5-Çağdaşlık
6- Barışçılık
7- İnsancıllık
8- Evrensellik
9- Emperyalizm karşıtlığı
10- Eşitlikçilik
11-Ulusal birlik,
12- Ülke bütünlüğü…

Önemli bir uyarı; Kemalizm’in bütün ilkelerini kafamıza göre değil, içeriğini doldurarak kavramalı ve yorumlamalıyız. İşte bu yüzden, önce iyi okumalı ve anlamalıyız. İlkelerin adlarına ve sözcük anlamlarına göre kestirmeden varacağımız yargılar bizi yanıltır. Yanlışa düşeriz. Türkiye’de siyasi çevreler de bu yanlışa düşmekte, birçok sorun, sırf bu yüzden çözümsüz kalmaktadır.


Kemalizm Bir İdeoloji Midir?

Kemalizm’i bir ideoloji olarak tanımlamıştık. Şimdi ideolojinin ne olduğunu da ortaya koyarak konuyu açalım :

İDEOLOJİ (Düşünyapı), siyasal ve toplumsal bir öğreti oluşturan düşünce sistemlerinin genel adıdır. Ya da toplumun maddi altyapısınca belirlenen siyasal, dinsel, felsefesel, sanatsal vb… düşünce biçimlerinin tümü’dür.(Hançerlioğlu,Fels. Ans.)

Hristiyanlık, kapitalizm, sosyalizm, büyük ideolojilerdir. Bunların içindeki çeşitli akımlar, ya da insanları belli bir dönem etkilemiş felsefi görüşler de orta ve küçük çaplı ideolojileri oluştururlar. Kalvencilik, Kantçılık, Aristoculuk, Lenincilik, vb. gibi…

İdeolojiler kendi içlerinde tutarlı birer sistem oluştururlar. Özlerini koruyarak zamanla değişebilirler. Değişmezlerse ortadan kalkabilirler de. Bilimsel değil kuramsaldırlar. Belli bir kişi tarafından oluşturulabileceği gibi bir süreç içerisinde de ortaya çıkabilirler.

Kemalizm’in bir ideoloji olmadığını savlayanlar da vardır. Bunlar Kemalizm’in önceden hazırlanmış bir kuramının olmadığını, sonradan da yazılmadığını, Mustafa Kemal’in bir düşünür olmadığını, bu nedenle Kemalizm’in bir ideoloji olamayacağını söylemektedirler.

Bu sav, bilgisizcedir. Bunlar, Kemalizm’in bir ideoloji olmadığını göstermez. Tersine onun özgün bir ideoloji olduğunu kanıtlar. Bilineceği gibi büyük ideolojiler masa başında oluşmaz. Bir süreç içinde gelişir. Örneğin, Hıristiyanlık, İslamiyet, Hinduizm vb…

Kemalizm, önemli bir ideoloji olduğunu kanıtlayan özelliklere sahiptir :

· · Bir düşünür tarafından yazılmamakla birlikte bütün kurallarıyla uyumlu, tutarlı bir sistem oluşturmaktadır.

· · Kemalizm eylemle koşut bir gelişme izlemiştir. Değişen ve gelişen koşullara uyar, bilimsel ve gerçekçidir. İdeolojiler değişmez savı da yanlıştır. Kemalizm bu yönüyle katı ideolojilerden ayrılır. Değişen koşullara uyum sağlayan ideolojiler yaşar. Katı ideolojiler ölür.

· · Kemalizm yaşıyor. Çünkü, gelişen koşullar içinde sürekli bilimsellik ve akılcılıkla yenilenme onun temel ilkesidir.

· · Uygulamayla doğruluğu kanıtlanmıştır.

· · Sınıfa değil, ulusa dayanır. Bölücü değil, birleştiricidir.

· · Totaliter rejimlerde görüldüğü gibi yıldırı eylemleriyle kalkınma sağlamamıştır.

· · Özgündür. Herhangi bir düşün sisteminden alınarak uygulanmamıştır.

· · Emperyalist işgale karşı ilk ulusal kurtuluş savaşı eylemidir. Ezilen uluslara hem bağımsızlık savaşıyla hem de çağdaşlaşma çabalarıyla örnek olmuştur. Kemalizm kavramı dünya literatüründe bunun karşılığıdır. Birçok üçüncü dünya ülkesi Kemalist ilkeleri benimseyip uyguladığı için evrensel bir modeldir.

Bunlara, başka nitelikler de eklenebilir.

Görüldüğü gibi, Kemalizm 20. yüzyıl başlarında, emperyalizmin dünyayı paylaştığı bir ortamda ortaya çıkarak yeni ve özgün bir ideoloji olarak tarihsel işlev görmüştür.

Bugün de bu işlevini sürdürmektedir.

Kemalizm Ve Resmi İdeoloji

Türkiye’de, aralarında ideolojik kavga yürüten gruplar bile Kemalizm’e saldırma konusunda birbirleriyle anlaşıyorlar.

Sağcısı, solcusu, dinlisi, dinsizi, ırkçısı, liberali, numaralısı… Ne zaman, nerede bir olumsuzluk görseler hemen suçluyu ilan ederler:

-Resmi ideoloji..!

Resmi ideoloji, doğru adı koyarsak Kemalizm’dir. Kemalizm, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ideolojisi olarak anayasalarında yer almıştır.

Yolsuzluk ve yoksulluktan kurtulamıyorsak; gecekondular büyük kentleri boğmuş, sefalet görüntüleri her gün yüreğimizi acıtıyorsa; mafyatik ilişkiler devleti kuşatmış, bürokrasi batmışsa; dinciler azmış, Kürtler isyan etmişse; siyasal partiler feodal aşiretlere dönmüş, devlet iflas etmişse; dışarıdan borç bulmayı başarı, bu paraları yemeyi kalkınma sanmışsak…

Nedeni, resmi ideolojidir. Yani Kemalizm’dir. Kimi açıkça suçlayabiliyor. Çoğu da incelik gösterip, resmi ideolojiyi diyebiliyor. Aslında, başımıza ne gelmişse hepsinin sorumlusu Kemalizm’dir onlar için.

Şu Kemalizm’den bir kurtulsalar her şey yoluna girecek !

Önce en kısa yoldan yanıt verelim:

· · · Yakın tarihte ve bugün Türkiye’de görülen olumsuzluklarla Kemalizm’in hiçbir ilişkisi kurulamaz.

· · · Bütün bu olumsuzluklar Kemalizm’den kopmanın sonuçlarıdır.

· · · Resmi ideoloji ve başka söylemlerle Kemalizm’e saldıranların birçoğunun, bu olumsuzluklarda rolü vardır ve bundan yarar sağlarlar.

Şimdi, konumuza girebiliriz:

Türkiye’de Kemalizm, 1919- 1938 yıllar arasında inşa edilmiş, geliştirilmiş ve uygulanmıştır. 1938 yılından sonra ise hiçbir zaman tam olarak Türkiye’nin resmi ideolojisi olmamıştır.

1938-1950 yılları arasındaki İnönü dönemine, öteki adıyla “mili şef “ rejimine yakından bakalım:

Devrimin 14 yıl başbakanlığını yapmış olan İnönü, kuşkusuz Kemalist’tir. Daha önce Atatürk’ün yönlendirmesi ve desteğiyle başarılı olmuştu. Tek başına kalınca devrimi geliştirmek bir yana, korumakta da başarılı olamadı. Devrimci ilerleme frenlendi, durdu. Daha sonra CHP, popülist oynamaya, iktidar olmak için ödün vermeye başlayınca gericileşti. Fakat, kitleleri kazanmayı başaramadı. Karşıdevrimci cephe DP’de birleşti.

Muhalefeti savaş yıllarında kontrol edebilen İnönü, savaş sırasında çekilen sıkıntıların, yoklukların, baskıların da sorumlusuydu.

Halkevleri ve Köy Enstitülerinden rahatsız olanlar “Çiftçiyi Topraklandırma Yasasından” sonra “dörtlü Takrir” denilen önerilerini vererek hareketi genişlettiler. özgürlükçü demokrasi ve liberal ekonomiyi esas alan bir siyasal parti ( ! )kurdular. Bunda, İkinci Dünya savaşından sonra Batı dünyasında esen demokrasi rüzgarlarının, İnönü’nün Batı’daki gibi bir çok partili sistem oluşturma düşüncesinin rolü büyüktür.

DP’ nin 1950 seçimlerinden iktidar olarak çıkmasını bir demokrasi devrimi olarak görenler vardır. Kitleleri kandırıp iktidar olmak bir devrimse, bunu bir başka şekilde 12 Eylül Cuntası da yapmıştır. 1950 seçimlerinde iktidar olan halk değil, meşrutiyet döneminin “Hürriyet ve İtilaf” partisi, 1924’ün “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası”, 1930’un serbest cumhuriyet fırkasıdır. Sadece adı “Demokrat Parti” olmuştur. O kadar. Kazanan işbirlikçi Kapitalizm, kaybeden Kemalizm’dir.

Bunu ortaya daha net olarak koyabilmek için konuyu biraz daha açalım:

1940’ların ikinci yarısında CHP iktidarının gerici yüzünü görüyoruz. Kemalist devrim de o günlerden beri göz ardı edilmektedir.

1947’den itibaren Köy Enstitüleri yozlaştırıldı. Tonguç ve Bakan H. Ali Yücel görevlerinden alındılar. Öğrenciler yönetime katılamaz oldular. Kız-erkek karma öğretim kaldırıldı. MEB dünya klasikleri enstitü kitaplıklarından toplatıldı. Yüksek köy enstitüsü kapatıldı. İş eğitimi kaldırıldı. Enstitülü öğretmenlere çalıştıkları köylerde toprak verilmesi güçleştirildi. Tan Olayı yaşandı. Pertev N. Boratav, Niyazi Berkes, Behice Boran gibi öğretim üyeleri DTCF’den atıldılar.

DP’ den Menderes, 1947 yılında KİT’lerin bütçeye yük olacağını, bir milyar dolayında olan bütçenin bu yüzden iki milyar liraya ulaşacağını söyleyerek, bugünkü liberal sanılan söylemleri o zamandan başlattı.

CHP’nin 1946 kurultayında devrimcilik ilkesinden ödün verildi. Kurultayda “laiklik ve din eğitimi” başlığı altındaki tüzük maddesinde bulunan “dini düşünceleri dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutma” tümcesindeki “siyaset” sözcüğü tüzükten çıkarıldı. Böylece ,”dini düşüncelerin” siyasete karışması özgürleştirildi.

Halkevlerine yeni bir düzen verme yoluna gidildi. Bu gidiş, 1951?de Halkevlerinin kapatılmasına varacaktır.

“ Büyük Yol Dergisi”, ..anayasada laiklik prensibi yazılı kalırsa dinci; cumhuriyetçilik yazılı kalırsa padişahçı; inkılapçılık yazılı kalırsa muhafazakâr; halkçılık ve milliyetçilik yazılı kalırsa sınıfçı bir parti kurulabilir mi..? ? Diye bütün Kemalist ilkelere karşı olduğunu yazabildi. CHP’li Necmettin Sadak da, “…devletçilik yalnız demokrasiye değil, insanlık ve ahlaka da aykırıdır ” başlıklı yazı yayınlayarak bu saldırılara katıldı.

İnönü 1950 seçimlerine giderken, 6 ok’un anayasa metninden çıkarılacağını söylüyordu. Devlet okullarında din öğretimi başlatılıyor, imam-hatip okulu ve ilahiyat fakültesi açılıyordu.

Görüldüğü gibi Kemalist Devrimin kazanımları, önce devrimin partisi tarafından harcanmaya başlandı.

Bunların üzerine DP propagandalarının sadece iki tanesini ekleyelim. Devlet ve demokrasi anlayışındaki yalan ve bayağılığın daha o dönemde nerelere vardığı daha iyi anlaşılsın:

“Askerlik yok, vergi yok, hürriyet var ! “ 6 oku mu seçersiniz, yoksa Kuranı mı Bu propagandalar bugünlere kadar benzer şekillerde sürdürüldü. Örneğin 1950’lerde “CHP iktidara gelirse camileri ahır yapacak” denilebilmiştir.

Sonunda 1950 seçimleri yapıldı. DP, ezici bir çoğunlukla iktidar oldu. Hemen Ezan’ın Arapça’laştırılmasından başlayarak millete mal olmuş ve millete mal olmamış inkılaplar ayrımı ile yoluna devam etti.

On yıl boyunca içerde dinsel söylemlerle iktidarını korudu. Tarikatlar yeniden güç kazandılar. Toprak ağaları, şeyhler, kompradorlar ittifakı yürütüldü. Dış politikada “tam bağımsızlık” ilkesi yerine, ABD? koşulsuz bağımlılık ilkesi benimsendi. DP iktidarı, giderek, kandırılmış kitlelere dayanan bir çoğunluk diktatörlüğüne dönüştü. Kemalizm’den dönüş kesinleşti. Ve Türkiye, emperyalizmin bir ileri karakolu olarak 40 yıl boyunca sınırda nöbet tuttu.

27 Mayıs 1960 eylemi, bu gidişi seçimle engelleyemeyen Kemalist bürokrasinin iktidarı zorla ele geçirmesidir. Belki tek olumlu tarafı da gerçekten demokratik ve ileri bir anayasayı Türkiye’ye kazandırmasıdır. Kısa süre sonra toplumsal ve ekonomik yasalar yeniden kendini gösterir. Adalet Partisi, kendi küllerinden yeniden doğan efsanedeki kuş gibi DP’nin devamı olarak siyaset sahnesindeki yerini alır, iktidar olur.

12 Mart, özgürlük ortamından yararlanan aydınların, sanayi burjuvazisinin yarattığı işçilerin ve emekçilerin seslerini kesen bir başka bürokrasi hareketidir. 12 Eylül 1980 darbesi ise, 12 Martın eksiğini tamamlayan, Türkiye kapitalizmini uluslararası kapitalizme bağlayan bir harekettir. Bu kez toplumun çeşitli kesimleri arasında planlı bir şekilde yaratılan yıldırı ve anarşi ortamı gerekçe olarak kullanılmıştır. Sonucu, içerde işbirlikçi ve dinci gericiliğin yükselmesi, bütün ilerici unsurların yok edilmesi, Kemalizm’in tasfiyesi, Türkiye’nin koşulsuz tam bağımlı duruma düşmesidir.

TSK geçen süre içerisinde -geç de olsa- yanlışını görmüştür. Bürokrasinin öteki unsurları ise daha çok bozulmuş, daha çok gericileşmiştir.

1946’dan bu yana Türk Devrimine karşı savaşım verenler, Osmanlı dönemindeki feodalitenin,ulemanın, bankerlerin, kompradorların uzantılarıdır. Tarihsel olarak gericilik ve işbirlikçilik şu ya da bu şekilde Türkiye’de iktidarları kontrol edebilmektedir. Son yarım yüzyılda, Türk Devriminin bozuk para gibi harcanması bu yüzdendir.

Her şeye karşın, yirmi yılda gerçekleştirilen devrim yarım yüzyılda bile henüz bitirilememiştir.

Bugün karşılaştığımız her soruna dikkatlice bakarsak, nedeninin Kemalizm’i inkar etmek ya da onu sömürmek olduğunu görürüz.

Kemalizm’in resmi ideoloji olduğu savına gelince, bunu söylemek insanı ancak gülünç duruma düşürür. Kemalizm yolu terk edileli elli yıl geçmiş. Bugün, hemen hiçbir uygulaması Kemalizm’le örtüşmeyen bir ülkede, elli yıl önce ortadan kaldırılmış olan Kemalizm’i sorumlu tutmak, olsa olsa bilgisizlik, kasıt ya da sorumsuzluktur. Ulus ve ülke düşmanlığıdır.

Kemalizm, sorun değil çözümdür. Okuma ve yazması olan, kafası çalışan herkes bunu kolaylıkla öğrenebilir…

Bütün bunlardan anlaşılabileceği gibi Türkiye’de resmi ideoloji arayanlar aradıklarını bulamazlar. Bizde yaygın olan tutarsızlıktır. İdeoljisizliktir. Çok zorlarsanız, ırkçılık, dincilik, batı uşaklığı, küreselcilik, mafyacılık ve Atatürk düşmanlığının zaman zaman resmi ideoloji haline geldiğini görürsünüz. Kemalizm’i göremezsiniz.

Atatürkçülüğün sadece bol miktarda adı var! Kendisi yok ! Ekonomide, politikada, eğitimde ya da hangi alanda olursa olsun Kemalist bir uygulama gören varsa beri gelsin !

Çalışmadan
Öğrenmeden
Yorulmadan
Rahat yaşamanın yollarını
Alışkanlık haline getirmiş uluslar
Önce saygınlıklarını
Sonra özgürlüklerini
Ve daha sonra da
Geleceklerini
Yitirmeye mahkûmdurlar !

Mustafa Kemal

Kemalist Ulusçuluk

Atatürk Ulusçuluğu, yaygın ulusçuluk akımlarına benzemez. O, yurtseverlik anlayışına dayalı bir kültür ulusçuluğudur. Bu nedenle herhangi bir ulusçuluk anlayışından daha üstün ve çağcıldır…

Kemalist Ulusalcılıkta Türk Tanımı :

TÜRK, Anadolu toprakları üzerinde yaşayan, keder ve kıvançta dayanışma içinde olan insanların ortak adıdır. Ne Mutlu Türküm Diyene, özdeyişi Anadolu’da yaşayan, kökeni ne olursa olsun, kazanılan utkularda payı olan herkesin ortak kimliğini anlatır. Ortak başarı, ortak bir ada dönüşür. Kemalist Ulusalcılık, çoğunluğu oluşturan Türk adı altında, varlık bilincine ulaşamamış, feodaliteden kurtulamamış toplulukları modern bir ulus olarak birleştirir, çağdaşlaşma amacına yöneltir…

Kemalist Ulusçuluğun (Atatürk Milliyetçiliği’nin) özellikleri şunlardır :

· Ulusal sınırlar içinde yaşayan, aynı yazgıyı, keder, ve kıvancı paylaşan herkes Türk’tür. Türkiye halkları değil, Türk Ulusu vardır? Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir.?

· Hem Asya’dan getirilen , hem de Anadolu’nun geçmişten gelen kültürlerine sahip çıkar. Bugünkü Türk kültürü bu harmanlamadan oluşmuştur.

· Irkçı , saldırgan ve yayılmacı değildir, barışçıdır. Öteki uluslara saygılıdır…?Biz öyle milliyetçileriz ki bizimle işbirliği yapan bütün uluslara saygı duyar ve itibar ederiz…?.

· Tüm uluslar insanlık ailesinde hakları ve ödevleri bulunan birer topluluktur.

…Türk Ulusu insanlık aleminin içtenlikli bir ailesidir…
· Ulusların güçsüz toplumları sömürmesine karşıdır.
· Kemalist ulusalcılık, insancıl, evrensel ve çağcıldır…
Ulus olmak, demokrasiye geçebilmenin ön koşuludur. Aşiret, boy, kavim, ulus aşamalarını geçmeden çağdaş, ulusal bir toplum olunamaz..!

Ulusçuluk, kapitalizmin getirdiği bir kavramdır. Daha önceleri inançlar, boylar, kavimler ve kabilecilikler geçerliydi. Eski Türk boylarında da bu böyledir. Bugün hepsine Türk adını verdiğimiz yüzlerce topluluk, birbirlerini kırarak varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır. Tarihte kurulan ilk ulusal (milli) Türk devleti, Türkiye Cumhuriyetidir. Anadolu’da gelişen Türk ulusçuluğu da Kemalist ulusçuluk (Atatürk ulusçuluğu) adını alır.

İçte, ırkçı ve yayılmacı olmayan çağcıl bir ulus yaratmak, Kemalist ulusalcılığın ilk amacıdır.

Bundan sonra;

• Dünyadaki uluslar topluluğunun eşit haklara sahip bir üyesi olmak? amacı gelir… Bunun için “yurtta barış , dünyada barış” ilkesini benimsemek gereklidir.
• Sömürgecilik ve yayılmacılık yeryüzünden yok olacak ve yerlerine hiçbir renk, din, soy farkı gözetmeyen yeni bir işbirliği ve uyum çağı egemen olacaktır.
• Türk ulusu, ulusal duyguyu insani duyguyla yan yana düşünmekten zevk alır..
• İnsanlar, daima yüksek, soylu ve kutsal amaçlara yürümelidirler…

KEMALİST ULUSALCILIK, bütün dünyaya örnek olacak özellikler göstermekte, çağcıl bir ulusalcılık anlayışı olarak durmaktadır. Dünyada etnik parçalanmalar, yıkımlar artarken, Kemalist Ulusalcılık ulus devletler için, aydınlık bir geleceğin temel harcını oluşturmaktadır.

Irkçılık-Turancılık Ve Atatürk

Türkiye’deki bütün siyasi gruplar Atatürk’ü kendilerinden yana gösterme yarışındadır. Öyle ki , Atatürk’ü ve Kemalizm’i can düşmanı olarak gören, laik düzeni yıkmayı amaçlayan bir siyasi partinin genel başkanı “Atatürk sağ olsaydı bizim partiye girerdi” diyebilmektedir. Bu türden yalanlara herkes gülüyor. Ne var ki kimi siyasi grupların Atatürk’ü kendilerinden göstermeleri de amacına ulaşıyor. Kitleler, bunun ayrımına varamıyor.

Bunlardan biri de temelinde ırkçı-Turancı şovenizm olan ve Nazi ordusunun Kafkasya’da ilerlemesi sırasında Türkiye’de güçlendirilen siyasi akımdır. Buna göre Türkiye, Almanlarla birlikte Kafkasya’dan Turan’a geçerek tutsak Türkleri kurtarmalıydı. Bu, aslında Almanların planıydı. Almanlar, bu amaçla Türkiye’deki Turancıları desteklemişler, hükümetin izlediği dengeci siyaset nedeniyle amaca ulaşamamışlardı. Almanların yenilgisi kesinleşince Türkiye’deki Turancıların tasfiye edildiğini görüyoruz.

Irkçı -Turancı düşünce, Z.V. Togan, İsmail Gaspıralı, Sultan Galiyev gibi öncülerce Rusya’da ortaya atılmıştır. İkinci meşrutiyet döneminde, özellikle Türk Ocağı’nın kurulmasından sonra Türkiye’de de yayılmıştır. Fikrin öncülerinden bazıları Türkiye’ye gelerek çalışmışlardır.

20. yüzyılın başında şekillenmeye başlayan Türk ulusçuluğuna geniş anlamda Turancılık diyebiliriz. Rusya’da doğmuş, Balkan ve 1. Dünya Savaşları sırasında Osmanlı yönetimini etkilemiştir.

Anadolu’da ulusçuluk, Kurtuluş Savaşı ve sonrasında şekillenmiştir. Bu nedenle Anadolu Türklerinin ulusçuluğu, Atatürk ulusçuluğudur.

Turancılık, “Müdafa-i Hukuk” öğretisine dayalı, “misakı milli” ile sınırlı Kemalist Ulusçuluk karşısında tutunamadı Fakat, siyasal ve toplumsal yaşamımızda bazen etkili olmuştur. 1970?li yıllarda da, ABD emperyalizmi tarafından desteklenerek Türkiye’deki sol hareketlere karşı kullanılmıştır. 1980?li yıllardan bu yana süren PKK terörü, bu siyasi akımın daha da güçlenmesine ortam hazırlamıştır. Bugün Türkiye’de, önde gelen siyasi bir güçtür.

Atatürk’ün ırkçı-Turancı ( şoven milliyetçi) olduğuna ilişkin örneklere bakarak, kendilerine sosyalist diyen kimi gruplar ve Kürt şoven ulusalcıları, Atatürk’ü ırkçı, faşist, hatta sömürgeci olarak görüyorlar. Irkçı-Turancı çevreler ise zaten kendilerinden sayıyorlar.

Hepsi de yanılıyor.

Atatürk, şu sözleri söylemiştir:

“Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”

“Bu vesileyle milletime şunu tavsiye etmek isterim ki, başına geçireceği insanların kanındaki cevheri anlamaktan bir an vazgeçmesin.”

Bu sözlerde kastedilen, ırk ve kan farklılığı değildir. Söylenen sözler, ulusal savaşta ve kalkınmadaki başarıların sahibi olan bütün Anadolu insanlarını onurlandırmak içindir. Türkçede sözler, sadece sözlük anlamıyla değil, deyim olarak da bir anlam taşırlar. Yoksa, Türk ulusu, başına getireceği insanların kanındaki cevheri nasıl anlayacaktır. Başımıza getireceğimiz insanlara öncelikle bir DNA testi mi yaptıracağız? O dönemde bu testler de yapılmadığına, bugün bile böyle bir testten sonuç alma olanağı tam olmadığına göre sözü şöyle anlamak gerekmez mi : ?Ulusuma şunu önermek isterim ki, başına geçireceği insanların kişiliklerini, yeteneklerini, dürüstlüklerini, çalışkanlıklarını iyi değerlendirsin. Her an uyanık olsun, değerlendirmeye devam etsin. Ola ki aymazlık, sapkınlık, işbirlikçilik yapabilirler..?

Yapmıyorlar mı ?

Gelelim,” Bir Türk Dünyaya bedeldir” sözüne. Yine kastedilen, Türkiye sınırları içinde yaşayan yurttaşlardır. Dünyaya bedeldir, demesi ise ulusuna olan sevgisinin büyüklüğündendir. Sevdiklerimiz için hepimizin kullandığı bir deyimdir.

“Öğün, çalış, güven…” de öyledir. Osmanlı, Türk adını aşağılamak için kullanırdı. “İdraksız Türk” yani kafasız Türkler deyimi Osmanlınındır. Herkesin kimliğiyle övünmesi en doğal hakkıdır. Hele bu denli ezilen, sömürülen, itilip kakılan ulus bir şanlı destan yaratmışsa, övünmelidir. Başarmak için çalışmak ve kendine güvenmek gereklidir. Bu ve benzeri sözler, yüzyıllardır kendi bilincini, kendine olan güven duygusunu yitirmiş bir toplumun canlandırılmasını, ayağa kaldırılmasını amaçlayan söylemlerdir.

Güzel ve yerinde söylenmişlerdir.

Öteki kanıtları da gösterelim ve açıklamaya çalışalım:

Atatürk Türk tarih Kurumunu kurdurmuş ve tarih araştırmaları yaptırmıştır. Bu bağlamda Hititler, Sümerler, Etrüskler vb eski uygarlıklar da Türk olarak gösterilmiştir. Tatar, Yakut, Kırgız, Kazak yok; Türk vardır, propagandası yapılmıştır. Türklerin kan özellikleri belirlenmeye çalışılmış, kafatasları ölçülerek “Türk ırkının” özellikleri araştırılmıştır.

Bu araştırmalar o dönemde dünyada yaygın olarak yapılıyordu. Türkiye’ye özgü değildir.

Türkler, hem Osmanlı, hem Araplar ve hem de Avrupalılar tarafından yüzyıllarca aşağılanmıştı. Şimdi, bağımsızlığını elde etmiş, dünyada örnek bir savaş kazanmışlardı. Ulus bilincinin İslam olarak bilindiği bir toplumda, gerçek bir ulusal devlet kurmak gerekliydi. Dünyada tarih araştırmaları Türklerin tarihi konusunda aydınlatıcı bir yere ulaşmıştı. Gene de Türkler, tarihsiz, beceriksiz, kaba, yıkıcı bir topluluk olarak görülüyordu. Bütün dünyada arkeoloji ve tarih araştırmalarının hız kazandığı bir dönemde kendi geçmişini araştırmak doğaldı. Ayrıca, sağlam bir ulusal bilinç için zorunluydu. Ayrıca, o güne değin, İslam öncesi Türk tarihi yok sayılmıştı.

Bütün bunlara karşılık, Türklerin uygarlığı orta Asya’dan göçlerle dünyaya yaydığı, aslında Sümer, Hitit vb. birçok eski uygarlığın Türk kökenli olduğu şeklinde savlar işlendi. Bunlar, Avrupa’nın tek yanlı tarih anlayışına bir tepkiydi. Aynı zamanda bir gereksinmeyi de karşılayan romantik (coşumcu) bir tarih yaklaşımı oldu. Bütün uluslaşma süreçlerinde bu türden yaklaşımlar görülmüştür. Sonradan aşırı olduğu görülen ve kanıtlanamayan bu savlardan vazgeçilmiştir.

Yeri gelmişken bu tepkisel ulusçuluğun batıdan kaynaklanan nedenlerine bir göz atalım:

Avrupa, batıda Pirene dağlarından Arap Müslümanların, doğuda Viyana’dan sıkıştıran Türklerin baskısından kurtulunca yüzyıllardır beslediği intikam duygularını tatmin etmek için saldırıya geçti. 1683 te kurulan Kutsal İttifak, 1815 yılında yenilendi. Amaç, Türkleri Avrupa’dan atmaktı. Bu bağlamda uygulanan siyasetler, yeni propagandalarla desteklendi. 19. yüzyılın sonunda İngiliz başbakanı Gladstone, Türkler konusunda şunları diyor: ?İnsanlığın tek insanlık dışı tipi Türklerdir. Türklerin kötülüklerini önlemenin tek çaresi vardır. O da yeryüzünden vücutlarının kaldırılmasıdır.?

Bu söz Amerikalıların, “en iyi kızılderili, ölü kızılderilidir”, sözünü anımsatıyor.

1917 Yılında, ABD, İtalya, İngiltere, Fransa savaştaki amaçlarını açıklıyorlar: ..Uygar dünya bilmelidir ki müttefiklerin savaş amaçları her şeyden önce ve zorunlu olarak Türklerin kanlı yönetimine düşmüş halkların kurtarılmasını ve kesinlikle yabancı olan Türklerin Avrupa’dan atılmasını içerir..?

1918 ve 1919 yıllarında yine bir İngiltere başbakanı Lloyd George? un sözleri de şunlardır: Türkler cennet Mezopotamya’yı çöle, Ermenistan’ı mezbahaya çevirmiştir… Mezopotamya’da bir Türk, bir Alman kadar yabancıdır… Türkler ulus olmak bir yana sürüdür. Devlet kurmalarının olasılığı bile yoktur. Yağmacı bir topluluk olan Türkler, bir insanlık kanseri, kötü yönettikleri toprakların etine işlemiş bir yaradır…

Batının böylesine aşağıladığı, Osmanlının ve Arap’ın adam saymadığı Türkler, dünyaya kafa tutarak ilk kez ulusçu bir devlet kurmuşlardı. İlk dönemde tepkisel ve aşırı bir ulusçuluğun görülmesi de olağandı. Önce de belirttiğimiz gibi her ulusal devletin kuruluşunda aşırı ulusal anlayışlar görülmüştür. Üstelik bu dönem, İtalyada Faşizmin, Almanya’da Nazizmin yükseldiği bir dönemdir.

Öte yandan, üzerinde yaşadığımız yurt binlerce yıldır çeşitli uygarlıkların beşiği olmuştur. Bu uygarlıkların mirasçıları, bugün Anadolu’da yaşayan Türk ulusudur. Afet İnan Hititler ya da Urartular buradan başka yere göç etmemişlerdir. Yurdumuzdaki uygarlık yapıtlarına bugün, burada yaşayan Türk ulusu sahip ve mirasçıdır. Yani bu yapıtlar, bugün burada yaşayanların atalarından kalmadır…?demektedir.

Doğru mu, değil mi ?

Atatürk de 1 Kasım 1936 tarihli TBMM açış konuşmasında; “Türk tarih kurumunun Alacahöyük’te yaptığı kazılar sonucunda ortaya çıkardığı 5500 yıllık nesnel Türk tarihi belgeleri…” demektedir. Yani Anadolu uygarlıklarını eskisiyle, yenisiyle Türk olarak benimsemektedir.

Lise tarih kitabında şöyle yazılıydı: bugün ırklar arasında görülen farkların tarih açısından önemi pek azdır. Kafatası biçimi ırkların sınıflandırlmasında kullanılıyorsa da toplumsal hiçbir anlamı yoktur.?

Atatürk, “medeni bilgiler” kitabında ulusu ; “dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların siyasal ve toplumsal kuruluşu” olarak tanımlar. Dikkat edin, burada ırk ögesi yoktur.

Atatürk’ün anlayışında ırkçılığa yer yoktur.

Irkçı-Turancı görüşte savaş ve savaşçılığa övgü (N. Atsız ) vardır. İlerleme savaşla olur. Kemalist görüş ise, içte ve dışta barışçıdır.

Irkçı-Turancı anlayışta vatan Türklerin yaşadığı bütün alanlardır ( Rıza Nur). Orta asya bugün de yurdumuzdur. Kemalizm’e göre vatan, misakı milli sınırları içindeki yurttur.

Irkçı – Turancı görüşte Türk ırkı diğer ırklardan üstündür. Kemalist görüşte, Türk ulusu dünya uluslar ailesinin eşit bir üyesidir.

Z.V.Togan, İsmail Gaspıralı, Sultan Galiyev gibi Turancı ideologlar, İslamlığı hiçbir zaman temel bir dayanak olarak görmezler. Oysa bugün; “Atatürk milliyetçiliği yoktur. Türk milliyetçiliği vardır” diyerek kendisini Türk milliyetçisi sananlar arasında aslında Osmanlıcılık, İslamcılık ya da Turancılık yapanlar çoğunluktadır. Soğuk savaş döneminin ABD politikaları gereğince ırkçı-Turancı milliyetçilik büyük ölçüde İslamcılığı da kullanmaktadır.

Osmanlıyı, İslamcılığı, ırkçılığı ve Turancılığı savunanlar gerçekte milliyetçi (ulusçu) değildirler. Sadece, tarihin bazı dönemlerini ve bazı temel kavramları yanlış öğrenerek düş görmektedirler. Uyanıp gerçek dünyaya dönmeleri gerekmektedir.

Ulusal dile sahip çıkmak, Türk milliyetçilerinin görevidir. Ulus olmak, dille başlar. Atatürk, bu konudaki çalışmalara önayak olmuş, kişisel mallarından bir kısmını da TDK’na bağışlamıştır. O’nun 1927 de yazdığı “Söylev”in dili ile 1935 te parti kurultayındaki söylevinin dilini karşılaştıranlar aradaki farka inanmakta zorlanırlar. Irkçı-Turancı milliyetçiler ise, dil konusunda Osmalıcıdırlar. Oysa, Turan denilen ülkelerde dil, Türkçe’dir. Türkçülük akımı da önce dilde başladı. Türkçeyi iyi bilmeyen, güzel kullanamayan, Osmanlıcaya özenenler milliyetçi olabilir mi ?

Görüldüğü gibi Atatürk ırkçı veya Turancı değildir. Üstün ırk siyaseti güden Hitler ve Mussolini’ye karşılık yurt, dil, kültür, ülkü birliğine dayalı homojen bir ulus anlayışına sahiptir. Bu ulusçuluk anlayışı, günümüzün en uygar, en çağcıl ulusçuluk anlayışıdır.

Son olarak sözleri Atatürk’e bırakalım:

.Hiçbir sınır tanımayarak, dünyadaki bütün Türkleri bir devlet olarak birleştirmek, ulaşılamayacak bir amaçtır. Bu, yüzyılların ve yüzyıllarca yaşamakta olan insanların çok acı, çok kanlı olaylar ile ortaya koyduğu bir gerçektir.

(…) Turancılık siyasasının başarı kazandığına ve dünyayı uygulama alanı yapabildiğine tarihte rastlanamamaktadır. Soy ayrımı gözetmeksizin bütün insanlığı kapsayan tek bir dünya devleti kurma hırslarının sonuçları da tarihte yazılıdır. Baskıncı ve yağmacı olmak hevesleri konumuzun dışındadır. İnsanlara her türlü özel duygularını ve bağlantılarını unutturup, onları kardeşlik ve tam eşitlik içinde birleştirerek, insancı bir devlet meydana getirme kuramının da kendine özgü koşulları vardır.

Bizim aydınlık ve uygulanabilir gördüğümüz siyasal yöntem, ulusal siyasaldır. Dünyanın bu günkü genel koşulları, yüzyılların kafalarda ve karakterlerde yerleştirdiği gerçekler karşısında düşçü olmak kadar büyük yanılgı olamaz. Tarihin dediği budur; bilimin, aklın, mantığın dediği böyledir.

Ulusumuzun güçlü, mutlu ve sağlam bir düzen içinde yaşayabilmesi için, devletin bütünüyle ulusal bir siyasa gütmesi, bu siyasanın iç örgütlerimize tam uyumlu va dayalı olması gereklidir. Ulusal siyasa demekle anlatmak istediğim şudur: Ulusal sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi gücümüze dayanarak varlığımızı koruyup, ulusun ve yurdun gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına çalışmak. Gelişigüzel, ulaşılamayacak istekler peşinde ulusu uğraştırmamak ve zarara sokmamak; uygarlık dünyasının uygarca ve insanca davranışını ve karşılıklı dostluğunu beklemektir.

Kemalizm Ve Kürt Sorunu

Kemalizm, Kürt Sorununun nedeni ve kaynağı değildir.

Kemalizm, ayrımcı değil birleştiricidir. Farklılıkları değil benzerlikleri öne çıkarır.

Parçalanmış coğrafyalar, etnik ve dinsel kimliklere göre bölünmüş devletler emperyalizmin ve yeni dünya düzeninin amaçlarına hizmet eder.

Kemalist Kurama göre Türkiye’de yaşayan herkes Türk Ulusu’nun temel unsurunu oluşturur. Çünkü, Anadolu Türk kültürü, Asya’dan getirilen kültür ile Anadolu kültürlerinin harmanlanmasından oluşmuştur. Anadolu2daki eski kültürler ve bugünkü kültürel renkler, bu ana kültür içinde birer ögedirler. Bu farklılıklara sahip olanlar tasada ve kıvançta kendilerini Türk görüyorlarsa, Ermeni, Yahudi, Rum, Laz, Kürt, Arap değil, Türk’türler.

Türkiye Cumhuriyetine yurttaşlık bağı ile bağlı olan bazı insanların “ ben Kürdüm” ya da “ben Laz’ım” demeleri doğaldır. Resmi bir gerekliliği olmamakla birlikte, herkesin kökenini ifade etme özgürlüğü vardır. Buradaki “ben Kürdüm” söylemi, farklı bir kökenden geldiğini anlatır. Anlaşmazlığın, karşıtlığın, ayrımcılığın gerekçesi değildir. Bunu, bireylerin ayrımcılık amacıyla söylemesi de önemli değildir. Düşünce özgürlüğüne girer. Kürt sorunu,1970?li yıllarda “ulusal sorun” adı altında yoğun olarak tartışılan bir konuydu. İnsanlar, dergiler, gazeteler arasında tartışılan en önemli gündem maddelerinden biriydi. Nitekim, bu tartışmalar düşünce özgürlüğünün gereğidir, diye normal karşılanmıştır.

Eğer kitleler ayrı bir devlet kurmak amacıyla ayaklanmışsa, işte o zaman gerçek anlamda bir etnik sorunumuz var demektir. Türkiye’de hiçbir etnisitenin böyle bir söylemi, Türkiye’den ayrılma istemi olmamıştır. Zaten, birbiriyle etle tırnak gibi birleşmiş toplulukları ayırmanın olanağı da yoktur. Kürtlerin çoğunluğu batı bölgelerimizde yaşıyor ve ayrımcılığı istemiyorsa, doğuda yaşayanlardan ise ancak 13-15 yaşlarındaki çaresiz çocuklar kandırılıp dağa çıkarılmışsa, arkasında emperyalizm de olsa, hareketin temeli zayıftır. Macera bir gün biter. Halka uygulanan zor ve şiddet, geride bitimsiz acılarla onulmaz yaralar bırakır.

Sorunun Kaynağı

Bu sorun, cumhuriyetimizin ilk yıllarında da bir tehlike haline dönüşmüştü. O zaman da emperyalist güçler bu yoksul ve bilisiz halkın temsil eden feodalleri kandırmıştı.

Bölgenin feodal yapısı suistimallere açık olduğu için bugün de yine bir “Kürt sorunu” yaşanmaktadır.

Bugünkü Kürt Sorununda Kemalist Devrim’in terk edilmesi, dengeli bir kalkınmanın sağlanamaması ve bölgedeki feodal yapının -karşıdevrimci- iktidarlarca korunması temel nedenlerdendir.

Kemalist ideolojiye göre tek ulus, tek dil, tek devlet vardır. Bütün kimlikler TÜRK üst kimliği altında bir çeşitlilik oluştururlar. Türkiye’de 17 dil, 28 farklı uygarlığın kalıtı vardır. Farklı etnik gruplar yörelerinde kültürlerini yaşatmakta, yayın yapabilmekte, dillerini konuşmaktadırlar.

Ancak, ulusal eğitim dili tektir. Ancak bu yolla modern ve güçlü bir ulus olarak dünyadaki yerimizi alabiliriz.

Türkiye’de büyüyen bir etnik sorun varsa öncelikle KEMALİST kuralların yaşama ne denli geçirilebildiğine bakmak gerekir.

Biliyoruz ki devlet Kemalizm’i terk etmiş, bölgedeki feodal yapıyı değiştirmek için yeterli çabayı göstermemiştir. Bölgenin kalkınması ve aydınlanması için gerekenleri yapmaktan kaçınmıştır. Etnik, feodal, dinsel ve coğrafik koşulların olumsuzluğu düzeltilememiştir. Siyasal ve toplumsal sorunların üzerine her bölgede olduğu gibi- sert bir şekilde gidilmiş, birleştirici politikalar yeterince izlenmemiştir.

Yine biliyoruz ki Kürt Sorunu, emperyalist güçlerin bölgedeki çıkarları için azdırdıkları bir sorundur.

Yüzyıllardır bölge halkı, olumsuzluklar içerisinde yaşam savaşımı vermiş, bir o yana, bir bu yana savrulmuş, büyük devletlerin çıkarlarına alet olmuştur

Uzun bir tarihsel süreç boyunca kederde ve kıvançta ortak olan Türk ve Kürt kavimleri mazlum halklar olarak emperyalizme karşı savaşmışlar, Türkiye Cumhuriyetini birlikte kurmuşlardır.

“Ne Mutlu Türküm Diyene” sözü bu birliğe ve sonra da elde edilen başarılara bir övgüdür… Sayısız uygarlığın hüküm sürdüğü, şu anda 20 dolayında dilin konuşulduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde KEMALİZM ırksal, mezhepsel, dinsel hiçbir ayrım gözetmez. Çünkü, DÜNYANIN EN ÇAĞCIL ULUSALCILIĞI KEMALİST ULUSALCILIKTIR…

İngiltere Dörde Bölünür Mü?

Uluslaşma sürecinde İtalya’nın, Almanya’nın Fransa’nın, İngiltere’nin çeşitli bölgelerinde dil ve ırk farklılıkları vardı. Ben ayrı bir dil konuşuyorum diyen her etnisite ayrı bir ulusal devlet kurabilseydi bugünkü Avrupa devletlerinin sayısı birkaç kat fazla olurdu. Modern uluslaşma, kabilecilik, aşiretçilik, ırkçılık üzerine kurulmamıştır…

TÜRK DEVRİMİ
süreci otoriter bir yönetimi zorunlu kılmıştır. Dünyadaki faşist diktatörlüklerle hiçbir benzerliği olmayan bu devrimci yapıyı “faşist” olarak nitelemenin hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. Böyle bir sav sadece iddia sahiplerinin cehaletini kanıtlar…

?Türkiye Cumhuriyeti son tahlilde emperyalisttir. Kürt ulusunu ezmiştir. Kürdistan’ı sömürgeleştirmiştir, Kurtuluş savaşı antiemperyalist değildir?, diyenler ya ülkelerini, toplumlarını, tarihlerini bilmiyorlar, ya da belli çıkarlara kulluk etmektedirler. Kemalizm’i böyle tutarsız, yalan suçlamalarla karalamaya çalışmak hem bilimsel hem de ideolojik yoksulluktur.

Devrime karşı bütün kalkışmaları yok etmek devrimciliğin gereğidir. Bu kalkışmalar doğuda da batıda da olmuştur. Ve aynı kararlılıkla yok edilmişlerdir. Keşke sonraki dönemlerde de devrim -her açıdan – aynı kararlılıkla korunabilseydi.

Devlet Her Yerde Aynı

Bugün bile halkımız yoksul ve cahildir. Kuzey Anadolu’nun, Torosların köyleri de doğudaki köylerimiz kadar yoksuldur, olanaksızdır…

Türkiye’deki bütün köylüler jandarmadan korkarlar. Doğu ve güneydoğu köylülerinin bu konuda -olağanüstü durumlar dışında- ayrıcalıkları yoktur.

Kemalizm, bütün bu olumsuzlukları giderecek kuralları ilkeleştirmiş, bir ideolojiye dönüştürmüştür. Bunların sorumlusu Kemalizm değildir. Halkın cehaletinden, yoksulluğundan, dinci gericilikten yararlanıp iktidarlarını sürdürenlerdir. Halkçı-Devletçi Kemalist çağdaşlaşma projesini terk edenlerdir..

Öyleyse Kürt Sorununun çözümü KEMALİZM dedir. Kemalizm’e dönüştedir.

Dinci gericiliğin, etnik ayrımcılığın bitirilmesinde çözüm KEMALİZM dedir.

Rüşvet, yolsuzluk, dolandırıcılık, çetecilik, hayali ihracat, hortumlama, kara para, uyuşturucu, kaçakçılık, Susurluk, banka boşaltma…vb…

Ve siyasete sıfır düzeyine inen güvensizlik !

Kemalizm’de asla olmaz…

KEMALİST TÜRK DEVRİMİ tamamlanmalıdır..!

Avrupa Birliği Ve Kemalizm

Türkiye’nin AB’ne üye olmasının Kemalizm’le bağdaşmadığı, üyeliğin tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik ilkelerini ortadan kaldıracağını savlayanlar olduğu gibi, Atatürk’ün de batılılaşma yanlısı olduğunu, AB’nin, Türkiye’yi eğitip demokratikleştireceğini, zenginleştireceğini söyleyenler de çoktur.

Kamuoyu, yoğun bir propaganda ile etki altına alınmış ve halkımızın yüzde sekseni AB üyeliğine olumlu bakmaya başlamıştır. Bazıları AB’nin Türkiye’yi kurtaracağına bile inanmaktadır

Konuya daha nesnel bakılırsa her iki yaklaşımın da yanlış olduğu hemen anlaşılır:

Kemalizm son erimde uluslararası bir eşitlik, anlayış ve işbirliği çağına işaret etmektedir. Bu bağlamda öncelikle bölgesel güvenlik ve işbirliği anlaşmaları olmak üzere daha geniş örgütlenmeleri de benimser. Atatürk Döneminde bölgesel anlaşmalar yapılması ve Milletler Cemiyetine girilmesini buna örnek olarak gösterebiliriz. Hatta Atatürk, bir Balkan Birliği oluşturulması için çaba harcamıştır. Bu birliğin Avrupa Birliğine yol açmasını, böylelikle insanlığın birçok yıkımdan kurtulabileceğini düşündüğünü biliyoruz.

Türkiye’nin gelişen koşullara bağlı olarak Avrupa Birliğine katılması da doğal sayılabilir. Ancak yapılacak anlaşmaların bağımsızlık ve egemenliğimize zarar vermesi de kabul edilemez.

AB Devletleri Bağımsız Değil Midir?

Biliniyor ki kişiler arasındaki anlaşmalar bile kuralsız olmaz. Konulan anlaşma maddelerine tarafların uyması onların egemenlik ve bağımsızlıklarını kaybettikleri anlamına gelmez. Bu nedenle Avrupa Birliğine girersek bağımsızlığımızı yitiririz şeklindeki basit karşı çıkış doğru değildir. Avrupa Birliği devletleri de bugüne değin bağımsızlık ve egemenliklerini kaybetmemişlerdir. Sadece ortak çıkarlarını korumak amacıyla yeni bir birlik oluşturmuşlardır.

Öte yandan, Türkiye AB? ne katılabilmek amacıyla ödün veremez. İçimizden bazıları bunu çok istese de Türkiye, gümrük birliği anlaşmasından gerekli dersleri almıştır.

Ayrıca önemli olan Avrupa Birliğine katılmak değildir. Bütün kurumlarıyla gelişmiş demokratik bir toplum olabilmektir. Çağcıl üstün değerlere ulaşabilmektir. Türkiye’nin yapması gereken de budur.

O zaman AB temsilcileri Türkiye’yi üye yapmak için çok uğraşacaklardır. O zaman, Norveç ve İsviçre’nin yaptığı gibi koşulları belirleyen taraf biz oluruz. Unutmayalım ki Avrupa Birliği kara kaşımıza, kara gözümüze hayran değildir. Üyeliğimiz onlar isterse, onlar için yararlı olursa gerçekleşecektir. Yoksa Türkiye’nin demokratikleşmesi ve kalkınmasını asla kendilerine sorun etmezler. Tersine geri kalmış, güçsüz bir Türkiye onların her zaman istedikleri bir şeydir.

Türkiye Ne Yapmalı?

AB ülkeleri bu birliği kurmadan önce gelişmelerini tamamladılar. Türkiye de gelişmesini tamamlamalıdır. AB ile ikili anlaşmalar yapılıp ilişkiler bir düzene konulabilir. Birliğe katılmak şu aşamada Türkiye için son derecede zararlıdır. Zaten uğraşmak da boşunadır. En azından on yıl daha Türkiye’nin üye olamayacağını açıkça söylemektedirler. Öyleyse uğraşacak sorunumuz yokmuş gibi konuyu her an gündemde tutmanın anlamı yoktur. Bu durum, gerçek gündemi saptırmak isteyenlerin işine yaramaktadır…

Türkiye, yapacağı bütün anlaşmalarda karşılıklılık ve eşitlik ilkelerini esas tutmalıdır. Kemalizm’i yeniden kendine rehber edinmelidir.

Kapitalizm değişerek varlığını sürdürürdü. Sosyalist uygulamalar en azından şimdilik- başarısız oldu. Kemalizm ise birçok ülke için bir umut kaynağı olmaya devam ediyor… Akılcılığı, bilimselliği, evrenselliği ve devrimciliğiyle her koşulda yolumuzu aydınlatabiliyor… Tarihsel koşullarda bir üçüncü dünya (mazlum uluslar) ideolojisi olarak ortaya çıkan Kemalizm, belki de kapitalizmle sosyalizmin sentezi bir ideoloji olarak mazlum ülkeler bir yana gelişmiş ülkelerde de temel değerleriyle öne çıkabilecektir…

Bu arada, sözgelimi Kemalist laiklik anlayışı koşulların değişmesiyle özgürleşecek, sekülerleşecek, öteki Kemalist ilkeler de daha çağdaş yorumlanabilecektir…

Emperyalizme karşı savaş veren Kemalist Devletin, emperyalistlere karşı kendi çıkarlarını korudukça, emperyalist emeller beslemedikçe, başkalarının emperyalist emellerine, sömürülerine alet olmadıkça AB; NATO, BM, DTÖ, İLO, FAO, İnsan Hakları Mahkemesi vb. oluşumların içinde yer alması Kemalist ilkelerle çelişmez.!

Karadeniz İşbirliği Örgütü, Akdeniz Birliği, Avrasya Topluluğu da Kemalizm’le çelişmez.

Bir tümce ile yinelersek:

AB’ne katılan ülkeler ulusal egemenliklerini ve bağımsızlıklarını yitirmediklerine göre Türkiye’nin de egemenlik ve bağımsızlığını yitirmesi söz konusu olamaz.

Ayrıca:

AB, Türkiye’nin çıkarlarıyla çelişirse birlikten ayrılma iradesi her zaman Türkiye’nin elindedir…

Kemalist Halkçılık

Halkçılık; öz olarak ulusal egemenliğin, halk tarafından halkın yararına kullanılmasını amaçlar…

Kemalist Halkçılığın Amaçları :

• Halkın yönetime katılması;
• Yasalar önünde eşitliğin sağlanması;
• Toplumun dayanışma içinde geliştirilmesi;
• Sınıf çatışmalarnın önlenmesi;
• Çalışanları, üretenlerin desteklenmesi;
• Sosyal adalet ve sosyal güvenlik sağlanması…

Kemalist Halkçılık Anlayışına Göre :

• Halkın yararına olmayan girişimlere olanak verilemez.
• Toplum ve devlet yapısında aile, katman ve sınıf egemenliği olamaz.
• Güçlüler, güçsüzleri ezemez. Emek sömürülemez.
• Yasalar, uygulamalar halktan yana olmalıdır.
• Emeğiyle geçinenler, her alanda öncelikle desteklenmelidir.
• Sosyal adalet ve sosyal güvenlik sağlanmalıdır.
• Halk siyasal yönetime katılmalıdır.( Demokrasi)

Görüldüğü gibi, halkçılık ilkesi halk çoğunluğunun bilinçlenmesine dayanan bir demokrasiyi içselleştirmektedir. Bu da, çağcıl bir halk demokrasisi demektir.

Kurtuluş savaşı sırasında her konuda hesap soran, eleştiren bir meclis vardı. Henüz gerçek bir Türk Ulusu yoktu. Sadece gerçek bir ulus yaratma çabası vardı. Emperyalizm çağında ve bir feodal toplumda, kurtuluş savaşının bir meclis tarafından yürütülmesi dünya tarihinde ender görülen olaylardandır. Bu da ulusalcılıktan öte halkçı ve demokratik bir anlayışın ürünüdür. Bütün bu olumsuz koşullar altında yoksul ve eğitimsiz halkı güçlendirmek, eğitmek ve toplumsal dayanışmayı sağlamak zorunluydu. Bu dayanışma sağlanamazsa, kurtuluş ve kuruluş gerçekleşemezdi…

Halkçılık, toplumsal düzeni emeğin hukukuna dayandırmak isteyen bir uğraştır…

M. Kemal’in bundan daha ünlü bir sözü var ki, sonraki yıllarda yaşanan karşı devrimci gelişmeler nedeniyle alaycı bir espriyle söylenirse de çok önemlidir :

Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi üretici olan köylüdür. Diyebilirim ki bugünkü yıkım ve yoksulluğun biricik nedeni bu gerçeği anlayamamış olmamızdır… ( 1922 )

Ve tamamlayıcı fikir şöyle :

Yedi yüzyıldan beri dünyanın çeşitli ülkelerine göndererek kanlarını akıttığımız, kemiklerini el topraklarında bıraktığımız, emeklerini alıp savurduğumuz ve buna her zaman aşağılama ve alçaltma ile karşılık verdiğimiz, bunca özveri ve bağışlarına karşı iyilik bilmezlik, küstahlık ve zorbalıkla uşak durumuna düşürdüğümüz bu soylu sahibin önünde büyük bir utanç ve saygıyla gerçek durumumuzu alalım…

Keşke bu anlayış sürdürülebilseydi..!

Halkçılık, Suna Kili’nin tanımlamasıyla da şudur :

Atatürkçü Halkçılık, sınıf egemenliğini reddeden ılımlı toplumculuktur. Yönetimde , siyasette, kalkınmada, gelir dağılımında, devlet olanaklarının kullanılmasında halk yararının gözetilmesi demektir.

Bu arada halk ve ulus ayrımını belirtmemiz gerekiyor. Ulus, ya da halk çoğu zaman aynı anlamı verecek şekillerde kullanılıyor. Aralarındaki ince ayrımı açıklamaya çalışalım :

Ulus, geniş ve soyut bir kavramdır. Halk ise somuttur. Bir yerde ve herhangi bir zamanda yaşayan yönetenler dışındaki toplumu anlatmak için kullanılır. Azınlıklar da halktandır. Yani şu anda Türkiye’de yönetenler dışındaki insanlar Türk Halkını oluşturmaktadırlar. Türk Ulusu kavramı ise, tarihsel bir geçmişe, ortak kültüre ve birlikte yaşama isteğinde olan tüm toplumu anlatır. Bunun içinde yönetenler de bulunur…

Bu yüzden halk ve ulus kavramları birbirine yakın olmakla birlikte aynı şeyler değildirler. Ulusçuluk ve Halkçılık ilkelerinde anlam daha da farklılaşır. Ulusalcılık daha çok diğer uluslara karşı birlik ve bütünlüğümüzü anlatır. Halkçılık ise ülke içindeki toplumsal, ekonomik, yönetsel düzenin dayanacağı toplumsal yapıyı belirlemektedir.

Halkçılık ilkesi de, Kemalizm’in öteki ilkelerinden ayrı düşünülemez ve yorumlanamaz.

Kemalist Cumhuriyetçilik

Atatürk’e göre cumhuriyet demokrasi demektir. Peki, bu böyle midir? Özünde böyledir. Öyleyse kendisini cumhuriyet olarak nitelendiren birçok rejimin demokrasiyle uzak-yakın ilgisinin bulunmaması ne anlama geliyor?

Halk yönetimi kavramının batıdaki karşılığı Demokrasi, Arapça karşılığı da Cumhuriyettir.

Dünyaya Cumhuriyetlerini resmen açıklayan birçok devlet, gerçek bir halk yönetimini gerçekleştiremediler. Öte yandan, adı kırallık olan İngiltere özünde bir halk yönetimidir. Bu farklılıklar yüzünden cumhuriyet ve demokrasi kavramları ayrıştı. Cumhuriyet, sadece üst yöneticilerinin belli bir süre için seçimle belirlendiği devletlerin resmi adı oldu. Gerçek anlamda halkın özgür ve egemen olduğu yönetimlere de demokrasi denildi.

Görüleceği gibi, önemli olan demokrasidir.

Kemalist Cumhuriyetçilik, gerçek bir halk yönetimine (demokrasiye) ulaşmak amacını güttü. “Ulus egemenliği” ilkesi bu fikrin ürünüdür. Bugüne değin tam bir demokrasi kuramamışsak suçlu olan Kemalizm değildir. Suçlular, Kemalizm’i amaçları için harcayanlardır. ? Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir? (1933) sözünü yorumlarsak anlarız ki; o, cumhuriyet kavramını, halkın egemen olduğu bir devlet şekli olarak düşündü: “Artık hükümet ve millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millet, millet hükümettir.” (1925)

Cumhuriyet yönetiminin tam anlamıyla yerleşebilmesi için birçok koşulun gerekliliğini biliyor ve söylüyordu. En önemlisi toplumun ekonomik ve kültürel yönden gelişmiş olması gerektiğine ilişkin vurgulamasıdır : Cumhuriyet, yüksek ahlaki değer ve niteliklere dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet erdemdir.(1925)

Sonuç olarak; Kemalizm’de cumhuriyet, demokratik bir toplumun örgütlendiği devletin adıdır.

“Sonsuzluğa değin yaşayacaktır” dediği Türkiye Cumhuriyeti, kendisini demokrasi ile geliş…

(Visited 104 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 22.05.2008 tarihinde Esesli tarafından, ATATÜRK'ün Hayatı ve Hakkında Yazılanlar bölümünde paylaşılmıştır ve 2405 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 1 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Kemalizm Nedir? | Kemalizm; Türk Ulusunun Çağdaşlaşma İdeolojisi orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleTürkiye’deki Barajlar – Çubuk -1 Barajı | Ankara’da Çubuk Çayı Üzerinde 1930-1936 Yılları Arasında İnşa Edilmiş İçme-Kullanma Ve Sanayi Suyu Temini Ve.. Sonraki MakaleMüstakil İtiraz - Sıla Mektubu - Gün Gelir | Ozan Deniz Sarıtop Sözleri - Şiirleri

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz