Bilgi Bankamız 62 Kategoride, 9052 Makale ve Konu Anlatımı içermektedir. Son Güncelleme: 27.01.2020 06:06

16. Yüzyıl Türk Edebiyatı Genel Özellikleri ve Sanatçıları..


İçerik Hakkında Bilgi

  • Bu içerik 02.07.2008 tarihinde Sema tarafından, Türk Edebiyatı ve Edebi Kişilikler bölümünde paylaşılmıştır ve 3714 kez okunmuştur.
    Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

İçerik ve Kategori Araçları


16. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI GENEL ÖZELLİKLERİ VE SANATÇILARI

16.yüzyıl Divan edebiyatının, özellikle şiir alanında en parlak çağıdır. Her alanda pek çok değerlerin yetiştiği bu dönem Divan edebiyatının “altın çağı” dır. 16. yüzyıl ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi ve sosyal bakımdan en parlak çağını yaşadığı dönemdir.


13. ve 14. yüzyıllar boyu kuruluş aşamasında olan Türk Divan şiiri 15. yüzyılda bu kuruluşu tamamlamıştır. 16. yüzyıla gelindiğinde Arap ve Fars nazireciliği/ taklitçiliği Baki, Fuzuli gibi şairlerin öncülüğünde sona ermiş; Türk Divan edebiyatı kendi içinde özgünlüğüne kavuşmuştur.Türk edebiyatı, Anadolu dışında da gelişimini sürdürmüş, bu yüzyılda Azeri Türkçesine Fuzuli, Çağatay Türkçesinde de Babür Şah önem kazanmıştır. Önceki yıllarda Türkçeye girmekte olan Arapça ve Farsça sözcüklerin sayısı bu dönemde iyice artmış; böylece, Türkçe-Arapça-Farsça karışımı üçüzlü bir yapı gösteren Osmanlı Türkçesi oluşmuştur. Osmanlı Türkçesi’nin her türlü duygu ve hayal inceliğini anlatmaya elverişli bir şiir dili olarak görülmesi, şairlerin gittikçe Türkçeden uzaklaşmalarına yol açmıştır. Bu durumdan kaygılanan bazı şairler, salt Türkçe şiirler yazmaya yönelmişlerdir. 15. Yüzyılda Aydınlı Visâlî’nin başlattığı çabalar, bu yüzyılda Tatavlalı Mahremi ve Edirneli Nazmi ile Türkî-i Basît (Sade Türkçecilik ) akımına dönüşmüştür. Ancak, bu şairlerin güçsüz sanat-çılar olması nedeniyle Sade Türkçecilik büyük şairlerce kabul görmemiştir.16. yüzyıl, edebi-yatımızda “şehrengiz” yazıcılığının gelişme dönemidir. Türk edebiyatını ilk şehrengizi, 15. yüzyıl şairi Mesîhî’nin “Edirne Şehrengizi” dir. Divan edebiyatının ilk şehrengizleri olan Zatî’nin Edirne Şehrengizi ile Lâmiî’nin Bursa Şehrengizi bu dönemin ürünüdür.

Türk Divan edebiyatında tezkireciliğin temelleri de bu yüzyılda atılmıştır. İlk tezkire, Edirneli Sehî Bey’in Heşt Behişt ( Sekiz Cennet ) adlı tezkiresidir ki Osmanlı Türkçesi şairlerini içine alır. Diğer tezkire yazarları ve eserleri şunlardır :

LÂTİFÎ

Lâtifî Tezkiresi


ÂŞIK ÇELEBİ

Meşâirü’ş-Şuârâ ( Şairlerin Duyuları )

KINALIZÂDE HASAN ÇELEBİ

Sözlü gelenek, Anadolu’da şehirleşmenin de etkisiyle âşıklık geleneğini oluşturmuş; bu âşıklık geleneği Divan edebiyatından ayrı bir kolda gelişimini sürdürmüştür.

Tezkiretü’ş-Şuârâ
AHDÎ Gülşen-i Şuârâ

FUZULİ (?-1556)

Sadece 16.yüzyılın değil, bütün Divan Edebiyatı’nın en büyük şairi kabul edilir. Platonik aşkı işlediği lirik şiirleri ve diğer eserleri bütün Türk ve İslam diyarlarında bilindiği gibi dünya çapında da üne sahiptir. Bağdat dolaylarında yaşamış, Azeri Türkçesiyle yazmıştır. Arapça ve Farsça eserleri de vardır. Din ve tasavvuf bilimleri kadar ; tıp, matematik, kimya gibi bilimlerde de ilerdedir.

Fuzûlî’de aşk :


Fuzûlî’nin ilhamının başlıca kaynağı “aşk”tır. Aşk teması Divan şiirinde çok kere ele alınmıştır; fakat hiçbiri Fuzûlî’ninki kadar derin, samimi ve yüksek bir heyecanla işleyememiştir. Fuzuli’ye göre insan hayatı ıstıraplarla doludur. Dünya, bütünüyle ıstırap ocağıdır. Bu ıstıraplar içinde aşk ıstırabı, insanı olgunlaştıran, yücelten kutsal bir ıstıraptır. İnsan, derece derece yükselerek Allah’a kadar ulaşan, maddi haz ve karşılıklardan uzak bir aşka bağlanmalı ve bu aşkın ıstırabını çekmelidir. Ancak böylece olgunlaşır ve gerçek insan, olgun insan haline gelir. Fransız filozof Descartes’ın “Düşünüyorum, öyleyse varım.” sözünü Fuzûlî’ye göre şöyle uyarlayabiliriz : “Aşığım, ıstırap çekiyorum; o halde varım.” Buna göre Fuzûlî, “var olma” yı âşık olmaya ve ıstırap çekmeye bağlamaktadır.

Tasavvufçudur denemez; ama Allah aşkı, Hz. Muhammed’e ve ehl-i beytine sevgisi eserlerinde büyük yer tutar. Sofiler gibi aşk acısından hoşnuttur. Ondan uzak kalmak istemez. Kendine özgü içten, içli, lirik bir anlatımı vardır.

Düz yazıda da güçlüdür. Divanında yer alan “Su Kasidesi” adlı şiiri çok başarılı bir naat örneğidir.

Eserlerinden önemlileri şunlardır;

1) Türkçe Divan,

2) Farsça Divan,

3) Arapça Divan,

4) Şikayetname ( Fuzûlî’nin nesir alanında önemli bir eseridir. Kendisine vakıflar idaresi tarafından bağlanan maaşı alamayan şair, memurlarla ilgili şikâyetini bir mektup halinde Nişancı Paşa’ya yazar. “Dedim” “Dediler” biçiminde devam eden mektup oldukça ilgi çekicidir. Süslü nesrin bir örneğidir.)

5) Leyla ile Mecnun (Mesnevi’dir. Eserde, sevgiye olan aşktan Allah aşkına geçiş konu edilir.)

6) Kırk Hadis Tercümesi (İranlı, şair Molla Câmii’den)

7) Hadikatu’ s Suada
(Kerbela olayını anlatır. Secili düzyazı biçiminde, Türkçe)

8) Beng ü Bade

9) Sıhhat ü Maraz (Farsça, sağlıkla ilgili)…

ZÂTİ ( 1471-1546 )

Yavuz ve Kanuni’ye kasideler yazmıştır.

Baki’nin yetişmesinde katkısı vardır.

Şems ü Pervâne adlı mesnevisi, Edirne Şehrengizi ve Divan’ı vardır.

BÂKÎ (1526-1600)

16.yüzyılın öteki büyük şairi Bâki’dir. “Sultanü’ş-şuara” (şairlerin sultanı) olarak tanınan bâki çok iyi eğitim görmüş, bunun sonucunda değişik medreselerde müderrislik yapmış; kadılık, ka-zaskerlik görevinde bulunmuştur.Osmanlı devle-tinin en ihtişamlı döneminde İstanbul’da yaşa-yan şair, şiirlerinde devrinin zenginliğini, görke-mini yansıtmıştır.

İlmiyle sınıfından olan Bâki, bu sınıfın en üst makamı olan şeyhülislamlığı çok istemiş, fakat bu isteğine ulaşamamıştır.

Şiirlerini Osmanlı Türkçesi ile yazan Bâki’nin dili çağına göre sadedir. Yer yer çok sade ve doğal bir Türkçe ile beyitler yazan şair, şiirlerinde halk deyimlerine bolca yer vermiştir.

Bâki, dili kullanmakta oldukça başarılıdır. Şiirlerinde sözcük oyunlarına, sözcüklerin birkaç anlam ifade etmesine özen gösterir. Söz sanatlarını kullanmada çok başarılıdır, sanatsız beytinin olmadığı söylenir. Her beyit, adeta bir kuyucu titizliğiyle işlenmiştir.

Divan edebiyatını Arap ve İran edebiyatının ile boy ölçüşecek düzeye getiren şairdir.

Bâki, tasavvufla hiç ilgilenmemiş; şiirlerinde tasavvufa yer vermemiştir.“aşk, tabiat, devrinin zenginliği, dünya zevki” şiirlerinde yer alan başlıca konulardır.

Bâki divan şiirinin gazel türündeki en önemli temsilcilerindendir.

” Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş” dizesi ona aittir. Bütün bu özellikleriyle kendine özgü bir üslup geliştirmiştir. Arapçadan çevirdiği birkaç kitabın dışında başka eser vermemiştir. Onun en önemli eseri “Divan”ıdır. Özellikle gazelleri dikkat çekici güzelliktedir. Kanuni için yazdığı terkib-i bent biçimli mersiye de divanındadır ( Kanuni Mersiyesi)

Şairin dini konularla ilgili, düzyazı türünde eserleri ve tercümeleri vardır.

BAĞDADLI RÛHÎ (16. yüzyıl)

Anadolulu bir askerin oğlu olarak Bağdat’ta doğmuş olduğundan bu unvanla anılır. Konya ve İstanbul’da bulunmuş, Şam’da ölmüştür. Mevlevi tarikatına bağlıdır. Toplumsal konulara ağırlık veren bir Divan şairidir.En önemli eseri “Divan”ı ve divandaki “Terkib-i bend”idir.

HAYÂLİ BEY ( 16. yüzyıl )

Tasavvuf kültürüyle yetişti. Divan’ı vardır.

TAŞLICALI YAHYA ( ? – 1582 )

Divan edebiyatında mesnevi çığırının en önemli şairlerindendir. Mesnevilerinde İran etkisinde kalmamıştır. Şiirlerinde yerli renklere, özentisiz-liğe sade dil ve yalın anlatıma rastlanması, onun divan şiirinin yerlileşmesine katkısı olduğunu gösterir.

Hamse sahibidir.
Şah ü Geda, Yusuf u Züleyha

KAZAK ABDAL (16. yüzyıl)

Romanya Türklerinden olduğu söylenir. Bektaşi tarikatına bağlıdır. Taşlama özellikli şiirleriyle bilinir.

PİR SULTAN ABDAL (16. yüzyıl)

Sivas dolaylarında yetişmiş, bir isyana karıştığı için idam edilmiştir. Bazı şiirlerinde Karacaoğlan gibi dünya güzelliklerini, bazılarında Köroğlu gibi cenk duygularını, bazılarında Yunus’un üslubuyla ilahi aşkı ve tasavvufla ilgili temaları işlemiştir. Bütün şiirleri hece ölçüsüyle ve duru bir halk diliyle yazılmıştır. Koşma, semai, varsağı biçimlerini kullanmıştır.

KÖROĞLU (16. yüzyıl)

16. yüzyılda yaşamıştır. 24 bölümlük bir destanımsı halk hikayesinin de kahramanıdır. Koçaklama ve güzellemeleriyle ünlüdür. Yiğitçe ve tok bir söyleyişi vardır. Aynı yüzyılda, III. Murat döneminde yaşamış “Köroğlu” mahlasını kullanan bir ordu ozanı bulunduğuna dair iddialar da vardır ve bu iki Köroğlu’nun hayatları hakkında anlatılanlar ile şiirleri birbirine karışmıştır. İkisinin aynı kişi olduğunu öne süren araştırmacılar da olmuştur.

(Visited 6 times, 1 visits today)


Kaynak: Kadim Dostlar ™ Forum

Bu içerik 02.07.2008 tarihinde Sema tarafından, Türk Edebiyatı ve Edebi Kişilikler bölümünde paylaşılmıştır ve 3714 kez okunmuştur. Bu içeriğin devamında incelemek isteyebileceğiniz 0 adet mesaj daha bulunmaktadır.

16. Yüzyıl Türk Edebiyatı Genel Özellikleri ve Sanatçıları.. orjinal içeriğine ulaşmak için tıklayın ...

Önceki MakaleJohn Steinbeck - Fareler ve İnsanlar | Karakterler - Detaylı Özet - Yazar Bilgisi Sonraki MakaleSancak Nedir? | Ölçü Ve Renkleri

Bu Makaleyle İlgili Fikirlerinizi ve Görüşlerinizi Diğer Ziyaretçilerle Paylaşabilirsiniz