Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Günümüz Edebiyatında Gerçeklik | Ahmet CEMAL


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 20.09.2009 tarihinde Sema tarafından, Türk Edebiyatı ve Edebi KiÅŸilikler bölümünde paylaşılmıştır ve 687 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


Günümüz Edebiyatında Gerçeklik

Edebiyat ürününün temelini oluşturan gerçeklik, birinci planda yazarın kendisidir, başka deyişle, yazarın geçmişi ve bugününü, bilinci ve bilinçsizliği, bilgisi ve vicdanı bu gerçekliğin öğeleridir. Sanat yaratısının süreci, hiç durmaksızın kendini aşmaya, nesnellik düzeyine varmaya çalışan bir öznellikle, hiç bir zaman öznellikten tümüyle uzaklaşamayan bir nesnellik arasında, saat rakkasını andıran bir devinim içersinde gerçekleşir.


Yukarıda, gerçekliği birinci planda hangi öğelerin oluşturduğundan söz ettim. İkinci planda gerçekliği oluşturan öğe ise, yazarın yapıtında ortaya konan ve yansıtılan dünyadır. Yüzyıllar boyunca genellikle sürekli olarak aynı konuların işlenmesinin, değişikliklerin yalnızca somutlaştırma biçimlerine ilişkin olmasının nedeni de burada aranmak gerekir. İnsan yüzyıllardan bu yana ruhsal açıdan pek az değişmiş olduğundan, aynı konular hep yinelenir.

Bugün edebiyatta gerçeklik sorununu ele aldığımızda, bizim için önemli olan nokta, birinci ve ikinci plan diye nitelendirdiklerimiz arasındaki geniÅŸ alanı nelerin doldurduÄŸudur. Roman sanatının doruÄŸuna eriÅŸtiÄŸi geçen yüzyılda roman yazarları, gerçekliÄŸi gördükleri gibi, ya da yol boyunca gezdirilen bir aynadan yansıdığı gibi yansıttıklarını ileri sürüyorlardı. Zola şöyle diyordu: “Ben, gördüğümü söylüyorum, yaptığım, yalnızca bir tutanak düzenlemek.” Zola’ya göre yazara düşen, “doÄŸaya hiç bir yanını saklamaksızın, bütünselliÄŸi içersinde” betimlemekti. Balzac ise, “Comedie humaine”i ile “tutanak ve kötülüklerle rekabet etmeyi” amaçlıyordu.

19. yüzyılın kendini beğenmişliğine iyi uyan bu gerçekçi ve doğalcı yanılsamalar, bugün artık bu şekilde dile getirilmemektedir. Ancak, doğalcılığa da hiç kuşku uz öldü gözüyle bakılmamaktadır.


Şimdi son 20-30 yıl boyunca edebiyata konu olmuş başlıca olay ve olguları gözden geçirelim. Ana konulardan biri, savaş gerçeğidir. Bu konuda belki inanılmaz gibi gelecek, ama, şu görüşü ileri sürme olanağı vardır :

Çok yetenekli yazarların kaleminden çıkma çok sayıda savaÅŸ romanından hiçbiri için, bizden sonra gelenlere savaşın gerçeÄŸini yaÅŸatabileceÄŸini, bu akıl almaz olguyu anlatabileceÄŸini söylemek mümkün deÄŸildir. Bütün savaÅŸ romanlarında savaşın ancak ÅŸu ya da bu yanı ele alınabilmiÅŸtir. Belki de bir dünya savaşını bütünselliÄŸi içersinde yansıtabilme olanağı yoktur, özellikle Amerikan edebiyatında —Norman Mailer, John Hersey ve Joseph Heller’in yapıtlarında— savaÅŸ gerçekliÄŸinin “saçma” (absürd) motifi içerisinde verildiÄŸine tanık olmaktayız.

Özellikle 1945’ten sonra romanlarda ağırlığını duyuran bir konu da toplama ve imha kamplarıdır. Ancak bu konuda yazılmış olan romanların da, korkunç olanın gerçek özünü bugüne deÄŸin yansıtabilmiÅŸ olmasından çok kuÅŸkuluyum. Gerçi doÄŸrudan doÄŸruya bu kamplarda yaÅŸamış olanlar tarafından çok sayıda yapıt kaleme alınmıştır; ama savaÅŸ romanları için söylemiÅŸ olduklarım, burada da geçerlidir, insan, cehennemin betimlemesini bile okurken, sayfalar çevrildikçe, bunun da kendine göre bir “normalliÄŸi” bulunduÄŸu, kendine özgü bir “günlük yaÅŸamı” dile getirdiÄŸi izleniminden kendini kurtaramamaktadır. Bir toplama ya da imha kampı yaÅŸantısının öz gerçekliÄŸinden uzakta kalınmaktadır. Hiç kuÅŸkusuz, bu yetersizliÄŸin nedenini epik ya da dramatik araçlarla, bu araçlar yoluyla yansıtılması olanaksız gerçekliklere yaklaÅŸma çabalarında aramak da düşünülebilir.

İster dinsel nitelikte olsun, ister aile içerisinde söz konusu olsun, insanın türlü bağları eskiden beri edebiyata konu edilmiştir. Bağların kopması ya da koparılması ise çağımız edebiyatı açısından tipik bir konudur, özellikle dine bağlılık ve aile bağları, çağdaş toplum içersinde gevşemiş, kimi zaman da tümüyle kopmuştur. Gerçi buna bakarak dinin ya da ailenin sonundan söz edebilme olasılığı yoktur ama, gerek dini inançların, gerekse aile bağlarının büyük kent insanının yaşamındaki yerinin önemini giderek yitirdiği de yadsınamaz bir gerçektir. 18. ya da 19. yüzyılda kaleme alınmış bir roman okunduğu zaman günümüz insanını orada tanımlanan aile konumlarında düşünebilmenin olanaksızlığı kendiliğinden ortaya çıkar. Sözünü ettiğimiz değişiklikler, yansıtılması gereken gerçekliğin geniş ölçüde değişime uğramasına yol açmıştır.

Yirminci yüzyılın baÅŸlangıcından bu yana çok hızlı bir tempo içersinde deÄŸiÅŸen tüm gerçeklikleri yansıtabilmek için çok ve çeÅŸitli giriÅŸimlerde bulunuldu. Bu arada ağır basan tüm gerçeklikleri bir tek gerçeklik açısından, endüstri toplumu içerisinde “bulmaya” baÅŸlamış, büyük kent ortamında bireyliÄŸini yitirmiÅŸ birey açısından yansıtma çabaları büyük yer tuttu. “Sıkıntı edebiyatı” diye adlandırabileceÄŸimiz bu edebiyat, çoÄŸunlukla gelecekten bekleyecek hiç bir ÅŸeyleri kalmamış, herhangi bir amacı ve hedefi de bulunmayan insanları konu aldı. Samuel Beckett’in yapıtları, bu insan tipiyle doludur. Bu yazarın yapıtlarının sonunda genellikle insandan yalnızca birtakım parçalar kalır; en son kalan ise artık herhangi bir iÅŸe yaraması olanaksız, baÅŸsız, kolsuz ve bacaksız bir gövdedir.

Acaba bütün bu çabaların ve çabalar sonucunda alınan sonuçların 1960’lardan sonraki Avrupa insanıyla ve toplumuyla bir ilgisi var mıdır? Yeni roman, hangi gerçekliği biçimlemektedir? Beckett ve onu izleyenlerle, Heinrich Böll ve Günter Grass gibi yazarlar hangi gerçeği biçimlemektedirler?

Evet, hangi gerçeklik? Biçimlenenin psişik gerçeklik olmadığı kesindir. Ve bu nokta üzerinde durmaya gerçekten değer. Derinlik psikolojisi çağında öncü edebiyat, rııhbilimsel öğelere olabildiğince az yer vermektedir; dahası, bu edebiyat, konu olarak bireyi yitirmiştir. Varoluşçu açıklama ve betimleme biçimi, karakterlerin biçimlenmesinin, durumların ve olayların yaratılmasının yerini almıştır.


Burada günümüz edebiyatının ancak küçük bir bölümüne eÄŸitebildiÄŸimiz unutulmamalıdır. GerçekliÄŸin biçimlendirilmesi ise bu dar kesimi çok aÅŸan bir sorundur. Yaygın bir görüşe göre, doÄŸa bilimleri ye teknik alanındaki belli geliÅŸmeler, bu arada özellikle atomun bulunması, sanat ve edebiyata biçim ve içerik açısından “parçalanmış” gerçekliklerin yansıtılmasına yol açmıştır. Bu, doÄŸru deÄŸildir. Aslında gerçekliÄŸin yansıtılmasındaki dağınıklığın ve parçalanmışlığın nedenleri bence baÅŸka bir kaynakta aranmak gerekir ki, o da ÅŸudur: Bugün, uzaya insan gönderilmiÅŸ ve atom bombasını yapmış olmamıza karşın, bilinç açısından hâlâ tümüyle zamanımızın ürünü olamadık ve sanıldığından çok daha geniÅŸ ölçüde geçmiÅŸe, örneÄŸin 19. yüzyıla baÄŸlı kaldık. Bu konuda bugün yine devrimlere ve karşı devrimlere temel olarak alınan ideolojilerin neredeyse istisnasız olarak geçen yüzyılda ifade edildiÄŸi, son elli yıl içersinde de alabildiÄŸine kötüye kullanıldığı unutulmamalıdır.

Kanmca gerçeklik sorunu açısından bakılınca varlığı görülen kültürel çoğulculuk, hiç kuşkusuz çağımızın bir ilerlemesidir. Çok sayıda yapıtların ve birbirinden çok değişik estetik ölçütlerin varlığı kötü ile iyinin bir arada bulunması düşüncesi insanı ne denli tedirgin ederse etsin insancı diye nitelendirilebilecek bir durumdur.

Manes SPERBER

Türkçesi: Ahmet CEMAL – 1964

(Visited 3 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 20.09.2009 tarihinde Sema tarafından, Türk Edebiyatı ve Edebi KiÅŸilikler bölümünde paylaşılmıştır ve 687 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 1 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Günümüz Edebiyatında Gerçeklik | Ahmet CEMAL orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleSaç Dökülmesi (ALOPESÄ°) Nedenleri ve Tedavisi Sonraki MakaleÄ°smet Ä°NÖNÃœ Ve AltıntaÅŸ Bozgunu

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz