Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Eski Türklerde Zaman Ve Takvimler | On İki Hayvanlı Takvim – Türk Yıl Hesabı – Prof. Dr. İlhami Durmuş


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 27.02.2009 tarihinde Esesli tarafından, Büyük Türk Tarihi | Türk Kültürü - Gelenekler ve El Sanatlarımız bölümünde paylaşılmıştır ve 588 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


Eski Türklerde Zaman ve Takvimler

Zaman


Türklerin hayatında yaşadıkları kültür çevresinin çok büyük etkisi olmuştur. Özellikle başlangıçta yaşadıkları bozkır kültür çevresinde insanın insanla, insanın hayvanla ve tabiatla vermiş olduğu mücadele yaylaktan kışlığa, kışlaktan yaylağa yapılan yorucu göçler Türk insanını zaman belirlemeye yöneltmiştir. Aynı şekilde savaş öncesi ve sonrası asker sayısının tespiti, kışlaktan yaylağa gidiş ve dönüşlerde hayvan sayısının belirlenmesi vb. için yapılan sosyal, siyasi, iktisadi toplantılar da zamanın belirlenmesinde önemli hususlar olarak ortaya çıkmıştır. Zaten yaylak ve kışlak hayatı doğrudan iklimin yönlendirilmesinin doğal bir sonucu olarak belirmiştir. Bundan dolayı zaman kavramları Türk kültür çevrelerinde yaygın olarak kullanılmaya başlanılmıştır.

Türkler’de zamanla ilgili ilk bilgilere Göktürk yazıtlarında rastlanılmaktadır. Yazıtlarda zaman, şimdi, önce, sonra, ilk, son, gündüz, gece, ay, kış ve yaz gibi zamanla ilgili kelimeler bulunmaktadır.

Bilge Kağan kardeşi Köl Tigin’in ölümü üzerine zamanla ilgili şöyle demektedir: “İnim Köl Tigin kergek boldu. Özüm sakındım. Körür közüm körmez teg, bilir biliğim bilmez teg boldu. Özüm sakındım. Öd tengri yaşar. Kişi oğlu kop ölgeli törümiş.” (“Küçük kardeşim Köl Tigin öldü. Görür gözüm görmez gibi, bilir aklım bilmez gibi oldu. Kendim düşünceye daldım. Zamanı tanrı yaşar, insan oğlu hep ölmek için türemiş”) (Köl Tigin, Kuzey, 10).1 Burada öd zaman olarak kullanılmıştır. “Ölgeli törümüş” tabiri ölmek için doğmuş anlamına gelmektedir. “Öd tengri yaşar” ifadesinden tanrının bütün zamanlar içerisinde var olduğu, ebediliği ve ölümsüzlüğü anlaşılır. Çünkü burada öd kelimesi bir sınırsızlık ifade etmektedir. “Bu ödke” “Ol ödke” ve “Antag ödke” tabirlerinde ise, bir sınırlamanın olduğu görülmektedir. “Tengri teg tenride bolmuş Türk Bilge Kağan bu ödke oturtum.” (“Tanrı gibi gökte olmuş, Türk Bilge Kağan, bu zamanda oturdum”) (Köl Tigin, Güney, 1). “Ol ödke kul, kullug bolmış erti.” (“O zamanda kul kullu olmuştu”) (Köl Tigin, Doğu, 21). “Antag ödke ökünüp Köl Tiginig az erin irtürü ıtımız.” (“Öyle bir zamanda pişman olup, Köl Tigin’i az erle eriştirip gönderdik”) (Köl Tigin, Doğu, 39).


Bu çerçevede zaman kavramı hem belirli bir süreyi hem de sınırsız bir süreyi belirtmek için kullanılmıştır. Burada ebedi Tanrı için zamanda sınırsızlık söz konusu iken, hayatı doğmak ve ölmek arasında geçen, yaptığı ve yapacağı işler belirli bir zaman süreci içerisinde gerçekleşen insan için zamanda sınırlılık görülmektedir.

Bazı olayların öncelik ve sonralıklarını belirlemek için zaman terimleri de bulunmaktadır. “Başlayu”, “Anda kisre”, “Anda ötrü” kavramları, bu şekilde kullanılmış olup, “Başlayu” önce, “Anda kisre” ondan sonra, daha sonra “Anda ötrü” ondan sonra demektir. “Başlayu Kırkız kaganıg balbal tiktim.” (“Önce Kırgız kağanını balbal diktim”) (Köl Tigin, Doğu, 25). “Anda kisre tengri yarlıkazu kutum bar üçün ürlügüm bar üçün ölteçi budunug tirgüri igittim” (“Ondan sonra, Tanrı bağışlasın, devletim var olduğu için kısmetim var olduğu için ölecek milleti diriltip besledim”) (Köl Tigin, Doğu, 29). “Anta ötrü kaganıma ötündüm.” (“Ondan sonra Kağanıma arz ettim”) (Tonyukuk I, Güney, 5).

Kronolojik olarak öncelik ve sonralığı ifade eden sözlerde bulunmaktadır. Bilge Kağan bu hususta şöyle demektedir: “Üze kök tengri asra yağız yir kılındukda ikin ara kişi oğlu kılınmış.” (“Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insan oğlu kılınmış”) (Bilge Kağan, Doğu, 2). Burada yer ve göğün oluşumundan sonra insanlar yaratılmıştır. Ancak buradaki öncelik ve sonralık zaman olarak çok daha uzun bir süreçtir. Böylece zamanda öncelik ve sonralığında Türk kültür çevresinde sistemleştirildiği görülmektedir.

Yazıtlarda zamanla ilgili bir sıralamada görülmektedir. “Ang ilk”, “ikinti”, “üçünç”, “törtünç”, “bişinç” kelimeleri de zaman sırasını belirtmek için kullanılmışlardır. “Ang ilk Togu Balıkda süngüştümüz.” (“İlk anda Togu Balıkda savaştık.”) “ikinti”…, “üçünç”…, “törtünç”, “bişinç”… (“ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci olarak …”) (Köl Tigin, Kuzey, 4-7).

“Amtı” kelimesi ise, mevcut zaman, yaşanılan zaman, şimdi için kullanılmıştır. Bu kelime şu cümlede geçmektedir: “İllig budun ertim, ilim amtı kanı, kimke ilig kazganur men tir ermiş.” (“İlli millet idim, ilim şimdi hani, kime ili kazanıyorum der imiş”) (Köl Tigin, Doğu, 9).

Güneşin doğuşundan batışına kadar zamanı ifade etmek için “Küntüz”, güneşin batışına kadar ki zamanı ifade etmek içinde “Tün” kelimesi kullanılmıştır. Bilge Kağan bu hususta şöyle demektedir: “Türk budun üçün tün utımadım, küntüz oturmadım.” (“Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım”) (Bilge Kağan, Doğu, 22).

“Tang” kelimesi ise, tan, şafak anlamında kullanılmıştır. “Tün katdımız. Bolçuka tang öntürü tegdimiz.” (“Geceyi gündüze kattık. Bolçuya şafak sökerken ulaştık”) (Tonyukuk, I, Kuzey, 11).


“İlgerü kün togsıka birigerü kün ortusıngaru kurıgarı kün batsıkınga yırıgaru tün ortusıngaru anda içreki budun kop manga körür.” (“İleride gün doğusuna, beride gün ortasına, geride gün batısına, yukarıda gece ortasına kadar, onun içindeki millet hep bana tabidir”) (Köl Tigin, Güney, 2). Burada gün doğusu, gün ortası, gün batısı ve gece ortası tabirleri uzak mesafeleri belirtmek için kullanılmış olmasına rağmen; zamanla ilgili terimler olarak gece ve gündüzün bölümlerini göstermektedirler. Gün doğusu güneşin doğduğu sabahı, gün ortası güneşin yeryüzüne tepeden baktığı öğleyi, gün batısı güneşin battığı akşamı, gece ortası ise, gecenin yarısını gösterir ifadelerdir. Burada da görüldüğü üzere, yalnız gece ve gündüz değil, onların bölümlerini gösteren terimlerin kullanımı da zaman kavramlarının sistemleştirildiğinin bir kanıtı olarak görülmektedir.

Günle ilgili kavramlardan başka ay, mevsim ve yılları ifade eden kelimelerde kullanılmıştır. “Amga korgan kışlap yazınga Oğuzgaru sü taşıkdımız.” (“Amga kalesinde kışlayıp ilkbaharında Oğuza doğru ordu çıkardık”) (Köl Tigin, Kuzey, 8). “Otuz artukı sekiz yaşıma kışın Kıtany tapa süledim.” (“Otuz sekiz yaşımda kışın kıtaya doğru ordu sevkettim”) (Bilge Kağan, Güney, 2). “Bunca kazganıp kangım kağan it yıl onunç ay altı otuz ka yoğ ertürtüm.” (“Bu kadar kazanıp babam Kağan köpek yılı, onuncu ay, yirmi altıda uçup gitti. Domuz yılı beşinci ay, yirmi yedide yas töreni yaptırdım”) (Bilge Kağan, Güney, 10).

Yukarıdaki bilgilerden Göktürk döneminde zamanla ilgili gün, ay, mevsim ve yıl kavramlarının sistemleştirilmiş olduğu görülmektedir. Hatta yazın geçirildiği yazlak ya da yaylak, kışın geçirildiği kışlak doğrudan yaz ve kışla ilgili kavramlardır.

Göktürkler döneminde kullanılan zamanla ilgili tabirlerin Uygurlar döneminde de kullanıldığı görülmektedir. Yıl, ay ve günler Uygur hukuk belgelerinde tarihlendirmede kullanılmıştır (Arat, 1987a : 158). Zamanla ilgili erken, tan, sabah, öğle, kuşluk, akşam, gece yarısı, seher vakti gibi gece ve gündüzün bölümlerini gösteren kelimeler yaygın olarak yer almıştır (Arat, 1987b : 169-173).

Takvimler

Türkler tarih sahnesine çıkışlarıyla birlikte kendileri için önem taşıyan tarihi olaylar ve günlerin tarihlerini belirleme ihtiyacı duymuşlardır. Yılın belirli günlerinde toplantılar yaptıkları ve devlet meselelerini görüştükleri yazılı kaynaklarda geçmektedir. Hayat tarzları gereği yaylaktan kışlağa, kışlaktan yaylağa göçte boylar ve boylar birliğine mensup insanların aynı anda harekete geçmeleri, toplum için birinci derecede önem taşıyan siyasi, iktisadi ve dini toplantıların günlerinin sabitleştirilmesi belirli bir tarih hesabının yapıldığını ve takvime bağlandığını düşündürmektedir.

Asya Hunları’nın bütün kararların alındığı ve gündemi önceden belirli olan meseleleri yılın belirli günlerinde toplanan kurultaylarda görüşmeleri bu hususa açıklık getirmektedir. Bu toplantılar Hun hakanı Mo-tun döneminden başlamak üzere, devlet işleri ve dini törenlerle ilgili üç ayrı zamanda gerçekleştiriliyordu. Biri yılın ilk ayında, ileri gelen davetlilerle hükümdar sarayında yapılıyordu. Dini vasfı baskın görünen öteki toplantı Lung kalesinde, üçüncüsü ise, atların semişleştiği Sonbaharda Tai-lim’de yapılmaktaydı. Üçüncü toplantıda halkın ve hayvanların sayısı tespit ediliyordu (De Groot, 1921 : 59).

Göktürk dönemine gelindiğinde artık milli kaynaklardan anlaşıldığı üzere, Türk kültür çevresinde takvim kullanılmaya başlanılmıştır. Türklerin zamanla geniş coğrafyalara yayılmaları ve çeşitli kültürlerle temasları farklı takvimler kullanmaya başladıklarını göstermektedir. Şüphesiz bunlardan ilkini on iki hayvanlı takvim oluşturmaktadır.

On İki Hayvanlı Takvim

Türk kavimlerinin en eski zamanlardan beri, en çok kullandıkları takvim sistemi, devri on iki hayvanlı takvim sistemidir. İslam-Türk alimleri bu on ikili sisteme “Tarih-i Türki,” “Tarih-i Türkistan,” “Tarih-i Khıta” ve “Uygur” veya “Sal-i Türkan” (“Türk yılı”) demektedirler (Turan, 1941 : 24). Bu takvimde Dünya’nın ömrü 3.600.000 yıldır. Bu süre 360 veridir. 1 ven 10.000 yıldır. 12 yıl 1 devirdir. 1 yıl 12 aydır. 1 ay 4 hafta ve 30 gündür (Nur, 1926 : 2). Bu on ikili sistemde her hayvan bir yıla ad vermektedir. Devre tamamlandıktan sonra, yeniden on ikili devre başlamaktadır. Yıllara adlarını veren hayvanlar sırasıyla şunlardır: 1) Sıçgan (sıçan), 2) Ud (öküz), 3) Pars (pars), 4) Tavışgan (tavşan), 5) Nek (timsah), 6) Yılan (yılan), 7) Yund (at), 8) Koy (koyun), 9) Biçin (maymun), 10) Tagaku (tavuk), 11) İt (köpek), 12) Tonguz (domuz) (Kaşgarlı Mahmud : I, 346). Sıralamadan da anlaşılacağı üzere, devrenin ilki Sıçan, sonu ise Domuz yılıdır.

Takvimin kökeni ve yılların sırasının oluşumuyla ilgili olarak da şu bilgiler yer almaktadır: Türk hakanlarından birisi kendisinden birkaç yıl önce geçmiş olan bir savaşı öğrenmek ister, o savaşın yapıldığı yılda yanılırlar, onun üzerine bu iş için Hakan ulusuyla geneş (müşavere) yapar ve kurultayda “Biz bu tarihte nasıl yanıldıksa bizden sonra gelecek olanlar da yanılacaklardır; öyle ise, biz şimdi göğün on iki burcu ve on iki ay sayısınca her yıla birer ad koyalım; sağışlarımızı bu yılların geçmesiyle anlıyalım; bu aramızda unutulmaz bir andaş olarak kalsın” der. Ulus bu hakanın önergesini onaylar (Kaşgarlı Mahmud : I, 345).

Bunun üzerine Hakan ava çıkar; yaban hayvanlarını “Ilısu”ya doğru sürsünler diye emreder. Bu, büyük bir ırmaktır. Halk bu hayvanları sıkıştırarak suya doğru sürer. Bu hayvanlardan avlarlar; bir takım hayvanlar suya atılırlar; on ikisi suyu geçer; her geçen hayvanın adı bir yıla ad olarak takılır. Bu hayvanlardan birincisi “Sıçgan = sıçan” imiş. İlk önce geçen bu hayvan olduğu için ilk yıl bu adla anılmış ve ilk yıla “Sıçgan” yılı denilmiştir (Kaşgarlı Mahmud : I, 345).

Yukarıda verilen bilgilerden en kayda değeri, eski bir zamanda Türk kültür çevresinde şartların zorlamasının bir sonucu olarak, en azından bir savaşın tarihini bile belirlemede bu takvimin kullanılmaya başlamasıdır.

Bu takvimin Türkler’de belirgin olarak varlığı Göktürk yazıtlarında ortaya çıkmaktadır. Köl Tigin yazıtında onun ölümüyle ilgili şu bilgi yer almaktadır: “Köl Tigin koyn yılka yiti yigirmike uçdı. Tokuzunç ay iti otuzka yoğ ertürtümüz. Barkın bedizin bitigtaşın biçin yılka yitinç ay yiti otuzka kop alkdımız. Köl Tigin özi kırk artuki yiti yaşında bulut bustadı.” (“Köl Tigin koyun yılında (birinci ay) on yedinci günde uçtu. Dokuzuncu ay, yirmi yedinci günde yas töreni tertip ettik.Türbesini, resmini, kitabe taşını maymun yılında yedinci ay, yirmi yedinci günde hep bitirdik. Köl Tigin kendisi kırkyedi yaşında bulut çöktürdü”) (Köl Tigin, Kuzeydoğu).

Bilge Kağan’ın ölümü için ise, şu ilgiler bulunmaktadır: “Bunça kazganıp kangım kağan ıt yıl onunç ay altı otuzka uça bardı. Lazgın yıl bişinç ay yiti otuzka yoğ ertürtüm.” (Bu kadar kazanıp babam, kağan köpek yılı, onunca ay, yirmi altıda uçup gitti. Domuz yılı beşinci ay, yirmi yedide yas töreni yaptırdım”) (Bilge Kağan, Güney, 10).

Ayrıca, kaynaklarda sayılar için Göktürkler’in çetele tutmaları, bu tür belgelerin ok ucu ile balmumu üzerine damgalanması (Eberhard, 1996 : 86) ve hesapları bir değnek üzerine yapılan çentiklerden ibaret olması (Orkun, 1987 : 16) dikkate değer bir husustur.

Yazıtlarda tümen (on bin) ve katlarından söz edilmesi de takvime bağlı olarak yaş ve sayı kavramlarının gelişmiş olduğunu göstermektedir (Bilge Kağan, Doğu, 26).

Göktürkler’in kullandığı on iki hayvanlı takvimde her hayvanın bir yılı gösterdiği, yıl içerisinde aylar ve aylar içerisinde de günlerin varlığı ortaya çıkmaktadır.

Göktürkler’in kullandığı bu takvim Uygurlar tarafından da kullanılmıştır. Burada on ikilik devrede yıl, ay ve günler gösterilmektedir. Uygur hukuk belgelerinde “Takıgu yıl, törtünç ay, sekiz yangıya”, (“Tavuk yıl, dördüncü ay, sekiz yeniye”); “Koyun yıl, onunç ay, biş ugrmige”, (“Koyun yılı, onuncu ay, sekiz yeniye”) gibi ifadeler aynı anlayışın ürünüdür (Arat, 1987a : 158).

On iki hayvanlı takvim yalnız Orta Asya’da kullanılmamış, çok geniş coğrafyalarda Türk kavimlerinin kullandığı bir takvim olmuştur. Bu takvimi kullanan kavimlerden biri de Tuna Bulgarları’dır. Onlar hayvan adlarını kendi dillerinin yapısına uygun bir biçimde belirlemişlerdir. Ayları da diğer Türk topluluklarında olduğu gibi sayı sırasına göre belirtmişlerdir (Tekin, 1987: 20).

Çin Seddi’nden Tuna Nehrine kadar çok geniş coğrafyada Türk kültür çevrelerinde yaygın kullanım alanı bulan on iki hayvanlı takvimde yıla adını veren hayvandan hareketle yılların özellikleri 11. yüzyıldan başlamak üzere, çeşitli kaynaklarda belirtilmeye başlanmıştır. Bu çerçevede, yılların her birinde bir hikmet olduğunu sanarak, onunla fal tutmaya ve uğur saymaya yönelmişlerdir (Turan, 1941 : 91-96)2 Ayrıca, bu durum on iki hayvanlı takvimin Türk kültür çevrelerinde yaygın olarak kullanıldığının bir işaretidir. Yılların nasıl geçeceği, bolluk, kıtlık, savaş, kuraklık, yağış vb. olup olmayacağı yıllara adını veren hayvanlara göre belirtilmiştir.

Türk kaynaklara göre, on iki hayvanlı takvim Göktürkler döneminde kullanılmaya başlanmıştır. Yıl, ay ve gün hesabına göre, bu takvimin Türkler arasında kullanıldığı ve çoktan gelişim sürecini tamamlamış olduğu görülmektedir. Göktürk döneminde aynen runik (oyma) yazının gelişimini tamamlayarak, bütün Türk toplumunun sosyal, siyasi, hukuki, dini ve iktisadi ihtiyacını karşıladığı gibi, on ikilik devreyi esas alan yıl, ay ve günleri netleşmiş bu takvimde toplumun zamanla ilgili doğum, ölüm, yaş, yoğ, savaş gibi tarih zaptını zorunlu kılan bütün ihtiyaçlara cevap vermiş olması söz konusudur.

Bu durumda on ikilik devreyi esas alan takvim, yani on iki hayvanlı takvim Göktürk dönemi öncesinde kullanılıyordu. Kökeni kuzey medeniyeti olup, Asya Hunları tarafından da kullanılmıştır. On iki hayvanlı takvimin gerçek mucidi Türkler olmuştur (Turan, 1941: 64).

Asya Hunları’nda yılın belirli dönemlerinde gerçekleştirilen toplantılar aynen Göktürklerde de yapılıyordu (Eberhard, 1996 : 87). Bu dönemler aynı zamana denk geliyordu. Göktürkler bu zamanı belirli bir takvime bağlamışlardı. Bu toplantılar Göktürkler’e Asya Hunları’ndan intikal etmiştir. Yılın belirli zamanlarına denk getirilmesi aynı takvimin kullanıldığına işaret sayılabilir.

Adı geçen takvimin Hunlar’dan öncede kullanılmış olabileceği ifade edilmektedir (Turan, 1941 : 88). Gerçektende Saka döneminde kullanıldığına dair bilgi kırıntıları bulunmaktadır. M.Ö. 5. yüzyıla tarihlendirilen Eksik Kurganı’ndan çıkartılmış gümüş bir kap üzerindeki yazının, “Han’ın oğlu yirmi üç yaşında yok oldu. (Halkın?) adı da yok oldu.” Şeklinde okunduğu kabul görmektedir (Durmuş, 1999 : 50). Burada dil Türkçe olup, yaşı belirtmek için sayı kullanılmıştır. Yaşın belirli bir takvimle bağlantılı olduğu düşünülmelidir.

Kurganlardan çıkartılmış olan buluntularda bir ölçüde on ikili sistemle bağlantı kurmayı mümkün kılmaktadır. Tuva’da Arzhan yakınında bulunan ve Sayan-Altay Bölgesinin en büyük kurganında 360 at ortaya çıkarılmıştır. Burada 360 atın 1 yıl, 30 tanesinin 1 ayla ifade edildiği ileri sürülmektedir. Yine Kuban Bölgesinde de ortaya çıkarılan kalıntılardan aynı anlayışın varlığı belirlenebilmiştir (Marsadolov, 2002 : 526-527).

Sakalar’la aynılığı bilinen ve Sakalar’ın batıya geçmiş kolunu oluşturan İskitler’e (Durmuş, 1993 : 29) ait kurganlardan on ikili devreyi gösteren buluntular ortaya çıkartılmış olup, bunlar İskitler’de bu takvimin varlığına işaret sayılmaktadır.3

Milattan sonraki dönemlerde yaygın olarak kullanılan ve milattan önceki dönemlerde de varlığı belirginleşen on iki hayvanlı takvimle günümüzde kullanılan takvimin dönüşümleri üzerinde de durulmuştur. Hesaplamalara göre, miladın birinci yılı Tavuk yılına denk gelmektedir. Devrenin başlangıcı olan Sıçan yılı miladın dördüncü yılıdır. Bu durumda Sıçan yılı miladın 4, 16, 28, 40 … yıllarına denk gelir. O halde devre adedi “n,” miladi yıl “M” ile gösterilirse, M = n x 12 + 4 ve buradan n = M – 4 / 12 olarak devre adedi bulunur (Turan, 1954 : 56).4

Türk Yıl Hesabı

Türk âlemi güneş yılını kendilerine has bir usulle yürütmüş, her yılı bir hayvan ismi ile adlandırmış, söz konusu hayvanın tabiatı üzerine yorum getirmişlerdir. Hayvanların hepsi on iki olup hepsine hakim olurlar, on iki yılda aynı hayvanın ismi bir defa gelir. Bu usul şemsiyenin başı “Hamal’den, yani Mart’tan” başlar. Mezkur on iki yılın adları ve tertipleri aşağıda yazıldığı gibi icra kılınmaktadır.

1. Sıçan Yılı: Bu yılın ilk aylarında ve ortalarında ferahlık, halk arasında hoş hâl ve zenginlik olur. Ama yılın sonbaharında halklar ve padişahlar arasında fitne başlar. Kışın salgın olur, yaz günleri yağmurlu olur. Sıçanlar çok olur ve buğdaylara hücum ederler.

2. Sığır Yılı: Bu yılda yıldırımlar ve gök gürültülü yağmurlar olur. Kışın tipiler çok olur, kar çok yağar, kış uzun sürer. Buğday ve her çeşit meyve çok olur.

3. Bars (Kaplan) Yılı: Bu yılda halk arasında düşmanlık ve adaletsiz işler olur. Padişahlar arasında geçimsizlik olur, sükûnet yoktur. Yazın buğday ve meyvelere afet gelir, yani kuvvetli zelzeleler olur. Denizde dalgalı tufanlar olur.

4. Tavşan Yılı: Bu yılda her çeşit nimet çok olur. Yaz ve kış mutedil olur, havalar iyi olur. Cümle halk arasında sükûnet ve rahatlık olur.

5. Nehak (Lu, Balık) Yılı: Bu yılda halk arasında husumet, fitne, çatışma ve savaş peyda olur. Yaz günleri yıldırım ve gök gürultülü yağmurlar çok olur. Kışın tipi ve kar çok olur; ağaçları soğuk çarpar.

6. Yılan Yılı: Bu yılda yazın yağmur az, havalar kuru olur; buğday az olur. Çoğu yerde açlık ve pahalılık olur. Kışın kar az yağar; rutubet olur. Halk arasında kaygı ve hasret olur. (Burada yazar kendi memleketi hakkında izahlarda bulunarak şöyle diyor: Yerli tecrübeye göre, yazın yağmurlu olur; otlar, buğdaylar çok olur, ancak toplamaya yağmurlar mani olur.)

7. Yılkı (At) Yılı: Bu yılda yazın hava ılık, yamurlu olur. Buğday ve meyveler boldur. Kışın kar fazla yağmaz. Halk ve padişahlar arasında fitne çıkar, savaş ve çatışmalar zuhur eder. Dört ayaklı hayvanlara hastalık bulaşır.

8. Koyun Yılı: Bu yılda yaz sıcak olur, kış soğuk ve uzun geçer. Halk arasında zenginlik ve rahatlık olup, padişahlar arasında savaş başladığı hâlde barış hemen sağlanır. Ancak deniz ve gemilerde felaketler olur.

9. Besin (Maymun) Yılı: Halk arasında haset ve düşmanlık olur. Yazın yağmur, kışın kar çok olur. Halk arasında hastalıklar yayılır. Hayvanlar arasından deve ve yılkı hastalığa yakalanır.

10. Tavuk Yılı: Bu yılda yaz yağmurlu ve sıcak geçer; buğday ve çeşitli meyveler çok olur. Kış karlı ve soğuk olur. Hamile kadınlara ağırlık gelir. Darı, karabuğdaylar erken dikilmelidir.

11. Köpek Yılı: Bu yılda yazın yağmurlar az olur. Buğdaylar az olup, fiyatlar pahalı olur. Kış yumuşak geçer. Meyveler ucuz olur. Halk arasında ölümler çok olur.

12. Domuz Yılı: Bu yılda yaz yağmurlu, kış uzun ve soğuk olur. Buğday çok ve ucuz olur. Padişahlar arasında muhalefet, savaş ve çatışmalar olur. Halk arasında geçimsizlik olur; çeşitli afetler meydana gelir.

Celali Takvimi

Hicri kameri yılın mali işlerde karışıklığa meydan vermesi yüzünden Büyük Selçuklular’da Sultan Melikşah zamanında (1072-1092) takvimde bir inkılap yapılmıştır. Güneş yılını esas alan bu yeni takvimin adına Celaleddin Melikşah’ın ismine izafeten “Takvimi Celali” denilmiştir (Türker, 1940 : 36).

Celaleddin’in çağırdığı bilim adamları hem 30’ar günlük 12 ayı eski adları ile hem de yıla 5 gün ekleme usulünü aynen korumuşlar, fakat bu günleri 12. ayın sonuna eklemişler, diğer taraftan her 4 yıllık bir devreye bir 6. ara gün katılmıştır. Bu takvim o dönemde kullanılan takvimler arasında en az hataya sahip hale getirilmiştir (Suter, 1988 : 59).

Bu bilim adamları senenin ilk gününü, yani yeni takvim başı olarak, hicri 471 yılı Ramazanı’nın 10. gününü, güneşin Hamel burcuna girdiği 15 Mart 1079 gününü kabul etmişlerdi. Şair Sadi (Ölm. 1263)’nin Gülistan’ında Celali yılının ikinci ayını yılın en güzel ayı olarak belirtmesi, bu takvim sisteminin 13. yüzyılda da kullanıldığını göstermektedir (Suter, 1988 : 60).

Hicri Takvim

Hicri takvim, Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göçünün esas başlangıç olarak alındığı ay yılını esas alan bir takvimdir. Bundan dolayı, takvimde 622 yılı 16 Temmuzu takvimin başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Hicri ay yılı yılda güneş yılından 11 gün farklı olduğundan mali işlerde hesaplara çok etki etmiştir. Bu nedenle hicri ay yılını esas alan takvimden başka yine Hicreti başlangıç kabul eden ve güneş yılını esas alan bir takvim de kullanılmaya başlanmıştır. Osmanlı Devleti’nde de diğer islam devletlerinde olduğu gibi Hicret’in başlangıç olarak kabul edildiği ve ay yılını esas alan Hicri takvim kullanılmıştır (Türker, 1940 : 34,35,38).

Mali (Rumi) Takvimi

Hicri, ay yılını esas alan takvimde güneş yılını esas alan takvimden farklı olarak kaymalar ve yılbaşının aynı zamana denk gelmemesi mali işlerde aksaklıklar oluşturuyordu. İşte bu sıkıntıların ortadan kaldırılması için Osmanlı Devleti’nde yeni bir takvim sistemi geliştirilmiştir. Bu takvime Mali (Rumi) takvim denilmiştir.

Adı geçen takvim Osmanlı Devleti’nde yaygın olarak kullanılmış, ancak aksaklıklardan dolayı çeşitli zamanlarda mali işlerde düzeltmeler yapılmasını zorunlu kılmıştır (Temelkuran, 2002 : 436,437).

Miladi (Gregoryen) Takvimi

Romalılar’da M.Ö. 46 yılında imparator Julius Caesar zamanında güneş yılını esas alan bir takvim kabul edilmiştir. Bu takvimde bir yıl 365,25 gün olduğundan dört yılda bir yıl 366 gün kabul edilmiştir (Dilgan, 1957 : 6). Ancak 1582 yılında Papa XIII. Gregoirus tarafından Julien takvimi üzerinde yeni düzenlemelere gidilmiştir (Pakalın, 1983 : III, 388). Daha sonraları 1 Ocak yılbaşı olarak kabul edilmiş, yıllarda Hz. İsa’nın doğumu “0” sayılarak; önceki dönemler Milattan önce, sonraki dönemler için ise, Milattan sonra tabiri kullanılmıştır. Bundan dolayı bu takvim “Miladi Takvim” adıyla da belirtilmiştir (Temelkuran, 2002 : 437).

Osmanlı Devleti’nde son dönemde devlet resmi işlerinde bu takvim kullanılmaya başlanmışsa da, bu durum tam bir geçişin olduğunu göstermemektedir (Türker, 1940 : 45). Nihayet Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması, inkılapların yapılması ile birlikte Miladi takvim ve Uluslar arası saatin kullanımı kabul edilmiştir. 1 Ocak 1926 tarihinden başlamak üzere “Miladi Takvim” kullanılmaya başlamıştır. Gün 24 saat kabul edilip, gece yarısının günün başlangıcı kabul edilmesiyle saat uygulamasında da yeni düzenlemeye gidilmiştir (Köstüklü, 2002 : II, 261,262).

Sonuç olarak, Türkler’de zamanla ilgili kavramlar bulundukları coğrafi çevre ve kültür dairesi içerisinde ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Göktürkler döneminde zamanla ilgili kavramların fazlalığı kavramların oluşma ve gelişme sürecinin çoktan tamamlanmış olduğunu göstermektedir.

Türkler’in çok geniş coğrafyalarda çok uzun zaman diliminde kullanılmış olduğu takvim “On iki Hayvanlı Takvim”dir. Türk kültür çevrelerinde yaygın olarak kullanımından dolayı, “On iki Hayvanlı Türk Takvimi” denilmesi de gayet isabetlidir.

Göktürkler döneminde kullanıldığı kesin bilinen bu takvimin daha önceki dönemlerde de kullanılmış olduğunu kabul edebiliriz. Zira yıl, ay ve günle, sistemleştirilmiş bir şekilde çıkan bu takvimin bir tekamül evresi geçirdiğini düşünmemiz gerekir. Asya Hunlar’ında varlığı ileri sürülen bu takvimin çeşitli Saka topluluklarında da kullanılmış olduğu gün geçtikçe açıklığa kavuşmaktadır. Runik (oyma) yazıyı kullanan bütün Türk topluluklarının bu on iki hayvanlı takvimi kullandıklarını söyleyebiliriz. Hatta çeşitli Türk topluluklarında halk arasında günümüzde de kullanılıyor olması, bu yaygınlık ve sürekliliği göstermek açısından önemlidir. Diğer takvimler ise, adı geçen takvim kadar geniş kültür coğrafyalarında ve uzun zaman diliminde kullanılmamıştır.

On İki Hayvanlı Yılların Devri Vasıfları

I – Sıçan Yılı : Karışıklık, kargaşılık ve kan dökme çok olur; Hırsızlar, yol kesiciler çoğalır, halk yerdeki böceklerden zarar görür; bazı yerlerde rahatlık ve huzur olur; valilere ve divan ehline noksanlık ve ziyan yüz gösterir. Bu yılda yağmur orta halli olur.

II – Sığır Yılı : Sığırlar döğüşgen olmasından bu yıl harp çoğalır. Dert ve baş ağrıları çoğalır, kış soğuk geçer, mevsim kendi tabiatına az uyar, havalar değişik olur, soğuktan meyvelere afet erişir, etrafı alemde fitne ve karışıklık çok olur, insanlarda, bey ve sultanlarda keder çoğalır.

III – Pars Yılı : Hükümdarlar birbirine şüpheli nazarla bakarlar ve makam kavgasına girişirler; ahid bozuculuk ederler. Yemiş az olur. Hayvanlara afet az gelir. Kış kısa ve soğuk olur; göze ve ırmakların suyu çok olur.

IV – Tavşan Yılı : Nimet ve feragat çok olur; bazı yerlerde hastalık, ölüm, bilhassa kadın ve çocuklarda çok olur. Hükümdarlar adalet ve insafa meylederler, eğer zulüm vaki olursa adalet sebebi ile olur. Yağmur, çeşme ve ırmak suları bol olur. Meyve her nimet çok olur.

V – Ejder Yılı : Timsahın suda yaşaması dolayısıyla bu yıl çok yağmur yağar ve bolluk olur. Savaş ve kan dökücülük çok olur. Mahsul bol olur.

VI – Yılan Yılı : Bu yıl meyve çok az olur, yıl kurak kış soğuk ve uzun olur. Yılan, sıçan ve karınca bazı yerlerde çoğalır. Hükümdarlar, beyler arasında düşmanlık olur. Halk arasında hile artar, türlü hastalıklar meydana çıkar. Bazı yerlerde veba olur.

VII – At Yılı : Bu yıl karışıklık, fitne ile gelir, cenk ve savaş zuhur eder. Yaz hoş, hububat çok olur; dört ayaklılara hastalık ve helak erişir. Kış gayet yumuşak ve uzun olur; meyvelere afet erişir.

VIII – Koyun Yılı : Bu yılda nimetler bollaşır; insanlar iyilik ve hayra yönelirler; yağmur çok yağar, gerçi fitne ve karışıklık çıkarsa da çabukça sükun bulur ve asayiş yerine gelir.

IX – Maymun Yılı : Çok muharebe ve mücadele olur, reaya ve göçebelerin malı çok olur; büyükler ve eşraf birbirleriyle mevki kavgasına düşerler. Hırsızlar ve fitneciler galebe ederler ve halka mazarrat yaparlar; bu yılda, meyvelere afet erişir. At, deve gibi büyük hayvanlarda çok telefat olur.

X – Tavuk Yılı : Hastalık çok olur, bazı yerlerde zelzele tahribat yapar, alış veriş kesilir, eşya bahalanır, bazı, yerlerde büyük harpler olur. Hububat az olur. Hayvanat çoğalır.

XI – İT YILI : Fitne, karışıklık ve kan dökücülük, at ve katır ölümü olur, hayvanların kıymeti artar; hırsızlar ve yol kesiciler çoğalır, kış gayet soğuk geçer, çok hastalık olur.

XII – Domuz Yılı : Hükümdarlar arasında mühalefet olur; reaya üzerine emir ve nehiyleri geçer. Tehlikeli hastalıklar çoğalır. Hırsız ve yol kesiciler artar. Meyveler bollaşır.

(Visited 5 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 27.02.2009 tarihinde Esesli tarafından, Büyük Türk Tarihi | Türk Kültürü - Gelenekler ve El Sanatlarımız bölümünde paylaşılmıştır ve 588 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 1 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Eski Türklerde Zaman Ve Takvimler | On İki Hayvanlı Takvim - Türk Yıl Hesabı - Prof. Dr. İlhami Durmuş orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleÇanakkale Savaşı'nda Sağlık Hizmetleri | Çanakkale Savaşı ve Kızılay Sonraki MakaleOrtaköy Camii - Büyük Mecidiye Camii | Abdülmecid Tarafından 1270/1853’te Yaptırılmıştır

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz