Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

Bu Adam Benim Babam! | Fahrettin Dönmez


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 16.08.2008 tarihinde oktaytunçbilek tarafından, Deneme ve Düz Yazı Paylaşımları bölümünde paylaşılmıştır ve 1499 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


Bu Adam Benim Babam


FAHRETTİN DÖNMEZ

BİRAZ UZUN AMA OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM.

****


İki odalı küçük bir evin yatak odasında bir çocuk ağlıyordu. Küçücük yüreğine koskoca dünyayı sığdıran bu çocuk, Cemil’den başkası değildi. İki büklüm bedenine yasladığı dirsekleri zaman zaman bedeninden kayıyordu. Minik ellerini göğe açmış, Rabbi’nin ululuğu karşısında aczinden titriyordu. Gözyaşları yanaklarından aşağı süzülüyor, öne eğik başından aşağı dizlerine düşüyordu. Cemil, titreyen dudaklarından fısıltı halinde dışarıya yayılan kelimelerle ağlıyordu.

– “Rahman ve Rahim olan Allah’ım O’nu bizlere, bana bağışla, beni onsuz bırakma.” diye yalvarıyordu.
“- Beni Onsuz bırakma!” Yüreğinin ateşi, bu üç kelimede soğuyor, gözyaşlarında eriyordu. “- Beni onsuz bırakma!”

Yağmur olanca hızıyla yağıyordu. Cemil’in gözyaşlarına inat yerleri ıslatıyor, serinletiyordu. Ahşap çatılı evin içine düşen damlalar Cemil’in gözyaşlarıyla yarışıyor, odayı ıslatıyordu.

– Âmin…Âmin…Âmin…

Cemil gözyaşlarını avuç içiyle sildi. Burnunu çekerek nakışlı seccadesini toplamaya koyuldu. Tam bu sırada, içerden annesinin sesi onu kendine getirdi:

– Cemil! Cemil! Gözü kör olmayası, işe geç kaldın, çabuk ol!

Seccadesini yüklüğün üzerine fırlatıp attı. Hızla ara kapıya koştu. Açtı. Gıcırtıyla aralanan kapıda annesiyle göz göze geldi.


– Haydi çocuk işe geç kaldın. Rıza Efendi kızacak!

Cemil hiç cevap vermedi. Yutkundu. Islak ve çamurlu pabucunu eline aldı. Dış kapıya yöneldi. Kapıyı açtı.

– Haydi hoşça kal Ana…Hakkını helâl et…

Evden her çıkışında böyle derdi anacığına… “Hakkını helâl et!” Gidip te gelmemek, gelip ta görmemek vardı.

– Güle güle oğul. Yolun açık olsun.

Sokakta in cin top oynuyordu. Uzaktan köpek sesleri sessizliği boğuyordu. Sıska bedeni ıslanıyor, ama Cemil ise koşuyordu. Su birikintilerinin üzerinden seke koşuyordu. Hiçbir şey onu durduramazdı. Bir ara yorulduğunu hissetti. Vücudu titriyor, bacakları onu taşımıyordu. Kaldırıma çıktı. Bir balkonun altına sığındı. Bir eli cebinde, öbür eliyle ıslak saçlarını sıvazlıyordu. Yüzü gözü su içinde biraz bekledi. İçinden: “Yağmur biraz dursa da koşuversem” diye geçirdi. Ama yağmurun duracağı yoktu. Bekledi. Dinlendi. Yeniden yola koyuldu. Koşa koşa, hoplaya zıplaya gidiyordu. Yağmurla yarışıyordu sanki… İskenderun Pac Meydan’ına geldiğinde:

“Az kaldı. Ha gayret Cemil!” diye kendine güç vermeye çalıştı. “Ha gayret… Ha gayret…” Sırılsıklam olmuştu. Titriyordu. Meydanı geçti. Kenardan koşmaya devam etti. Ara sokaklara daldı. Koştu…Koştu… Uzaktan Köşkler Rıza’nın dükkânı gözüktü… “işte bizim dükkân”diye geçirdi içinden. “İşte ekmek teknesi…” Hem koşuyor, hem de Rıza amcasını düşünüyordu: “Gözleri yolda beni bekliyordur.Can yoldaşını bekliyordur.” Yutkundu. Duygulandı…

Küçücük dükkanın önüne gelmişti. Durdu. Saçını başını düzeltti. Cebinden çıkardığı mendille başını sildi. Kapıya yöneldi. Açtı… Köşker Rıza, köşeye serdiği eski, lime lime olmuş yatağında uyuyordu. Cemil ona yanaştı. Rıza gözünü açtı.

“Hoş geldin oğul, gözümün nuru, hoş geldin! ” diye mırıldandı. Kalkmaya çalıştı. Zorlandı. Cemil koltuk altından tutarak kaldırmaya çalıştı. Birbirlerine dayandılar. Oturdular.

– Ooo, çok ıslanmışsın.
– ……….
– Acelen neydi çocuk, biraz bekleseydin ya!
– ……….
– Biraz bekleseydin, yağmur dururdu belki…
– ………..
– Ah, yaramaz, ah haylaz! Sen yok musun sen?
– “Geç bile kaldım.” diyebildi. Yutkundu.
– Geç kaldın ha! Hay Allâh!
– Evet…Evet…
– Gel şöyle yanıma! Al havluyu! Sil yüzünü, gözünü… Ooo, çok ıslanmışsın. Üşüteceksin. Hasta olacaksın. Yavaş! Yavaş!

Bir yandan Cemil’i kuruluyor, bir yandan da konuşuyordu.

– Böyle olmayacak. Elbiselerin su içinde. Üşüteceksin.

Yerinden kalktı. Dükkanın iç kısmına doğru ağır adımlarla yürüdü. Sandığı açtı. Bir fanila, bir gömlek, bir pantolon, bir kazak çıkardı. Kucakladı. Geri yatağına döndü.

– Al şunları giy! Seninkiler kuruyana kadar idare eder.

Cemil eliyle itti.

– İstemez. Bana bir şey olmaz.
– Şuna bak, bir şey olmazmış… Yaramaz çocuk!
– Bir şey olmaz!
– Olur, olur. Haydi söz dinle bakalım. Geç şu köşeye değiş üstünü. Haydi Cemil, beni seviyorsan…

Bu söz Cemil’i can evinden vurdu. “Beni seviyorsan…”

– O nasıl söz Rıza Amca?
– İşte öyle bir söz… Haydi, haydi…

Uzaktan kıyafeti aldı. Köşeye geçti. Üzerini değiştirdi. Rıza, gözlerini kapatmış, yorganı üzerine çekmişti. Bir yandan da Cemil’i gözlüyordu. Cemil ıslak elbiselerini odanın içine serdi.

– Öyle olmaz! Sık ta ser! İyice sık!

Cemil ıslak elbiselerini sıkmaya koyuldu. Gücü yetmiyordu. Köşker Rıza kahkahalarla gülüyordu.

– Daha güçlü sık.
– ………….
– Daha, daha.
– Olmuyor…
– Getir öyleyse beraber sıkalım!
– Olur.

Bir ucundan Rıza, diğer ucundan Cemil sıkmaya koyuldular. Tek tek sıktılar.

– Haydi şimdi ser!
– Olur.

Cemil ıslak elbiselerini sererken Köşker Rıza gülmeye devam ediyordu.

– Neye gülüyorsun? Bana mı?
– He, sana…
– Niye?
– Şu hâline bak…
– Ha, anladım…

Cemil, Rıza Amcası’nın giyeceklerinin arasında kaybolmuştu. Bir yandan pantolonunu çekiştiriyor, öte yandan gömleğinin kollarını bükmeye çalışıyordu. Utanmıştı.

– Ne yapayım, sen verdin ama…
– Çok yakıştı, çok yakıştı. Sen delikanlı olmuşsun. Bir kaç fırın ekmek yersen, “ben” olursun.
– ………..
– Haydi şimdi iş başına. Otur sandalyeme. Al eline ayakkabıyı, başla çalışmaya…

Cemil denileni yaptı.Her harekette gıcırdayan, yaylanan sandalyeye oturdu. Paçavrayı dizlerine serdi. Ayakkabılardan birini eline aldı. Evirdi, çevirdi.

– Ne olacak bu?
– …………..
– Nesi var?
– ………….
– Her yeri dökülüyor. Bunun işi bitmiş.
– Benim gibi…
– Böyle deme…

Köşker Rıza iç geçirdi. “Ben böyle olacak adam mıydım? Hey gidi günler hey! ”

Cemil ayakkabıyı bıraktı, paçavrayı bir kenara koydu. Rıza Amcasının yanına geldi. Ayak ucuna oturdu.

– Bugün daha iyisin, değil mi?
– He, he…
– Bakıştılar. Köşker Rıza iyi olmadığını biliyordu. İşinin bittiğini… Çaresizliğini…
– Gel şöyle yanıma… Yakınıma…

Cemil kalktı. Yakınına oturdu.

– Bana bir şey olursa üzülmeyeceksin, ağlamayacaksın. Bu söz, Cemil’in yüreğine bir ok gibi saplandı.

Gözleri dolu dolu:

– Seni çok seviyorum Rıza amca, çok… Babam oldun, canım oldun. Sen benim her şeyimsin. Böyle konuşma! ”
– Ee, uzattın ha…Haydi sil gözlerini! Sil bakayım!

Cemil O’nu duymuyordu. Onu tanıdığı güne dönmüştü…

Böyle yağmurlu bir gündü.Yıkık dökük dükkanın önünde yağmurun yavaşlamasını bekliyordu. Bir ara içeriden bir adamın ona, “gel” işareti yaptığını gördü. Elini göğsüne götürerek;

– Ben mi? dedi.

İçerdeki adam hâlâ çağırıyordu. Israrla ”gel!” diyordu. Cemil sıkılarak içeri girdi.

Adam:

– “Bak mangalda kömür yanıyor. Üşümüşsün, ıslanmışsın. Yanaş yanaş! Al şu havluyu kurulan! dedi.

Cemil istenilenleri yapıyor. Karşı koyamıyordu. Bir garip duyguydu bu, birden kanı ısınmıştı. Sadece:

– “Sağ ol” diyebildi.
– Adın ne?
– Cemil.
– Kimin oğlusun?
– ……….
– Baban kim?
– ………
– Okula gidiyor musun?
– ……..
– Yoksa?
– Gitmiyorum. Geçen ay bıraktım.
– Niçin?
– Babam yok. Öldü. Eve ekmek götürüyorum.
– Ha,anladım. Çalışmak zorundasın.
– Evet.
– Nerede?
– Nerede olursa…

Bu söz, İhtiyar adamın yaşlı yüreğine dokunmuştu. Daldı gitti… Birkaç dakika sonra:

– Bana ortak olur musun? Ben artık yaşlandım. Bana can yoldaşı olacak, işi öğrenip, götürecek birine ihtiyacım var. Hem, okuluna da devam edersin.

Cemil şaşırmıştı. “Ortak olmak…” Nasıl olacaktı? Göz göze geldiler.

– Senden bir şey istemiyorum. Bana can yoldaşı ol, yardımcım ol, yeter. Ne kazanırsak yarı yarıya…

Cemil,kalkıp boynuna sarılmak istedi. Yapamadı.

– Benim… Anneme sormam lazım!
– Evet…
– O kadar…

Gülüştüler.

– Sor oğlum, annene sor! Kızıma sor! Kızıma sor!

Ne söyleyeceğini bilemiyordu. Sanki dili tutulmuştu. Kendine “oğlum”, Annesine “kızım” diyordu. Adama şaşkınlıkla:

– Adın ne?

Adam seyrek sakalını sıvazlayarak:

– Rıza. Köşker Rıza.
– Kimsen yok mu?
– Yok
– Eşin, çocuğun…?

Rıza yutkundu. Gözleri buğulandı. Başını öne eğerek:

– “Yok…Yok işte.” diyebildi.
– “Yok işte.”
-……….

Yağmur yağıyordu. Rıza ve Cemil uzun zaman konuştular. Dertleştiler. Bir ara:

– Ben gitsem…
– Yağmur yağıyor.
– Yavaşladı.
– Al şu şemsiyeyi, seni korur.
– Sağ ol…. Ben kenardan kenardan giderim.
– Sen bilirisin. Ama yarın cevabını bekliyorum.

Aslında Cemil cevabını kendine vermişti. Evet diyecekti. Anası bahaneydi. Zaten başka da şansı yoktu.

– Hoşça kal Rıza Amca…
– Güle güle yavrum.Güle güle cemil’im.

Sesi şefkat doluydu. Sevgi doluydu..

Köşker Rıza yalnız yaşayan bir insandı. Yalnız, yapayalnız. Hayatta köşker dükkanından başka hiçbir şeyi yoktu. Bu mekân hem evi, hem işyeriydi.

Kısa boyluydu. Kolları boyuna göre çok uzundu. Belden yukarısı uzun, bacakları kısaydı. Kocaman başında, iri simsiyah gözleri kederli bakardı. Beyaz seyrek sakalları ona pek yakışmamıştı. Kocaman ağzı, kırık dişleri, onu daha da komikleştiriyordu. Ama sesi etkileyiciydi.

O günden sonra Rıza ile Cemil ortak olmuştu. Ortaklıktan ziyade onları görenler baba – oğul sanırdı. Her akşam kazandıklarını paylaşırlardı. Hatta Cemil’e daha fazla pay ayrılırdı.

Aradan geçen yıllar onları daha da yakınlaştırmıştı. Baba – oğul geçinip gidiyorlardı.

– Ne o Cemil, daldın gittin be oğul hayırdır?
– Seni düşünüyorum.
– Beni mi?
– Evet… Senin hakkını nasıl ödeyeceğimi…
– Böyle deme evlat!
– ……….

Sustular. Nihayet:

– Bak oğul, bu yalancı dünyamda bana can yoldaşı oldun. Daha önemlisi benim “oğlum” oldun.
– Sen de bana baba…
– Ben artık yaşlandım. Sağlığımda bozuldu. Görüyorsun günlerdir çalışamıyorum. Sen bana bakıyorsun. Her şeyim sensin. O küçücük ellerine, sıcacık yüreğine borçluyum.
– Böyle deme. Daha çok güzel günlerimiz olacak. İyileşeceksin. Gene beraberce çalışıp kazanacağız.
– İnşallah. İnşallâh…

Rıza çok hastaydı. Şeker hastalığı, astım onu güçsüz düşürmüştü. Çaresizdi. yorgundu.

Dışarıda yağmur, olanca şiddetiyle yağıyordu. Gök gürlüyor. İnsanlar koşuyordu. Rıza ve Cemil sıcacık dükkanlarında mutluydular.

Öğle ezanı okunuyordu. Cemil ayağa fırladı. Dükkanının arka tarafına geçti. Yarı kurumuş elbiselerini topladı. Köşede giyinmeye başladı. O sırada Rıza yorganın altından:

– Ooo, vakit gelmiş.
– ………
– Okula değil mi?
– Önce camiye.

Cemil kitapları koltuğunun altında Rıza amcasına yaklaştı.

– Baba…Baba…
– Hıh!
– Ben çıkıyorum.
– Hı..Hı…

Cemil kapıya yöneldi.

– Allahaısmarladık.
-………..

Rıza’dan ses yok. Cemil telâşla geri döndü. Rızanın başına çöktü. Yüzünü okşadı…

– Baba…Baba…

Rıza zorla gözlerini açtı.

– Nasılsın?
– İyiyim..İyiyim.

Kesik kesik konuşuyordu. Cemil kitapları yanına koydu. Rıza yeniden dalmıştı. Cemil, şaşkın şaşkın etrafına bakındı. Ani bir kararla dükkândan dışarı fırladı. Dükkân komşuları Osman amcasına koşuyordu.

– Osman Amca…Osman Amca…Babam iyi değil…Koş, yetiş…

Birlikte koştular. Başucuna çöktüler. Osman amca seslendi:

– Rıza…Rıza…
– İyiyim. İyiyim…

Dünyalar Cemil’in olmuştu. Göz göze geldiler. Rıza :

– Sen daha burada mısın çocuk? Hadi kalk bakalım! Doğru okula! Okuman lazım…
– Şey…
– Bırak şeyi, meyi…Okula!
-Cemil ayağa kalktı. Kitapları koltuk altında kapıya yürüdü.

Vakit akşam olmuştu. Cemil hızla adımlarla dükkana girdi. Rıza yatağında sırtüstü uzanmış anlamsız gözlerle camdan dışarı bakıyordu. Cemil yanına çöktü.

– Rıza Baba…
-………..
– Rıza Baba..

Cevap alamayınca Rıza’yı dürttü. Kımıldamıyordu. Şaşırmıştı. Yorganın dışına çıkmış olan elini tuttu. Buz gibi ve kaskatıydı. Rıza ölmüştü. Ne yapacağını şaşırmış bir halde etrafına bakındı. Ani bir kararla dışarı fırladı. Çılgın gibi koşuyordu. Osman’ın dükkanına vardı. İçeri girdi. Dili tutulmuştu. Hiç bir şey diyemiyordu. Osman hemen doğruldu. Ayağa kalktı. Cemil’i elinden tuttuğu gibi dışarı çıktılar. Köşker Rıza’nın Dükkanına girdiler.

Cemil ağlıyordu. İçin için,sessizce… Dışarıda ise yağmur olanca şiddetiyle yağıyordu. Köşker Rıza’nın gözleri hâlâ açık ve Cemil’e bakıyordu. Baba sıcaklığıyla bakıyordu gözleri…
– Babam… Rıza Babam… İşte bu adam, benim babam…

Fahrettin DÖNMEZ

(Visited 10 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 16.08.2008 tarihinde oktaytunçbilek tarafından, Deneme ve Düz Yazı Paylaşımları bölümünde paylaşılmıştır ve 1499 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 1 adet mesaj daha bulunmaktadır.

Bu Adam Benim Babam! | Fahrettin Dönmez orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleTarihte Bugün: 22 Aralık | (1938) - Alman Kimyacı Otto Hahn Tarafından İlk Atom Çekirdeği Patlatıldı. Sonraki MakaleTürkiye’deki Barajlar - Karkamış Barajı Ve Hidroelektrik Santrali | GAPın Bir Bölümünü Teşkil Eden Fırat Projesi’nin İkinci Ünitesi Karkamış Barajı Ve..

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz